Latife Hanım - Özet - İpek Çalışlar

seaBahAR

Nosce Te İpsum
Pro Üye
13 Nisan 2007
15.555
36.068

Lâtife Hanım / İpek Çalışlar


Yakın geçmişimize yönelik tarihi bilgiye aç toplumumuzun ihtiyacına cevap verebilecek nitelikteki bu eseri soluksuz okudum.
Umarım bu eser bu konuda bir çığır açar da açlığımızı giderecek nice yazarlar yeni yeni eserleriyle çorap söküğü gibi sökün ederler.

İpek Çalışlar İstanbul’da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi ve AÜ Siyasal Bilgiler fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteceiliğe TRT Haber Merkezi’nde başladı, 1980’lerde Nokta dergisinde haber müdürlüğü yaptı, Söz ve Sokak’ın kurucuları arasında yer aldı. Cumhuriyet Gazetesi’nin haber müdürlüğünü yaptı, Cumhuriyet Dergi’yi çıkardı.


Kitabın arka yüzündeki tanıtım yazısından:
Lâtife Hanım gerçeği bilinmeden Cumhuriyet tarihi yazılamaz.
Dünya basını, Mustafa Kemal Paşa’nın kadın hakları savunucusu ve peçe takmayan eşi Lâtife Hanım’ı Türkiye’deki değişimin habercisi olarak adım adım izledi.
Evlilikleri bitince, Lâtife hanım’ın entelektüel ve siyasî kimliği yok sayıldı, Cumhuriyet’in kuruluşuna yaptığı katkılar unutuldu.
Lâtife Hanım’ı gölgeleyen perde kaldırıldığında hem bir mücadele kadınıyla hem de bambaşka bir Mustafa Kemal’le karşılaşacaksınız. Karısıyla siyasî tartışmalara giren, “hanım bize bir çaykovski çal!” diyen, boşandıktan sonra eski eşinin evine güller gönderen Mustafa Kemal’le.
Cumhuriyet’in kuruluş dönemine ait pek çok yeni bilgiyi de içeren bu kitap, aynı zamanda ölene kadar sürmüş bir aşkın da hikâyesi.


Kitaptan alıntılar:
“Lâtife Hanım’ın belgeleri incelenmeksizin devrim tarihinin daha doğrusu Cumhuriyet tarihinin yazılması mümkün olmaz.” (Ord. Prof.Dr. Reşat Kaynar, 10 Nisan 1979) (Sy. 7)
(İİTİA’da Medeni Hukuk hocamdı, bir dersinde dersle ilgili olmadığımın farkına varmış ve bana o anda anlattıklarından bir soru yöneltmişti. Medeni Hukuk Kitabı’nı öz Türkçe yazmıştı, o günün şartlarında anlamakta zorlanıyorduk)

‘Bu kitaptaki Lâtife hanım, hepinizi şaırtacak. Tanıdığınız Lâtife Hanım ile bu araştırmanın sonunda ortaya çıkan Lâtife Hanım öylesine başka ki…’ (İpek Çalışlar) (Sy. 11)

‘Üzerlerindeki tuhaf giysiler olan silâhlı kişiler evini kordon altına almışlardı. Bu silâhlı gençler aslında Mustafa Kemal’in Karadenizli korumalarıydı.’ (Sy. 22)

‘Mustafa Kemal’in bu denli ilgisini çeken Lâtife’yi romancı gözüyle Halide Edip şöyle resmetmişti:
Başına sarmış olduğu siyah örtünün ortasındaki yüzü çok hoştu. Yüzü, vücudu gibi yuvarlak ve etliydi. İnce dudakları pek kadınsı değildi, olağanüstü bir kuvvet, irade hissedilmekteydi. En güzel yeri gözleriydi. Zeki, temkinli, şehvetliydiler. Gri-kahve karışımı bu gözlerin etrafa saçtığı tuhaf ve pırıltılı ışık halâ aklımda.
Lâtife ise karşılama anıyla ilgili hislerini ve Mustafa Kemal’e ilişkin duygularını sevgili amcası Halit Ziya’yla (Uşaklıgil) paylaşmış, ona yazdığı mektupta, “İki güzel mavi gözle karşılaştım” demişti.’ (Sy. 24)

