Polonyadaki Tatarları ve Müslümanları

E

EU1

Ziyaretçi
POLONYA MÜSLÜMANLARI

Polonya'ya, 1985, 1988 ve 1993 yıllarında üç kez gittim. Diyebilirim ki, yeryüzünde, Türkler'i, Leh Milletinden daha çok seven bir Millet yoktur ve Polonya'da, Türk olmak, en geçerli pasaportur...

Çünkü, tarih içerisinde, Türkler'le Lehler arasında çok iyi ilişkiler kurulmuş ve iki Millet, biribirlerine karşı daima sevgi ve saygı duymuşlardır.

Başta Varşova olmak üzere, önemli bütün kentlerini, tarihi ve turisitik yerlerini, dini mekanlarını dikkatle gezip gördüm ve incelemelerde bulundum. Edindiğim önemli izlenimlerden birisi, Polonya'da yaşayan insanların son derece dindar oluşlarıydı. Fakat bu dindarlık, fanatik bir din anlayışından çok uzak, gerçek anlamda bir laiklik seviyesindeydi. Zira, halkın büyük çoğunluğu Katolik Hrıstiyan dinine mensup olmasına rağmen, hemen hemen, dünyadaki bütün dinlere mensup olan insanlar da vardı ve bunlar, dini inaçlarına uygun bir biçimde yaşama özgürlüğüne sahiptiler.

Polonya'da var olan dinlerden birisi de İslamiyetti. Sayıları az da olsa Türk Tatarlar, Polonya'nın asli unsurları olarak bu ülkede yaşıyorlardı. Bunlar daha çok Litvanya hududuna yakın bir bölgede bulunan Biavistok kentinde ve bu kente bağlı Bohoniki ve Kurşunyani köylerinde oturuyorlardı. Kuşkusuz, dağınık bir biçimde, Polonya'nın her yanında yaşamakta olan Tatarlar da vardı. Mesela, bir tersane kenti olan Gdansk ile başkent Varşova'da bir hayli Müslüman Tatar çalışıyor ve geçimlerini sağlıyorlardı.

Bohoniki ve Kurşunyani köyleri, Polonya Müslümanları için, çok önemli iki köydü. Köylerdeki camilerde beş vakit namaz kılınmıyordu, ama özellikle cuma ve bayram namazlarında hem imam hem de cemaat bulunuyor ve bu iki köyün, Müslüman köyler oldukları kanıtlanıyordu.

Bohoniki ve Kurşunyani köylerindeki Müslüman Mezarlıkları, temiz ve bakımlıydı. Bütün kabirler mermerle çevrilmiş, üzerlerine de mermer birer mezar taşı konulmuştu. Mezar taşları üzerinde latince ve bazılarında da arap alfabesiyle yazılar kazınmıştı. Hemen hemen bütün mezar taşlarının üzerinde ise, mutlaka Ay-Yıldız nakşedilmişti. Bazı mezar taşlarının üzerinde merhumun ya da merhumenin, Lehçe adının yanıbaşında, bir de Müslüman-Türk adı yazılıydı. Türk Tatar Müslümanlar, Polonya'nın neresinde vefat ederlerse etsinler, genellikle, Bohoniki veya Kurşunyani'deki Müslüman mezarlığına getirilip defnediliyorlardı. Ancak, sonraları, Varşova'da oluşturan Müslüman Mezarlığına da definler yapılmaya başlanmıştı.

Biavistok ile Bohoniki ve Kurşunyani'de, Ramazan ve Kurban bayramları çoşku içerisinde kutlanmaktadır. Geleneksel törenlerin yanısıra, varlıklı olanlar, Kurban Bayramlarında kurban kesmekte ve bunun gereğini yapmaktadırlar.

Ancak, Ramazan aylarında, oruç tutanların sayıları parmakla gösterilecek kadar azdır. Kuşkusuz buna, kendilerine göre bir gerekçe göstermektedirler.

Polonyalı Türk Tatarlar, Türkçe'yi unutmuşlar. Bunun nedenini, Polonya Tatarlarının Müftüsü Stefan Muharski; "Polonyalı gençler, güzel Leh kızlarıyla evlenmeyi tercih ediyorlardı. Çocuklar da daha çok ana dillerini öğrenip bu dille konuştuklarından, yüzyıllar içerisinde, Türkler, kendi dillerini unutup, Lehçe konuştular" biçiminde açıkladı.

Ancak, inanç sistemi babadan oğula ve toruna intikal ettiğinden, İslamiyetten kopmamışlar; namaz kılmasalar, oruç tutmasalar da, müslüman olduklarını söyleyegelmişlerdir.

Müftü Muharski, Biavistok'ta, bir İslam Kültür Merkezi'nin kurulabilmesi için büyük çaba harcamıştır. Bir ölçüde başarılı da olmuş, bir alt yapı oluşturmuştur. Ancak, O'nun arzu ettiği bir Merkez, henüz kurulabilmiş değildir.

Kur'an'ı Kerim, Lehçe'ye çevrilmiş ve birkaç kez yayımlanmıştır.

Son yıllarda, Varşova'daki "Müslüman Birliği Cemiyeti"nin çabalarıyla bir, "İslam Kültür Merkezi" oluşturulmuştur. Bu Merkezdeki cami, özellikle cuma namazlarında tıklım tıklım dolmaktadır. Çünkü Başkent Varşova'da, çeşitli Müslüman ve Arap Ülkelerine mensup insanlar da yaşamaktadır ve bütün bunlar, Varşova'daki tek camide toplanıp, birlikte cuma namazlarını eda etmektedirler.

Polonya Müslümanları Cemiyetinin İkinci Başkanı Ali Kozakeviç bize Merkezi, Cami ve Mezarlığı gezdirirken, faaliyetleri hakkında da ayrıntılı bilgiler verdi. Edindiğimiz bilgilere göre, Polonya Müslümanları Birliği'nin Varşova dışında, Gdansk, Krakov, Gorozow, Bydgoszcz, Torun ve Elblag'da da şubeleri varmış. Tabii, Biavistok'daki örgüt de faaliyetlerini sürdürmektedir.

Ali Kozakeviç'in verdiği bilgilere göre; arzu eden müslüman aileler, çocuklarına İslami eğitim aldırabilmektedir... Gdansk'daki görkemli camiinin cemaati az değildir... Polonya Hükümeti, Devlet bütçesinden Müslümanlar için de ödenek ayırmaktadır...

Polonya'da, Müslüman Türklerin dışında, Yahudiliğe yakın bir inanç sisteminin mensubu olan Karaim (Karay) Türkleri de yaşamaktadır. Sayıları giderek daha çok azalan Karay Türklerinin Varşova'da, kendilerine özel bir de mezarlıkları bulunmaktadır. Polonya'daki Türk varlığı kısaca şöyle özetlenebilir: Tarih içerisinde, Orta Asya'dan gelip burada yerleşen Kumanlar, Kıpçaklar ve Altınordu'nun torunları... Kırım Hanları'nın gönderdikleriyle, kendiliğinden gelip yerleşen Kırım Türk Tatarları... Osmanlı Devletinin çeşitli bölgelerinden gidip Polonya'ya yerleşenler... Bunların sayıları çok az da olsa, hepsi birden Lehistan Türkleri'nin temsilcileri olarak, dost ve hatta kardeş Polonya'da yaşamlarını sürdürmektedirler. Biz, bütün bu insanlarımızla ayrı ayrı görüşmeler yapmak imkanı bulduk. Gördük ki hepsi de, bir Polonyalı olarak, rahat, özgür ve eşit haklarla, mutlu biçimde yaşamaktadırlar.

Kısaca özetlemek gerekirse Polonya, hangi dinden, hangi ulustan olursa olsun, insana değer veren, insan varlığını her türlü değer yargılarının üzerinde tutan bir ülkedir
 
POLONYA TATARLARI​


Polonyalılar, tarihlerinde Tatarlarla ilk defa 13. yüzyılda karşılaşmışlardı. O zamanlarda, Çengiz Hanın ölümünden sonra doğudaki Moğol ulusları, Doğu ve Orta Avrupa'ya ve Anadolu'ya (Köse Dağ 1243) hareket etti. Rus Prensliği'ni fethettikten sonra Moğol orduları Macaristan ile müttefiki olan Polonya'ya aynı zamanda hücum ettiler,. O zamanda Polonya prenslerinden en kuvvetlisi Henryk Pobo¿ny, Legnica meydan muharebesinde Moğollara karşı direnmeye çalışmış fakat büyük bozguna uğramıştı (1241). Fakat Moğol ordusunun hedefi Polonya değil, Macaristan idi, çünkü Moğol komutanları Polonya prensinin olabilecek yardımını engellemek istediler. Legnica meydan muharebesinden hemen sonra Moğol ordusu geri çekilerek Macaristan'a doğru yürüdü. Tatarlar, Çengiz Han'ın ordusuna katılan kavimlerden biriydi, fakat Avrupa'da o zamanlarda bu ad Moğol İmparatorluğu, yâni "Tatar" sözcüğü "Moğol" anlamına gelirdi (Jan Pian di Carpini, Historia Mongo³ów (Moğollar Tarihi", Benedykt Polak, Sprawozdanie (Rapor), C. de Bridia, Historia Tatarów (Tatarlar Tarihi), Jerzy Strzelczyk (editör), Spotkanie dwóch œwiatów. Stolica Apostolska a œwiat mongolski w po³owie XIII wieku (İki Dünyanın Karşılaşması: 13. yüzyıldaki Vatikan ve Moğollar, Poznañ 1993). Tatar sözcüğü Ortaçağ Avrupa'sında olumsuz çağrışımlar doğuruyor, antik mitolojide geçen "Tartar" kelimesine (ölmüş insanların göçtükleri yeraltı dünya) benzetiliyordu. Yabancı, şaşırtıcı, yabancı dille konuşan, bilinmeyen yöntemlerle savaşan ve - işin en kötüsü - devamlı olarak galip çıkan ordunun bilinmeyen dünya ucundan ansızın gelmesi o zamanın insanları paniğe uğratıp korkutuyordu. Rus Prensliği'nde olduğu gibi değil, Moğollar (Tatarlar) Polonya prenslerini kendilerine tabi kılmaya gayret etmediler. Siyasi (Polonya'nın Macaristan ve Rus Prensliği ile akdettiği ittifak) ve ekonomik (bol ganimet ile esirler) nedenlerle yapılan akınları 13. yy. boyunca devam etti. Bu tür saldırıların ilk hücum kadar korkutucu olmamasına rağmen bir yandan Polonya, Lituanya ve Batı Rus Prensliği'nin arazileri harabelere dönüştürerek bu ülkelerin ekonomisini yıkıyordu, öte yandan Polonya ile Lituanya'nın gelecekte yakınlaşmasını etkileyen faktörlerden biriydi. Bu bölgeye, yâni Lituanya'ya Tatarlar ilk olarak yerleştirilmişlerdi.
 
