düşük riski ve düşük tehdidi.....

hxuxrrem 2000

SEN BU SEVGİYİ HAKETMEDİN
Kayıtlı Üye
14 Aralık 2007
5.323
31
Düşük riski ve düşük tehdidi


Gebeliğin 20. haftası tamamlanmadan önce (ya da bebek 500 gramlık ağırlığa erişmeden önce) herhangi bir nedenle gebeliğin bitmesine düşük adı verilir. Gebeliğin yasal sınırlar içerisinde istek üzerine aile planlaması amacıyla sonlandırılmasına yasal tahliye, başka bir nedenle (anne adayının sağlık durumunun gebeliğin devamına izin vermemesi, bebekte yaşamla bağdaşmayan anomaliler olması veya ölmüş olması) sonlandırılmasına ise tıbbi tahliye adı verilir. Aşağıda kendiliğinden oluşan düşüklerle ilgili bilgiler verilecektir.

Bazı tanımlamalar

Anembriyonik gebelik (anembriyonik=embriyo olmayan yani "boş" gebelik; ingilizce=blighted ovum)

Yapılan ultrasonda gebelik haftasına göre embriyo görülmesi gerekirken, embriyonun görülememesi durumudur. Embriyonun abdominal (karından yapılan) ultrasonografide takriben 6 haftalıkken, vajinal ultrasonografide ise takriben 5.5 haftalıkken görülememesi durumunda anembriyonik gebelik düşünülür (Ancak gebelik haftası değerlendirmesi yapılırken son adet tarihi baz alındığında oluşabilecek hatalar nedeniyle (geç yumurtlama gibi), haftaya bağlı yorum çok dikkatli yapılmalıdır). Gebelik kesesi bu durumda haftasına uygun büyüklükte olabileceği gibi, normalden büyük ya da küçük olabilir. Embriyo gebeliğin erken aşamasında aşağıdaki anlatılacak nedenlerden birine bağlı olarak ölmüş ve rezorbe olarak ("eriyerek") görülmez hale gelmiş, ya da baştan beri hiç gelişmemiştir. Gebelik hormonları belli bir süre daha etkili olmaya devam eder ve belli bir süre sonra (ortalama 1 hafta içinde) gebeliğin düşükle sonuçlanması beklenir.

Anembriyonik gebelik tanısının kesin olduğu durumlarda tıbbi tahliye uygulanmalıdır. Şüphede kalınan durumlarda ikişer gün aralıklarla tercihan vajinal ultrasonografide gebelik kesesinin büyümesi izlenebilir ve /veya beta HCG değerlerinin normal artıp artmadığı araştırılabilir (beta HCG bu dönemde 48 saatte bir yaklaşık iki katına çıkar ve gebelik kesesi günde ortalama 1.2 milimetre büyür). Gebelik kesesinin büyümemesi, küçülmesi veya gerekenden yavaş büyümesi durumunda yine anembriyonik gebelik tanısı konarak gebelik sonlandırılmalıdır.

Bozulmuş gebelik

Anembriyonik gebelikle benzer bir durumdur. Sıklıkla gebelik kesesinin düzensiz olarak izlendiği durumlarda bu tanı konur. Normalde yusyuvarlak olması gereken gebelik kesesi düşükten hemen önceki dönemde düzensiz hale gelebilir ve yine sıklıkla kesenin etrafında az miktarda kan birikimi olur. Bozulmuş gebelik ifadesi genellikle bu durumu tarif etmek için kullanılır. Tanı konduktan sonra tıbbi tahliye ile gebeliğe son verilir.

Missed abortion (missed abortus da denir)

Embriyo öldükten belli bir süre sonra anne adayının kanına bazı maddeler geçmeye başlar ve kısa süre içinde gebelik hormonları da azalmaya başlar. Takiben gebelik belirtileri giderek azalır. Döllenen yumurta hücresinin üretilmiş olduğu yumurtalıkta, ovulasyondan hemen sonra çatlamanın oluştuğu bölgede ortaya çıkan ve gebeliğe erken dönemde progesteron desteği veren corpus luteum (korpus luteum okunur) yapısı da çöker. Buna bağlı olarak hormon desteğini yitiren gebelik, uterus kasılmalarıyla kendini dışarıya atma işlemlerine başlar. Bu işlemler genellikle embriyo öldükten sonraki birkaç gün içinde başlar ve bir haftanın sonunda ağrı ve kanamayla gebelik ürünleri dışarı atılır. Embriyonun ölmesinin üzerinden 2 hafta geçmiş olmasına rağmen düşük eyleminin başlamamasına missed abortus ("beklenen ama gerçekleşmeyen" düşük) adı verilir. Bu tanı giderek azalmaktadır, zira günümüzde embriyonun ölü olduğu farkedildiğinde kısa zamanda tıbbi tahliye önerilir. Bu tanı en sık ultrasonda son adet tarihine göre olması gereken embriyo gelişiminin en az iki hafta geri kaldığı ölmüş embriyo (12. haftadan sonra fetus denmelidir) görüldüğünde konur. Tedavi yine gerekli ön tetkikler sonrası tıbbi tahliyedir.

IUMF: Inutero mort fetalis (=fetusun ölmesi)

Fetusun herhangi bir nedene bağlı olarak öldüğünün gözlenmesi durumunda bu tanı konur. Ölüm gerçekleştikten sonra anne adayının kanına geçen bazı maddelerin etkisiyle ve hormonların azalmasıyla sıklıkla en geç iki hafta içinde düşük eylemi kendi kendine başlar. Ancak günümüzde bu tanı konduğunda beklemek yerine gerekli ön tetkikleri takiben tıbbi tahliye önerilir.

Bu aşamada bir konudan daha bahsetmekte fayda vardır: Herhangi bir nedenle embriyo ya da fetus öldüğünde anne adayının kanına geçen maddeler kan pıhtılaşma mekanizmasını olumsuz yönde etkileyen maddelerdir. Bebek öldüğünde gebelik haftası ne kadar ileriyse ve ölümün üzerinden geçen gün sayısı ne kadar fazlaysa kan pıhtılaşmasının olumsuz yönde etkilenme riski o kadar fazladır. Bu pıhtılaşma bozukluğu basit bir şekilde yanlızca pıhtılaşma zamanını hafifçe etkileyen ve uzatan bir bozukluk olabileceği gibi, tüm pıhtılaşma faktörlerinin kısa zamanda tükenmesiyle sonuçlanan ciddi bir durum olabilir. DIC (Disseminated intravascular coagulopathy, yaygın damariçi pıhtılaşması) adı verilen bu durum kanamaya bağlı ölüme bile neden olabileceğinden, bebeğin ölü olduğu saptandığında gerekli ön tetkikler yapıldıktan sonra fazla beklenmeden gebeliğin tahliye edilmesi tercih edilir. Halk arasında bu durum "ölü bebeğin anneyi zehirlemesi" olarak bilinir.

DIC ihtimalini araştırmak için kan pıhtılaşmasını değerlendiren testlerin fetusun ölü olduğu tüm durumlarda yapılması gerekir. Özellikle yüksek riskli durumlarda (büyük gebelik, fetusun uzun zamandan beri ölü olduğundan şüphelenilmesi) tahliye öncesi hastanın kan grubuna uygun olarak taze kan hazır bulundurulması da önemlidir.

Spontan (kendiliğinden) abortus

Bozulmuş gebelik veya anembriyonik gebelik oluştuğunda, bebek öldüğünde yukarıda anlatıldığı gibi fizyolojik mekanizmalar devreye girer ve uterusun içini boşaltarak gebelik öncesi duruma getirmeyi amaçlar. Bu da kendini gebeliğin ilk 20 haftasında kanama, ağrı ve beraberinde "parçalar" düşürme şeklinde gösterir. Gebelik haftası ilerledikçe kaybedilen kan miktarı artar ve düşen "parçaların" hacmi de daha fazla olur. Muayenede serviks (rahimağzı) açıktır ve dışarıya kan ve gebelik ürünlerinin çıktığı gözlenir. Düşük eylemi vücudun kendisi tarafından başlatılmıştır.

Düşük eyleminin kendi kendine başlayıp bitmesi durumunda komplet abortus (tamamlanmış düşük) deyimi kullanılır. Özellikle ilk 6 haftasında veya 14 haftalıktan büyük olan gebeliklerde oluşan düşüklerde sıklıkla komplet abortus oluşur. Muayenede kanamanın az olduğu gözlenirse ve tercihan vajinal ultrasonografide uterusun içinin tamamen boşaldığı gözlenirse ek müdahale gerekmez.