‘İmparatorluğun ekonomik açıdan en canlı kenti olan İzmir’de nüfusun yarısı Türklerden, diğer yarısı Rumlardan, Ermenilerden, Yahudilerden ve Levantenlerden oluşmaktaydı.’ (Sy. 29)

‘1908 yılının İzmiri’nde 53 cami, 51 mescit, 35 kilise ile 17 havra vardı.’ (Sy. 30)

‘Lâtife okumaya, yazmaya, şiire edebiyata meraklıydı. Kocaman bir kütüphanesi vardı. Özellikle Alman yazarlarını çok seviyor, pek çoğunu ezbere okuyordu. Arapça, Farsça, Lâtince, İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Rumca’ya hakimdi.’ (Sy. 40)

‘1915 Ermeni tehciri İzmir’i etkilememişti. XX. yüzyıl başlarında İzmir’in 250 000 dolayındaki nüfusunun 55 000’ini Rumlar, 21 000’ini Museviler, 10 000’ini Ermeniler ve 50 000’ini yabancı uyruklular, geri kalanını da Müslüman Türkler oluşturuyordu.’ (Sy. 41)

‘Doğu’nun küçük Paris’i olarak anılan İzmir’de düzenli gösterilere kapılarını açan ilk tiyatro 1775’te yapılmıştı.’ (Sy. 42)

‘Meşrutiyet’in ardından 1896’da İzmir’e sinema geldiğinde, gençler Türkçe açıklamalı alt yazılar konulması için gösteri yapmışlardı.’ (Sy. 43)

‘Kadınların hangi millete bağlı olduğu, yüzlerini saklama konusunda gösterdikleri çabadan anlaşılırdı. Rum ve Frenk kadınların yüzleri tamamen açıkken, Musevi ve Ermeni kadınlar yüzlerinin ancak yarısını gösterirlerdi. Türk kadınlarının yüzü ise genelde kapalıydı.’ (Sy. 43)

‘İzmir’de Türkçe gazeteler1869 yılında yayımlanmaya başlandı, İkinci Meşrutiyet’ten sonra sayıları çoğaldı. XIX. yüzyılın sonunda günlük olarak üç Rumca, dört Fransızca gazete yayımlanıyordu. Yahudilerin de iki haftalık gazetesi vardı. 17 basımevinin beşi Rumca, üçü Fransızca, üçü Musevice, biri Ermenice, beşi de her dilden baskı yapmaktaydı.’ (Sy. 45)

’24 Mayıs’ta (1919) da Sultanahmet Meydanı’nda Halide Edip, çok sayıda kadının da yer aldığı mitingde ünlü konuşmasını yaptı ve 100 000 İstanbullu işgale karşı direnmeye yemin etti.’ (Sy. 48)

‘O yıllarda Selânik 70 000 nüfuslu bir kentti. Nüfusunun yarısı Yahudi’ydi. 15 000 civarındaki Türkler ikinci etnik grubu oluşturuyordu.’ (Sy. 88)

‘Zübeyde Hanım, çok güzel, açık renk gözlü, beyaz tenli, sağlam yapılı bir genç kızdı. Kendisinden 20 yaş büyük olan Ali Rıza Efendi’yle evlendiğinde 15-16 yaşlarında olduğu tahmin ediliyor. Canlı, pırıl pırıl giysiler giyen, bağımsız tavırlı, ancak dinine ve geleneklerine çok bağlı bir kadındı.’ (Sy. 89)

‘Zübeyde Hanım, altı çocuk doğurdu. Fatma, Ömer, Ahmet, Mustafa, Makbule ve Naciye. Önce Fatma, ardından Ömer ve Ahmet, daha sonra da Naciye öldü.’ (Sy. 89)

‘Zübeyde Hanım İzmir’e beyaz çarşafıyla geldi ama peçesizdi.’ (Sy. 95)

‘Zübeyde Hanım, 15 Ocak 1923 akşamı öldü.’ (Sy. 103)

‘ “Babacığım, onu çok seviyorum, lütfen benim hayatıma karışmayın” dedi sonunda Lâtife.
Lâtife babasının müdahaleci tavırlarına o güne kadar pek tanık olmamıştı. Muammer Bey, sanki Lâtife’nin bir ömür yaşayacaklarını önceden görmüş bir kâhin gibi kızının önünde diz çöküp yalvarmıştı. Ama Lâtife’nin ne kadar inatçı olduğunu bilirdi. Bu denli kararlı olduğunu görünce son bir söz söyledi: “Şayet bu evlilik biter ve yanıma dönersen bana bu evlilikten ve ondan bahsetmeyeceksin!” dedi ve konu kapandı.’ (Sy. 109)

