Can Dündar Şiirleri

Che

Nirvana
Kayıtlı Üye
12 Temmuz 2006
2.706
26
ESKİDEN
Çember çevrilir,
Su musluktan içilir,
Ağaçlara tırmanılırdı.
Bebekler bezden,
Silahlar tahtadan,
Resimler kömür karasından yapılırdı.
Kızlara ninelerinin, erkeklere dedelerinin
İsimleri konulur,
Saatli maarif okunurdu.
Komşuda pişen
Bize...
Bizde pişen komşuya düşerdi.
Geceler ayaz,
Sokaklar karanlık,
Yıldızlar parlak olurdu.
Turşu, salça, mantı
Evde yapılır,
Karpuz kuyuda soğutulurdu.
Erik ağacının çiçeği,
Pencere camımıza yaslanır,
Güz yaprakları bahçemize düşerdi.
Kardan adam yapılır,
Evlerde soba yakılır,
Kış gecelerinde masal anlatılırdı.
Merdiven çıkılır,
Aidat ödenmez,
Yönetici seçilmezdi.
Evler badanalı,
Sokaklar lambasız,
Mahalleler bekçili olurdu.
Ajans radyodan dinlenir,
Çizgi roman okunur,
Defterlere kenar süsü yapılırdı.
Hayat,
Arkası yarın gibiydi,
Kesintisizdi.
Her gün yaşanacak bir şey vardı.
Herkes kendi düşünü kurar,
Kendi hayatını oynardı.

ŞİMDİ
Şimdi,
Herkes
Yoğun,
Yorgun
Ve
Tek başına...
CAN DÜNDAR...
 
DOSTLUK

Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın...
"Nereden çıktın bu vakitte"dememeli,
Bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında;
"Gözünün dilini"bilmeli;
Dinlemeli sormadan,söylemeden anlamalı...
Arka bahçede varlığını sezdirmeden,mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi
Köklenmeli hayatında;
Sen,her daim onun orada durduğunu hissetmelisin.
İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli.
Kovuklarına saklanabilmelisin.
Kucaklamalı seni güvenli kolları.
Dalları bitkin başına omuz,
Yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...
En mahrem sırlarını verebilmeli,
En derin yaralarını açıp gösterebilmelisin;
Gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...
Onca dalkavuk arasında bir tek o,
Sözünü eğip bükmeden söylemeli,
Yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
Alkışlandığında değil sadece,
Asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli.
Övmeli alem içinde,baş başayken sövmeli
Ve sen öyle güvenmelisin ki ona,
Övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin,
"Hak ettim" diyebilmelisin.
Teklifsiz kefili olmalı hatalarının;
Günahlarının yegane şahidi...
Seni senden iyi bilen,sana senden çok çok güvenen bir sırdaş...
Gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin.
Ve sen ağladığında,onun gözünden gelmeli yaş...



 
AÇ GÖZLERİNİ

En sevdigin elbiseni giydim
Bu gece kokunu sürdüm
Solgun yüzünü oksadim
Sessizce saçlarindan öptüm
Yazdigin mektuplari okudum
Kana kana su içer gibi
Plaklarini çaldim ah!
En çok o sarkida özledim seni.

Issizlik kapiyi çaldi, açmaya korktum
gece yarisi
Sehir uykuya daldi, baktim disariya
katran karasi
Rüzgar telasla kokunu getirdi bana
aldim koynuma
Buseni hafizamdan koparip
ilistirdim dudaklarima
Üsüdüm karanlikta
Tenine dokundum hissetsin diye
Aç gözlerini

Erguvanlarina su verdim
Içerken benimle konustular
Yastigini oksadim, kokladim
Anilar uçustular
Solugun saçlarimi yaladi sanki yine
bir meltem gibi
Teninin kokusu karisti kokuma
Yakistilar

Boguldum karanlikta
Yani basimdasin benden çok
uzaklarda
Ellerimi tut dokun bana
Aç gözlerini.

Attim kendimi caddelere
Yesil ceketin sardi beni
Yürüdüm üstüne karanligin korkusuz
Tuttum ellerini.

 
YALANCI BAHAR

Yalancı bahar Kaç baharı gerçek sanıp kandık söylesenize... Kaçına'Nihayet'
hasretle kucak açtık ve kaçında yanıldık...
Kaç kez ayaz vurmuş dallarımızda filizlerimiz söndü. Yine de uslanmadık.
Yine geveze bir dosta sırlarımızı açar gibi açıldık yalancı bahara...
Yine yanıldık.
Peşinden bastıran tipiyle ayıldık.
Ne yapalım ki, dalında patlamayı bekleyen bir tomurcuk gibi susamıştık ilkyaza...
Kaç zaman olmuştu kendimizi güneşin kollarına bırakıp,
ormanda yayılan kekik kokularıyla sarhoş olmayalı...
Tahmin ediyorduk, üzerimize katran rengi bir
kafes gibi çöken bulutların ardında güneşin gülümsediğini...
Daha ilk ışınları deler delmez kafesi, açtık iştahla ruhumuzun
pencerelerini...
Bahar öyle kolay gelmezdi aslında; biliyorduk; yanlış
baharlarda az mı ayaz yemiştik.
Kaçımız mart güneşine aldanıp açılmış ve kara kafesin ağına düşmüştü yeniden...
Bahar, ilan ı aşk mevsimiydi, astık aşklarımızı ilan
panolarına, sevdalar yasakken daha...
Bahar, barışın mevsimiydi; müjdeledik barışı, silahlar konuşurken hâlâ...
Söyledik, ancak yazın söylenecekleri, güneş henüz toprağı ısıtmamışken...
cemreler düşmemişken ilkyazın koynuna...
Yalanmış meğer bahar; daha vakti değilmiş, aşkın da barışın da...
Güneşe kananlar, yazı beklerken bahardan oldular; kesildi sesi soluğu, erken öten horozların...