Bazı durumlarda ise düşük eylemi başlar ancak uterusun içinin kendi kendine boşalması uzun sürer ve bazen de tam boşalma hiç gerçekleşmez. Bu duruma da inkomplet abortus (tamamlanmamış düşük) adı verilir. Özellikle 6 hafta ile 14 haftalık gebeliklerin düşükle sonuçlandığı durumlarda zarlar ve yeni gelişmekte olan plasenta uterusa sıkıca tutunmuş olduklarından uterus kasılmaları bu yapıları yerinden söküp dışarı atmakta zorlanır. Düşük eylemi sürdükçe uterus tam boşalamamış olduğundan kanama devam eder. Bu durumlarda hem kanamayı durdurmak, hem de içeride kalan parçaların enfeksiyona yolaçmasını önlemek için kürtaj yapılması gerekir. Kürtaj, gebelik haftasına göre değişmek üzere, 10. haftaya kadar genellikle plastik boru şeklinde aletlerle uterus içinde kalan parçaların temizlenmesi işlemine verilen isimdir. Plastik borular, arka kısımlarına takılan vakumun emici etkisiyle ve yine uçlarının nispeten keskin olması nedeniyle uterus duvarına yapışık halde bulunan "parçaları" uterus dışına çekerler. Bazı durumlarda aynı işlem küret adı verilen :-):-):-):-)l aletler yardımıyla hafifçe kazınarak yapılması gerekebilir.

Rest plasenta ("parça kalması")

Düşük sonrası veya yasal tahliye sonrası uterus içinde plasenta ve gebeliğe ait diğer bazı parçaların kalmasına verilen isimdir. Kanamayı durdurmak ve enfeksiyonu önlemek için genellikle kürtaj uygulanması tercih edilir.

Habituel abortus (tekrarlayan düşükler)

Bir kadının en az iki kere (bazı ekollerde üç kere) düşük yapmasına verilen isimdir.

Düşük neden olur?

Oosit (yumurta hücresi) döllendiği andan itibaren gebelik başlar. Döllenen yumurta hücresi Fallop tüpünde ilerleyerek uterus içine ulaşır ve burada en uygun yerde yerleşir. Bu yerleşme (implantasyon) sonrasında beta HCG salgısı başlar.

Doğanın en önemli görevlerinden biri yeryüzünün canlılara sunduğu sınırlı kaynaklarından en mükemmel olan canlıların faydalanmasını sağlamaktır. Bunun için de doğa(l) mekanizmalar yeni canlı oluşumunun her aşamasında ve hatta canlılar dünyaya geldikten sonra da hayatın her aşamasında devreye girerek tüm canlılar bir sınava tabi tutulur, "hatalı" olanlar ortadan kaldırılır ve kusursuz olanlara "yer açılır". "En mükemmel" olan burada genetik, yapısal ve işlevsel olarak en mükemmel olan anlamında kullanılmaktadır. Doğal seleksiyon (seçim) adı verilen bu fizyolojik mekanizma "hatalı" olan organizmaları bulur ve yukarıda anlattığımız gibi, mükemmel olanlarına yer açmak için bir anlamda kendi yaptığı hataları yokederek düzeltmeye çalışır. En dar anlamda bakıldığında "düşük" bu fizyolojik mekanizmanın dışavurumlarından biri olarak görülebilir.

Doğal seleksiyonun düşük eyleminde en önemli özelliklerinden biri en erken dönemlerde devreye girmesidir. Hata henüz büyük boyutlara ulaşılmadan bertaraf edildiğinde mekanizma daha iyi işler. Bu nedenle her ne kadar "düşük" terimini ilk 20 hafta içinde oluşan bir olay olarak tarif etmiş olsak da aslında düşükler en sık gebeliğin oluştuğu ilk günlerde oluşur ve önemli bir kısmı da henüz adet gecikmesi gibi gebelik belirtileri oluşmadan, yani kadın gebe olduğunu algılamadan meydana gelir. Döllendikten hemen sonra süreç işlemeye başlar ve döllenmiş olan ancak "kalitesi düşük" yumurta hücresi hemen yokedilmeye çalışır. Bu süreç o kadar hassas işler ki, bu aşamadan adet gecikmesi olan gebeliğin dördüncü haftasına kadar oluşmuş olan gebeliklerin yaklaşık %25'i düşükle sonuçlanır. Bu gerçeği beta HCG hormonu ölçüm yöntemleri geliştirildikten sonra anlamış bulunuyoruz. Yukarıda anlattığımız gibi implantasyon (uterus içinde yerleşme) oluştuktan hemen sonra başlayan beta HCG salgısı hassas laboratuar incelemeleriyle ölçülebilmekte ve kadında henüz adet gecikmesi olmadan beta HCG salgısının arttığının gözlenmesiyle gebelik tanısı kesin konabilmektedir (gebeliğin tanısı hakkında daha ayrıntılı bilgi almak için tıklayın). Bu aşamada henüz biyolojik olarak gebelik başlamamış olduğundan ve kan biyokimyasına göre (yani beta HCG artışına göre ) gebelik tanısı konduğundan gebeliğe "kimyasal gebelik" adı verilir.

Doğal seleksiyonun diğer bir özelliği de hatalarını düzeltme yönündeki tutumunu "inatçı" bir şekilde devam ettirmesidir. Kadında adet gecikmesi olduktan sonra da takip devam eder ve tanısı konmuş gebeliklerin yaklaşık %15'i de gebeliğin ilerleyen haftalarında düşükle sonuçlanır. Yani bunun anlamı, oluşmuş gebeliklerin yaklaşık %40'ı düşükle sonuçlanmaktadır! Bu durum doğanın çok hata yapmasından değil, en ufak hataları bile "affetmemesinden" kaynaklanan bir durumdur.

Gebelik haftası ilerledikçe gebeliğin düşükle sonuçlanma olasılığı azalır. Zira doğal seleksiyon süreci "hatalı gebelikleri" sıklıkla erken gebelik haftalarında yakalar ve sonlandırır. Nitekim düşüklerin %80'i gebeliğin ilk 12 haftasında gerçekleşir ve bu haftadan sonra düşük riski giderek azalır. Yapılan bazı çalışmalar bebeğin ultrasonografide kalp atışlarının gözlenmesi durumunda düşük riskinin %3'e kadar düştüğünü göstermektedir.

Yukarıda anlattığımız bu doğal seleksiyon süreci elbette her düşüğün nedeni değildir. Özellikle tekrarlayıcı düşüklerin önemli bir kısmı, kadında varolan bazı yapısal kusurlara (uterus şekil bozuklukları gibi), hormonal dengesizliklere (polikistik over gibi, tiroid işlev bozuklukları gibi), kadında ve /veya erkekte varolan genetik bazı kusurlara bağlı (dengeli translokasyonlar gibi) olarak da oluşabilir. Aşağıda bu nedenlerin daha geniş bir listesini bulacaksınız.

Ancak şunu kesinlikle söyleyebiliriz: Erken gebelikte ortaya çıkan düşüklerin %50'sinden fazlası bebekte tesadüfi olarak ortaya çıkan ve tekrarlayıcı özelliği bulunmayan kromozom anomalilerine bağlı meydana gelir. Düşük esnasında gebelik haftası ne kadar ufaksa nedenin böyle olma olasılığı o kadar yükselir. Bu yüzden de düşük, üreme çağında bulunan kadınların sıklıkla yaşadığı ve çoğunlukla tekrar etmeyen bir durum olarak kabul edilebilir.

Doğal seleksiyon elbette her üretim hatasını saptayamaz ve bazı gebelikler hatalı üretilmiş olmalarına karşın devam eder. Doğal seleksiyon süreci bu hataları gebeliğin ilerleyen haftalarında yakaladığında kendini geç düşükler ya da erken doğum, ölü doğum şeklinde belli edebilir. Esasen erken doğumların bir kısmının nedeni de budur.

Doğal seleksiyon hatalı üretimi doğuma kadar yakalayamadığında yeni doğan döneminde yakalayabilir. Yeni doğan ölümlerinin önemli nedenlerinden biri de anomalili doğmuş bebeklerdir.