Tatar kavimlerinin Lituanya'ya yerleşmesi 14. yy.ın sonunda ve 15. yy.ın başında başladı. O zamanda, Polonya kralı W³adys³aw Jagie³³o'nun baba tarafından kuzeni olan Witold Lituanya'nın prensiydi. 14. yy.ın yarısından itibaren, Coçi Ulusu'ndan ayrılmış olan Altın Ordu'da iktidar savaşları başlamıştı. Han tahtına adaylar sık sık Lituanya'dan destek istiyorlardı. Lituanya sınırlarına sığınanlar ile Altın Ordu'ya karşı düzenlenen savaşlar sırasında esir düşenler ilk göçmen grubu oluşturuyordu. Ko³oczary (Koloçarı), Kazak³ary (Kazakları), Mareszlary (Mareşları), Prudziany (Prucanı) ve Vilnyus yakınlarında bulunan ve bugünlere kadar varolan Sorok Tatary (Kırk Tatarlar) adlı köyler Tatarların Lituanya'daki ilk yerleşimleriydi. Tatarlar 17. yy.a kadar Lituanya'ya kesintisiz olarak yerleşirlerdi. Başlangıçta Tatar köyleri, büyük siyasal ve sanayi merkezlerinin etrafında bulundu, sonra da birçok küçük köy ile yerleşim yeri kurulmaya başlandı. Tatar köy ile kasabalarını, bugünkü Batı Beyaz Rusya, değişik dönemlerde Lituanya ve Polonya'ya ait olan Beyaz Rusya, Batı Ukrayna ve bugünkü Lituanya'da (Sorok Tatara) bulmak mümkün. İlk göçmen grupları (14. ve 15, yy.) üç kuşağın hayatı boyunca hemen hemen tamamen özümlenip yerli dili ile Hıristiyanlığı kabûl etmişti. Yerli kadınlarla evlendiklerinden yerli halkla kaynaştılar. 16. yy.dan itibaren, Büyük Moskova Prensliği'nin yayılması nedeniyle Lituanya'ya gelen veya Lituanya - Tatar savaşları sırasında esir düşenler göçmenlerin ikinci dalgasını teşkil ediyorlardı.

14. yy. sonundan itibaren Polonya ile Lituanya arasında yakınlaşma süreci kaydedilmektedir. Jagellon hanedanının temsilcileri: gerek kardeşler gerekse de aynı kişi Büyük Lituanya Prensi'nin kalpağını ve Polonya Kraliyeti'nin tacını giyerek iki ülkenin tahtlarına çıkardı. 1569 yılında, Lublin şehrinde, birlik anlaşması iki ülke arasında imzalandı. Bu anlaşmanın neticesinde İki Millet Cumhuriyeti kuruldu. Ülkenin başında aynı kişi tarafından temsil edilen Kral ve Büyük Prens bulunuyor, yasama organı müşterek parlamento, bütün makamlar ise ikiliydi. O dönemde de Jagellon hanedanından son Kral ve Büyük Prens Sigismundus Augustus Tatarların 17. yy.da yerleştirildikleri Ukrayna'nın bir kısmını Polonya Kraliyeti ile birleştirdi.

Lipka Tatarları eski Polonya'ya yerleşen Tatar göçmenlerinin son kalabalık grubudur. Lipka sözcüğünün kökeni bilinmemektedir. Lipka Tatarları çeşitli boy ile gruplardan olup Polonya ordusunda hizmet yapan askerlerdi. Savaşlarda elde ettikleri başarılar nedeniyle 1659 yılında güney doğu Polonya'daki topraklar (Podolya ile Wo³yñ bölgeleri) kendilerine tahsis edildi. Devlet Hazinesi'nin maaşlarını devamlı olarak geciktirdiğinden 1672'de birkaç Lipka müfrezesi isyan edip Osmanlı sultanına hizmet vermeğe başladı. Jan Sobieski'nin (1674 yılında Polonya Kralı seçildi) çabaları sayesinde başkaldıranların bir kısmı kral için yeniden hizmet vermeğe başlayıp 1679 yılında, halen Bia³ystok ilinde bulunan kral mülkiyeti olan Ma³aszewicze, Studzianka, Drahle, Bohoniki ve Kruszyniany köylerine yerleştirilmişlerdi.

Polonya ile Lituanya'ya göçen Tatarlar birkaç toplumsal kesimden oluşmaktaydı. Doğrudan doğruya prense bağlı olan "Prens Tatarları" ile "Prens Tatarlarına" tabi tutulan ve er olarak askerî hizmet yapan "Kazak" Tatarları adlı gruplar kolayca ayrılabilir. Ayrıca, esir düşen Tatarla, prensin emri üzerine şehirlere ve kalelerin yakınlarına yerleştirilirlerdi. Bu tür kesimler Tatarların geleneksel toplum yapısını kısmen yansıtıyor, Lituanya'da ise bu toplumsal yapı arazi tahsisi ve arazi mülkiyetiyle ilgili olup tanınan ayrıcalıklarla pekiştiriliyordu.
 
Geleneksel toplumsal yapı, kuşaktan kuşağa geçip yeni yere yerleşmiş olan kişiler tarafından kullanılan unvanlara yansımaktadır. Büyük Lituanya Prensliği'nin ªurası'nda danışman olarak yeri olan ve Büyük Lituanya Prensliği Tatarlarının başında bulunan han oğluna "So³tan" veya "Carewicz" (tsareviç) (han oğlu) unvanı veriliyordu. "Ulan" Çengiz Han'ın ahfadı anlamındaydı. "KniaŸ" (prens) unvanı "U³an" (Ulan) ve Murza unvanlarına koşut olarak kullanılır, ömrünün bir kısmını padişahın ordusunda geçirmiş seçkin adamlara ise "bey" veya "ağa" unvanı takılırdı. İmam veya mollaların Tatar gruplarında önemli rolü vardı. İmamlar müminler tarafından seçilerek cemaatin ruhanî liderleriydi. Aynı zamanda hakim, noter fonksiyonunu görüp vasiyetnâme ile senetler hazırlayarak imzalar, evlilik ölüm vs. olaylar gibi nüfûs işleriyle uğraşırlardı.

Bugünlerde, Polonya'da oturmakta olan Tatarların torunları eski Polonya Cumhuriyeti'nde asilzade unvanına sahip olan ailelerden çıktıklarını iddia etmektedir. Fakat asilzade kesimine üyesi olmak, aile kökenine, araziye sahip olma hakkına, tanınmış olan siyasî ayrıcalıklara ve bir kişinin Polonya'nın savunmasına katılıp katılmamasına bağlı olup kanunların ilgili hükümlerinde tanımlanmıştır.

Hükümdarın her çağrısı üzerine silaha sarılmaları kaydıyla Tatarların seçkinleri olan "Prens Tatarlarına" toprak verilirdi. Tahsis edilen toprak, üzerine bağlı görev ile yükümlülüklerle birlikte çocuklara intikal ettirilebilip de satılamadı. Başlangıçta Tatarlar, asilzadelere ait olan araziler satın alamadılar. Böylece Tatarlar, asker hizmeti yapmağa mecbur olan "kiracı-sahip" durumundaydılar. Asilzadeler ile Tatarların kendi mülkiyetlerini büyütmek eğiliminde olduklarından ve Tatarların, üzerine konulmuş olan askerî yükümlülüklerden kurtulmak istediklerinden ilgili kanunlar nihayet değiştirilmişti. 1699 yılında kral tarafından onaylanmış imtiyaza göre Tatarlar araziye mülkiyetine ve bunu tasarruf hakkına tamamen sahip oldular. Aynı zamanda asilzadeler için uygulanan ceza kanunu hükümlerinin Tatarlar için uygulanmasıyla ilgili süreç sona erdi. Asilzade veya ailesinin üyelerinden birinin öldürülmesi veya yaralanması nedeniyle ödenmesi gereken tazminatın 1528'de Tatarlara tanındığı zaman bu süreç başladı.

Tatar kökenli asilzade ile Hıristiyan asilzadeler arasındaki fark siyasal haklarla ilgiliydi. Tatarlar bu tür haklardan yoksundular. Tatarlar bölge parlamentolarına katılmıyor, kendi milletvekillerini seçmiyor, bölge kuruluşlarında görev yapmıyorlardı. Bu tür hakların tanınmasını engelleyen faktör mezhep idi (Ortodoks ile Doğu Katolikler de aynı haklardan mahrumdular). Din sorunu, 17. yy.da, Polonya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkilerin gergin olduğu zaman, adı geçen hakların tanınmasına karşı çıkanların elinde siyasal bir koz oluyordu. Müslüman Tatarlar bu engeli aşma çabasında asla bulunmadılar. Tatarlar kendi din haklarını (örn. cami inşa hakkını) ve yaptıkları askerî hizmetlerden kaynaklanan haklarını savunmakta kararlıydılar.
 
15. yy.dan itibaren Tatar müfrezeleri Polonya-Lituanya devleti tarafından yapılan bütün savaşlara katıldı. Tatar müfrezeleri, 1409-1411 yılları arasında süren Tötön ªövalyeleriyle savaşa ilk defa iştirak etti. O zamandaki savaş Polonya ve Lituanya için ölüm kalım mücadelesiydi; Grunwald zaferi ise hâlen Tatar kökenli Polonyalılar dahil olmak üzere Polonya vatandaşlarının tarih bilincinin pekiştirilmesini etkileyen faktörlerden biridir. Kırımdan gelen yardımcı müfrezeler ve Büyük Lituanya Prensi Witold'un tebaası olan Tatarlar olmak üzere bu meydan muharebesine yaklaşık 1.000 Tatar askeri katılmış. Polonya-Lituanya ordusunun başkomutanı olan Polonya Kralı W³adys³aw Jagie³³o Tatarların savaş taktiğini uygulayarak düşmanın niyetlerini keşfedebildiğinden hücum inisiyatifini ele almayı başardı. Müteakip dönemlerde, Tatar müfrezeleri, Tötön ªövalyeleri (sonra laik Prusya Prensliği), Moskova Prensliği, Rusya, Macaristan, Avusturya, Kazaklar, İsveç, hatta da Kırım Hanlığı ile Osmanlı İmparatorluğu'na karşı yapılan savaşlara katıldı. "İsveç tufanı" adını taşıyan İsveç istilâsı sırasında, Polonya ile Lituanya'nın İsveç ordusu tarafından 1655 yılında tamamen işgal edildiği zaman Kırım Hanı Polonya Kralı 2. Jan Kasimir Vasa'ya yardım ederek Tatar süvarilerinden oluşan bir müfreze gönderdi. 1674 yılında Polonya Kralı ile Büyük Lituanya Prensi unvanıyla tahta çıkacak III. Jan Sobieski o zamanda Tatar süvarilerinin başkumandanıydı. Tatar alayı, Polonya Kraliyeti'ne karşı vefasızca davranan Prusya Prensliği'nin topraklarında çok etkileyici sabotaj taktiği uyguluyordu.