İyisi mi itirafçı olalım; biliyorduk 'İşte bahar' derken, ardından gelecek ayazı...
Yalan bu çıkma demişti temkinliler, tedbirliler, 'çıkarken üstüne kalın bir şey al'anlar,
'başına bir iş gelmesin'den ürkenler...
Ama bahar, olanca işvesiyle sokağa çağırıyordu.
Aşk, ilan panosuna asılmayı bekliyordu, barış bir kuş gagasında müjdelenmeyi...
'Erken mi geç mi' hesabına gelmezdi ikisi de... Peşlerine düşülmeli, ilan edilmeli,
müjdelenmeliydiler.
Güneşi görür görmez seranada ve barış türkülerine başladık. Vakti gelmeden açıldık,
geç kalmadan davranma telaşında...
Erkenmiş.
Kursağımızda kaldı bahar sevinçleri...
Erken öten horozlar, erken açmış çiçekler, erken doğmuş bebekler gibi kesildik, solduk, öldük.
Yine tedbirliler ulaşacak salimen yaza; biz yakalandık, zalim ayaza...

Ama itirafçı olsak da pişman olmadık.
Az da olsa ısındık hiç olmazsa... Vakitsiz de olsa söyledik, söylenmesi gerekeni...
Bahar yalan mıymış gerçek mi dinlemedik. Güneşin ilk dokunuşuyla haber verelim dedik,
ardından gelecek müjdeyi...
Aşk için erkendi belki, barış henüz uzak...
ama ikisi de gelecekti nasılsa sonunda...
Hep bildik ki, habercisidir yalancı bahar, sahicisinin...
Bazen vaat, hediyeden de kıymetlidir.
Kesilmeyi göze alıp erken ötmek yeğdir çoğu zaman, susup doğru zamanı kollamaktan...
Sonunda olan yalana kananlara olur, onlar müjdeledikleri şeyi göremeden giderler.
Lakin çoğu buna gönüllüdür.
Güneşe en erken onlar dokunmuşlardır, elbet en erken yanan onlar olacaktır.
Belki 'İkinci Bahar'ı yaşayanlar bilir kıymetlerini...
 
AŞK DA DEPREM GİBİDİR

Ne zaman kimi vuracağını asla bilemezsiniz.
Geceyarisi aniden,
dipten yukselen coskulu bir dalga
gibi kabarır içinizde.
Toprak ayağınızın altından kayıyor gibi olur
ve en hazırlıksız oldugunuz anda bütün siddetiyle vurur. Sarsılır,
neye uğradıgınızı şasırırsınız.
Heyecan, korku, kararsızlık, cesaret, acı,
öfke, huzun, merhamet, şiddet
kaplar bir anda dünyanızı.
Eş dost yardıma koşsa da kolay toparlanamazsın.
Bittiğinde agır bir enkaz bırakır geride.
Daha kötüsü,
'tamamen bitti' sandıgınız sarsıntı,
hafif bir siddette artıcı şoklar halinde yıllarca sürebilir.
Kalbinizdeki kırık hat ara sıra yoklar yeniden...
 
KESKE

Teypte eski bir Cohen şarkısı:
Yolumu gözleyen bir kadını terk ettim /
karşılaştık bir süre sonra /
Gözlerinin feri sönmüş’ dedi bana /
Aşkım, ne oldu sana? /
Böyle gerçeği söyleyince /
ben de doğru söylemeye çalıştım ona /
Senin güzelliğine ne olduysa dedim, /
benim gözlerime de o oldu...

8-10 dizeye sıkışmış hazin bir aşk hikayesi...
Buruk, kırılmış oyuncaklar kadar...
Ve yenik, 'keşke'li cümleler gibi...
Bu sözcüğü kaç konuşmanızın başına eklemişseniz onca ıskalamışsınızdır hayatı...

Dört mevsimlik bir sene olsa ömür, 'keşke', onun güzüne denk gelir.
Hepten vazgeçmek için erkendir, telafi etmek için geç...
Mağlubiyetin takısıdır 'keşke'...
Kaçırılmış fırsatların, bastırılmış duyguların, harcanmış hayatların,
boşa yaşanmış ya da hakkıyla yaşanamamış yılların, gecikmiş itirafların ağıtıdır.

Çarpılıp çıkılmış bir kapıda, yazılıp yollanmamış bir mektupta,
göz yumulmuş bir haksızlıkta, vakit varken öpülmemiş bir elde,
dilin ucuna gelip ertelenmiş bir sözdedir.
Feri sönmüş bir çift gözde ya da yitip gitmiş bir güzelliğin ardından iç çekişte...
Yolunu gözlemeseydim, 'öyle demeseydim', 'terk edip gitmeseydim',
'en güzel yıllarımı vermeseydim' diye diye sızlanır gider.

Keşke'nin panzehiri iyi ki'dir.
İlki ne kadar pısırıksa, ikinci o denli yiğittir.
Keşke, çoğunlukla bir 'ahhöla kopup gelir ciğerden...
esefler, hayıflanmalar, yerinmeler sürükler peşinden...
İyi ki ise, muzaffer bir 'ohhöla büyür; cüretiyle övünür.
Keşke'li cümlelerde nasıl yaşanmamışlığın, yarım kalmışlığın o ezik tuzu kuruluğu varsa,
'iyi ki'lilerde de göze alabilmişliğin, riske girebilmişliğin,
tadına varabilmişliğin mağrur yaraları kanar.