Kimlerde düşük yapma riski daha yüksektir?

Anne (ve baba adayının) gebeliğin oluştuğu esnada yaşı ne kadar yük:-):-):-):-)e ve kadının daha önceden yaşadığı gebelik sayısı ne kadar fazlaysa gebeliğin düşükle sonuçlanma riski de o kadar artar. Bu doğaldır, zira yaş arttıkça gamet hücrelerinde (kadınlarda yumurta hücresi, erkeklerde sperm) genetik bozukluklar meydana gelme olasılığı ve bu meydana gelen bozukluğun döllenmiş hücreye geçme olasılığı artar. 20 yaşından daha genç olan anne adaylarında düşük riski yaklaşık %10 iken (gebelik tanısı konulan gebeliklerin düşük oranı), 40 yaşından daha ileri yaşta olanlarda bu risk %30 civarındadır. Baba adayının yaşının 40'ın üzerinde olduğu gebeliklerde de düşük riski iki kat artar.

En önemli etken olan anne ve baba adayı yaşı dışında, anne adayında hormonal bazı hastalıklar (polikistik over, hipotiroidi (tiroid bezinin az çalışması)), kronik hastalıklar (özellikle kalp, karaciğer ve böbrek hastalıkları, bazı otoimmun hastalıklar, tüberküloz, kanser, ileri derecede kansızlık), jinekolojik hastalıklar (uterus şekil bozuklukları, uterusta yapışıklıklar, myomlar, tedavi edilmemiş bazı vajinit türleri, sigara ve alkol kullanımı ve mesleki olarak bazı maddelere sürekli maruz kalma da düşük oluşma riskini artırır.

Daha önceki gebeliklerinden biri düşükle sonuçlanmış olan anne adaylarında da yeni bir gebeliğin düşükle sonuçlanma riski hafifçe artar. Daha önce yapılan iki veya daha fazla düşükte ise önceden gerçekleşmiş düşük sayısı arttıkça yeni gebeliğin de düşükle sonuçlanma riski artar. Her ne kadar düşük sayısı arttıkça yeni oluşan bir gebeliğin de düşükle sonuçlanma riski yükselse de, istatistikler üç veya çok daha fazla sayıda düşük yapmış anne adaylarında bile sağlıklı bir bebek doğurma olasılığının %55 ile %75 arasında olduğunu göstermektedir.

Yeni doğum yapmış bir anne adayında doğumdan sonraki ilk üç ayda oluşan gebeliğin de düşükle sonuçlanma riski nispeten yüksektir.

Düşük nasıl belirti verir?

Düşüğün "olmazsa olmaz" belirtisi kanamadır. Erken gebelik haftalarında kanamanın beraberinde ağrı olmayabilir ve "parça düşürme" de "parçaların" ufak olması nedeniyle algılanamayabilir.

Düşük tehdidi nedir?

Gebeliğin ilk yarısında kanama ya da kanlı akıntı olması durumunda yapılan jinekolojik muayenede kanamanın uterus dışında bir yerden gelmediğine emin olunduğunda düşük tehdidi tanısı konur. Bazı anne adaylarında basur kanaması, idrar yollarındaki kanama, ya da serviksteki bir hastalığa bağlı olarak özellikle cinsel ilişkiden sonra oluşan kanama da yetersiz bir değerlendirme sonucu düşük tehdidi sanılabilir. Bu nedenle "düşük tehdidi" tanısını hemen koymadan komple bir jinekolojik ve genital muayene ihmal edilmemelidir. Anne adaylarının çoğu bu muayeneye karşı isteksizdir. Ancak jinekolojik muayene ve/veya ultrasonun düşüğe neden olduğu konusunda bilimsel bir veri bulunmamaktadır. Gebeliğin erken dönemlerinde oluşan kanamanın diğer nedenlerini de asla gözardı etmemek gerekir. Bunlar arasında en önemlileri dış gebelik, mol gebeliği, selim ve habis tümörler, sindirim sisteminden veya idrar yollarından olan kanamalardır.

Beklenen adet döneminde oluşan kanama ("üstüne görme"), implantasyonda (beklenen adetten bir hafta önce) oluşan kanama, 8. hafta civarında plasentanın corpus luteum işlevlerini üzerine almasına bağlı oluşan kanama da sağlıklı seyreden bir gebelikte ender olarak görülen "lekelenmenin" nedeni olabilir.

Düşük tehdidi tüm gebeliklerin %20-25'inde görülen ve özellikle erken gebelik haftalarında %40-50 düşükle sonuçlanan bir durumdur. Düşük tehdidi kanaması genellikle hafiftir ancak günler hatta haftalar sürebilir. Kanama miktarı arttıkça düşük tehdididin düşükle sonuçlanma riski de artar. Gerçek bir düşük tehdidi geçiren anne adaylarında gebeliğin ilerleyen haftalarında da erken doğum, bebekte gelişme geriliği gibi normaldışı bir durum ortaya çıkma olasılığı nispeten artar. Bu nedenle bu tanıyı almış anne adaylarının gebelik döneminde ve doğumdan hemen sonraki dönemde daha sıkı takip edilmeleri uygundur.

Düşük tehdidi tanısı koyabilmek için jinekolojik muayenede serviksin kapalı olduğu gözlenmeli ve ultrasonda bebeğin kalp atışlarının olduğu gözlenmelidir. Bebeğin kalp atışlarının henüz ultrasonla gözlenemeyecek kadar ufak olduğu veya henüz embriyonun bile görülemediği erken gebelik haftalarında ise uterus içinde gebelik kesesinin düzgün yapısının devam ettiği gözlenmelidir.

Düşük tehdidi durumunda ne yapılmalıdır?

Düşük tehdidi tanısı konduğunda cinsel ilişki uterusta kasılmalara yolaçtığından yasaklanır. İstirahat edilmesi de dahil olmak üzere düşük tehdidinde alınan önlemlerin kesinlikle başarılı olduğu yönünde bilimsel veriler mevcut değildir. Progesteron tedavisi sık uygulanmasına karşın bunun da etkili olduğunu söylemek için elimizde yeterli bilimsel veri mevcut değildir. Hatta bazı çalışmalar bu tedavinini önlenmesi imkansız olan bir düşüğü geciktirdiğini göstermektedir.

Düşüklerden sonra mutlaka uygulanması gereken anti-D immunglobulin (Rhogam, yani "uyuşmazlık iğnesi") kan uyuşmazlığı olan çiftlerde ihmal edilmemelidir.

Gebeliğin sağlıklı olup olmadığını değerlendiren testler

Beta HCG

Beta-HCG, gebelik oluştuktan yaklaşık 6 gün sonra (gebelik ürünü endometriuma yerleştikten sonraki ilk saatlerde) kana geçmeye başlar. Hassas gebelik testleri, kanda beta HCG'yi henüz adet gecikmesi olmayan bir dönemde, son adet tarihinden sonraki 24. günde saptayabilirler. Beklenen adet geciktiğinde kanda beta HCG oranı yaklaşık 100-600 IU/l'dir. Bu seviye 8-10. haftalar arasında 100.000 IU/l'lik maksimum seviyeye ulaştıktan sonra giderek azalır ve 20. haftadan itibaren gebeliğin sonuna kadar 10.000'lik seviyede kalır.

Eczanelerde satılan testler güvenilir midir?

Bu testlerde iki sorun vardır: Öncelikle bu testler idrardaki beta HCG'yi saptadıklarından, kandaki beta HCG belli bir seviyeye ulaşıp idrara da yansıyana kadar, gebelik olmasına karşın negatif sonuç verebilirler. Testin hassasiyetine bağlı olarak, idrarda beta HCG saptanması, adet gecikmesinin bir hafta ile 10 gün sonrasına kadar gerçekleşmeyebilir.

Diğer bir sorun da LH adı verilen ve ovulasyonun yönetiminden sorumlu olan hormon yapısal olarak beta HCG'ye çok benzer ve özellikle eski teknolojiyle çalışan testler LH'yı beta HCG sanarak yanlış bir şekilde gebeliğin pozitif çıkmasını sağlayabilirler. Bu tür testler özellikle LH'nin yumurtlamadan önceki fizyolojik yükseldiği dönemde uygulandıklarında pozitif sonuç vererek yanıltabilirler. Bu yüzden piyasadan satın aldığınız testin özellikleri hakkında bilgi edinmeniz ve mümkün olan her durumda klinik veya hastanelerde kullanılan hassas testleri yaptırmanız daha uygundur.

