Sıcak Külleri Kaldı - Özet - Oya Baydar

seaBahAR

Nosce Te İpsum
Pro Üye
13 Nisan 2007
15.555
36.068

Sıcak Külleri Kaldı / Oya Baydar
2001 Orhan Kemal Roman Ödülü

sicakkullerikaldidn4.jpg



Hikâye Paris’te, morg’da başlar; kadın kahramanın hatırlamalarıyla, Ankara’ya, İstanbul’a, Moskova’ya, çeşitli kentlere, mekânlara uzanır.
Paris’te, birkaç günlük bir süre içinde yaşanan olaylar, Türkiye’nin ve dünyanın, 20. yüzyılın ikinci yarısını kapsayan yaklaşık kırk yıllık bir dönemine yapılan göndermelerle anlatılır.
Siyasal bir fonda geçen roman, yıllar boyunca süren imkânsız bir aşkın hikâyesidir. Aşk ve iktidar ilişkilerini; iktidar tutkusunun ve bu tutku üzerine kurulmuş ilişkilerin insanların yaşamlarını nasıl kemirdiğini anlatır. Romanın tanıtım yazısında ifade edildiği gibi: “Sıcak Külleri Kaldı, kırk yılın yangınlarının; sevgilerde, inançlarda, dostluklarda, aşklarda, tutkularda tutuşturduğu ateşlerden arta kalan sıcak küllerinin romanıdır.


-I-
Paris’te Faili Meçhul Bir Cinayet ve Bir Gramer Dersi​

Roman, baş kahraman ve baş anlatıcı olan Ülkü’nün, “Ben bu ölüyü daha önce de görmüştüm” cümlesiyle başlar. Paris’te siyasi mülteci (refugié politique) olarak yaşayan ve bir Fransız gazetesinde çalışan Ülkü, morg’a, bir gün önce basın toplantısını izlediği bir Türk diplomat ve üst düzey devlet görevlisinin* cesedini teşhis için çağırılmıştır. “L’avez vous identifié?” (metinde Fransızca) diye sorar görevli. Ülkü, bu sorudan çocukluğuna, İstanbul’da yoksul bir çocuk olarak burslu okuduğu elit bir Fransız okulundaki gençlik yıllarına gider.
Aslında teşhis ettiği ceset, otuz yıl önceki gençlik aşkı Arın Murat’tır ve 1980 askeri rejimi yıllarında, Türkiye’den kaçmak zorunda kaldığında, annesine bıraktığı oğlunun babasıdır. Bölük pörçük hatırlamalardan, Ülkü’nün büyük aşkıyla buluşamadığını, evlenemediğini, bunun nedeninin, Arın Murat’ın zengin ve aristokrat ailesinin devletin en yüksek kademelerine hazırladıkları oğullarına, basit bir aileden gelen Ülkü’yü layık görmemeleri olduğunu* anlarız. Gerçek neden bu kadar basit midir? Romanın ana temalarından biri olan ve sonraki bölümlerde öne çıkacak “aşk, tutku ve iktidar” ilişkisine ait ilk ipuçları bu bölümde verilir.