Ancak bir defa Tatar kökenli Polonya vatandaşları Polonya Cumhuriyeti'ne karşı başkaldırdılar. Yukarıda söz ettiğimiz gibi hakkettikleri maaşın Polonya tarafından geciktirildiği için Lipka Tatarları 1672'de isyan ettiler. Tatar askerlerini çok takdir eden Jan Sobieski'nin çabaları sayesinde Türk ordusunun safına geçmiş olan Lipkalar, Polonya'ya geri dönüp Karlofça barış anlaşması imzalanıncaya kadar (1699) Viyana kuşatması olmak üzere Türkiye ile sürdürülen savaşa katılıyorlardı.

Müteakip yüzyılda, Polonya'nın çökmek üzere olduğu zaman, asilzadelerin Katolik mezhebini savunma sloganları attıkları Bar ve Brest Konfederasyonu'nda (1768-1772) olmak üzere Tatarlar, Polonya sınırları ile bağımsızlığını amaçlayan bütün savunma savaşlarına da iştirak ettiler. O dönemin siyasi durumunda, Ortodoks Rusya'nın, ana düşman olarak algılandığında Katoliklik savunma sloganları Rusya'ya yönelik olup bu tür sloganlar Polonya'nın Müslüman ve Katolik vatandaşlarının, vatan savunması alanındaki birleşmesini engellemedi. Nowogródek kasabasının (bugünkü Batı Beyaz Rusya) yakınlarında doğmuş ve Lituanya ordusunda ilk Tatar kökenli general olan Jozef Bielak 1792 yılında, 3 Mayıs 1791 günü hem Avrupa'da hem de Polonya'da ilk olarak onaylanmış anayasanın uğruna Rusya'ya karşı yapılan savaşta mücadele verdi. İki yıl sonra, Tadeusz Koœciuszko'nun isyanında şehit oldu. 1792 yılında, elde ettiği askerî başarılar nedeniyle bugüne kadar Polonya'da tanınan ve en önemli askerî nişan olan Virtuti Militari hacıyla taltif edildi.
 
14. yy.ın sonundan itibaren Polonya ve Lituanya devletine göçüp yerleşegelen Tatarlar Sünni Müslüman olup Kıpçak Türkçe'sinin çeşitli diyalektleriyle konuşan değişik boy ile aşiretlerin üyeleridirler. Yerleşmeye başladıkları dönemde Polonya ve özellikle Lituanya, birkaç milletin yaşadığı ve birkaç dille konuşulduğu devletlerdi. Bu nedenle farklı kültür ve yüz çizgileri o zamanın insanlarında düşmanlık duyguları doğurmuyordu. İlk göçmen dalgası (14.-15. yy.lar) kısa süre içinde yerli halkla kaynaştı. Lituanya'da oturan Tatarlar, Rus kadınlarıyla evlendiklerinden dinini koruyarak hızlı ruslaşıyorlardı. Polonya'da ise savaş esirleri olarak yerleştirilen Tatarların din ve toplum liderleri olmadığı için Polonya halkıyla tamamen özümlenmişlerdi. Bu tür yerleşimin izi olarak ancak köy adları bugünlere kadar korunmuştur.

Tatarların kendi dinini muhafaza etmesinde Türkiye ile Kırım Hanlığı'nın rolü çok önemliydi. Diplomatik ve ticarî ilişkiler üç ülkeyi birbirine, Tatarları ise hac farizası ve üst merci Müslüman mahkemelerince verilen kararları gerektiren davalar kendi kültürüne bağlıyordu. Tatar halkının yoğun olduğu yerleşimlerde camiler inşa edilirdi. Hıristiyanlar arasında misyoner faaliyetleri hariç mezhep hoşgörüsü söz konusuydu. Kral Sigismundus Augustus'un ölümünden sonra (1572) Polonya kralları seçilmeye başlandı. 1573 yılındaki parlamento oturumunda, ilk kralın seçildiğinde bütün Polonya Cumhuriyeti'nin vatandaşlarına din ve vicdan hürriyeti garanti eden Varşova Konfederasyonu Anlaşması imzalandı. Sonraki dönemlerde, seçilen kralın, iki tacı kabûl etmeden önce cumhuriyet düzeni konusundaki hakların yanı sıra adı geçen anlaşmayı imzalaması gerekiyordu. Gerçi Varşova Konfederasyonu Anlaşması'nda Müslümanlardan söz edilmedi, fakat o dönemde siyasete etkisi olan toplum kesimi tarafından şekillendirilen, en üst yasama makamı tarafından onaylanan ve yürütme organlarınca garanti edilen anlaşma, tam din ve vicdan hürriyetinin çok mezhepli devlette gerekli olduğu görüşünün yaygın olduğunu açıkça kanıtlar.

Polonya ile Lituanya'nın birleştirilmesi konusundaki anlaşmanın hazırlandığı parlamento, camilerin inşa edilmesine ve imamların yurtiçinde eğitilmesine izin vermişti. Neticesinde din okulları açılmaya başlandı. 17. yy.da cereyan eden savaşlar bu süreci engelledi. O dönemde Polonya Cumhuriyeti'nde 40 Müslüman cemaati faaliyetlerde bulunuyordu. Aynı yüzyılda, etnik yapısı değişik, son kalabalık Müslüman göçmen dalgaları ülkemize yerleşti. Bu grupların dini aynı olduğundan onlar Tatar veya Lipka olarak adlandırıldı. 17. yy.da Tatar toplumunun üst kesimleri dil bakımından polonyalılaştırıldı, ayrıca evlilikler kendi toplumsal gruplar içinde yapılmaya, yâni ayrı dinlere inanan çiftlerin evlilikleri önceki dönemlere göre daha seyrek olmaya başladı. Öte yandan, Tatar komutan ile subaylarının Polonyalı çevrelerle daha sık temasları neticesinde, Polonya kültürü ile dilini benimsiyorlardı. Polonyalılaştırma süreci daha yoksul grupları tedricen kapsıyordu. Bu kesimlerin ruslaştırıldığı dönemden sonra polonyalılaştırma zamanı geldi. Bu sürecin, ne Polonya ne de Lituanya'nın ilgili makamları tarafından baskı yapılmadan din hürriyeti havası içinde devam ettiğini vurgulamak gerek. Tatarların çoğu kendi inançlarını koruyor, din değiştirme olayları çok nadir oluyordu. 18. yy.da, ancak din ve gelenek ile görenekler, Polonya'da oturan Tatarları diğer toplumsal gruplardan ayıran faktörlerdi. Dil, mimarlık, giyim kuşam, ev düzeni, dindışı adetler ile günlük yaşam kültürü, Hıristiyan kesimlerine göre Tatarları farklı kılmıyordu. Kırım ve Türk esnafları tarafından üretilen silah, kumaş, eyer ve kıymetli eşya merakı Polonyalı asilzadeler arasında da çok yaygındı.
 
18. yy.ın sonunda (1795), Polonya ve Lituanya Cumhuriyeti, Rusya, Avusturya ve Prusya tarafından parçalanarak bağımsızlığını yitirdi. Tatar süvarileri, Polonya'nın can çekiştiği zaman ve Napolyon döneminde Polonya silahlı kuvvetleri içinde mücadele ediyorlardı. Polonya'nın, Napolyon savaşlarının son olarak tamamlandığı Viyana Kongresi'nde (1815) kesin olarak parçalanmasından ve sınır düzeltmelerinden sonra Tatarların oturdukları Polonya ile Lituanya bölgelerinin tümü Rusya'ya dahil edildi.

Rusya'nın hükümeti, Tatarları Polonya kültürüne ve geleneklerine caydırmaya çalıştı. Çarlık Rusya hükümetine itaat edip Polonyalılar tarafından düzenlenen isyanlara katılmayacaklarını beyan etmeleri kaydıyla Tatar ailelerinin çoğu, eskiden kendilerine tanınmış olan asilzade unvanlarının tasdikini kazandı. Bu tür olaylar yanlış yorumlanmaktadır, çünkü, o dönemde başlatılan isyanlar sırasında ayrı Tatar müfrezelerinin teşekkül etmemesine rağmen büyük sayıdaki Tatar kökenli vatandaşlar Polonyalılarla birlikte isyanlara katılıyorlardı. Rus hükümeti, er geç Tatarları Polonya geleneklerine caydırıp onları, Rusya'yı benimseyen vatandaşlar kılacağını ümit ederek bu tür olayları görmezlikten geliyordu. Asilzade unvanlarının Rus makamlarınca tanınması birçok Tatarların askerî ve memur kariyerine yol açtı. Bu tür kariyerlere teşvik edici başka bir faktör olan iyi maaşlar, Polonya vatansever çevrelerine bağlı olan Tatar kökenli vatandaşların ruslaştırılmasını sağlayacaktı. 19. yy.dan kalma Tatar mezarlıklarında ruslaştırma izlerine rastlanılmakta, çünkü mezar taşlarındaki yazıtlar kiril alfabesiyle yazılıdır. Polonyalı Müslümanlar Kırım müftüsüne bağlıydılar. Bu bağlılık ancak resmîydi. Eskiden olduğu gibi imamlar cemaatler içinde seçildikten sonra devlet makamları ile müftü tarafından onaylandı.