Okulu hiç kırmamışsınızdır, sinemada öpüşmemişsinizdir;
dokundurtmamışsınızdır kendinize, bir kez olsun gemileri yakmamışsınızdır.
Konuşmanız gerektiğinde susmuş, koşacağınız zaman durmuş, sarılacağınız yerde kopmuşsunuzdur.
Bir insana, bir işe, bir davaya ömrünüzü adamışsınızdır.
O insanın, o işin, o davanın, bunu hak etmediğini sezmenin hayal kırıklığındadır 'keşke'...
Şimdiki aklım olsaydı dövünmesindedir.
Geriye dönüp baktığınızda, ayıplara, yasaklara, korkulara, tabulara feda edilmiş,
'Ne derler'e kurban verilmiş, son kullanma tarihi geçmiş bir yığın haz,
bilinçaltından el sallar.
Keşke'cilerin hayatı, kasvetli bir pişmanlıklar mezarlığıdır.
İyi ki öyle mi ya! ...
Onda, yara bere içinde de olsa, yana yana, ama doyasıya yaşamış olmanın
iç huzuru ve haklı gururu haykırır.

İyi ki'lerinizi toplayın bugün ve keşke'lerinizden çıkartın.
Fazlaysa kardasınız demektir.
Aldırmayın yüreğinizdeki kramplara, mahzun hatıralara... Rüzgarlarla koştunuz ya...
Keşke'leriniz, iyi ki lerden çoksa...
Telafi için elinizi çabuk tutun.
Tutun ki, yolunuzu gözlerken terk ettiğinizle bir gün yeniden karşılaştığınızda siz susarken,
feri sönen gözleriniz 'keşke' diye nemlenmesin...
 
BAHAR GELME ÜSTÜME

Bahar, yalvarırım çek git işine! ..
Salma üstüme çiçeklerini aklımı çelme! ..
Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde; sonra
güneşle oynaşıp tütsülenmis¸ gibi buğulanıyor.
Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek...
Kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem...
Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtü
böcek...
Yapma bunu bana bahar,
Böyle üstüme gelme...!

Zaten damarlarıma zor zaptediyorum kanımı...
Çoktan cemreler düşmüs¸ beynime, yüreğime...
Kalbimin buzları erimis¸
Göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum
nicedir...
Bir de sen çıldırtma beni...
Krizdeyim ben... tembelliğin sırası değil, uyamam sana...
Al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim ol.
Meltemlerine söyle, deli gibi ıslık çalıp sokağa çağırmasınlar
beni...
Bulutların üşüşmesin başıma...
Girme kanıma benim...
yoldan çıkarma...!

Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin,
afrodizyakların en etkilisi,
Sevdanın suç ortağısın.
Kıyma bana...!
Biliyorum çünkü, yine kandırıp yesillendireceksin aşka; gövdemi
azdırıp sonra birden çekip gideceksin.
Tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını, beni bir
kuraklığın ortasında terk edeceksin...
O iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman...
Ne o delişmen sabahlar kalacak, ne günaha çağıran çapkın eteklerin
uçuştuğu günbatımları...

Tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan...
Buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgarlarında...
Yeşerttiğin çiçekler, yürekler solacak; damar damar çatlayacak
ruhumuz...
Hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden... yüreğim
viraneye...
Her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da...
Ebedi bahar, bir başka bahara kalacak.

İyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar...
Iş¸ açma başıma...
Git işine!
Yoldan çıkarma beni! ..
 
Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin,
afrodizyakların en etkilisi,
sevdanın suç ortağısın.

Yapma bunu bana!..

Bahar, yalvarırım çek git işine!..

Salma üstüme çiçeklerini, aklımı çelme!..

Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde;
sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.

Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek...

Kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem...

Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu,
toprakta türlü çeşit börtü böcek...

Yapma bunu bana bahar,

Böyle üstüme gelme!..

Zaten damarlarıma zor zaptediyorum kanımı...

Çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime...

Kalbimin buzları erimiş.

Göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum nicedir...
bir de sen çıldırtma beni...

Krizdeyim ben... Tembelliğin sırası değil, uyamam sana...

Al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim ol.

Meltemlerine söyle, deli gibi ıslık çalıp sokağa çağırmasınlar beni...

Bulutların üşüşmesin başıma...

Girme kanıma benim... yoldan çıkarma!..


Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin, afrodizyakların en etkilisi,

Sevdanın suç ortağısın.

Kıyma bana!..

Biliyorum çünkü, yine kandırıp yeşillendireceksin aşka; gövdemi
azdırıp sonra birden çekip gideceksin.

Tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını, beni bir
kuraklığın ortasında terk edeceksin...

O iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman...

Ne o delişmen sabahlar kalacak, ne günaha çağıran çapkın eteklerin

uçuştuğu günbatımları...

Tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan...

Buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgârlarında...

Yeşerttiğin çiçekler, yürekler solacak;
damar damar çatlayacak ruhumuz...

Hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden...
Yüreğim viraneye...

Her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da...

Ebedi bahar, bir başka bahara kalacak.


İyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar...

İş açma başıma...

Git işine!

Yoldan çıkarma beni!...



Can DÜNDAR
 
Felluce'yim ben...