‘Dini nikâhta kadın velisi aracılığıyla temsil edilir, gelin nikâh masasına oturmazdı. O güne kadarki uygulama böyleydi. Lâtife ise masadaydı ve kendisine evliliği kabul edip etmediği sorulmuştu.
Nikâh 10 dirhem gibi sembolik bir para üzerinden kıyılmıştı. Kadın için bir malî güvence olarak kabul edilen mihrî muacce, erkeğin nikâh töreninde eşine verdiği veya vermeyi kabul ettiği mal ve paraydı. Bedelin düşük tutulması kadın ile erkek arasında eşitlik gözetildiği biçiminde yorumlanmıştı.
Düzenlenen nikâh belgesine düşülen kayıtlara göre Lâtife 1899 doğumluydu. Yani evlendikleri tarihte 24 yaşındaydı. Mustafa Kemal ise 41 yaşındaydı.’ (Sy. 112)

‘Mustafa Kemal’in geline armağanı, savaşlarda boynunda taşıdığı, kibrit kutusu büyüklüğünde altın muhafaza içindeki bir elyazması Kur’andı. Karısına bu armağanı verirken “Bu seni korusun” demişti.’ (Sy. 113)

‘O sıralarda Ankara, Anadolu yaylasında bir çift tepeden başka bir şey değildi. Ne doğal güzelliklere sahipti ne de çağdaşı olan kentlerin elektrik, su gibi olanaklarına…
Kışın çıplak ve ağaçsız bir bataklık haline gelen bu boz ova, akşamüzerleri kırmızı ve erguvanî bir ışıkla aydınlanırdı. Eski ve yeni Ankaralılara bunca yoksulluk ve hiçlik duygusu içinde umut veren de sanki bu ışıktı. O günlerin Ankara gecelerini anlatanlar hep karanlık bir kasabadan söz ediyorlar. Sokaklar ve evler ikide bir kararan lüks lâmbalarıyla aydınlatılır, bir yerden bir yere karanlıkta cep fenerleri yakılarak güçlükle gidilirdi. Elektrik ilk verildiğinde Hakimiyet-i Millîye gazetesinde “elektrikli odalar kiralıktır” diye ilânlar çıkmıştı.’ (sy. 128)

‘Aslında Ankara’da su da yoktu. Çoğu ev kuyu suyuyla idare ediyor, diğerleri de mahalle çeşmelerini ve parayla su taşıyan sakaları kullanıyordu.
Yerli halkın başlıca ulaşım aracı eşekti ve sık sık kaybolmuş eşekler sokak sokak aranırdı. Kar yağdı mı iki gün iki gece evlerden dışarı çıkılmadığı olurdu.’ (Sy. 129)

‘Evin çevresinde Karadenizli korumalar millî kıyafetleri içinde siyah elbiseleri, fişeklik kemerleri, başlarında çatkıları bekliyorlardı.’ (Sy. 129)

‘Falih Rıfkı’nın tabiriyle “Evler de eşyalar da bir âlemdi. Çarşı o kadar iptidaî idi ki, küçük bir masanın üstü aynı çeşit bardak, kadeh ve tabakla donatılamazdı.’ (Sy. 133)

‘Hem çok kadın, hem çok yoldaş
Hazırcevaplılığının, ışıklar saçan gülüşünün ve mutluluğun verdiği gururun altında son derece ince ve esnek bir zekânın oyunları gizliydi. Sahip olduğu özelliklerle bir virtüöz ustalığıyla oynuyordu. Ayrıca çalışkanlığı ve derin gözlem kabiliyeti ortadaydı…
Mustafa Kemal gibi bir adamı baştan çıkarmak ve elinde tutabilmek için gereken vasıflara sahip olduğunu düşündüm. Yani hem çok kadın, hem çok yoldaş, çalışma, yolculuk, iş arkadaşı, sevgili ve becerikli bir arkadaş…’(La Nouvelle Turqie adlı kitaptan) (Sy. 149)

‘Yenice İstasyonu’nda sayısız kurban kesildi. Mustafa Kemal her kurban kesildiğinde başını öbür tarafa uzatıyordu. Lâtife bir ara “Ne oluyorsunuz?” dedi. “Hiç kurbana bakamam” diye yanıtladı onu Mustafa Kemal. Onca savaştan sonra kurban kanı görmek istemiyordu.’ (Sy. 154)

‘O yıllarda kadınların kocalarına “Beyim”, “Paşam”, “Beyefendi” diye hitap etmesi beklenirken Lâtife’nin millî öndere “Kemal” diye seslenmesi huzursuzluk yaratıyordu.’ (Sy. 181)



...devamı var.
 