Rus makamları tarafından yaratılan daha iyi ekonomik ve kariyer imkânları sayesinde, Tatar aileleri zenginleşmeye başladı, dolayısıyla sosyal etkinlikleri arttı. 1842 yılında Lituanya'da oturan Tatarlar kendi müftülüğünü kurmaya çalıştılar fakat çabaları beklenilen sonuçlar vermedi. Ayrıca, yayıncılık alanında Tatarların etkinlikleri yoğundu: o dönemde büyük sayıda din ders kitapları yayımlanıyordu. 1858 yılında, ilk Kuran tercümesi Lituanya Tatarı olan Yakup Tarak Buczacki tarafından Fransızca'dan Lehçe'ye yapılmış, tercümenin yanısıra ünlü Polonyalı tarihçi Julian Bartosiewicz tarafından yazılan tarihsel yorum yer almıştır.

1853'de, eskiden Polonya ile Lituanya'nın sınırları içinde bulunmuş oblastlarda Rus makamları tarafından yaptırılan sayım sonuçlarına göre yaklaşık 5.500 Tatar kökenli vatandaş oturuyordu. 1897'de ise aynı bölgelerde İslamiyet'e bağlı olan 23.000 kişi oturduğu kaydedildi. Bu kadar hızlı artış, asker ile memurların, Müslümanların oturdukları oblastlardan gelmesine bağlıydı. Varşova'da Kafkas Süvarileri Alayı konuşlandırıldığı için askerlerin ruhanî ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla 1839'da ilk Müslüman mezarlık kuruldu. 1867 yılında, Tatarska sokağında (Tatar sokağı) kurulmuş olan ikinci, daha büyük mezarlık bugüne kadar açık olup Varşova'daki Müslüman cemaat tarafından kullanılmaktadır.

Özellikle 19. yy.ın yarısından itibaren Moskova ve Petersburg başta olmak üzere Rus üniversitelerinde öğrenim görmeye başlayan Tatar gençleri, Rus İmparatorluğu'nun çağdaş kültür ve sosyal yaşamının merkezinde bulundular. Achmatowicz, Bajraszewski, Korycki, Kryczyñski, Snajkiewicz, Sulkiewicz, Bazarewski, Tuhan-Baranowski, Mucha, Pó³turzycki, Mucharski, Milkamanowicz gibi Polonya-Lituanya Tatar ailelerinin en etkin genç üyeleri, Polonyalı vatandaş ile Kafkas milletlerinin temsilcilerinin iştirak ettikleri meşru ve gayri meşru, sosyal, eğitim ve vatansever kuruluşların etkinlikleri izleme fırsatına sahiptiler. Eski Polonya ile Lituanya topraklarında o zamanın süper güçleri tarafından kurulmuş devletlerin birbirine karşı geldiği ve Çarlık Rusya'nın çökmeğe başladığı 1. Dünya Savaşı sırasında, Polonya ve Lituanya Tatarları, bağımsızlık uğruna mücadele veren Polonyalı kuruluşlara katılıyor, Kırım, Kafkasya ve Azerbaycan'da gelişen bağımsızlık hareketleri canlandırıyorlardı.
 
1917'de general Maciej Sulkiewicz, Kırım Tatar Devleti'nin ordusunu oluşturacak olan Müslüman Kolordu adını taşıyan askerî birliği kurdu. Gerçi birliği Almanlar tarafından yakalanıp silahsızlandırıldı, fakat Sulkiewicz Kırım yarımadasına ulaşmayı başarıp 1918 yılında kurulmuş olan Demokratik Kırım Cumhuriyeti'nin Başbakanı, Dışişleri Bakanı ve Başkomutanı oldu. Kırım yarımadasının Rus Çarına vefalı general Denikin tarafından işgal edip bağımsızlık hareketleri geliştiren Tatar aydınlarına baskı yapması üzerine kendisiyle işbirliği yapan arkadaşlarıyla Azerbaycan'a gitti. Orada, Genel Kurmay Başkanı olarak yeni devletin ordusunu kuruyordu. Leon ve Olgierd Najman Mirza Kryczyñski'ler ve Aleksander Achmatowicz gibi diğer Polonya Tatarları, Azerbaycan'ın hükümetinde önemli görevler yerine getiriyorlardı. Kızıl Ordu 1920 yılında Bakû ile Azerbaycan'ı işgal ederek genç devlete son verdi, Aralarında general Maciej Sulkiewicz bulunan Azerbaycan hükümet üyeleri kurşuna dizildiler.

1917 yılından itibaren eski Polonya topraklarında Tatar teşkilâtları kurulmaya başlandı. Polonya, Lituanya, Beyaz Rusya ve Ukrayna Tatarları Birliği Petersburg'da kurulup Bolşevik Devrim nedeniyle Vilnyus'a taşındı. Polonya - Sovyetler Birliği savaşı sırasında bu Birliğin inisiyatifi üzerine Mustafa Achmatowicz Tatar Ulan Alayı kuruldu. Müteakip yıllarda Birliğin etkinliği zayıfladı. Tatarlar, Polonya'da oturan bütün Müslümanları kucağına alabilecek tek teşkilâtın kurulmasına gayret gösteriyorlardı.

1925'de, Müslüman Cemaatler Delegeleri kongresinde, Muzu³mañski Zwi¹zek Religijny w Rzeczypospolitej Polskiej (Polonya Cumhuriyeti Müslümanlar Birliği) unvanlı bir teşkilat kuruldu. İçinde 17 cami (bunlardan ikisi, Bohoniki ve Kruszyniany köylerindeki camiler bugüne kadar fonksiyonlarını görmektedir) bulunan 19 cemaate bakan Müftü dr. Yakup Szynkiewicz Birliğin başkanı olarak tayin edildi. Aynı yılda, Zwi¹zek Kulturalno-Oœwiatowy Tatarów w Rzeczypospolitej Polskiej (Polonya Cumhuriyeti Tatarlarının Kültür Eğitim Birliği) de kuruldu. Örgütün ikisi sosyal ve kültür alanında çok yoğun ve etkin faaliyetleri sürdürüyordu. Yakup Szynkiewicz sayesinde, El Azhar Üniversitesi ile temaslar kurulduktan sonra genç Tatarlar ve aynı zamanda müsteşrikler orada eğitim gördüler. Leon Kryczyñski'nin inisiyatifi üzerine, Vilnyus'ta Millî Tatar Müzesi ve Arşivi kuruldu ve Polonya ve Lituanya Tatarlarının tarihi ile kültürünü konu edinen, "Rocznik Tatarski" adlı, bilimsel, edebî ve sosyal dergi yayınlanmaya başlandı. 1928'de Prof. dr. Stanis³aw Dziadulewicz tarafından hazırlanan "Herbarz rodzin tatarskich w Polsce" (Polonya'daki Tatar Ailelerinin Asilzade Armaları ile Unvanları) yayınlandı. Bu kitapta Tatar ailelerince kullanılan armalar grafik olarak gösterilmekte, aynı zamanda onların şecereleri ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.

Tatarların askerî gelenekleri devam ettirilirken 1936'da 13. Vilnyus Ulanları Alayı kuruldu. El Azhar Üniversitesi'nden mezun, Varşova cemaati imamı dr. Ali Woronowicz alayın imamı olarak tayin edildi. Bu alay, Eylül 1939'da Polonya Silâhlı Kuvvetleri'nde son olarak mücadele etti. 1939-1945 yılları arasında, Polonya Cumhuriyeti'nin diğer vatandaşları gibi Tatarlar da II. Dünya Savaşı sırasında, bütün cephelerde canlarını vatan uğruna veriyorlardı. Ayrı Tatar birliği kurulmadığı halde Tatar kökenli askerlerin ruhanî ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Batıdaki Polonya Silahlı Kuvvetleri İmamlığı kuruldu. Haziran 1941'e kadar Almanya'nın müttefiki olup Polonya arazisinin bir kısmını işgal eden Sovyetler Birliği ile Almanya tarafından alınmış olan bölgelerde Tatarlar Polonyalılarla birlikte işgalci güçlere mücadele eden yeraltı örgütlere ve partizan birliklerine katıldılar. II. Dünya Savaşı'ndan önce sosyal ve kültürel faaliyetler aktif olarak sürdürmüş aydınlar ve özellikle I. Dünya Savaşı'ndan sonra bağımsız devletlerin Kırım ve Azerbaycan'da kurulmasına katkıda bulunanlar işgalciler tarafından amansız olarak katlediliyorlardı.

 
İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra Polonya'nın sınırları değiştirildi. Tatarların çoğunlukla oturdukları bölgeler, Sovyet Cumhuriyeti statüsüne sahip olan Beyaz Rusya ve Lituanya'ya dahil edilecekti. Sınır değişikliği halkın göçmesine yolaçtı. Bu durumda, Tatarlar için yeni sınırlar içinde bulunacak olan Polonya'ya taşınma imkânı açılıyordu. Fakat bazıları Polonya'ya gitmek istemediler veya gidemediler. Bazıları, memleketini terk edip ömür boyu bazen de birkaç kuşağın emeği sayesinde kazandıkları malını mülkünü bırakıp tanımadıkları ülkeye taşınmalı oldukları düşüncecesine katlanamadılar. Ayrıca böyle taşınma büyük bir riskti. Bazıları ise NKVD tarafından tutuklanmış olan akrabalarının dönmesini bekliyorlardı. Bir takım insanlar için ülkenin değiştirilmesi kanunen mümkün değildi. İkinci Dünya Savaşı'ndan önce Tatarların bir kısmı, kendi milliyetini Tatar olarak belirledi. Bu nedenle, 'kendi memleketine dönme' dilekçeleri verdikleri zaman Sovyet makamları ancak Polonyalılara izin verebiliyorlardı. Kendilerini Polonyalı olarak belirlemeyen kişilere Polonya'ya dönme imkânı tanımıyordu. Tatarlar, ancak Otonom Sovyet Sosyalist Tatar Cumhuriyeti'ne taşınabildiler. Sovyet makamlarının özellikle baskı yaptığı Tatar aydınları ile çiftliklere sahip olan asilzadeleri memleketini genellikle terk ediyorlardı.

Hâlen, Polonya'da yaklaşık 2.000 Tatar oturmaktadır. Geleneksel kültür merkezleri olan Sokó³ka ve Bia³ystok dışında birkaç şehir ve kasabada oturmaktadır. Doğu Polonya'da bulunan Sokó³ka kasabası ve Bia³ystok şehri (Podlasie Bölgesi), Kuzey Polonya'da Gdañsk (Pomeranya Bölgesi), Batı Polonya'da ise Gorzów Wielkopolski (Wielkopolska Bölgesi) Tatarların en etkin merkezleridir.