Yıkık, harap, mağrur ve asi...

Medeniyet denilen arsız yalanın tekzibi...

İşgale uğradım, yağmalandım, kana bulandım.

Evlatlarım ceset ceset yatar caddelerimde...

...dünyanın gözleri önünde...

Sofrasında yer aradığınız bir ziyafetin zor lokmasıyım.

Barbarların istilası karşısında Şark'ın nefs - i müdafaasıyım.



* * *



Bayramdı.

Çatışma vardı.

Cuma sabahı camide vuruldum.

Yerde can çekişirken bulundum.

Yaradan'ın evinde, Yok - eden vardı o gün...

Aradıklarını söyledikleri kitle - sel imha silahlarıyla geldiler.

Kafama nişan alıp, beynimi deldiler.

Dağıldı kafam, parçalandı yüzüm.

Kızıla kesti dayandığım duvar;

Kendi kanıma gömüldüm.



* * *



Tanırsınız beni...

Vietnam'da beynine kurşun sıkılan da bendim;

Filistin'de taşlarla kolu bacağı kırılan da...

İzmir'de ilk kurşunu atan da...

Hepsinde suçum aynıydı:

İşgalciye karşı ülkemi savunuyordum.

Ve kanlar içinde yattığım yerden dünyaya, unuttuğu bir yemini, "isyan"ı

hatırlatıyordum.



* * *



Fakat ne mümkün!

Katilim, benden çok önce dağıtmış dünyanın beynini...

Kara bir perde inmiş Ademoğullarının gözüne...

Görmüyor, duymuyor, ses vermiyor.

Susuyor riyakarca...

Aslan tarafından parçalanan avın artığına göz dikmiş sırtlanların iştahıyla...

...susuyor, katliama ortak olma pahasına...



* * *



Şimdi yalanlar söyleyecekler sana...

"Özgürlük götürdük, onun için öldürdük" diyecekler.

Bir tek yüzüm var, bunun karşısına koyabilecek.

Bu darmadağın, bu delik deşik, bu kanlı yüz, feneri olsun kör gözlerinizin...

Felluce adını, zulmün defterine yazın.

Ve asla unutmayın.

Dönerim bir gün; mazlumun ahı gibi çıkar gelirim.

İsyanlarla, sandıklarla... olmazsa, belime sarılmış bombalar, cephane yüklü

kamyonlarla...

"Terörist" diye işitirsiniz manşetlerde adımı yine; büyüğüne tapar, küçüğünü lanetlersiniz.

Suçlunun savcı, mazlumun sanık olduğu bu sefil mahkemede, adım adım faşizme gidersiniz.

Ödersiniz bedelini sükutunuzun...

Bir gün pişman olursunuz.

İşte o gün hatırlayın beni:

Ben, Felluce'yim.

21. asrın kabristanı, insanlığın son kalesiyim.



can dundar
 
asırlar geçip gitmiş dünyanın ak ak saçlarından, ama değişmeyen tek şey zulüm, gözyaşı ve kan!!
ben burda, sizinle muhabbet ederken, çeçenistanlı bir kız, en yakın dostunu yitiriyor biliyorum!

elimde çay ekran karşısında yazarken, filistinde elleri taşlı, gözleri yaşlı küçük çocuk tarihi yeniden yazıyor biliyorum!

ve biliyorum ki duamız kadar insanız!! kardeşlerim bir yerlerde kan kusarken, duasız kalmışsa ağzıma, melekler intizar edecek biliyorum!!
 
Bir kadin cocuktur aslinda..
Cocuk gibi davranmayi sever.
Erkegin kendisine bir cocuga gösterdigi sefkati göstermesini de
ister.
Bir cocugu oksar gibi incitmekten korkarak oksamalidir erkek
kadini Ama her kadin cocukca da olsa dinlenilmesini, dikkate alinmasini
ister.
Yani bir kadinin cocukluk yapmasina izin vereceksiniz,
ama asla onu bir cocuk olarak görmeyeceksiniz.

Bir kadin güçlüdür aslinda.
Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür.
Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasini sevmez.
Ister ki erkegin gücü kendisine huzur versin.
Kendi kendine yapabilecegi seyleri bile erkegin yapmasini bekler.
Böylece hem daha kadin
oldugunu hissedecektir hem de erkeginin ne
kadar güçlü oldugunu görecektir.
Ancak kadın gücünü göstermek istediginde onu engelleyemezsiniz.
Yapmak istedigi bir sey varsa mutlaka yapar.

Bir kadin sevgilidir aslinda.
Içinde her zaman sevgiyi tasir.
Sevdiklerinden kolay kolay ayrilamaz. Sevdiklerini kolay kolay
kiramaz.
Zor sever ama tam sever.
Bir kadininn tam anlamyyla sevebilmesi için yüreginin kabul
ettigini beyninin de kabul etmesi gerekir.
Ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsiniz
Belki kolayca yüregine girebilirsiniz.
Ancak beyninde yer etmemisseniz her an terk edilebilirsiniz. >
Sevmedigi halde terk etmeyen kadinlar da var elbette.
Bunun nedeni ise engelleyemedikleri "acimak" duygusudur. > >
Bir kadin yalnizdir aslinda.
Hiçbir zaman kadini
bütünüyle elde edemezsiniz.
Kendisine ait bir dünyasi vardir ve orada hep yalnizdir
O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez.
Hiçbir anahtar o dünyanin kapisini açamaz.
Yalnizlik onun siginagidir
O siginaga ne zaman girecegine, ne kadar kalacagina hep kendisi
karar verir.
Siginaktayken oradan çikmaya zorlarsaniz onu sonsuza dek
kaybedebilirsiniz.