Gebeliğin seyrinin sağlıklı olup olmadığı konusunda kanda seri beta HCG ölçümleri değerli bilgiler verir. Normal bir intrauterin (rahimiçi) gebelikte 48 saat arayla yapılan ölçümde (kural olmamakla beraber) beta HCG seviyesinin iki kat artması beklenir. Bu artış olmadığında veya düşüş gerçekleştiğinde dış gebelik veya bozulmuş gebelik söz konusu olabilir. Kesin tanı elbette klinik ve ultrasonografi bulgularıyla beraber konur.

Yine kandaki beta HCG seviyesi haftaya göre aşırı yüksek bulunduğunda (çoğul gebelikte olması gerekenden bile yüksek olduğunda) mol gebeliği veya Down sendromu gibi normaldışı bir durumdan şüphelenilebilir. Yine kesin tanı diğer tanı yöntemleri beraberce kullanılarak konur.

Ultrasonografi

Transvajinal ultrasonografi abdominal (karından yapılan) ultrasonografiye göre daha güvenilir bilgiler verir ve gebelik yapıları vajinal yolla bakıldığında abdominal yola göre bir hafta daha erken görülebilir.

Gebelik kesesi çapı, gebelik kesesinin düzenli olup olmaması, yolk sac (yolk sak okunur) adı verilen yapının büyüklüğü ve özellikleri, fetusun boyu ve kalp atışlarının gözlenip gözlenememesi, fetusun kalp atım sayısı gibi özellikler gebeliğin seyri hakkında değerli bilgiler verir. Bunların beraberce veya birbirini takipeden sırada değerlendirilmesi düşük riski olan anne adaylarında gebeliğin durumu hakkında iyi bir kılavuz olabilir.

Beta HCG değerinin 1500 IU/l olmasına karşın transvajinal ultrasonda gebelik kesesinin görülememesi, 6000 IU/l olmasına karşın transabdominal ultrasonda gebelik kesesinin görülememesi durumunda dış gebelik söz konusu olabilir.

Yine transvajinal ultrasonda gebelik kesesi 13 mm. ve daha büyük olmasına karşın yolk sac yapısının henüz gözlenememesi, kesenin 17 mm. ve daha büyük olmasına karşın embriyonun gözlenememiş olması gebeliğin sağlıklı olmadığını düşündürür.

Düşüğün tekrarlama riski nedir?

Bir kez düşük yapan kadının sonraki gebeliğinde tekrar düşük yapma riski %20'dir. Üç ve daha fazla sayıda düşük yapmış bir kadının ise yeni bir gebelikte tekrar düşük yapma riski yaklaşık %50'dir.

Her ne kadar düşük sayısı arttıkça yeni oluşan bir gebeliğin de düşükle sonuçlanma riski yükselse de, istatistikler üç veya çok daha fazla sayıda düşük yapmış anne adaylarında bile sağlıklı bir bebek doğurma olasılığının %55 ile %75 arasında olduğunu göstermektedir.

Düşükten ne kadar sonra gebe kalınabilir?

Bir kez düşük yaşadıysanız, yaşadığınız düşük mol gebeliğine bağlı değildiyse, düşük sonrasında aşırı kanama, enfeksiyon gibi normal dışı bir durum söz konusu olmadıysa, tedavi gerektiren bir hastalığınız yoksa yaşadığınız düşük muhtemelen tekrarlayıcı özelliği yüksek olmayan bir düşüktür ve ileri inceleme gerektiren bir durum da değildir. Kendinizi psikolojik olarak yeni bir gebeliğe hazır hissettiğinizde yeniden gebe kalabilirsiniz.

Yukarıdakilerden daha farklı bir durumdaysanız (birden fazla düşük, mol gebeliği, düşük sonrası problem, kronik bir hastalığın varlığı gibi) doktorunuza danışmalı ve gerekli inceleme ve tedaviler sonrasında gebe kalmalısınız.
alıntı...
 
HEPİNİZE GEÇMİŞ OLSUN ARKADAŞLAR BENDE 2 TANE DÜŞÜK YAŞADIM BENİM BEBEKLERİN KALBİ ATMADIĞI İÇİN KÜRTAJLA HAMİLELİĞİME SON VERİLDİ BU KONUDA BİLGİSİ OLAN ARKADAŞLAR VARSA BENİMLE PAYLAŞSIN TEŞEKKÜR EDERİMsenağlama
 
HEPİNİZE GEÇMİŞ OLSUN ARKADAŞLAR BENDE 2 TANE DÜŞÜK YAŞADIM BENİM BEBEKLERİN KALBİ ATMADIĞI İÇİN KÜRTAJLA HAMİLELİĞİME SON VERİLDİ BU KONUDA BİLGİSİ OLAN ARKADAŞLAR VARSA BENİMLE PAYLAŞSIN TEŞEKKÜR EDERİMsenağlama

geçmiş olsun tatlım ... ben bi araştırıp sana geri dönücem... umarım seni aydınlatıcak bilgilere erişirim...
 
Bu duyguyu yaşamak insanın herşeye bakışını değiştiriyor gerçekten...
Özellikle ilerlemiş haftalardaki düşükler çok daha zor. Benim yaşamış olduğum gibi. Hepinize geçmiş olsun
 
Bu duyguyu yaşamak insanın herşeye bakışını değiştiriyor gerçekten...
Özellikle ilerlemiş haftalardaki düşükler çok daha zor. Benim yaşamış olduğum gibi. Hepinize geçmiş olsun

sanada çok geçmiş olsun tatlım... çok zor... ancak yaşayan bilir acısını.....
 
geçmiş olsun tatlım ... ben bi araştırıp sana geri dönücem... umarım seni aydınlatıcak bilgilere erişirim...

Bebekler düşmesin anneler üzülmesin


Ne tarifsiz bir mutluluktur onca heyecanın sonunda kucağa alınan bir bebeği seyretmek. Fakat ne yazık ki, bu sevinci yaşayamayan çiftler de da var. Bazen ilk haftalarda bazen de gebelik ilerledikten sonra kaybedilen bebekler özellikle anne adayları için büyük bir üzüntü kaynağı oluyor.
Aslında son derece normal olan düşüklere ve bebek ölümlerine karşı alınması gereken önlemler ve dikkat edilmesi gereken hususlar var. Uzmanlara göre her şeyden önce bir çiftin, bebek sahibi olmaya karar verdiği andan itibaren doktor muayenesinden geçmesi son derece faydalı. Çünkü annenin eksik kalan aşıları, kansızlık, idrar yolları problemleri, tiroit hormonundaki düzensizlik, yumurtalık kisti veya miyom gibi rahatsızlıkları olup olmadığı kontrol edilmeli. Şayet varsa da hemen tedavi edilip öyle hamile kalınmalı. Bu şekildeki muayene annenin gebeliğini sağlıklı ve sorunsuz bir şekilde geçirmesini sağlayabilir. Öyle ki yapılan araştırmalarda hamile kalmadan önce muayeneye gidenler ile hamile kaldıktan sonra muayeneye gidenler karşılaştırılmış ve muayeneye gitmeyen annelerin bebek kayıplarının 5 kat daha fazla olduğu tespit edilmiş.

Konuyu görüştüğümüz Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Kağan Kocatepe önemli bir konuya dikkat çekiyor. Kocatepe, “Anne adayları âdet gecikmesi olduktan sonra sabırlı olmalı ve en az 1 hafta beklemeliler. Çünkü hamilelik testi pozitif çıksa bile 1 hafta geçmeden bebeği ultrasonda görmek çok zor.” diyor. Ultrasonda bebeği göremeyen doktorlar dış gebelik vs... deyince de anne adayları için büyük bir yıkım oluyor. Onun için en iyisi doktora gitmeden önce biraz beklemeli.

Gebelik nasıl takip edilmeli?

Doktor tarafından gebelik teşhisi konulduktan sonra eksik tahliller yapılır. Her anne adayının 28. haftaya kadar 4’er haftalık aralıklarla, 36. haftaya kadar 15 günde bir, sonrasında da her hafta doktor kontrolüne gitmesi gerekir. Tabii gebeliğinde herhangi bir problem görülürse kontroller sıklaştırılır. Memorial Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Banu Göker Özdemir’e göre ise “bebeğin 6. haftadan sonra kalp atışı izlenmeli ve 11-14. hafta arasında ense kalınlığı testi yapılmalı, ayrıca 40 hafta sonunda bebeğin doğumu için 10 günden fazla beklenmemeli”.