...devamı



‘Lâtife Mustafa Kemal Hanımefendi’ (Lâtife Hanım’dan böyle bahsediliyordu) (Sy. 218)

‘Bana değil, eğer millete, devlete acısalar “sensiz hiçbir şey olmaz” diye çırpındıkları Mustafa Kemal Paşa’ya o kadar içirmezler, zamanını bu kadar hor kullanmazlar. Ben karısıyım. Bunlarla elbet savaşacağım. Ama ne yazık ki silâhsızım. Tek başınayım.’ (Sy. 259)

‘Aile hayatımızda iki facia vardır: Çokeşlilik ve boşanma. Eski yüzyıllarda kabul edilen çokeşliliği Cumhuriyetimiz kabul edemez…Maalesef yasada açıkça değinilmiştir. Boşanma sorunu da pek önemlidir. Tabiîdir ki erkek ve kadının azap içinde kaldıkları zaman vardır. Evlilik hayatlarına son vermek gerekir. Fakat bu ayrılık ancak düşündükten sonra olmalıdır. Halbuki bizde boşanma herhangi bir sarhoşun elindedir.’ (İstiklâl Mahkemesi Başsavcısı Vasıf Çınar) (Sy. 268-269)

‘Resmî tarih, Lâtife Hanım’ı hep görmezden geldi. Atatürk üzerine çalışma yapanların genel tavrını kadınları görmek olarak özetleyebilirim. Ama yeri Atatürk biyografilerinin ortak noktası Lâtife Hanım’ı ya hiç görmemek ya da olumsuz bir örnek olarak satır aralarına serpiştirmek biçiminde özetlenebilir. Onun katkılarından söz eden bir Atatürk biyografisine rastlayamadım.
Mustafa Kemal’in uluslaraası yazarlar tarafından yazılmış biyografilerinde Lâtife’nin kadın hakları açısından oynadığı role ve katkılarına değinenlerin sayısı oldukça fazladır.’ (Sy. 276)
‘Fikriye, 30 Haziran 1924’te öldü. Kılıç Ali’nin yorumlarına göre Fikriye, Mustafa Kemal ile Lâtife’yi öldürüp ardından intihar etmeyi plânlıyordu.’ (Sy. 282)

‘Can Dündar’ın Fikriye kitabında olayın intihar değil cinayet olduğu yönünde bir anlatım yer alıyor.
Fikriye’nin yeğeni Abbas Hayri Özdinçer, “Fikriye” belgeselinin yayınlanmasının ardından Can Dündar’ı bulmuş ve çocukluğundan beri duyduğu olayı şöyle aktarmıştı:
Bize anlatıldığına göre halamı faytonu içinde sırtından vurulmuş olarak buluyorlar. Babam Enver Bey, o gün halamın ölümünden haberdar edilmiyor. Ertesi sabah sivil polisler Çankaya’dan gelen şifahi bir emirle babamı ankara’ya götürüyorlar. Babamın ısrarlarına rağmen halamın cesedi kendisine gösterilmiyor. Mezkûr tabanca dahil merhumenin bütün şahsî eşyalarına el konuluyor. Babamın cesedi görmekte ısrar etmesine ve dava açma tehdidine karşı hâkim aynen şöyle diyor:
“Bu tabir şekvalar hakkınıda hayırlı olmayacak neticeler doğğurabilir. Başınız sağolsun Enver Bey.’ (Sy. 283)