-II-
Kaç Yıl Oldu Sesini Duymayalı?​

Morg’a çağrılmasından ve ifadesine başvurulmasından bir gün önce, Ülkü’yü Türkiye Büyükelçiliği’nden aramış ve Paris’te bulunan Arın Murat’ın kendisiyle görüşmek istediğini bildirmişlerdir. Telefonun bağlanmasını beklediği birkaç dakika içinde Ülkü, “Kaç yıl oldu sesini duymayalı” diye düşünürken, anımsamalar yoluyla, onun, 1992’de oğlunun öldürüldüğü haberi üzerine, yıllardır ayrı kaldığı Türkiye’ye döndüğünü öğreniriz. Arın Murat, o sırada önemli bir görevdedir. Ülkü, eski sevgilisinin, oğlunun neden ve nasıl öldürüldüğü konusunda bilgi sahibi olduğunu düşünmektedir. Ankara’ya Arın Murat’ı görmeye bu yüzden gitmiştir. Bu bölümde, Arın Murat’ın, devlet sırlarını da bilen ve derin devletin kirli işlerine, doğrudan olmasa da en azından operasyonları planlama düzeyinde karışmış yüksek bir bürokrat olduğunu anlarız. *Devletin güvenliği için düzenlenen hukuk dışı operasyonları bilmekte, hatta yönetmektedir. Ülkü’nün illegal bir sol örgüte mensup olan oğlu da bu operasyonlardan birinde öldürülmüştür.
Ankara’daki bu karşılaşmada, ikisi de, bütün olanaksızlıklara ve aralarındaki uçuruma rağmen birbirlerine karşı duygularının canlı olduğunu, aşkın – belki de hiç kavuşamadıkları için- sürdüğünü anlarlar.
Yine bu bölümde, Ankara çağrışımlarıyla, Ülkü’nün yıllar önce Ankara’da tanıştığı akademisyen ve komünist lider konumundaki Ömer ile nasıl evlendiğini, aslında Arın Murat’tan olan oğlunu, Ülkü’yü çok seven bu erkeğin nasıl benimsediğini, kocasıyla birlikte Türkiye’nin 1970’li yıllarında yaşadıkları güç yaşamı izleriz.
Öte yandan; Fransa’da yaşayan ve oğlunun cenazesi için birkaç günlüğüne İstanbul’a gelmiş olan Ülkü ile buluşmalarında Arın Murat’ın kimliğini daha iyi tanırız. Diplomaside ve devlette yükselmesine yardımcı olacağı için evlendiği alkolik karısıyla mutsuz olan, sadece kızına büyük bir sevgiyle bağlı olan Arın Murat, bu buluşmada hem Ülkü’yü hâlâ tutkuyla sevdiğini anlamıştır, hem de devletin hukuk dışı operasyonları ve orada kendi sorumluluğu konusunda içine ilk kez kuşku düşmüştür.


-III-
Erguvanlarla Seine Nehri Arasında Biryerlerde​

Önceki bölümde beklenen telefon bağlanır. Arın Murat, Ülkü’ye; Avrupa ülkelerini Türkiye’de demokrasinin gelişmekte olduğuna ikna için yapacağı resmi basın toplantısını muhabir olarak izleyip izlemeyeceğini sorar. Ayrıca gece buluşmayı teklif eder. “Nerede, nerelerde buluşurduk biz” sorusunun yarattığı çağrışımlarla, aşklarının ilk sevişmeden ayrılığa kadarki seyrini (gelişmelerini) izleriz. İstanbul’un erguvanlı tepelerinde, Boğaz yalılarında, sonra Arın Murat’ın doktora yapmak için bulunduğu Paris’te, ve 1971 yılının Nisan sonunda, Arın Murat’ların Büyükada’daki köşklerindeki veda gecelerinde...Aralarında aşılmaz engeller bulunduğunu, bazen aşkın yetmediğini anlayan Ülkü, o gecenin sabahında adadan ayrılmıştır. Yine bir geri dönüş ve anımsamayla, o sabah, 1971 askeri darbesinin gerçekleştirildiğini, sıkıyönetim ilan edildiğini, Ülkü’nün bir süredir yaşadığı ve militanca olmasa da sol çevrelerle ilişki kurduğu Ankara’ya dönüşünü izleriz.
Uzunca bir beklemeden sonra bağlanan telefonda, Arın Murat’ın sesi duyulur; basın toplantısından sonra, Paris’te birlikte oldukları gençlik yıllarında sık sık gittikleri, çok değişmiş de olsa hâlâ aynı yerde bulunan “L’ile (Ada)” adlı Fransız lokantasında buluşmak üzere randevulaşırlar.