Bir kadin bilgindir aslinda.
Neler yapabilecegini erkek akli hayal bile edemez.
Yaraticilginin siniri yoktur
Ama bunu ortaya çykartmak için hayatinin erkegini bekler. >
Hoyratça harcamaz yaraticiligini sadece erkegine saklar.
Bir kadinin gerçek erkegi olmayi basarabilmisseniz çok
sanslisiniz demektir.
Çünkü yasaminiz asla siradan olmayacaktir.

Bir kadin hayattir aslinda.
Çünkü hayatin içinde olan her sey
ancak kadinlar oldugunda anlam
kazaniyor.
Yemek yemek, su içmek bile.
Bir kadinin elinden içtiginiz suyla kendi kendinize bardagi
doldurup içtiginiz su arasindaki lezzet farkini anlayabiliyor musunuz?

Anliyorsaniz ne mutlu size. Anlamiyorsaniz, ne yazik ki
yasamiyorsunuz.


CAN DÜNDAR
 
^^^^
“Nadasa bırakılan toprak, dinlendiğinde daha gür, ve daha güçlü ürün verir''.Sözcük anlamı “nadasa bırakılmış toprak” olan Felluce’de (Falluja) yaşanan insanlık trajedisi, gün gelecek bu trajediyi yaratanlara ve ona seyirci kalanlara geri dönecektir bir şekilde..”İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde “zalimlerin yaptıkları yanlarına kâr kalmamıştır.” İnanıyorum ki; Filistin’de ve Felluce’de yapılan zulümler de, onu yaratanlara GERİ DÖNECEKTİR. KAHROLSUNLAR! Çünkü yapılan zulümler ne Vietnam’da ne Angola’da ne Cezayir’de ne Şili’de, ne Arjantin’de, ne de Kamboçya’da o zulümleri yapanların yanına kâr kalmamıştır.Burda da KALMAYACAKTIR..!

Söyler misiniz hangi çıkar, hangi ideoloji hangi siyasi hedef masum insanların, hunharca katledilen bu insanların canından daha değerlidir? Savcı zalim, mazlum sanık...nerede görülmüş? NEREDE? Vicdanlar nerde? Nedir bu duyarsızlık? ''Neme lazımcılık'' artık milletlerin yaşam felesefesi mi olmuştur?

SUSMAYIN.!!! Yoksa bir gün sizi de özgürlüklerinizi geri veriyoruz diye öldüreceklerdir.Bu suskunluğunuzun vebalini BOYUNDURUK altına girerek vereceksiniz.

Ve işte , Uluslar Arası Hukuka , hukukun genel ilkelerine, ahlaka aykırı ve Birleşmiş Milletler ilkelerini hiçe sayan o lanet olası SALDIRI bugün bilmem kaçıncı gününde...

Savaş demeye dilim de varmıyor çünkü. Çünkü, Uluslar Arası hukuka göre SAVAŞIN belli KURALLARI olur; tüm ulusların imzaladığı Cenevre Antlaşmaları, kuralları falan vardır.

Bu kurallar uyarınca , kadınlara ,çocuklara, sivil halka silah sıkılmaz; hastaneye bomba atılmaz .Fakat bu gibi kurallara da (Devlet) gibi (devletler) uyar .

Bu kurallara, bir ülkenin teröristliğini kesin kanıtlamadan, kendisine yapılan saldırılar ile nedensellik bağı apaçık ortaya çıkmadan, (terörist) ilan eden ve Hukuka, ahlâka aykırı ; tüm dünya hatta KENDİ ÜLKESİ HALKININ TEPKİLERİNE RAĞMEN SALDIRAN kendini (süper sayan) ancak (ciddi bir devlet olma niteliğini bile taşımayan) HAYDUT DEVLETLER uymaz .

Ey Başkan Bush ! tarih sizin bu vahşetinizi illâ ki anacaktır bilin!...

Yıkılmış, taş üstünde taş kalmamış ta olsa FELLUCE, hâlâ mağrur ve insanlık ayıbının anıtı olarak dimdik ayakta duracaktır.
^^^^
 
:1yes2:

Bu yılınızı iyi geçirdiniz mi?
Sağlıklı olduğunuz için hiç sevindiniz mi?
Bu yıl hiç gün ışığı ile uyandınız mı?
Kaç kez güneşin doğuşunu izlediniz?
Bir neden yokken kaç kişiye hediye aldınız?
Kaç sabah yolda bir kediyi okşadınız?
Bu yıl yeni doğmuş bir bebek parmağınızı sıkıca tuttu mu hiç?
Ve siz onu hiç kokladınız mı?
Yaz gecelerinde ne çok yıldız olduğuna hiç şaşırdınız mı?
Kendinize bu yıl kaç oyuncak aldınız?
Kaç kez gözlerinizden yaş gelinceye kadar güldünüz?
Yaşlı bir ağaca sarıldınız mı bu yıl?
Çimlere uzandığınız oldu mu?
Çocukluğunuzdan kalan bir şarkıyı söylediniz mi hiç?
Hiç suda taş kaydırdınız mı bu yıl?
Kaç kez kuşlara yem attınız?
Bir çiçeği dalındayken kokladınız mı?
Bu yıl kaç kez gökkuşağı gördünüz?
Ya da hediye alan bir çocuğun gözlerindeki ışığı?
Kaç kez mektup aldınız bu yıl?
Eski bir dostunuzu aradınız mı hiç?
Kimseyle barıştınız mı bu yıl?
Aslında mutlu olduğunuzu kaç kez farkettiniz bu yıl?
İyi bir yılın, bunlar gibi birçok "küçük şeye"e
bağlı olduğunu hiç düşündünüz mü bu yıl?
Yayılın çimenlerin üzerine..... Acele edin....
Er veya geç... Çimenler yayılacak üzerinize...