‘…Köpeklerin oynaşmalarını ve çok sevimli hallerini gören Atatürk, Lâtife hanım’a dönerek, “Bak Fikriye ne güzel oynuyorlar” deyince Lâtife hanım fena halde bozularak baygınlıklar geçirdi.
Mustafa Kemal’in Lâtife’ye o gün Fikriye demesi üzerine Lâtife’nin de çok öfkelenip “Fikriye’yi öldüren sensin. Sıra bana mı geldi. Hiç unutma Kemal ben Fikriye değilim ve ben kendimi korumasını bilirim” dediği öne sürülüyor.
Mustafa Kemal, L3atife’nin tartışmayı bu kadar büyütmesine sinirlenmişti. Öfkesini belli eden bir tonda “Lâtife” diye bağırdı. Lâtife gerginlikten bayılmıştı. Gözünü açtığında Mustafa Kemal’i başında görünce ona “Çekil” demişti “Seni görmek istemiyorum.”
Lâtife yukarı çıkıp yatmıştı.
Mustafa Kemal Paşa yukarı çıktığında Lâtife yatak odasında yoktu. Bitişik odaya taşınmıştı.’ (Sy. 284)

‘ “Boşanmak istiyorum” dedi Lâtife.
Büyük bir sessizliğin artında Mustafa Kemal sordu, “sebep?”
“Sebep bir değil pek çok…Hangisinden başlayacağımı düşünüyorum. Sizi, ileri fikirli bir insan olarak sevdim. Severek, sevinerek de evlendim sizinle. Bana karşı şefkatli idiniz. Her gittiğiniz yere beni de götürüyor, fikirlerinizi benden gizlemiyor, bir Batılı erkek gibi davranıyordunuz bana…Sonra, sonra düşüncelerinizi benden gizlemeye başladınız. Çalışmalarınızdan beni uzaklaştırdınız. Çevrenizi saran birtakım arkadaşlarınızla sabahlara kadar içki içmeye, sohbetler yapmaya başladınız. Ben haremde bir cariye gibi, bu köşkün içinde tek başıma kaldım. Önceler, candan bir yaver givbi hizmetinizde iken, sonra sonra bir cariye gibi hareme itilmem, elbette kadınlık gururumu incitti. Beni bu kadar hor görmeye hakkınız yoktu. Fakat buna rağmen sabrettim. Fikriye olayı, bardağı taşıran damla oldu. Hem benimle evlendiniz, hem de bir başka kadını seviyorsunuz.’ (sy. 285)

‘İzmir yangınında Uşakîzade ailesinin 72 parça emlâkı yanıp kül olmuştu. Bu emlâkın çoğu yangının başladığı Ermeni Mahallesi’nin yanı başında, yani bugünkü fuar alanındaydı. (Söylediğine göre, bugün Cumhuriyet Alanı’nın yer aldığı arazi de aileye aitti.)
(&#8230:KK66:
Muammer Bey yangın yerindeki araziyi bağışlarken “fuar alanı” olarak kullanılacak şerhini de tapuya yazdırmıştı. Bugün fuar alanını farklı şekilde kullanmak isteyen belediye başkanları bu şerhle yüz yüze gelip pl3anlarını değiştirmek zorunda kalıyorlar.’
(Sy. 290)

‘Rauf Bey başbakanlığı sırasında, İsmet paşa’nın Lozan’daki tavrından rahatsız olmuş, onun Ankara’ya döndüğü gün istifasını sunmuştu. Musul çözümünün Lozan sonrasına ertelenmesini çok isabetli bulmadığını daha sonra anılarında uzun uzun anlatmıştı. Millî Mücadele’nin önde gelen üç komutanı, Ali Fuat, karabekir ve Rauf Paşalar, Cumhuriyet’in ilânını top seslerinden öğrenince dışlandıklarına kanaat getirmişlerdi. Hilâfetin kaldırılması sırasında ortalık yeniden gerilmiş, üç komutan bu karara muhalefet ettiklerinde hilâfet yanlısı olmakla suçlanmışlar bunu da kendilerine yedirememişlerdi.’ (Sy. 308)

‘Halk Fırkası’ndan bazı kişilerin Lozan Antlaşması ile giden Rumların mülkleriyle zengin oldukları konuşulmaktaydı. Ankara Birinci Ordu Müfettişliği’ni yürüten Kâzım Karabekir bu görevinden istifa etti. Karabekir paşa’yı Refet paşa ile Ali Fuat Paşa izledi, onlar da ordu müfettişliklerinden istifa ettiler. Komutanlar muhalefete geçmişlerdi…’ (Sy. 309)