-IV-
Sen Hiroşima’da Hiçbir Şey Görmedin​

Arın Murat’ın basın konferansında, umulmadık birşey olur. Türk devletinin elçisi ve sözcüsü olarak gönderilmiş olan Murat, konuşma metnini tamamen değiştirerek, Türkiye’de demokrasinin nasıl geliştiğini anlatmak yerine, Türkiye’deki gerçek durumu, faşist dönemleri, antidemokratik baskıları, vb anlatmaya başlar. Basın toplantısını gazeteci olarak izleyen Ülkü hem şaşırmış, hem de kuşkulanmıştır. Arın Murat anlattıkça, Ülkü, ‘Hiroshima Mon Amour’ filmine göndermeyle, “Sen Hiroşima’da hiçbir şey görmedin” diye düşünür ve bir nakarat gibi içinden tekrarladığı “Sen Hiroşima’da hiçbir şey görmedin Arın Murat” cümleleri arasında, 70’li ve 80’li yıllar Türkiye’sinin atmosferine döneriz: Sosyalist siyasal harekette sıradan bir üye olan Ülkü ile, lider konumundaki kocası Ömer’in güç yıllarına...İşkence, hapishane dönemleri, bir yandan da yine geriye dönüşlerle kocasıyla tanışmaları, ilişkileri, o çevrenin insanlarının hayatları fırça darbeleriyle işlenir. Arın Murat’ın hayretle izlenen sürpriz konuşması boyunca, çeşitli cümleleri, Ülkü’nün anımsamalarına vesile olur...Konuşmasını “Bayanlar baylar, sizlere dağıtılan metin Türk hükümetinin resmi görüşünü yansıtmaktadır, benim anlattıklarım ise kendi görüşlerimdir” diye bitiren özel görevli üst düzey diplomat Arın Murat’la toplantıyı izleyen gazeteci Ülkü’nün bakışları karşılaşır ve bir an için, yıllardan sonra ilk kez başka bir sevgi ve uzlaşmada buluştuklarını hissederler.


...devamı var.
 

...devamı


-V-
Uzun Bir Yolun Yorgun Yolcuları​

Bu bölüm, “Yıllar önce de bakışları böyle karşılaşmıştı” diye başlar. 1980’deki faşist askeri darbeden sonra, dokuz yaşındaki oğlunu annesine bırakarak Türkiye’den kaçan Ülkü, Moskova’da yaşayan kocası Ömer’in yanına gelmiştir. Moskova’da Kızıl Meydan’da, bir resmi heyetle oraya gelmiş olan Arın Murat’la bakışları karşılaşır. Bu bölümde, Ülkü’nün; onu inançlarından kuşkuya düşüren, kafasında derin sorular doğuran Moskova’ya fazla dayanamayarak, saygı duyduğu ancak hiçbir zaman büyük bir aşkla bağlanmadığı kocasından ayrılışını, Fransa’ya iltica edişini izleriz. Zaman içinde geliş gidişlerle, çeşitli anı kırıntılarıyla; bir yandan ayrılığın nasıl gerçekleştiği, öte yandan sosyalist rejim ve toplum yıkılmaya doğru giderken, insanların psikolojilerindeki yansımalar, hayal kırıklıkları, yenilginin kederi, insanların savruluşu anlatılır.


-VI-
Ada’da (L’ile’de)Bir Akşam Yemeği ve Yaşlanmak Üzerine​

Ülkü, buluşmayı kararlaştırdıkları restoranda Arın Murat’ı beklemektedir. Yine geçmişe dönüşler ve yıllar sonraki bu buluşmadaki diyaloglarla, bölümün ve romanın ana temalarından olan zamanın engellenemez akışı ve bunun karşısında insanın duyduğu çaresizlik ve hüzün işlenir. Yıllar geçmiş; Ülkü, Arın Murat, Ömer, herkes değişmiştir. Arın Murat, o günkü basın konferansındaki konuşmasını, aradan geçen yıllar boyunca neden ve nasıl değiştiğini, gerçekleri nasıl daha iyi görmeye başladığını açıklamaya çalışır. Ülkü’nün oğlunun nasıl öldürüldüğünü araştırmış, bu türden cinayetlerde devletin ve dolayısıyla da kendinin payını sezmiştir. Ancak Ülkü’nün öldürülen oğlunun kendi oğlu olduğunu hâlâ bilmemektedir. Yıllar sonraki o buluşma gecesinde, Arın Murat artık hayatını bütünüyle değiştireceğini, Ülkü ile birlikte dünyanın bir başka ucunda yepyeni bir hayata başlamaya kararlı olduğunu anlatırken, Ülkü, otuz yıldır içinde müthiş bir tutku olarak yaşattığı aşkın sönmekte olduğunu hüzünle fark eder. Karşısındaki adam, iktidar anlamına gelen devlet uğruna, güç uğruna harcamıştır aşkı. Üstelik bilmeden de olsa kendi oğlunun öldürülmesinden sorumludur. Ülkü’nün kafası karmakarışıktır.

Zaman zaman anılarla, eskiye dönüşlerle kesilen konuşma sırasında, Ülkü’nün bazı sözlerinden, bazı tarihlerden, bazı küçük ayrıntılardan, Arın Murat’ın içine, Ülkü’nün oğlunun gerçek kimliğine dair bir kuşku girer. Ertesi gün buluşmak üzere ayrılırken, Arın Murat mutludur ama kaygılıdır. O güne kadarki bütün hayatını, kimliğini inkâr etme pahasına, böyle bir bedel ödemeyi kabullenerek yıllar sonra sevgilisine kavuşacaktır.