CAN DÜNDAR
 
Asıl Eksiklik (CAN DÜNDAR)

--------------------------------------------------------------------------------

Asil eksiklik, eksik oldugumuzu dusunmekti.
Asil eksiklik, careyi baskasinda aramakti.
Hayatin matematigi farkli; iki yarimi toplayinca bir etmiyor.
Insan tek basina mutsuzsa baska biriyle de mutlu olamiyor.
Once yalnizdik. 9 ay boyunca karanlik bir yerde disari cikmayi bekledik ve dunyaya aglayarak geldik.Pisman gibiydik. Ya da mecburen gelmis gibi.Biraz buyudukten sonra, kendimizi bildigimiz anda, icimizi kemiren, kalbimizi kurcalayan o tuhaf duyguyu hissettik:
Bir yerde bir eksik var.Korktuk."Bunun sebebi ne?"diye sorduk kendimize.
Cevabi yapistirdik :"Demek ki sahip olmadigimiz bir seyler var.
O yuzden eksiklik hissediyoruz."Peki, neye sahip olmamiz gerekiyor?
Cocukken, "yasimiz kucuk"diye dusunduk her istedigimizi yapamiyoruz.
Kurallar, yasaklar var.
Buyuyunce her sey yoluna girecek.
Buyudukce bir sey degismedi.
Yine huzursuzduk.
Icimizden bir ses ayni sozcukleri fisildiyordu:
"Bir eksik var."Kafamiz karisti.
Nasil kurtulacagiz bu igrenc duygudan? Nasil secenek bu?
Aklimiza yeni cevaplar geldi:
Okulu bitirince gececek.
Ise girince gececek.
Para kazaninca gececek.
Tatile gidince gececek.

Okulu bitirdik.
Diploma aldik.
Ise girdik.
Kartvizit aldik. Calistik.
Para kazandik.
Tasindik.
Araba aldik.
Calistik.
Eve yeni esyalar aldik.
Tatile gittik.
Dans ettik.
Terfi ettik.
Kartviziti degistirdik.
Daha cok calistik.
Daha cok para kazandik.
Calistik.
Calistik .
Gecmedi.

Bir yerde bir eksik var" hissi, hala orada duruyordu.
Bu sefer de "Sevgilimiz olunca gececek" dedik.
"Yalnizligimiz sona erince bu illetten kurtulacagiz. Beklemeye basladik.
Derken, biri cikti karsimiza asIk olduk.Ve aninda baska biri olduk.
Daha guclu, daha guzel, daha akilli biri.Hesap cuzdanlari, kartvizitler, hatta ilaclar bile boyle hissetmemizi saglamamisti.
Sevgilimizin gozlerinde, daha once bize verilmemis kadar buyuk sevgi ve hayranlik gorduk.Sevgilimizin gozlerinde Tanri' yi gorduk.Isigi gorduk.
"Tunelin ucundaki isIk bu olmali" diye dusunduk "kurtulduk."

Sonra bir gun, daha dun bize deli gibi asIk olan insan cekip gidiverdi.
Ya da artik eskisi gibi sevmedigini soyledi.
Ya da baska birine asIk oldugunu soyledi .
Ya da daha kotusu , baska birine asIk oldu ama soylemedi.

Telefonu acmamasindan, elimizi tutmamasindan , sevismemesine bahane bulmak zorunda kalmamak icin biz uyuduktan sonra yataga gelmesinden anladik , bir terslik oldugunu.....
Belki de sevmekten vazgecen veya terk eden sevgilimiz degildi, bizdik.
Fark etmez. Sonucta ask bitti.

Simdi her yer bombos. Simdi tekrar yalniziz.
Basladigimiz yere donduk.
Yillarca ugrastik, eksigin ne oldugunu bulamadik.
Halbuki her seyi denedik, her yere baktik. oyle mi?
Bakmadigimiz bir yer kaldi.
Icimize bakmadik.
EksIk parcayi disarida aradik ama icimizde sakli olabilecegini akil etmedik.
Birilerini sevdik, birileri bizi sevsin diye ugrastik ama kendimizi sevmedik.
Sasiracak bir sey yok, tabi ki sevmedik.
Kendimizi sevsek bu kadar kosturur muyduk?
Canimiz yanmasin diye duvarlarin ardina saklanir miydik?
Kendimizi bos sanip doldurmaya ugrasir miydik?
Terk edilmekten korkar miydik?
Asil eksiklik, eksik oldugumuzu dusunmekti.
Asil eksiklik, careyi baskasinda aramakti .

Hayatin matematigi farkli; iki yarimi toplayinca bir etmiyor.
Insan tek basina mutsuzsa baska biriyle de mutlu olamiyor .
"Herkes beni sevsin" diye ugrasinca kimse gercekten sevmiyor, herkes sevgisine sart koyuyor, sinir koyuyor.
Oysa "kendime duydugum sevgi bana yeter"
diye dusununce , kendimizi oldugumuz gibi kabullenince yarim tamamlaniyor.