1947 yılında, Polonya Müslümanlar Din Birliği etkinliklerine yeniden başladı. Gdañsk cemaati Birliğin üyesi olan en faal cemaatlerden biridir. Cemaat üyelerinin fedakârlığı, Polonya'da oturan Müslümanların desteği ve Müslüman ülkeler ile örgütler tarafından sağlanmış olan önemli yardım sayesinde, 1984-1989 yılları arasında Polonya'da yeni cami inşa edildi. Bohoniki, Kruszyniany ve Gdañsk olmak üzere bugün Polonya'da üç cami ve birkaç mescit (Bia³ystok'ta 2, Varşova'da 1 ve Gorzów Wielkopolski'de 1) mevcuttur. Böylece Gdañsk camiin, Tatarların gerçekleştirmeyi başardıkları tek yatırım olduğu anlaşılmaktadır. Fakat Tatarlar bununla kalmıyorlar: 1992'de Bia³ystok şehrinde Polonya Tatarları Birliği kurulmuştur.

Din derslerinin organizasyonu, Polonya'da oturan Tatarlar kesimi için önemli bir sorun oluşturmaktadır. Cemaatin yaşlı üyeleri genellikle din dersleri verememektedir. Polonya'daki Müslüman Öğrenciler Birliği bu sorunun çözülmesinde yardımcıdır. Birkaç yıldan beri, din dersleri dışında, çocuk ile büyükler için yaz kursları bu Birlik tarafından düzenlenmekte. Maalesef, bazen Arap öğrencileri cemaatin yaşlı üyeleriyle uygun bir diyalog kuramıyorlar.

1986'da, Gdañsk'ta, yazı işleri müdürü Selim Chazbijewicz olan "¯ycie Muzu³mañskie" (Müslüman Hayat) adlı üç aylık dergi çıkmaya başladı. Ayrıca, "¯ycie Muzu³mañskie" yayınevi, İslam ve Tatarlar tarihi, din ders kitaplarının yayınlanmasını ve II. Dünya Savaşı'ndan önce yayımlanıp Tatar ile Müslümanlarla ilgili olan kitapların yeniden basılmasını üstlenmiştir. 1993 yılından beri, II. Dünya Savaşı'ndan önce yayınlanan "Rocznik Tatarski" (Tatar Yıllığı) "Rocznik Tatarów Polskich" (Polonya Tatarları Yıllığı) adı altında yeniden yayınlanmaya başladı. Bu dergi bilimsel ve edebî nitelikte olup Polonya Tatarlarının bugünkü durumu, tarihi ile gelenekleri konu edinmektedir. Ayrıca, Sokó³ka'da, Müslüman ve Tatar çevrelerinin sosyal, kültürel durumu ile din konuları ele alan "Œwiat Islamu" (İslâm Dünyası) adlı aylık dergi de Józef Konopacki tarafından 1994 yılından bu yana yayınlanmaktadır. Yayıncılıkla ilgili faaliyetlerin yanı sıra Tatarlar bilimsel konferans ile seminerler düzenlemektedirler. "Orienty Sokólskie" (Sokó³ka ªarkiyat Konferansları) adı altında tertiplenen bu tür toplantılar Sokó³ka'da yirmi yıldır devam etmektedir. Organizasyon çalışmaları Sokólski Oœrodek Kultury (Sokó³ka Kültür Merkezi) tarafından üstlenilmiştir. Kültür Merkezi'nde Polonya'da tek olan Tatar Müzesi bulunmaktadır. Tatarların Polonya ile Lituanya topraklarına yerleşmesinin 600. yıldönümünün 1996'da kutlanması vesilesiyle gerek Tatarların gerekse de Tatarların tarihi kültürü ile ilgilenen kuruluşların daha yoğun etkinliklerde bulundu. O yılda birkaç seminer, sempozyum ve sergi düzenlenmiştir. Varşova Asya ve Büyük Okyanus Müzesi'nde düzenlen ve "Polonya Tatarları" adını taşıyan sergi bunlardan biriydi. Birçok Müslüman ülkede sergilenen fotoğraf sergisi o serginin uzantısı sayılabilir.

 
Bugünlerde, gerek müzelerde gerekse de özel koleksiyonlarda Tatarların tarihinden kalma çok az maddî eser muhafaza edilebildi. Polonya ve Rus kültürüyle özümlenme süreci söz konusu olduğu ve eski zamanlarda doğu motifli eşya ile ilgili modanın çok yayıldığı için asilzadelerimiz, Polonya, Beyaz Rusya ve Lituanya halkları ve Tatarlarca kullanılan eşyanın birbirinden ayrılması mümkün değil. Tatarlara özgün giyim tarih boyunca kaybolmuş, yerli mimarlık, köy ve malikane yapısı müştereken benimsenmiş, hatta da İslamiyet'e bağlı olan seccadeler, üzerine Kuran ayetleri işlenen silah ile Doğu motifli diğer ürünler Hıristiyan asilzadelerin envanterlerinde bulunabilmiş, ancak eski mezar taşları ve Bohoniki ile Kruszyniany'deki camiler bugüne kadar korunmuştur.

Sokó³ka'da sergilenmekte olan koleksiyon, Tatar Müzesi'nde toplanmış nesnelerin tümünü oluşturuyor. Dinî törenlere bağlı nesnenin niteliğini koruyan fakat Polonya'nın doğu ve kuzey doğu bölgelerine özgün ikili çözgü yöntemiyle yapılmış olan şahane bir namazlık dikkate değer. Bu tür dokuma Polonya'da galiba yegâne bir nesnedir. Bia³ystok Tarih Müzesi'nde bulunan Tatar koleksiyonu da, iki karton kutuya sığdırılabilecek kadar küçük olup genelde yazı eserlerinden oluşmaktadır. Bia³ystok Askerî Müzesi'nde ancak bazı kısımları eksik olan ve Tatar müfrezelerine özgün iki eski üniforma, sancaklar ve birkaç diğer yadigâr toplanmıştır. Diğer Polonya müzeleri ile özel koleksiyonlarda bulundurulan silah ve kumaşların kökeni belirsizdir. Bazı ürünler incelenirken bunların aynısının Tatarlarca kullanıldığını söylemek mümkün, fakat orijinal olup olmadığının saptanması imkânsız.

Yerli maddî kültürü özümleyip konuştukları dil (veya diller) unutur, Polonya Beyaz Rus kültür zeminine sinip kendi din özellikleriyle buna bağlı olan gelenekler korurken Tatarlar, çok özel, belki de, kendisine özgün din edebiyatı yaratmışlardır (L. Bohdanowicz, S. Chazbijewicz, J. Tyszkiewicz, Tatarzy, Muzu³manie w Polsce (Tatarlar, Polonya Müslümanları), Gdañsk 1997, s. 58). Arapça, canlı dil olarak Tatarlarca bilinmedi, ancak Arap alfabesi kullanıldı. Dua ve tercümeleri, öykü, efsane ve Kuran şerhleri bu kutsal alfabeyle fakat eski dönemlerde Büyük Lituanya Prensliği'nde aydınlar tarafından kullanılan Beyaz Rusya dilinde veya doğu Polonya diyalektinde fonetik olarak yazıyorlardı. Genellikle metni eski Türkçe'de yazılıp Beyaz Rusça'ya veya Lehçe'ye tercüme edilen "Tad¿wid" (tecvit - Kuran okuma tekniği ders kitabı), Tatar yazı eserlerinden biridir. Tefsirler de iki dilde yazılıdır. Kuran'ın kutsal metni yatay olara, tefsirler ise yatay satırlara verev olarak Beyaz Rusça veya Lehçe yazılıyordu. Müslüman takvim uygulanarak gerekli hesapların yapılması amacıyla çok güzel süslenen "takwir"ler (astroloji tabloları) kullanılıyordu. Tatar ailelerinde şimdiye kadar muhafaza edilen "kitab" ve "chamai³"ler (hamail) en yaygın yazı eserleridir. "Kitab"lar, Allah'ın emirleri, Kuran'dan alınmış olan sûreler, bazı hadisler, peygamberlerin hayatı, efsane, menkıbe, kıssalar ve Hazret-i Ali efsaneleri. "Chamai³" ise en sık tekrarlanan dualar, sihirli formül ile tedavi yöntemleri içermektedir. Bazı "chamai³"lere falcı hamailler denilmekte, çünkü "fa³d¿ej" adlı falcılar ve sahte hekimler tarafından kullanıldı. Falcılar, sayı ile harf falına bakar, hastalıklar giderir, hava duaları ile hava kehaneti yapar, muska hazırlarlardı. Bia³ystok Tarih Müzesi'nin koleksiyonunda, falcıların faaliyetini ispatlayan çok ilginç bir nesne bulunmaktadır: üzerinde Kuran'dan ayetler bulunan koyun kürek kemiğinden yapılan muska. Hâlen Bia³ystok ilinde oturan Tatarlar arasında, ailesinde falcı olduğunu hatırlayan kişilere veya falcı olan kişilere bile rastlanılabilmektedir. Falcıların faaliyeti, Polonya ve Lituanya Tatarlarının Türkiye'den gelen tasavvufla bağları olduğunu kanıtlamakta, Evliya kültü de bu bağların kuvvetli olduğunu göstermektedir. Literatürde adı geçen ve Nowogródek kasabasının yakınlarında oturmuş Ewlija Kontuœ (Evliya Kontuş) en iyi tanınan falcılardan biridir. 16. yy.da, Polonya kralı Stefan Batory'nın sarayında baş avcı olarak hizmet yapan bir Tatara iyi hizmet ödülü olarak Nowogródek kasabasının yakınlarında bulunan £owczyce (Lofçıtse) adlı bir malikane tahsis edilmiş. Kendisinin çok sadık Müslüman olmasına rağmen tek kızı, Hıristiyanlığa geçmeye papazlar tarafından ikna edilmiş. Büyük dert içinde olan babası, Allah'ın gazasını yatıştırmak için hacca gitmiş. Mekke'deyken hastalandığı için dönüş parası bulamamış. Ahbaplarından biri, her gün Peygamber Muhammed'in mezarında dua eden hemşehrisinden ödünç almasını tavsiye etmiş. Zavallı Tatar dua eden kişiyi görünce şaşakaldı, çünkü, Mekke'deki Peygamberin mezarında dua etmek için her gün £owczyce'den gelip giden Kontuœ adındaki kendi çobanı olduğu anlaşıldı. Kontuœ, efendisini, ölünceye kadar bu sırrı hiç kimseye açıklamayacağına yemin ettirdikten sonra zavallı baş avcıyı evine götürmüş. O zamandan itibaren Kontuœ efendisinin büyük itibarını kazandı. Öldüğğ zaman evinin üzerinde bir ışık gözükmüş. Avcı, hem hizmetçisi hem de dostunun ne kadar büyük imana sahip, ne kadar güçlü olduğunu herkese anlatmış. Bundan böyle, Kontuœ'un mezarını Polonya ve Lituanya Tatarları ziyaret etmeğe başladılar. Bu mezarın şifalı özelliklere sahip olduğu anlatılmaktadır. Sokó³ka'nın yakınlarında oturan Tatarların da kendi evliyası var. Efsaneye göre, birkaç yüzyıl önce bugünkü Bohoniki'nin henüz kurulmuş olmadığı zaman oraya Szorc (ªorts) adlı bir adam gelip ufak bir tepeye yerleşmiş. Çok temiz, sadık ve erdemli bir kişiymiş. Oturduğu tepede ise cami inşa etmiş. Akıllı ve sadık olduğundan ünü çabuk yayılmış. Bu evliya konusunda fazla bilgilerimiz yok, ancak bazı sakinler, "Szorc tepesinden" söz ediyor, amma yerini gösteremiyorlar.
 