-VII-
Özgürlüğün İlk Şafağı​

Ertesi gün Ülkü, Paris’te sorgu hakimliğinde (savcılıkta) ifadeye çağrılmıştır. Arın Murat, o gece restorandan çıktıktan sonra Rue des Ecoles’ün köşesinde öldürülmüştür, ve ölümünden önce onu son gören kişi Ülkü’dür. Arın Murat için Rue des Ecoles anılarla dolu, nostaljik bir bölgedir, gençlik yıllarında Paris’te Ülkü ile birlikte yaşadıkları stüdyo o sokaktadır. Sokağın köşesine doğru yürürken anılara dalar. Hayatını değiştirecek, Ülkü’yü ikna edecek, birlikte yeni bir hayat kuracaklardır. Çok sevdiği kızını düşünür bir an ve o anda kızının derin bakışlı güzel gözleri, ona Ülkü’nün oğlunun dava dosyasında gördüğü vesikalık fotoğrafını hatırlatır. Birkaç ayrıntı, o dosyadaki birkaç tarih daha...Yıllar önce Ülkü ile son kez beraber oldukları gecenin tarihini hatırlar, çocuğun doğum tarihiyle birleştirir. Kendi gözleri, kızının gözleri, Ülkü’nün öldürülen oğlunun gözleri birleşir. Ülkü’nün öldürülen oğlunun kendi oğlu olduğunu dehşet içinde bilince çıkardığı anda, ardından birinin geldiğini fark eder ama geç kalmıştır. Silah sesi duyulmaz, susturucu takılmıştır. Suikastçi profesyoneldir. Sokak lambasının altında yere düşerken, lambanın ışığını tanyeri sanır. “Özgürlüğümün ilk şafağı” diye düşünür ironik biçimde.
Fransız makamlarının soruşturmasından sonra, bu defa da cinayeti araştırmak için Türkiye Büyükelçiliği’ne tanık olarak çağrılan Ülkü, orada Arın Murat’ın karısı ve kızıyla karşılaşır. Öldürülen sevgilisinin kızına, açıkça olmasa da, bu cinayetin ardında, o dönemlerde Türkiye’deki benzer cinayetlerde adı geçen devlet içindeki karanlık güçlerin olabileceğini hissettirir. Arın Murat’ın kızının gözlerinin babasına ve kendi oğlunun gözlerine ne kadar benzediğini hüzünle görür, kıza sevgi duyar.


-VIII-
Oğullar ve Kardeşler​

Yıl 1997’dir. Arın Murat’ın cenazesi Türkiye’de devlet töreniyle kaldırılır. Bu bölümde, Türkiye’nin 2000’lere doğru siyasal atmosferi yansıtılır.


-IX-
Issız Adalar Aranıyor

Ülkü Türkiye’ye dönmüştür. “Kendime bir ıssız ada bulmak için mi döndüm buralara? Hayvanların ölmek için inlerine döndükleri gibi mi?” Çocukluğunun, gençliğinin geçtiği, Arın’la o garip tutkuyu, aşkı yaşadığı, sonra oğlunu kaybettiği yerlere döner. Hiçbir şey eskisi gibi değildir, hiçbir şey kalmamıştır geriye “sıcak küllerden başka”... Gençlik yıllarında Arın Murat’ın en yakın arkadaşı olan eski arkadaşlarından birinin ısrarlı davetini geri çevirmeyip, arkadaşının yerleştiği ve bağlar kurarak şarapçılık yapmaya heveslendiği Ege adasına gider.
Burası bir sığınak mıdır, onu çok yormuş olan hayattan kaçıp bu adada mı kalacaktır? Yoksa yeniden hayata, Paris’e, gazeteciliğe, mesleğine mi dönecektir? Belirsizdir.
Roman, “Yarın olmazsa öbür gün ayrılmalıyım bu adadan, diye geçirdi içinden. Rüzgârı arkasına alıp bağlara doğru yürüdü.” diye biter.



-Yazarın kişisel sitesinden alıntıdır-

oyabaydar1eb5.jpg


Oya Baydar biyografisi için tıklayınız.
 
X