Her sey bir oluyor.Iste o zaman perde aralaniyor .Aci diniyor.
Iste o zaman baska 'bir'iyle bir araya gelerek, hesabin kitabin, korkunun kayginin hukum surdugu sahte bir sevgi yerine, gercek bir sevgi yaratilabiliyor.


CAN DUNDAR
yerimseniben yerimseniben yerimseniben yerimseniben yerimseniben
 
CAN DUNDAR DAN




ogrendik ki...


Ogrendik ki....

Bir tek insanin bize ''iyi ki varsin'' demesi, varoldugumuz
icin mutlu
olmamizi saglar....

Ogrendik ki....

Kibar olmak, hakli olmaktan daha onemlidir.

Ogrendik ki....

Hayat sartlari bizi ne kadar ciddi gorunmeye zorlasa da hepimiz
cilginliklarimizi paylasacak birini ariyoruz....

Ogrendik ki....

Bazen tek ihtiyacimiz olan bir el ve bizi anlayacak bir yurektir.....

Ogrendik ki....

Parayla ''klas insan'' olunmuyor....

Ogrendik ki....

Gun icinde basimiza gelen kucucuk seyler gun sonunda koca bir
mutluluga
donusuyor....

Ogrendik ki....

Inkar edip icimizde sakladigimiz seyler gercekligini kaybetmiyor....

Ogrendik
ki....

Biriyle dalastigimizda tek basardigimiz onun bize daha cok zarar
vermesini
saglamaktir....

Ogrendik ki....

Her yarayi saran zaman degil sevgidir....

Ogrendik ki....

Cabuk olgunlasmak icin zeki insanlardan cevre edinmek gerekir.....

Ogrendik ki...

Karsilastigimiz herkes bir gulusumuzu hak eder.....

Ogrendik ki....

Hic kimse mukemmel degildir....

Ogrendik ki....

Hayat zorludur ama biz daha zorluyuz....

Ogrendik ki....

Gulumsemek, daha guzel bir goruntuye kavusmanin bedava yoludur....

Ogrendik ki....

Hepimiz zirvede olmak istesek de asil keyif oraya tirmanirken
yasadiklarimizdir....

Ogrendik ki....

Zamanimiz ne kadar azsa yapacak isler o kadar coktur....

Ogrendik ki....

BIRINI NE KADAR COK SEVERSEK HAYAT ONU BIZDEN O KADAR CABUK
ALIYOR.....

CAN DUNDAR
 
Hiç düşündünüz mü orijinal kişiliklerinizden kaç kopya çıkarılabileceğini?
Kaç farklı hayatı bir arada yaşadığınızın farkında mısınız?
İstemeden yaptıklarınız, isteyip yapamadıklarınız,
gündüz yapıp gece pişman olduklarınızla nasıl çaresizce
başka başka dünyalara doğru kanat çırpmaya çabaladığınızı fark ediyor musunuz?
Bir dost nikahının ortasında birden bastıran hüznün,
bir büyüğün cenazesinde karşılaştığınız eski bir sevgiliyle çıkagelen coşkunun,
sizi nasıl kopya kopya çoğalttığını ve tek bir sizden ne çok sizler yarattığını biliyor musunuz?
Sinirli bir hayatı çabucak tüketmek için dörtnala koşturup dururken, bir an olsun durup,
geride kaç farklı ayak izi bıraktığınıza dikkat ediyor musunuz?
Sahi kaç kopyayız biz?
Aynı beden içinde kaç farklı ruh halini aynı anda yaşayıp, kaç farklı kişiliğe bürünebiliyoruz?
Bu kişiliklerin hangisi biziz, hangisi fotokopimiz?
Hüzünlü bir dağ başında sadece ırmak şırıltısı ve kuş sesleriyle sakin bir
hayatı düşleyen bıkkınlar mısınız, yoksa deniz kenarında bile televizyonlarını ve
cep telefonlarını elinden bırakamayan gönüllü kent mahkumları mı?
Ya aynı anda ikisine birden özenmenizi nasıl açıklayacaksınız? ..
Hangi kopyanız 'Kaçıp gidelim uzaklara' diyor, siz sıkı sıkıya bu topraklara bağlı dururken? ..
Kinler, sevgiler, öfkeler, kahkahalar ve gözyaşlarıyla örtülmüş, çok kopyalı
bir hayatı nasıl kendinize bile söylemeye cesaret edemediğiniz bir tur
iki yüzlülükle yaşayıp gittiğinizi fark ediyor musunuz?
Resmi bir toplantının ortasında, aklınızdan masanın üzerindeki
kalın raporun sayfalarından oyuncak uçaklar yapıp, tek tek aşağı atmak geçerken
hala büyük bir ciddiyetle kös kös oturuyor olmanızı gülümseyerek mi hatırlıyorsunuz, üzülerek mi? ..
Aklınızdan geceni yapamamanın, ruhunuz kopya kopya çoğalırken
asıl hayatı tek kopya olarak tüketiyor olmanın bedelini biliyor musunuz?
Kopyalarınızı orijinal kimliğinizle konuşturuyor musunuz hiç? ..
İçinizdeki canavar, ruhunuzdaki melekle hesaplaşıyor mu?
Siz kopya sandıklarınızın bir bileşkesi misiniz? Yoksa kopyalarınız da aslınıza mı benziyor?
Bilmeden her kopyada aslınızı yeniden mi üretiyorsunuz?
Göçüp giderken ardınızda kaç asıl, kaç suret bırakacaksınız?
Kaçının hatırlanmasını isteyecek, kaçından utanacaksınız?
Sahi, kaç kopyasınız siz? ..
Hangisi sizsiniz, hangisi fotokopiniz? ..
 