‘İstifacı paşalar, gelecek için siyasî plânlarını yürürlüğe koymuşlardı. Meclisin 5 Kasım oturumunda su yüzüne çıkan gerginlik bir muhalefet partisi doğurmuştu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 17 Kasım’da (1924) kuruldu.’ (Sy. 310)

‘Muhalefet etmek, tenkit etmek maksatları bir fırka teşkili için esas olamaz. Muhalefet fırka mefhumu bizde yanlış anlaşılmış ve yanlış tatbik edilmiştir.
Bir fırka teşkil etmek, mevcut bir fırkaya ve fırkalara muhalif yollar takip eylemek gibi sabit bir fikre esir olmak değildir. Böyle hareket edenler, ileri gidişi tutan, yoldan alıkoyan menfi insanlardır. Bunlar, kendilerini beğendirmek için başkalarına fena demeyi tek vasıta olarak kullanan insanlara benzerler.’ (Mustafa Kemal bugünün muhalefet anlayışını anlatmıyor mu sizce de) (Sy. 313)

‘Ayşe Cebesoy, dostu tarihçi Cemal Kutay’ı yanımdan aradı ve ona sordu. Cemal Kutay, “Lâtife hanım Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın aktif üyesiydi” diye cevap verdi. Kutay’ın bundan kuşkusu yoktu.’ (Sy. 313)

‘Lâtife’nin konumunu Patrick Kinross şöyle yorumluyor:
Gölgede kalacak bir kadın olmayan Lâtife Hanım, kişiliğini herkese duyuruyordu. Evliliklerinin başından beri Mustafa Kemal, onun arkadaşlığında, başka hiçbir kadının henüz kendisine vermediği bir uyarıcılık bulmuştu. Üstelik kendisine hal3a biraz “sekreterlik” ettiği için çalışmasına da yardımcı oluyor, öğüt veriyordu. Akıllıydı, iyi eğitim görmüştü; kendine güveni, kendine özgü düşünceler vardı; karşılıklı ciddi şekilde tartışabiliyorlardı. Aralarında Batı’da olduğu gibi, eşit koşullarda bir karıkocalık bağı vardı ki, bunu Gazi de görüyordu.’ (Sy. 325)

‘Mustafa Kemal de Lâtife de çocukları çok seviyordu. Hüsrev Gerede’nin söylediğine göre Mustafa Kemal’in çocuğu olmuyordu.’ (Sy. 328)

‘ “Mustafa Kemal boşanırken, bir erkeğe sorgusuz sualsiz karısını boşama hakkı tanıyan İslâm yasalarına göre davranmıştı. Birkaç ay sonra olsa, böyle davranamazdı” diyerek yürürlüğe girmek üzere olan Medeni Kanu’na dikkat çekiyor.’ (Lord Kinross) Sy. 339-340)



...devamı var.
 

...devamı



‘Lâtife hanım zengin bir ebeveynin evlâdı olarak, örnek bir eğitim görme fırsatı bulmuştur. Dünyanın bütün önemli kültür dillerini konuşup yazabilmekte, Avrupa’yı bizzat kendi görgüsüyle tanımaktadır; bunların ötesinde, gerçekten son derece zeki, akıllı ve güzel bir kadındır. Kendisiyle tanışma fırsatı bulan bütün Avrupalılar, bilgililiğini övmektedirler. Elbette kişiliği, bu iyi niteliklerinin büyük bölümüyle paralellik arz eden birtakım eğilimlerle bütünlenmektedir.: egemenlik isteği, kendisine antipatik gelen kişilere karşı haksızca tavırlar alması ve alaycılığı, kuşkusuz, kocasıyla ve kocasının yakın çevresiyle olan ilişkileri açısından tehlikeli özelliklerdi. Şu da var ki, haklı olarak, Gazi’ye kötü etkide bulunabileceğini sezinlediği insanlara karşı çıkışları nedensiz değildi…
…Lâtife Hanım’ın yorgunluğunu öne sürmesine karşı Gazi, sözü geçen piyano virtüözünün çalmasını söyledi; bunun üzerine Lâtife hanım’ın belki de pek yerinde olmayan bazı sözleri oldu. Parçanın çalınmasından sonra Mustafa Kemal, teşekkürlerinin ifadesi olarak piyanisti kışkırtıcı bir tarzda alnından öptü. O an Lâtife Hanım’ın sabrı taşarak bütün davetlilerin önünde Gazi’ye sert biçimde çatmaya başladı. Ondan sonra olanlar, şaşırtıcı ve Gazi’nin yapısını göstermek bakımından anlamlı: Tek söz söylemeden yerinden kalkarak eşine gürültülü bir şamar indirdi. Lâtife Hanım’ın kendini savunmak üzere kaldırdığı eli de, tesadüfen Paşa’nın yanağını sıyırdı. Başka olayların da vuku bulduğu söyleniyor. Lâtife hanım hemen o akşam Çankaya’dan ayrıldı ve ertesi sabah en erken trenle İzmir’e ebeveyninin yanına döndü…’ ’ (Avusturya Maslahatgüzarı’ndan Avusturya Dışişleri Bakanına) (Sy. 343-344)