Aşure Günü vesilesiyle Hazret-i Ali ile Fatma'nın oğlu Hasan'ın ölümü konusundaki başka bir efsane anlatılıyor. Tatarlar bazen bu bayrama "Aszura Bajram" (Aşure Bayram) adını koyuyorlar. O gün, akşam yemeği sırasında, yedi, dokuz veya on iki katkı maddesinden oluşan hoşaf sunuluyor (bazen konuştuğum insanlar, hoşafın tek sayılı katkı maddelerinden oluşmalı olduğunu anlattılar). Efsane söyle: Bir gün Fatma, oğlunun en çok sevdiği yemeklerden oluşan akşam yemeğini hazırlarken Hazret-i Hasan'ın öldürüldüğünün haberi kendisine iletilmiş. Fatma, öylesine üzülmüş ki, hazırladığı yemekleri birden karıştırmış. Bu efsanenin birkaç versiyonu var. Bunlardan birinde Hazret-i Ali'nin iki oğlundan, başkasında ise beraber savaşa çıkıp ta dönmemiş kardeşlerin sayısına eşit olan yemek sayısından söz ediliyor.

Bir sürü Tatar adetleriyle gelenekleri kaybolup gitti. "Achretanije" (ahretaniye - kan kardeşliği) adlı gelenek en eski Tatar geleneklerinden biridir. Kan kardeşleri, her anda birbirine yardım etmek zorundaydılar. Karşı tarafların ordularında asker olan kan kardeşleri meydan muhaberesi sırasında buluştukları zaman birbirine saldırmadılar, atlarını çevirip ayrıldılar. Kan kardeşlerinden biri esir düştüğünde öbürünün kardeşini esaretten fidye ile kurtarması şarttı.

Sünnet törenleri artık kutlanmıyor. Konuştuğum en yaşlı kişiler (60-70 yaşlarında olanlar) bu adeti anımsıyor, fakat ne zaman bırakıldığını hatırlamıyorlar. Konuşmacılarımın ancak bir kısmı sünnet olmuş. "Lahi" adını taşıyan tören den artık kutlanmamaktadır. Bu gelenek, çocuğun Kuran okuma öğrenimini bitirmesiyle ilgilidir. Namaz kıldıktan sonra hoca, başında mendille bağlı Kuran'ı taşıyan yeni mezunu ile refakatçileri camiden öğrencinin evine kadar götürüyordu. Eve gelenlerin hepsine (özellikle çocuklara) tatlı ve şekerleme ikram ediliyordu.

Doğum, evlilik ve ölüm olmak üzere her insanın yaşamında en önemli olaylarla ilgili gelenekler en iyi şekilde korunmuştur.

Azan adlı, çocuğa ad koyma töreni doğumla ilgilidir. Erkek ve kız çocuklar aynı törene katılıyor. Tören, çocuğun velilerinin evinde, imam ve davet edilen misafirlerin katılımıyla kutlanıyor. Beyaz giysi giyen bebek, başı Kıble yönünde olacak şekilde masaya konulan yastık üzerine konuluyor. Vaktiyle, çocuk yanına Kuran, ekmek, tuz ve su konulup bazen yanan mum dikilirdi (bugünlerde bundan vazgeçildi). İmam dua ettikten sonra çocuğun adını söylüyor. Çocuğun sağ işaret parmağından tutarak yedi defa kelime-yi şahadet ve müteakiben ezan okur. Eskiden "azan" törenine tanıklık yapan iki kişinin bulunması gerekliydi, bugün ise şahitlerin yerini "azan babaannesi" alıyorlar. Bazen "azan" sırasında çocuğu kucağına alıyorlar. Çocuğun tali hamileri olup yaşamındaki en önemli olaylara katılıyorlar. Onların rolü kanunen belirlenmiş değil; Hıristiyan vaftiz töreninden alıntıdır. Tatarlar, "azan" ve "azan babaannesi" yerine "vaftiz" ve "vaftiz annesi, vaftiz babası" terimleri eşanlamlı olarak kullanıyorlar. İki tören arasındaki farkları gayet iyi bildiklerini vurgulamak gerek. Diğerleri olduğu gibi bu terimler de alıntıdır.

Evlenme töreni, evin büyüklüğüne göre gerek gelin ailesinin gerekse de akrabalarından birinin evinde yapılıyor. Arada bir camide nikâh kıyılıyor. Gelin ve damat, iki-dört şahit (erkekler veya kadın ile erkek), anneleriyle babaları ve davetli misafirler imam huzuruna çıkıyorlar. İmam, üzerinde su, ekmek, tuz ve pasta bulunan masanın başına oturuyor. İmam damada hitap ederek ne kadar "ka³ym" (başlık parası, çeyiz) verdiğini, sonra da gençlerin anneyle babalarının nikâha razı olup olmadıklarını soruyor. Genç çift, Kıbleye doğru dönmüş, genellikte post üzerinde (eskiden beyaz keçe üzerinde) ayakta duruyor. Post uğur simgesi olup üzerinde ne kadar kıl varsa, gençlerin o kadar mutlu günler yaşayacaklarına inanılıyor. İmam dua okuduktan sonra gelinin başını örttürüyor (örttürmek sözcüğünün Lehçe'deki karşılığı "zaharemiæ" fiilidir ("haremleştirmek"). Polonya'da gelin elbisesi ve tülü beyazdır. Nikâh töreni sırasında gençler alyansları değiştiriyorlar. Dinî çizgiler dışında, Polonya'da Müslüman düğün ile Hıristiyan düğün arasında fark yoktur. Polonya'da olduğu gibi düğün elbisesi aynı, nikâh kıyma törenine aynen süslenmiş otomobille gidiliyor, düğün kiralanmış bir salonda düzenleniyor ve aynı müzik seslendiriliyor. Ancak düğünde verilen yemekler değişik: Kazan, Kırım Tatarları veya bugünkü Türk yemeklerine benziyor.

 
Cenaze töreni. Mümkünse, dua etmek amacıyla ölmek üzere olan kişinin evine imam geliyor. Ölümden sonra ceset din kurallarına uygun olarak yıkanıp "da³war" adını taşıyan, üzerinde dualar yazılan beyaz kâğıtlar yanına diziliyor ve koyu renkli (genellikle yeşil) kefen içine konulup ceset üzerine beyaz bez sarılıyor. Dua etmek için ölenin akrabaları ile arkadaşları ceset yanında toplanıyorlar. Gelenlerin çoğu nasıl dua edildiğini bilmediğinden "dua işini" bilen kişileri çağırıyorlar. Dualar sabaha kadar devam ediyor. Sık sık cesedin yanına mumlar dikilip yakılıyor. Sabahleyin cenaze alayı mezarlığa doğru giderken imam dualar okuyor. Mezar etrafına ancak erkekler toplanıp dua ediyorlar. Ceset mezarın içine indirildikten sonra etrafındakiler kırk adım geri gidiyor, imam ise son dua okuyup mezarı arıtıyor (Polonya Tatarları bu eylemi "guœlenie" veya "guœle" ((guşlenye, guşle)) terimiyle adlandırıyorlar). Geleneksel mezarın etrafına üç sıra taş diziliyor. Bugünlerde, vefat eden kişinin ailesi, diğer mezarlarda (örn. Türkiye'de) görülebilen mezar taşlarına benzeyen mezar taşı satın alıyor. Cenaze töreni sonunda "sadoga" (sadaka) ölenin ailesi tarafından dağıtılıyor.

Eski cenaze törenleriyle ilgili adetler, hatta da II. Dünya Savaşı öncesi cenaze törenlerine göre çok farklıdır. Ceset geleneksel tabut içinde değil, kefenle sarılmış modern kapalı tabut içinde mezarlığa götürülüyor. Eskiden mezarlıkta bulunması mümkün olmayan kadınlar bugün cenaze alayına erkeklerle birlikte katılıyorlar.

Mezardan eve dönüldükten sonra ara sıra "sadoga" adını taşıyan merhum kişiyi anma töreni düzenleniyor. Merhumun ruhu için dua edilip genellikle öğle yemeği yeniliyor. Yemekten sonra tatlı ikram ediliyor. Cesedin yanında dua okuyanlar öğle yemeğine katılıyorlar. Ölümden kırk gün sonra anma günü kutlanılıyor. Anma gününe ancak merhumun yakınları ile dostları iştirak ediyorlar.

Polonya Tatarları, Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı'na büyük önem veriyorlar. Bütün İslâm dünyasında olduğu gibi Ramazan Bayramı'ndan önce bir ay süren oruç tutuluyor. Oruç tutma kararı bireysel olarak alınıyor. Herkesin oruç tutmamasına rağmen Tatarların oturdukları her yerde, her ailede niyetli kişilere rastlanılabiliyor. Ramazan ayında imam ev ev dolaşarak yoksul aileler desteklemek için verilen "fitra" yâni zekât el-fitreyi topluyor. Bazıları zekât payını Ramazan Bayramı'nın ilk gününde, namaz kılmadan önce imama veriyorlar. Namazdan sonra herkes Ramazan Bayramı'nı beraber kutlayarak şekerler birbirine ikram ediyor. Camiden çıkıp akrabaların, arkadaşların veya tanınmayan rahmetli dindaşların mezarlarına sık sık gidiliyor, sonra kahvaltı yapmak için eve dönülüyor. Ramazan Bayramı aile bayramıdır.