Düşükler neden kaynaklanıyor?

Gebelikte 20 haftadan önce bebek ölürse “düşük”, 20. haftadan sonra bebek kaybı olursa “ölü doğum” deniliyor. Kocatepe’ye göre “Ben hamileyim.” diye sevinen kadınların yaklaşık yüzde 15’i düşük yapıyor. Bu durum bütün dünyada böyle. Kocatepe bunun son derece normal olduğunu vurgulayarak, “İnsanın anne ve babadan aldığı genler sapasağlam olsa bile, genler birleşirken en ufak bir hatada hamilelik sona eriyor.” açıklaması yapıyor. Kocatepe, ‘Düşük oranını azaltmaya kalkarsak bu kez de sakat doğum oranı artar.’ diyerek dünyada 6 kadından birinin düşük yaptığını vurguluyor. Yapılan araştırmalarda düşüklerin yüzde 80’i ilk 3 ayda meydana geliyor. En önemli sebepse anne ve babadan gelen genlerin sağlıksız birleşmesi. (Düşüklerin yüzde 80’i böyle) Düşüklerin yüzde 20’si ise anneden kaynaklanan sebepler. Yani annede tiroit bezi, kalp, şeker, tansiyon, böbrek hastalıkları mevcutsa bebek risk altında. Anne karnında 20. haftadan sonraki ölümler ise daha ciddi sorunlara bağlı. Bebeğin kordonunun kısa veya aşırı uzun olması, incelmiş olması tehlike oluşturur. Ayrıca bebek anne karnında iyi gelişmemiş, kilosu düşük olabilir ve plasenta ile ilgili sorunlar yaşanabilir. Ayrıca tek bir düşük çiftin sağlıklı bir çocuğa sahip olamayacağı anlamına asla gelmez.

Anne karnında anne-bebek ilişkisi

Gebelikte ilk 5 ay anne ile bebek arasında sadece biyokimyasal bir mesajlaşma var. (Bulantı, kusma, bel ağrısı, uyku eğilimi vs...) Oysa 20. haftadan sonra bebek artık hareket etmeye başlıyor. 24. haftaya gelindiğinde bebek annesini duymaya başlıyor. Ayrıca 24. haftadan sonra bebeğin ciddi olarak ruhsal gelişimi başlıyor. Ve annenin neşesine ve üzüntüsüne ortak oluyor, onunla gülüp yine onunla ağlıyor. Doğum yaklaştıkça ise annenin yediği-içtiği şeylere, pozisyon değişikliklerine bilinçli tepkiler veriyor. Hatta bebek anne karnındaki 30. haftasında hafızada depolamaya, rüya görmeye başlıyor. Üstelik bebeğin anne karnındaki bütün bu hareketliliği ultrason ile izlenebiliyor.

Anne karnında bebek ölümü nasıl anlaşılır?

Annenin normalde düzenli olarak bebeğin hareketlerini izlemesi gerekir. Bebeğin hareketlerini hissetmesinden 2-3 saat içinde hemen doktora başvurması gerekir. Toplumda anne karnında ölen bebekler için “Az kalsın bebeği zehirleyecekmiş” ifadesi yanlış. Kocatepe’ye göre “ölü bir bebeğin anneyi zehirleyebilmesi için anne karnında haftalarca durması lazım ki bu da çok zor. Çünkü bebek anne karnında öldüğü andan itibaren vücut onu atmak isteyecek ve anneye bir şekilde sinyaller verecektir. Ayrıca ölümlerin yüzde 90’ı annenin hayatını hiç tehlikeye sokmadan kendiliğinden atılır”.

Hamile bir kadın

neler yapmalı?

Her şeyden önce yaşam şekline son derece dikkat etmesi lazım. Herhangi bir ilaç kullanacağı zaman mutlaka doktoruna danışmalı. Sigara ve alkol kullanması kesinlikle sakıncalı olduğu gibi sigara içilen ortamdan da uzak durması gerekiyor. Bütün gebeliklerde ideali 10-12 kilo almaktır. Az kilo alımı bebekte gelişme geriliği ve erken doğuma sebep olabilir. Bunun için de son derece düzenli ve sağlıklı beslenmeye özen göstermeli. 4 ana ve 2 ara öğünden oluşan bol sıvı ağırlıklı bir yeme düzeni oluşturmalı. Protein kaynakları olan sebze-meyveleri ve kalsiyum kaynağı olan süt ve süt ürünleri dengeli bir şekilde tüketilmeli. Hazır yiyeceklerden uzak durmalı, çok pişmiş et ile balık tüketimini de artırmalı. Günde 1-2 adet açık çay içebilirler. Ayrıca doktorunun tavsiye ettiği vitamin ve kan haplarını da hiç aksatmadan kullanması önemli. Egzersizin ayrı bir önem taşıdığı bu dönemde doktorlar hafif tempolu yürüyüş ve yüzme tavsiye ediyor. Bunlar dışında ağır kaldırmaması, yorulmaması ve strese girmemesi de alınacak birkaç basit önlem arasında.

bu bilgiler seni aydınlatırmı bilmiyorum... bu kadarını bulabildim ... ama araştırmaya devam ediyorum....a.s.
 
amin canım rabbim hiç bi anne adayına yaşatmasın....

Merhabalar,
Ben 24 ocakta aşılama oldum. Aşılamadan 14 gün sonra kan testi yapalım dedi doktor. Ben 15.günde yaptırdım ve değer 20,78 çıktı. 2 gün sonra tekrarlayalım dedi. Bu değer düşerse gebelik bozulmuş demekmiş. Ben 3.gün yani 18.güne denk geliyo tekrar yaptırdım ve değer; 150,79 çıktı. Doktorum değerin gayet güzel olduğunu ve 10 gün sonra ona muayeneye gitmemi söyledi. Şimdi sizin anlattığınız yukarıdaki olaylara göre benim gebelik kesesini görmeden sevinmemem mi gerekiyor? Yani bu aşama da da gebeliği kaybedebilir miyim?
 
Merhabalar,
Ben 24 ocakta aşılama oldum. Aşılamadan 14 gün sonra kan testi yapalım dedi doktor. Ben 15.günde yaptırdım ve değer 20,78 çıktı. 2 gün sonra tekrarlayalım dedi. Bu değer düşerse gebelik bozulmuş demekmiş. Ben 3.gün yani 18.güne denk geliyo tekrar yaptırdım ve değer; 150,79 çıktı. Doktorum değerin gayet güzel olduğunu ve 10 gün sonra ona muayeneye gitmemi söyledi. Şimdi sizin anlattığınız yukarıdaki olaylara göre benim gebelik kesesini görmeden sevinmemem mi gerekiyor? Yani bu aşama da da gebeliği kaybedebilir miyim?

ÖNCELİKLE HAYIRLI OLSUN CANIM
DEĞERLERİN ÇOK İİ :nazar:
İNŞALLAH TUTMUŞTUR
HER BÜNYE FARKLI
GENEL Bİ DURUM YUKARDA ANLATILANLAR
AMA SEN HEP MORALİNİ YÜKSEK TUT
DİLERİM HAYIRLI HABERLERİNİ ALIRIZ...
 
ÖNCELİKLE HAYIRLI OLSUN CANIM
DEĞERLERİN ÇOK İİ :nazar:
İNŞALLAH TUTMUŞTUR
HER BÜNYE FARKLI
GENEL Bİ DURUM YUKARDA ANLATILANLAR
AMA SEN HEP MORALİNİ YÜKSEK TUT
DİLERİM HAYIRLI HABERLERİNİ ALIRIZ...

valla ne bilim yine de tedirginim işte. Bu sefer olmuştur umarım bakalım haftaya perşembe gideceğim doktora. Şu an ağız acılığı ve göğüslerimdeki acı haricinde bir belirtim yok ama sanırım belirtiler için de biraz erken. Çünkü adetim daha 1 gün geçti. Umarım Allah herkesin gönlüne göre verir.
 
valla ne bilim yine de tedirginim işte. Bu sefer olmuştur umarım bakalım haftaya perşembe gideceğim doktora. Şu an ağız acılığı ve göğüslerimdeki acı haricinde bir belirtim yok ama sanırım belirtiler için de biraz erken. Çünkü adetim daha 1 gün geçti. Umarım Allah herkesin gönlüne göre verir.