Otuzbeşime bastım geçen hafta... İlk yarı bitti: Hayat: 1... Ben: 0... Ama belliydi böyle olacağı... Nicedir başlamıştı belirtiler:
Yolda çocuklar "Amca şu topu atıversene" diye seslendiklerinde kuşkulanmıştım ilkin...
Sonra saçlarımdaki beyaz teller tescilledi yarı yolun ufukta göründüğünü...
Baktım, lise fotoğraflarım sararmış, sınıf arkadaşlarım yaşlanmış. Eş dost sohbetlerinde sağlık ve çocuk konuşulur olmuş... seyahat ve aşk yerine...
Gök gibi gürlemeye alışkın müzik setimin ses düğmesini kısar olmuşum, içindeki uçurtmanın ipini cekercesine...
"Bizim zamanımızda" diye başlayan nutuklar atmaya başlamışım mezuniyet törenlerinde -hayret! daha dün değil miydi benimkisi?
Yıllar yılı dudak büktüğüm 'ölümden sonra hayat masalları' na kulak kabartmaya başlamışım gizliden gizliye...
İple çektiğim haziranlara sırt çevirmişim.
Yaşamın orta sahasına girmişim... irkilmişim...

* * *

Ruhumun ikizleri yine çekiştiriyorlar kollarımdan.
Biri, "Daha ne gördün ki" diyor yüzünde papatyalarla; "Asıl şimdi başlıyor hayat,..! Bundan sonrası rahat!"
Lakin, "Buydu işte görüp göreceğim" diye efkarlanıyor öteki... "2. yarı geçer hızla/yaşlanırsın zamanla..."
Yaşı genç olanlar 35'e uzak durduklarını sanarak, "sahi oldu mu o kadar? Hiç göstermiyorsun" tesellisindeler...
35'le çoktan tanış olanlarsa "hayata hoşgeldin" pankartıyla karşılamadalar... ilk yan sadece bir ısınmaymış meğer: Asıl ikinci yarıda anlaşılırmış tadı, hayatın... kavganın... aşkın...
Bense şaşkın... devre arası bilancolarındayım:
Son dönemde, kimbilir kaç eski anıyı yaralı ele geçirdim, belleğimin derinliklerinde..?
Kimbilir kaç kez kendime yakalandım, kendimden kaçarken... ve sustum vicdan sorgularında... Aksisedamla bile dertleşmedim.
Meğer ne yaman serüvenmiş hayat?
Bazen yediveren gülleri gibi bereketli... Sanki hayat değil, Körfez Krizi mübarek: Bir koyup, beş alıyorsun... Yaşıyor, seviyor ve seviliyorsun...
Bazense kıtlıktan kırılıyor ortalık...şaşıp kalıyorsun...
Oysa -herkes bilmezden gelse de-skoru belli oyunun:
30'larda dedeni ve nineni kaybediyorsun. 40'lannda anneni ve babam... ve 70'inde kendini...

* * *

Şimdi devre arası/yolun yarısı...
Bugüne dek ancak tanıştık hayatla...
Ben O'na kendimi tanıttım... O bana kendimi...
Göğsüme madalya gibi dizdim hatalarımı... (Zaferlerim onlar benim... Olgunluğumun yapıtaşları...)
...Ve derin bir yara gibi sakladım başarılarımı... Asansör çıkarken yukarı, dönüp bakmadım aşağı... Dönmesin diye başım...
Ben istikballe arkadaşım...

* * *

Ne var ki yarım her şey... Hayat da yarım, sevdalar da... Daha diyeti ödenmedi sevinçlerin... ihanetlerin hesabı sorulamadı... Nazım'ın dediği gibi "kopardım portakalı dalından/ Ama kabuğu soyulamadı/ Sevdalara doyulamadı..."
"Doydum" diyen görmedim ki zaten ben...
Hiç doyulmaz ki zaten...
Lakin gel de zamana anlat bunu...
Sahi nedir bu telaş, bu kin? Sanki ölüye can yetiştireceksin..

* * *

Baktım ki ikinci yan kapıda... ve hayatın ceza sahası yakın...
Doldurdum bir kara kutuya 35 yılın hesabını. Acılar, sancılar bir çekmecede, sevdalar diğerinde... Bir yerde hüzünler ve korkular, bir üstte sevinçler ve zaferler... Kat kat, dizi dizi dizdim kullanılmış takvimlerimi...
Sabırla kapattım kutuyu, sevgiyle mühürledim ağzını...
İlk yarı bilançom o benim:
Yangında ilk kurtarılacak... kazada ilk açılacak...
Yarımlar tam olduğunda kara kutuyu açıp bakanlar teşhis, koyacaklar halime... "Çok mutlu olmuş, fazla yüksekten uçmuş zavallı" diyecekler, ya da "sebepsiz alçalmış... Bile bile vurmuş kendini dağlara..."
Fakat kara kutu ancak bir kısmını söyleyecek hikayenin...
Kalanı benimle gelecek...
Dağların yamaçlarına savuracağım en mahrem hatıralarımı...
Reyhanlar saklayacak sırlarımı..
Skoru bir tek Ege'nin suları bilecek... Denize kavuşabilirse eğer içimdeki nehir... Hayat: 0... Ben: 1




Can dündar
 
Eva paylaşımların çok güzel, Can Dündar'da çok güzel anlatmış. Teşekkürler.a.s.
 
X