Kurban Bayramı, Polonya'da oturan Tatar ile bütün Müslümanlar bir araya getiriyor. Kurban Bayramı'nın ilk gününde camide namaz kılınıyor. Bohoniki ve Kruszyniany köylerindeki camilerin küçük olduğu için müminler avluda namaz kılıyorlar. Bu camilerin avlusunda, aptes yapılabilecek ne şadırvan ne de kapalı bir oda var. Müminlerin Polonya'nın değişik bölgelerinden geldiklerinden köylerde oturan Tatar aileleri aptes yerleri onlara hazırlıyorlar.

Namaz kıldıktan sonra camiden çıkanlar bayramlarını kutlayarak çikolata, şeker ve ufak pastadan oluşan "sadoga" dağıtıyorlar. Bohoniki'de devam eden geleneğe göre "sadoga"yı alan kişinin bunu yemesi gerek, çünkü sadakayı veren kişi, kendisi için önem taşıyan dileğin gerçekleşmesi amacıyla "sadoga"yı dağıtıyor. Nitekim sadaka yenilerek dileklerin gerçekleşmesine sembolik olarak katkıda bulunuluyor. Dileklerin gerçekleşmesi sağlanmak için "sadoga" tutularak dua edilebilir.

Bu törenden sonra kurban kesiliyor. Son zamanlarda Kurban Bayramı sırasında kurban kesilmiyor, çünkü kurban hayvanının kesilmesine elverişli hıfzısıhha şartları her yerde mevcut değildir. Ayrıca, Polonya Tatarları zengin sayılmazlar ve her yıl kurban bağışlamaya niyetli insanlar bulunmayabilir. Eskiden koyunlar, bugün boğalar kurban hayvanları olarak kullanılıyor. İmam dua okuduktan sonra kurban tırpanla kesiliyor, kanı ise özel çukura dökülüyor. Et müminlere dağıtılıyor. Herkes dilediği parçayı alabiliyor. Kurban hayvan etinden pişirilen yemek çok takdir ediliyor.

Kurban kestikten veya camiden çıktıktan sonra Tatarlar mezarlığa gidip yakınların veya bilmeyen insanların terkedilmiş mezarlarında dua ediyorlar.

Ramazan Bayramı sırasında olduğu gibi Kurban Bayramı aile ve ahbaplar ziyareti ediliyor. Günlük hayat ve iş şartları, dört günlük bayramın geçirilmesine izin verilmiyor, bunun için genelde en çok Kurban Bayramı iki gün sürüyor. Çocuklar okul müdüriyetinden sorun çekmeden izin alıyor, işyerlerinde ise büyüklerin yerine Hıristiyan arkadaşları çalışıyorlar. Buna karşılık olarak Tatarlar Hıristiyan bayramlar sırasında işe gidiyorlar.

Ayrıca 1 kasımda, Bütün Azizler Bayramı'nda ve aynı zamanda Tanı'nın rahmetine kavuşmuş ruhları anma gününün arifesinde, gerek Tatarlar gerekse de Hıristiyanlar mezarlıklarını kalabalık hâlde ziyaret ederek mezar taşlarına çiçek koyup mum yakarlar. Bu törenin ne İslamiyet'te ne de İslam öncesi bozkır kültüründe bilinmesine rağmen Polonya Tatarları bunu Hıristiyanlardan iktibas ettiler.
 
Polonya Tatarlarının kültüründe, içinde yaşadıkları çevreden diğer alıntılar da izlenebilir. "Azan" törenine "vaftiz", fitre toplayan imamdan söz edilirken "Noel zekâtı topluyor" denir. Hıristiyan bayramlarında bazı aileler daha zengin yemek, veya böyle bayrama özgün yemekler bile (örn. Paskalya Bayramı'nda yumurtalar) yiyorlar. Küçük çocukların bulunduğu Tatar ailelerinde, Hıristiyan evlerinde yapıldığı gibi, kimi zamanlar Noel Bayramı sırasında Noel ağacı dikilip altına hediyeler konulur. Bu tür davranışların, kendi geleneği ile inançlarının kaybı pahasına Hıristiyan dünya görüşünün kabûlü olarak yorumlanması uygun olmadığı görüşündeyim. Adı geçen alıntıların özümlenme sürecini kanıtladığı kesin, fakat bu tür asimilasyon dinsel niteliği değil, millî niteliği taşır, çünkü yukarıda anlattığım "Müslüman olmayan" davranışların çoğu Hıristiyan olan Polonyalıların arasında çok kökleşmiş millî gelenekleriyle ilgilidir. Bu durum, Tatarların, Tatar millî bilincine sahip olma duygularını, Polonya vatandaşları ve aynı zamanda Müslüman olmalarını engellemiyor. Görüşümü kanıtlamak amacıyla bahar 1998'de Sokó³ka'da oturan genç bir Tatarla yapılmış görüşmeyi aşağıda aynen aktarıyorum.

A. Tatar ne demek? Kim tatar sayılır? Tatar sözcüğünün tanımını verir misin?

K. Benim görüşüme göre mi?

A. Evet.

K. Tatar insandır. Söylemek zor. Tatarın Müslüman olması gerekmiyor. Eski, çok eski zamanlarda Altın Ordu'yla gelmiş olan Tatardır. Bu topraklara gönüllü olarak yerleşmiş veya esir olarak buraya götürülmüş insandır. Kökeni Moğol kavimlerinde.

A. Müslüman ne demek?

K. Müslüman, tek Allah'a ve resûlü olan Muhammet'e inanan insandır.

A. Polonyalı ne demek?

K. Polonyalı, Polonya vatandaşlığına sahip, Polonya dili ile kültürünü bilen, geleneklerine saygı besleyen, tarihini bilen, vatansever bir kimsedir.

A. Tatar, Polonyalı ve Müslüman - bu üç kavramı nasıl birleştirebiliyorsun?

K. Bu üç kavram birlik oluşturuyor. Tatar başka biri olduğu söylenemez. Bu bir birliktir. Ayrım yapılamaz. Tatarların buralarda her zaman oturdukları söylenebilir. Altı yüz yıl "her zaman" demek. Çok uzun zaman geçti. Polonya evimiz, vatanımız. Kendimizi Polonyalı sanıyoruz.

Bibliyografya

Bu yazıyı yazarken yararlandığım kaynaklar:

1. L. Bogdanowicz, S. Chazbijewicz, J. Tyszkiewicz, Tatarzy Muzu³manie w Polsce (Polonya'daki Müslüman Tatarlar), Gdañsk 1997.

2. P. Borawski, A. Dubiñski, Tatarzy polscy. Dzieje, obrzêdy, legendy, tradycje (Polonya Tatarları: tarihi, adetleri, efsaneleri ile gelenekleri), Warszawa 1985.

3. P. Borawski, Tatarzy w dawnej Rzeczypospolitej (Eski Polonya Cumhuriyeti'nde yaşayan Tatarlar), Warszawa 1986.

4. S. Chazbijewicz, Kultura religijna Tatarów polskich (Polonya Tatarlarının Dinsel Kültürü), Rocznik Tatarski, t. II, Gdañsk 1995.

5. S. Dziadulewicz, Herbarz rodzin tatarskich w Polsce (Polonya Tatar Ailelerinin Armaları), Wilno 1929.

6. A. Ko³odziejczyk, Rozprawy i studia z dziejów Tatarów litewsko-polskich i Islamu w Polsce w XVII-XX wieku (Lituanya-Polonya Tatarlarının 17.- 20. yy.lar Arasındaki Tarihi ve Polonya'daki İslam Üzerine Etütler), Siedlce 1997.

7. J. Strzelczyk (red.), Spotkanie dwóch œwiatów. Stolica Apostolska a œwiat mongolski w po³owie XIII wieku (İki Dünyanın Karşılaşması: 13. yy.da Vatikan ile Moğollar), Poznañ, 1993 (Jan Pian di Carpino, Historia Mongo³ów (Moğollar Tarihi), Benedykt Polak, Sprawozdanie (Rapor), C. de Bridia, Historia Tatarów (Tatarlar Tarihi)).

8. J. Tyszkiewicz, Tatarzy na Litwie i w Polsce (Lituanya ve Polonya'daki Tatarlar), Studia z dziejów XIII-XVIII w., Warszawa 1989.

9. J. Tyszkiewicz, Tatarzy Polscy (Polonya Tatarları), Warszawa 1997.

Yazımın Tatarların adetleri ve bugünkü yaşamıyla ilgili kısmını hazırlarken aşağıda belirtilen ve Tatarlar arasında gerçekleştirilen saha araştırmalarından yararlandım:

1. Prof. dr. Lech Mróz tarafından yürütülen ve öğrenciler tarafından gerçekleştirilen "Polonya'daki Etnik Gruplar" araştırma konusu; öğretim yılı 1990-1991, Varşova Üniversitesi Etnoloji ve Kültür Antropolojisi Bölümü.

2. "Polonya Müslümanları" adlı resim sergisinin hazırlanması sırasında tarafımdan yapılan araştırma sonuçları, bahar 1996, Varşova Asya ve Büyük Okyanus Müzesi.

3. Marzena Godziñska tarafından yürütülen ve öğrenciler tarafından gerçekleştirilen "Polonya'daki Müslümanlar" araştırma konusu; öğretim yılı 1997-1998, 1998-1999, Varşova Üniversitesi Etnoloji ve Kültür Antropolojisi Bölümü.