AMİN CANIM DİLERİM TUTMUŞTUR... :nazar:
EWET BELİRTİLER İÇİN ERKEN AMA YİNEDE ONLARIN OLMASI İİ BENCE...
ADETNDE GEÇMİŞ... HAYIRLI HABERLERİ ALCAZ İNŞALLAH....:nazar:

a.s.
 
AMİN CANIM DİLERİM TUTMUŞTUR... :nazar:
EWET BELİRTİLER İÇİN ERKEN AMA YİNEDE ONLARIN OLMASI İİ BENCE...
ADETNDE GEÇMİŞ... HAYIRLI HABERLERİ ALCAZ İNŞALLAH....:nazar:

a.s.

merhaba,
maalesef şu anda düşük yapıyorum. Dün doktora gittik keseyi göremedi. kan testini tekrarladık. Değer 122'ye düşmüş. Doktorum bir gebelik olduğunu fakat bunun devam etmeyeceğini söyledi. Hala adet olmadım bu arada. Eğer 15 gün içerisinde adet olmazsan mutlaka bana haber ver dedi. Şu anda isteğim adet olabilmek. Herşey tersine döndü yani. Aylarca adet olmamak için uğraştım şimdi de adet olmayı istiyorum. Çok enteresan. Bu değerin tamamen düşmesini bekleyecekmişiz. Bakalım ne olacak....
 
hürrem canım ağzına sağlıkk.. hepimizi çok iyi bilgilendiriyosunn..rabbim kimseye yaşatmasın..
 
hürremcim çok teşekkür ederim canım benim kan testlerimde bişey çıkmadı ama dr rahmimde bir parça olduğunu miyomda olabileceğini söyledi bebek düşüğünü bu miyom yapmış olabilir diyor miyom ameliyatı nasıl oluyor bilgin varsa bana yardımcı olurmusun güzelim çok korkuyorum
 
MİYOMLAR

Miyom, rahimin normal yapısında bulunan ve bu organın kasılmasını sağlayan düz kas dokusundan kaynağını alan iyi huylu kitleye verilen isimdir. Miyon halk arasında miyom için yanlış kullanılan kelimedir.

Kimlerde miyom vardır?

Her 100 kadından yaklaşık 15'inde çapı ufak veya büyük, az sayıda veya çok sayıda, belirti veren veya vermeyen miyomlara rastlamak mümkündür.

Miyomlar sıklıkla 30-40 yaş grubu kadınlarda saptanırlar. Ergenlik çağından önce teorik olarak miyomlara rastlamak mümkün olmakla beraber bu durum enderdir. Miyomlar menopoz çağında vücutta östrojen hormonu salgısının azalmış olmasıyla birlikte gerileme gösterirler ve bu nedenle üreme çağında miyom tanısı almış kadınların çoğunda menopoza girdikten belli bir süre sonra miyomların hızla küçüldüğü ve hatta kaybolduğu gözlenir.

Neden miyom olur?

Neden bazı kadınlarda miyom gelişip diğerlerinde gelişmediği konusunda yapılan çalışmalar halen devam etmektedir. Siyah ırkta beyaz ırka göre miyom sıklığının 5 kat yüksek olması, aile içinde bir bireyin miyom tanısı alması durumunda (özellikle anne, kız kardeş veya abla gibi birinci derece akrabalarda) diğer bir aile bireyinde miyom görülme sıklığının artması, hastalığın kalıtsal yönünün güçlü olduğunu göstermektedir.

Üreme çağında gelişen miyomların menopozdan sonra hızla gerilemesi de yine miyom gelişiminde östrojen hormonunun oldukça etkili bir rolü olduğunu düşündürmektedir. Gebelik döneminde artan östrojen hormonu salgısına bağlı olarak büyüme gösteren miyomların gebelikten sonra hızla küçülme eğilimi göstermesi bu görüşü doğrular niteliktedir.

Miyomlar ne şekilde karşımıza çıkarlar ve nasıl tanımlanırlar?

Miyomlar hemen her durumda kaynak aldıkları rahimin sınırları içerisinde yer alan oluşumlardır. Bir kadının rahiminde yanlızca bir tek miyom bulunabileceği gibi, çok fazla sayıda miyom beraberce bulunabilir.

Miyomlar yalnızca 1 santimetre kadar küçük çapta olabilecekleri gibi çapları 30 santimetreyi geçen miyomlara da rastlamak mümkündür.

Miyomların rahim içinde yerleştikleri bölge bu kitlelerin yarattığı etkileri ve belirtileri yakından etkiler:

Miyomlar konum itibarıyla en sık rahim düz kas tabakasının içinde gömülü olarak yeralırlar ("intramural"=duvariçi miyomlar). Daha sonra sıklık sırasına göre rahimin dışına doğru büyüyecek şekilde ("subseröz"= rahimin dış kılıfının hemen altında), rahim iç tabakasına doğru büyüyecek şekilde ("submüköz"= rahim içini kaplayan "mukoza" tabakasının hemen altında), veya rahimin yanlarında ("intraligamenter") bulunabilirler.

Miyomlar ne gibi belirtiler yapar?

Miyomlar sıklıkla belirti vermezler ve başka bir nedenle yapılan jinekolojik değerlendirmede tesadüfen saptanırlar. Belirtilere neden olan miyomların yaptığı şikayetler öncelikle rahim içinde bulundukları bölgeye, sonra da büyüklük ve sayılarına bağlıdır. "Submüköz" yer alan çok ufak bir miyom rahim iç tabakasını tahriş ederek düzensiz kanamalara yol açabilirken, "subseröz" yer alan portakal büyüklüğünde bir miyom hiçbir belirti vermeyebilir.

Genel olarak, "submüköz" yer alan miyomların sıklıkla ara kanamalara neden olduğu söylenebilir. Yine bu yerleşimdeki miyomların rahim iç tabakasında etkili oldukları alan ne kadar büyük olursa, gebelikte düşüğe neden olma olasılıkları da o kadar artar.

"İntramural" yerleşimli miyomlar ise sıklıkla adet kanamalarının uzun sürmesi şeklinde belirti verirler. Bu durum, bu miyomların rahim kasılmasınının kanamayı durdurmadaki etkinliğini azaltmasına bağlanabilir.

"Subseröz" miyomlar ufak olduklarında sıklıkla belirti vermezler, ancak çok büyük olduklarında etraf dokularda yaptıkları basıya bağlı belirtiler verebilirler. Örnek olarak öne doğru büyüyen bir miyom idrar torbasına baskı yaparak sık idrara çıkma şikayetlerine neden olabilir. Yine arkaya doğru büyüyen bir miyom kalınbağırsağa baskı yaparak kabızlık şikayetine neden olabilir. Fallop tüplerine bası, bir gebe kalamama nedeni olabilir.

Miyomlarda Bozulma ("Dejenerasyon")

Miyomlar özellikle hızlı büyüdüklerinde kendilerini besleyen kan damarlarının yetersiz kalması sonucu dejenerasyon adı verilen yapısal değişikliklere uğrarlar. Vücutta kanla beslenmesi yetersiz olan her organda olduğu gibi bu durumun miyomlarda oluşması da ani başlayan şiddetli ağrıların hissedilmesine neden olur. Miyomların bozulmasına özellikle gebelik döneminde nispeten sık rastlanır.

Miyomların Kanserleşmesi

Miyomlarda kanserleşmeye çok ender rastlanır. Miyom dokularından gelişen sarkom türü kanserler oldukça kötü seyirli kanserlerdir.

Miyom tanısı nasıl konur?

Miyom tanısı koymak kolaydır. Miyoma özel belirtilerle doktora başvuran bir kadında yapılan jinekolojik değerlendirme (muayene ve ultrasonografi) düşük bir hata payıyla tanı koyulabilmesi için yeterlidir.

Miyom tanısı konduktan sonra tedavi için nasıl bir yol izlenir?

Jinekolojik muayenede miyom saptanmış olması mutlak bir ameliyat nedeni değildir ve saptanan miyomların ancak ufak bir yüzdesi için ameliyat gerekir.

Genel olarak söylemek gerekirse kadının yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyecek kadar şiddetli belirti veren miyomlar ve kanserleşme eğilimi gösterip göstermediği konusunda emin olunamayan miyomlar için ameliyatla tedavi yolu tercih edilir.