‘Lâtife ile Mustafa Kemal’in boşanması kimi çevrelerde memnuniyet, kimi çevrelerde de derin bir üzüntü yaratmıştı. “Kocasına zulmediyordu, o da onu boşadı” diyenler de vardı, “Çok kötü oldu” diyenler de. Rauf Orbay, Ağaoğlu Ailesi, Fahrettin Altay, Asım Gündüz, İsmet Paşa ve Mevhibe Hanım Mustafa Kemal’in Lâtife’den ayrılmasına üzülmişlerdi. Özden Toker, İsmet Paşa’nın günlerce kara gözlük taktığını anlatıyor. “Boşandıklarında babam çok üzülmüş O kadar ki, üzüntüsünü gizlemek için kara gözlükler takmış” diyor.’ (Sy. 345)

‘Lâtife de yıllar sonra yakınlarından Şehvar Çağlayan2a evliliğini değerlendirirken, “Bak şimdiki aklım olsaydı başka türlü idare ederdim. Çevrede o kadar yiyici vardı ki, ben de çok toydum, mücadele edemedim” diyecekti.’ (Sy. 348)

‘Batı dünyasında Lâtife’nin güzelliğini, yeteneklerini, cesaretini, ilericiliğini ve çekiciliğini tasvir etmek için nehirler dolusu mürekkep dökülüp saçılmıştı.’ (Louise Bryant, Yazar) (Sy. 355)

‘Kocamla ben cennet bahçesinde bir kadınla bir erkeğin olabileceği kadar mutluyduk. Ta ki yılan çıkıp gelene kadar…Yılan kim diyeceksiniz. Sorunun kafanızda şekillendiğini görebiliyorum. Ancak bu soruya cevap veremem. Bu benim sırrım ve benimle birlikte mezara gidecek. Dünya şu kadarını bilsin yeterli: Kocam geleceği ile eşi arasında bir seçim yapması gerektiğine inandırıldı. O da seçimini yaptı.’ (Sy. 360)

‘Evvelce Çifte Mekteplerin üzerinde Lâtife Gazi Mektebi yazılı idi. Boşandığının ertesi günü adını kazıyıvermişler. Sonra kendi de işitmiş bunu. Pek gücüne gitmişti.’ (Sy. 374)

‘Fahrettin Paşa o günleri anlatırken Mustafa Kemal’in çok üzgün olduğunu vurguluyor:
Bu yılın en üzücü olayı Atatürk’ün Lâtife hanım’dan ayrılmasıdır. Bu ayrılışın onu çok üzdüğü fakat kimseye hissettirmemeye çalıştığı hissediliyordu. Odasında “Bağrı Yanık Bülbüle Döndüm” türküsünü çaldırarak ağladığı duyulmuştu.’ (Sy. 383)

‘Seçimlerin ardından Serbest Fırka, irtica suçlamalarıyla yüz yüze kaldı.’ (Düşünün partinin kurucusu Fethi Okyar Atatürk’ün talimatıyla bu partiyi kuruyor, Atatürk’ün kızkardeşi Makbule, Kurtuluş Savaşı’nın ünlü komutanları da kurucular arasında) (Sy. 403)

‘Bir gün Çankaya’da sofrada, Mustafa Kemal, “Getirin şu eseri okuyalım” dedi. O gece Bozkurt sofrada okundu ve herkes dinledi.
“Ne yaptınız bu kitabı?” diye sordu Mustafa Kemal.
“Yurda girmesini yasak ettik.”
“Niçin?”
“Hakkınızdaki iftiralar dolayısıyla.”
“İçki filân mı?”
“Evet efendim.”
“Az bile yazmış. Bırakın kitabı yurda girsin, millet de okusun.” (Sy. 404-405)