Tercüme:
Dariusz Cichocki
Öğretmen görevlisi
Varşova Üniversitesi
Şarkıyat Enstütüsü


 
MÜSLÜMAN POLONYALILAR - TATARLAR
DINLERI VE DINI GELENEKLERI​


Polonya topraklarını yurt edinen Tatarlar, "Sünni Mezhebi"nden Müslümanlardır. Gelenekleri bünyesinde, göçer Türk kabilelerinin eski inanışlarının pek çok öğesi, günümüzde de canlılığını korur. Yüzyıllarca aynı coğrafyayı paylaşmaları nedeniyle, Tatarlar, bazı Leh ve Rus geleneklerini de benimsemişlerdir. Dinsel hoşgörü, Polonya toplumsal yaşamının köklü bir geleneğidir. Denilebilir ki, geçmişte de, Hristiyan inancını benimsemeyen insanların, dinlerini yaşamasına engel olunmamıştır. Tatarlar, yani Polonyalı Müslümanlar da, dinlerini özgürce yaşamak ve öğrenmekte herhangi bir güçlükle karşı karşıya kalmamışlardır. Tatar nüfusun yoğun olduğu bölgelerde, camiler inşaa edilmiştir. Bu camilerin en eskileri Bohoniki ve Kuszyniany (Kuşınianı) köylerinde bulunmaktadır. Mimari özellikleri, o bölgelerin ahşap kilise mimarisinin aynısıdır. Ayrıca, Varşova ve Gdansk'da yeni camiler inşaa edilmiştir. Polonya topraklarında tarihi akış içerisinde daha farklı bölgeleri de yurt edinmiş Tatarlardan bugüne, tarihi değeri olan çok sayıda mezar kalmıştır. Tatarlar, büyük bir özenle kültürlerinin ve dini geleneklerinin kuşaktan kuşağa aktarımına çalışmaktadırlar. Polonya'daki son değişimlerle birlikte, Mekke'ye hacca giden Müslümanların sayısı, yeniden artış göstermiştir. Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı, Aşure Günü ve Mevlut Kandili; Tatar geleneğinin, aslında tüm Müslüman dünyasına ait bazı dini bayram ve kutsal günlerdir.

Ramazan Bayramı: Oruç ayı, Ramazan'ın bitimiyle kutlanan dini bayramdır. Bayramın ilk günü, Müslümanlar camiye giderler. Önce, Islamın beş şartından birini yerine getirerek, imama ihtiyacı olanlara dağıtılmak üzere zakat al-fitr adı verilen sadaka verilir. Kılınan namazın ardından Müslümanlar, birbirleriyle bayramlaşır, birbirlerine "Sadoga" -geçmişte özel bir Tatar tatlısının adı olan "Sadoga", günümüzde her türlü tatlının ortak adı olmuştur- ikram ederler. Daha sonra kahvaltı yapmak için evlerine dağılırlar. Ardından, yakınları başında dua etmek üzere, mezarlık ziyareti yapılır ve burada da Müslümanlar birbirlerine "Sadoga" ikramında bulunur. Ramazan Bayramı'na "ªeker Bayramı" da denilmesinin nedeni, işte bu karşılıklı şeker ikramlarında gizlidir. Üç gün süren bayram süresince, Tatarlar dost ve akraba ziyaretleri yaparlar.

Kurban Bayramı: Tüm Islam dünyasının kutladığı Kurban Bayramı, kaynağını, Hazreti Ibrahim'in oğlu Ismail'i Tanrı'ya kurban etme girişiminde bulur. Islam mitolojisine göre, Tanrı, kendisine bir insan kurban edilmesini istemez ve bunun yerine dünyaya "kurbanlık bir koç" gönderir. Bayramın ilk günü, bayram namazının ardından, caminin önünde buluşan imam ve Müslümanlar, bazen büyükbaş bir hayvan ya da bazen bir horoz kurban ederler. Kurban, ölmüşlerin ruhlarına ve Tanrı'nın kurban sahiplerini yeryüzünde kötülüklerden uzak tutması adına adanır. Kurban etleri, tüm Müslümanlar arasında bölüşülür. Kurban sahibi, bu etten yalnızca bir parça alabilir. Dualardan ve kurbanların adanmasından sonra, mezarlık ziyareti yapılır ve burada Müslümanlar, yalnızca kendi ölmüş yakınları için değil, ama artık terkedilmiş, geleni gideni olmayan mezarlardaki ruhların selameti için de dua ederler.

Aşure Günü ya da Aşure Bayramı: Bu kutsal günde, Hazreti Muhammed'in torunu, Ali ile Fatma'nın oğulları, katledilen ve büyük acılar içerisinde ölen Hüseyin anılır. Kadınlar, birkaç çeşit meyveden - genellikle yedi ya da dokuz çeşit, çünkü aşurenin içine katılanların çift sayıda olmaması esastır - bir komposto pişirirler. Bayram yemeğinin ardından, bu komposto içilir.

Mevlüt Kandili: Bu kutsal günde ise, Peygamber Hazreti Muhammed'in doğum günü kutlanır. Belirtilen bu son iki kutsal günde, camide namaz kılmak, tanıdıkları ve akrabaları ziyaret etmek bir gelenektir.


 
TATARLAR - YAŞANTILARI​

Insanlar doğarlar, bir yuva kurar ve ölürler. Tatar Halkı'nın törenleri, işte her insanın yaşamında en önemli görülen bu üç olayla bağlantılıdır. Dini açıdan Tatarların sözünü ettiğimiz bu geleneksel törenleri, tüm Müslümanların gelenekleriyle örtüşür, ancak Polonya, Litvanya ve Rusya kültürleriyle yan yana yaşamış olmaları, onların, bu gayrimüslim komşularının pek çok geleneğini benimsemeleri sonucunu doğurmuştur.



Doğumlarda, yeni doğmuş bebeğe ad verme töreni, ezan diye adlandırılır. Bu tören, hem kız hem de oğlan çocukları için aynı biçimde tekrarlanır ve imamın, iki tanığın ve konukların katılımıyla, ailenin evinde gerçekleştirilir. Beyazlar giydirilmiş bebek masa üzerindeki bir yastığa, başı Mekke'yi gösterir vaziyette yatırılır. Çocuğun yanına Kuran, ekmek, tuz ve su konulmakta ve ayrıca bir mum yakılmaktadır. Imam, niyet duasını okumaya başlar ve çocuğun kulağına adını fısıldar. Çocuğun sağ elinin işaret parmağını tutarak, yedi kez şehadet getirir. Sonra diğer duaları okur. Oğlan çocuklarının sünnet edilmesi ise, çok uzun bir süre önce terk edilmiş bir gelenektir.

Evlilik: Nikahlar, ya genç kızın evinde ya da camide, nişanlıların, imamın ve iki nikah şahidinin katılımıyla yapılır. Nikahtan önce, damat adayı herkesi evine çağırır. Imam, dualar okumaya başlar ve damat adayıyla konukları evin etrafında üç kez dolaştırır. Ardından tüm konuklar gelin adayının evine giderler, burada kız tarafı gelenleri ekmek ve tuzla karşılar, damat adayının ise üzerine buğday taneleri fırlatılır. Imam, şahitlerle beraber beyaz bir örtüyle örtülmüş, üzerine yakılmış iki tane mum, bir bardak su, ekmek ve tuz konulmuş masanın yanına oturur. Karşılarına ise, koyun postu giyinmiş nişanlılar, yüzleri Mekke'ye bakacak şekilde otururlar. Imam, ayrılmalaları halinde damat adayının eşine olan vicdani sorumluluklarını yerine getireceği sözünü alır, genç kıza ise "namahremden" sakınması gerektiğini, yani yüzünü peçeyle gizlemesi gerektiğini hatırlatır. Tören sırasında genç çift, birbirlerinin parmaklarına nikah yüzüklerini takarlar. Genç çift, kız evinden çıkıp oğlan evine varıncaya kadar, komşular yollarına sembolik engeller koyarlar, çift bu engelleri para vererek aşar. Bugün pek çok evlilik geleneği unutulmuş durumdadır ve dinlerindeki farklılık dışında, Polonyalı Müslümanların ve diğer Polonyalıların evlilik törenleri temelde büyük bir farklılık göstermezler.

Cenaze: Ölmek üzere olan Müslümanın yanına, onunla birlikte dua edebilmek için, imam gelir. Kişi öldükten sonra açık bir tabutun içine yerleştirilir ve bütün gövdesi yıkanır, ayrıca yıkama esnasında burnu ve kulakları pamukla tıkanır. Yıkanmış olan gövde, beyaz bir keten beziyle sarılır. Ölen kişinin baş ucuna, dalavarı adı verilen ve üzerinde ayetler yazılı kağıt tomarları konur. Ardından gövde, uzun bir gömlek şeklinde biçilmiş kefene sarılır. Toprağa verilmeden önceki gece, mum ışığıkları altında Kuran okunur ve merhumun evindeki bu son gecesine olabildiğince çok Müslüman erkek katılmak durumundadır. Mezarlığa hareket etmeden önce, merhumun yaptığı ibadetlerin kabulü ve günahlarının affı için, Tanrı'ya dualar edilir.



Herkesin ellerini yıkamasıyla, dualar bitirilir. Daha eski tarihlerde cenaze törenine yalnızca erkekler katılırlardı, ama artık bugün kadınlar da katılmaktadırlar. Açık mezarın başında, yüzler güneye dönük, üç sıra halinde saf tutulur ve imamın önderliğinde cenaze namazı kılınır. Dört havlunun üzerinde gövde, mezara indirilir. Dört erkek, kefeni mezar üzerinde tutarak dualar okurlar. Gövde, mahşer gününde diriltildiğinde doğu yönüne bakabilsin diye, mezara kafası batıya gelecek şekilde yatırılır. Yas tutan ölü yakınları, mezardan kırk adım uzaklaşırlar; imam ise son dualarını okur ve ilk onun attığı üç avuç toprakla mezar doldurulmaya başlanır. Mezarın üstü birkaç sıra taşla örtülür; taşların sayısı, tek sayıda olmalıdır. Cenaze töreni, ölü yakınlarının dağıttığı "Sadoga" ile sona erer. Cenaze töreninin sona ermesinin ardından, ölü yakınlarının evlerine dönüşüyle birlikte, cenazeye katılanlara bir yemek verilir. Bu yemek geleneğine, "Sadoga" adı verildiği de olur, çünkü masa genellikle tatlılarla donatılır. Burada asıl amaç, ölen kişinin hatırlanması ve ruhu için dualar okunmasıdır. Bunun, Türkiye'de ölen bir yakının ardından "helva pişirilmesi" geleneğine yakın bir dini gelenek olduğu düşünülebilir. Kırk günlük yas süresince, evdeki bütün aynaların üstü örtülü tutulur. Yasın bitmesinin ardından bir kez daha, ancak bu kez yalnızca en yakın arkadaşlarla akrabalara bir yemek verilir.




Tercüme:
Osman Fırat Baş
Doktora öğrencisi
A.Ü - D.T.C.F
 
arkadaslar kusura bakmayin bölük börcük oldu bir mesaja 10 bin karakter sigdigindan dolayi mesajlari bölmek zorunda kaldim
 
Son düzenleyen: Moderatör:
X