Menopozdan sonra ortaya çıktığı belirlenen miyomlar, kısa zamanda hızla büyüyen miyomlar, muayenede yumuşama eğilimi saptanan miyomlar ve ilk saptandıklarında çok büyük olan miyomlar için çoğu durumda ameliyat önerilir.

Gebeliğin planlandığı dönemde saptanan miyomlarda, gebelik üzerinde olumsuz etki yapma ihtimalinin yüksek olduğu düşünülüyorsa, miyom veya miyomların gebelik oluşmadan ameliyatla çıkarılmaları uygun bir yaklaşımdır.

Belirti vermeyen ve üstte belirtilen özellikleri taşımayan miyomlarda belli aralıklarla (genellikle 6 ay aralıklarla) yapılan takip sıklıkla yeterli olmaktadır. Takip süresi içerisinde büyümeye veya belirti yapmaya başlayan miyomlarda ameliyat tekrar gündeme gelir.

Tedavi için ne gibi seçenekler vardır?

Miyom nedeniyle tedavi gerektiğinde tedavi yolunu belirleyici en önemli etken çocuk arzusunun devam edip etmediğidir. Ailesini tamamlamış ve çok sayıda miyomu olan kadınlarda sıklıkla önerilen tedavi şekli rahimin tümüyle alınmasıdır.

Çocuk arzusunun devam etmesi durumunda ise rahim yerinde bırakılır ve ameliyatla miyomların çıkarılması yoluna gidilir.



alıntı...
 
MİYOM ÇIKARILMASI (MİYOMEKTOMİ)

Bu konuyu daha iyi anlayabilmek için miyom konusunu mutlaka okuyunuz.

Miyom konusunda belirtildiği gibi miyomlar rahim kasından kaynak alan hemen tümü selim tabiyatlı oluşumlardır. Özellikle 35 yaşından itibaren kadınların önemli bir kısmında hassas yöntemler kullanılarak (vajinal ultrasonografi) yapılan incelemelerde bir veya birden fazla miyom saptanabilir.

Bu yazının amacı miyomların hangi durumda çıkarılması gerektiğini anlamanıza yardımcı olmak ve ameliyat tekniği konusunda bilgi sahibi olmanızı sağlamaktır.

Hangi Durumlarda Miyomlar Çıkarılmalıdır

Miyomlar nispeten sık görülürler ve çoğu durumda yapılması gereken bu oluşumların büyüyüp büyümediğinin belirlenmesi için düzenli olarak yapılan takiplerdir. Yani miyomların yalnızca az bir yüzdesi için ameliyat gerekir.

Genel olarak söylemek gerekirse miyomlar kadının günlük yaşamını olumsuz yönde etkiliyorsa veya rahimde saptanan kitlenin miyom olduğundan emin olunamıyorsa (miyom sanılan kitlelerin çok ufak bir yüzdesi gerçekte kötü huylu bir tümör olabilmektedir) ameliyat yoluna gidilmesi tercih edilir.

Miyomların ilaçla tedavisi mümkün müdür?
Miyomlar östrojen hormonu etkisiyle büyüyen kitlelerdir. Vücutta östrojen hormonu salgısını durduran ilaçlar (Geçici menopoza sokan "GnRH analogları") miyom boyutlarında küçülmeye neden olurlar. İlaç tedavisi kesildikten belli bir süre sonra miyomlar tekrar büyürler. Özellikle endometriyozis tedavisinde kullanılan bu ilaçlar kadını östrojen hormonunun eksilmesine bağlı ortaya çıkan risklerle baş başa bıraktıklarından yalnızca kısıtlı bir süre için kullanılabilirler. Günümüzde miyom tedavisinde bu ilaçların tek kullanım alanı büyük miyomlara uygulanacak ameliyat öncesinde miyom boyutlarını küçülterek ameliyat risklerini azaltmaktır.

Miyomların kendiliğinden küçülmesi mümkün müdür?

Miyomlar östrojen hormonuna bağımlı oluşumlardır. Bu nedenle östrojen salgısının azaldığı menopoz döneminde miyomların çoğu küçülürler ve hatta ortadan kalkabilirler.


Ayrıntılı olarak incelenecek olursa aşağıdaki durumlar ameliyat gerekliliği oluştururlar:

Miyom veya miyomların düzensiz kanamalara neden olması:

Düzensiz kanama nedeniyle yapılan jinekolojik değerlendirmede saptanan miyomların kanama düzensizliğinin nedeni olduğu düşünüldüğünde bu miyomların ameliyatla çıkarılması tercih edilir. Özellikle "submüköz" adı verilen rahim iç tabakasına yakın komşulukta yer alan miyomlar adet kanamasının uzun sürmesi, ara kanama, lekelenme tarzında kanama gibi sorunlara neden olabilirler. "İntramural" adı verilen rahim kası içine gömülü miyomlar ise genellikle adet kanamasının uzun sürmesine neden olurlarken "subseröz" cinste olanlar genellikle kanama bozukluğuna neden olmazlar.

Miyom veya miyomların komşu organlara bası yaparak bu organların işlevlerini olumsuz yönde etkilemesi:

Özellikle büyük miyomlar rahimle yakın komşulukta bulunan idrar yollarının veya bağırsakların işlevlerini olumsuz yönde etkileyebilirler:

İdrar torbasına bası yapan miyomlar sık idrara çıkma, bazen idrar tutamama veya idrar yapamama şikayeti yapabilirler. Çok büyük miyomlar rahimin her iki yanında sağlı sollu seyreden idrar kanallarına bası yaparak böbreklerden idrar torbasına idrar akışını engelleyebilirler. Çok ender görülmesine karşın bu durum böbrek işlevlerinin kalıcı olarak hasar görmesine neden olan ciddi bir durumdur.

Bağırsaklara ve özellikle de kalın bağırsağa bası olması durumunda dışkılama işlevi olumsuz etkilenebilir.

Rahimdeki kitlenin gerçekten miyom olup olmadığı konusunda şüphe duyulması:

Özellikle büyük boyutlara ulaşan miyomlar veya yapılan seri takiplerde hızlı büyüdüğü görülen miyomlar kötü huylu olabilmeleri nedeniyle ameliyatla çıkarılırlar. Patolojik inceleme kesin tanıyı koyar.

Miyomların ağrıya neden olması:

Pelvik ağrı nedeniyle yapılan jinekolojik değerlendirmede miyomların ağrının nedeni olduğu düşünüldüğünde ameliyat tercih edilir:

Miyomlar çevre dokulardaki sinir uçlarına veya çevre organlara bası yaparak rahatsız edici ağrılara neden olabilirler. Bu ağrılar adet sancısı şeklinde olabileceği gibi adet döngüsünün her gününde sürekli var olan ağrılar şeklinde olabilir.

Miyomların ağrıya neden olduğu durumlardan biri de bozulma ("dejenerasyon") adı verilen durumdur. Miyomun hızla büyümesiyle ortaya çıkabildiği gibi bazen ufak miyomlar da bozulma belirtilerine neden olabilirler. Miyomu besleyen damarın nispi yetersizliğine bağlı olarak ortaya çıkan bu durumda bazen karın içi organlarda ciddi bir durum (apandisit, iç kanama gibi) düşündürecek belirti ve bulgular ortaya çıkması doktorun acil ameliyat kararı vermesini gerektirebilir.

Özellikle rahimağzına yakın yerleşimli "submüköz" miyomlar bazen vücut tarafından rahimağzından dışarı atılmaya çalışılırlar. Rahim bu durumu şiddetli kasılarak ve rahimağzı da açılarak sağlamaya çalışır ve bu süreçte ortaya çıkan şiddetli ağrılar miyomun ameliyatla vajinal yoldan çıkarılmasını gerektirir.

Miyomların Gebelik Döneminde Sorun Yaratma Olasılığının Varlığı:

Miyomlar çok ender durumlarda bir gebe kalamama nedeni olurlar. Bunun yanında özellikle çok sayıda olan, "submüköz" yerleşimli miyomlar tekrarlayan düşüklere, erken doğuma, plasentanın erken ayrılması gibi sorunlara neden olabilirler. Yine gebelik döneminde artan östrojen hormonunun etkisiyle tümüyle risksiz gözüken bir miyom büyüyerek çeşitli sorunların ortaya çıkmasına neden olabilir (gebelik ve miyomlar). Bu nedenle bazı durumlarda miyomun gebelik başlamadan önce çıkarılma önerisi sunulabilir.