‘Puşkin’i Rusça aslından okurdu. Shekespeare’i, Corneille’yi severdi. El Cid meselâ…Her şeyi orijinalinden okurdu. Benimle sık sık Goethe’yi, Schiller’i konuşurdu. Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Tevfik Fikret, Baudelaire’i, Rus yazarları çok severdi.
Arapçası, Farsçası harikaydı. Almancası, İngilizcesi ve Fransızcası da. Rumca ve İtalyanca da bilirdi. Onun Almanca’da hiç yanlışını bulamamıştım.’ (Sy. 431)

‘Biz ayrılırken Mustafa Kemal bana, “Lâtif abana asker sözü ver. Müşterek hayatımıza dair, hiçbir gazeteciyle konuşmayacaksın” dedi ve ben de asker sözü verdim. Kesinlikle neden boşandığımıza dair tek kelime cevap veremem. Bunu babam da sormadı. Sorsaydı da cevap alamayacaktı zaten” demişti.’ (Sy. 456)

‘ “…Osmanlı hanedanının hüküm sürdüğü yıllar boyunca, hiçbir hükümdar karısı; ne sebeple olursa olsun…Ölümle veya talakla; kocasından ayrı düştüğü zaman hiç kimseye evliliği veya evlendiği kimse hakkında hiçbir şey söylemedi. Yazmadı, konuşmadı. Böyle bir şey vaki değil. Demek ki bu bizim töremizde var. Şimdi ben, bu haklı ve güzel töreyi bozup, bana verecekleri üç beş kuruş için…Ona ait hatıralarımı satacak mıyım? Nasıl bir düşünce bu? Satabilir miyim?” ’ (Sy. 457)

‘Latife Hanım’ın pek çok yakınına “Ben iki kere öldüm, 1925’te ve 1938’de” dediği biliniyor. (Sy. 464)

‘Lâtife Hanım 1975’in 12 Temmuz günü sabah altı sularında yaşama veda etti.’ (Sy. 465)

‘Cenaze töreninde dua okuyan Hacı Hafız Nusret Yeşilçay’ın “Atatürkçü geçinenlerin Ata’nın eşinin cenaze törenine ilgisizlikleri ibret verici bir manzaradır, utanılacak bir durumdur” dediğini gazete haberlerinden öğreniyoruz.’ (Sy. 466)

‘Yakınlarından Şehvar Çağlayan ise o güne ilişkin anısını şöyle aktarıyor: “Cenazede en ön sıradaydım. İmamı alnından öpecektim. (Hepiniz Atatürkçü geçiniyorsunuz. Asıl Atatürkçü bu kadın. Bir gün Atatürk hakkında bir şey söylemedi. Ortaya çıkmadı. Kendisini inzivaya koydu. Onun anısını zedeleyecek bir şey yapmadı) demişti.” ’ (Sy. 467)

‘1923 Ocak ayında Gazi Paşa ile izdivacından, 1925 Ağustos ayındaki ayrılışlarına kadarTürkiye’nin bu “Devlet Hatun’u” Gazi M.Kemal Paşa’dan ayrıldıktan sonra da öyle kaldı. Nice şen dul cumhurbaşkanı karılarının neler yaptığını dünya görürken, ne Lâtife Hanım, Gazi’den sonra bir izdivaç düşündü ne Gazi ondan sonra bir kadın…’ (Burhan Felek, 16 Temmuz 1975, Milliyet)



Nihat Alhazoğlu
 
bravo,ne güzel alıntılar yapmışsın..bu kitaptan sonra sinemadaki "Mustafa" çok sığ kalmıştı..
 
bende de var bu kitap ayriyetten dvd si de var.modern Türk kadınının nasıl olması gerektiğini güzel bir şekilde anlatıyor. ama mesajı alabilcek fazla bir bayan yok toplumda :KK43:
 
tarihe ışık tutan mükemmel bi biyografi, bir de latife hanımın gözünden bakın cumhuriyet in nasıl kurulduğuna kurtuluş savaşına. mutlaka okunması gerekenlerden.
 
X