Hangi Durumlarda Miyomların Çıkarılması Yerine Rahimin Tümüyle Alınması Tercih Edilir?

Rahimin gebelik döneminde büyüyen bebeği barındırmak dışında bilinen bir işlevi yoktur. Bu nedenle ailesini tamamlamış bir kadında miyomların çıkarılması yerine rahimin tümüyle alınması önerilebilir. Bu öneri kadınların çoğuna antipatik gelse de kadının rahimin alınmasıyla ileri yaşlarda gelişmesi muhtemel iki kanser türünden (rahim kanseri ve rahimağzı kanseri) tümüyle kurtulmuş olmasının getireceği avantajlar gözardı edilmemelidir.

Bu aşamada özellikle tekrar vurgulanması gereken nokta halk arasında rahimin alınmasının menopoza girmiş olmakla eşdeğerli olduğu düşüncesinin kesinlikle yanlış olduğudur. Menopoza girişi belirleyen adet kanamalarının kesilmesi değil, yumurtalık işlevlerinin durmasıdır. Menopozda adet kanamalarının kesilmesinin nedeni rahim iç tabakasını her ay geliştiren ve adet döngüsü sonunda kanamayla dökülmesini sağlayan yumurtalık hormonlarının salgısının durmuş olmasıdır. Rahimi alınmış bir kadın operasyon esnasında yumurtalıkları bırakılmışsa (40-45 yaşından önce rahim alınması durumunda genellikle yumurtalıkların bırakılması tercih edilir) adet kanamaları kesilecek, doğal menopoz yaşı gelene kadar yumurtalık hormonları salgılarına devam edecektir.

Miyomlar Nasıl Çıkarılır?

Genel olarak söylemek gerekirse miyomların hangi yöntemle çıkarılacağının temel belirleyicisi miyomun büyüklüğü ve rahim içindeki konumudur.

Tümüyle "submüköz" yerleşmiş bir miyom histeroskopi adı verilen yöntemle rahim içine vajinadan özel aletlerle girilerek çıkarılabilir.

Çok sayıda olan, rahim içine gömülü veya rahim dışında doğru büyüyen miyomların genellikle karın açılarak yani "açık ameliyat" ile (laparotomi) çıkarılması önerilir. Uygun durumlarda aynı işlem laparoskopi yoluyla da gerçekleştirilebilir.

Miyomlar genellikle içerdikleri kapsül adı verilen dış kılıf vasıtasıyla sağlam dokudan net sınırlarla ayrılmış kitlelerdir ve ameliyat esnasında rahim dokusuna yapılan kesinin içinden girilerek dış kılıflarıyla birlikte bir bütün olarak çıkarılabilirler.

Sezaryan Esnasında Miyom Çıkarılması

Gebelik döneminde artan östrojen hormonları nedeniyle var olduğu bilinen bir miyomun büyümesi veya yeni miyomların oluşması mümkündür. Bu nedenle sezaryan ameliyatı esnasında miyomlara nispeten sık rastlanır.

Miyomların rahim içinde derinde gömülü olduğu durumlarda miyoma ulaşmak amacıyla rahim kasına yapılan kesi gebelik döneminde ciddi kanamalara neden olabilmektedir. Bu nedenle yüzeyel yerleşimli veya küçük bir sapla rahime bağlı miyomlar hariç sezaryan esnasında miyom çıkarılması önerilmez. Gebelik dönemi bittikten sonra büyüyen miyomların hemen tümünde bir küçülme eğilimi olması da sezaryan esnasında miyomların çıkarılmasını gereksiz kılan diğer bir etkendir.

Miyom Çıkarılma Ameliyatının Riskleri Nelerdir?

Miyom çıkarılma ameliyatları genel anestezi altında uygulanan ameliyatlardır. Bu nedenle genel anesteziye bağlı oluşması muhtemel riskler bu ameliyatta da ortaya çıkabilir. Dikkatli bir ön değerlendirme ve tecrübeli bir doktor tarafından verilen anestezi bu riskleri çok azaltır.

Miyom çıkarılma ameliyatları "kanlı" ameliyatlardır. Bir veya birkaç miyomun çıkarıldığı kısa süren ameliyatlarda kanama miktarı fazla değilken özellikle aynı seansta çok sayıda miyomun çıkarıldığı ameliyatlar, her miyomu çıkarmak için rahime ayrı bir kesi uygulanmasını gerektirmesi nedeniyle önemli kan kayıplarına neden olabilir. Miyomların hızlı bir şekilde çıkarılması, rahime uygulanan kesi sayısının en azda tutulması ve gerekli durumlarda kan nakli yapmak için ameliyat öncesinde birkaç ünite kanın hazırlanması kan kaybına bağlı oluşması muhtemel riskleri en aza indirir.

Karından uygulanan jinekolojik ameliyatların tümünde genital organlarda yapışıklık oluşma riski vardır. Bu yapışıklıklar yumurtalık ve tüpler etrafında olduklarında bu organların işlevlerini olumsuz yönde etkileyerek gebe kalamama veya zor gebe kalma nedeni olabilirler. Ameliyatın kısa zamanda tamamlanması, yapışıklığı en aza indirmek için ek bazı önlemler alınmasıyla bu risk azaltılabilmekle beraber ameliyat laparoskopi gibi çok az yapışıklık oluşumuna neden olan bir yöntem kullanılsa dahi yapışıklık oluşumunu tümüyle önlemek mümkün değildir.

Özellikle çok sayıda ve büyük miyomların çıkarıldığı veya miyomların rahimağzı bölgesi gibi çıkarılması zor bölgelere yerleştiği sorunlu ameliyatlar esnasında rahimin bırakılması mümkün olmayabilir. Bu durum bir veya birkaç miyomu olan bir kadında çok çok ender görülen bir durumdur.

Miyom çıkarılması için kullanılan teknik ameliyata bağlı riskleri etkileyen diğer bir durumdur. Açık ameliyatla yani karından girilerek yapılan ameliyatlarda bu yöntemin getirdiği riskler, laparoskopi ile yani ince borularla karını açmadan kamera yoluyla uygulanan ameliyatlarda da bu yöntemin getirdiği riskler mevcuttur. Uygun bir ameliyat tekniği kullanıldığında ameliyat tekniğinin kendisine bağlı riskler çok ender olarak ortaya çıkar.

Miyom çıkarılırken herhangi bir aşamada rahim iç tabakasının bütünlüğünün bozulması ileride yaşanacak gebelikte doğumun sezaryanla gerçekleştirilmesini gerektirir. Bunun nedeni rahimin doğum kasılmaları esnasında miyomu çıkarmak için rahim kasına uygulanan kesi bölgesinden yırtılma olasılığının bulunmasıdır. Ne kadar iyi bir ameliyat tekniği kullanılırsa kullanılsın ve kesi ne kadar iyi tamir edilirse edilsin bu durumun temel belirleyicisi miyomun rahim iç tabakasına yakınlığıdır. "Submüköz" adı verilen tipteki miyomların çoğunda bu durum kaçınılmaz olarak ortaya çıkar.

Özetle söylemek gerekirse modern aletler ve güncel bir ameliyat ve anestezi tekniği kullanılarak yapılan bir operasyonun başarıya ulaşma olasılığı çok yüksektir.

Ameliyat Sonrasında Tekrar Miyom Oluşur Mu?

Miyom genetik özelliklerle yakından ilgili bir olaydır. Miyomu olan bir kadının rahimi alınmadığı sürece yeniden miyom oluşturabilir. Bu ancak çok ender durumlarda ameliyat esnasında kitlelerin tümüyle çıkarılmamış olmasıyla ilgilidir.



alıntı...
 
hürremcim çok teşekkür ederim canım benim kan testlerimde bişey çıkmadı ama dr rahmimde bir parça olduğunu miyomda olabileceğini söyledi bebek düşüğünü bu miyom yapmış olabilir diyor miyom ameliyatı nasıl oluyor bilgin varsa bana yardımcı olurmusun güzelim çok korkuyorum

bitanem hiç korkma... belkide,hiç bişi yoktur..
ben seni bilgilendirmek için araştırma yaptım... dilerim faydalı olur...
geçmişler olsun... sevgiler...a.s.
 
X