yaşam....

talin

Guru
Kayıtlı Üye
20 Haziran 2007
4.250
27
45
Yaşamın ilk döneminde, giriş döneminde, kendimizi tamamen dış dünyadan kopuk algılıyoruz. İçimizde kedimizi anlamlandıramadıkça dışımızı da reddediyoruz. İnsanların bizi anlamadığını düşünüp yaşama ve dünyaya düşman kesiliyoruz. Oysa ki bizi anlamayan yine biz kendimiziz. Kendi içimizde kendi gerçeğimizi bulamadıkça yaşam ve dünyada bize anlamsız ve yalan geliyor. Kendi içimizde, kendimizle dost olamadığımız için yaşam ve dünya ile de dost olamıyoruz. Kendimizle iyi geçinemediğimiz için, en yakınlarımızla, özellikle annelerimizle de iyi geçinemiyoruz.

Kendimize olan yabancılığımız, ailemizden bile soyutlanmaya kadar götürüyor bizi. Kendimize olan yabancılığımızdan, kendimize olan düşmanlığımızdan dolayı kendi üzerimize gittiğimiz için, kendimizi sevecek kadar tanımadığımız için, ailemizin ve dünyanın bizi sevmediğini, bizim kim olduğumuzu anlamadığını düşünüp, düşmanlık duyguları besliyoruz dışımızda ki herşeye.

Kendimizi kabullenemediğimizin farkındasızlığıyla dış dünyayı reddediyoruz adeta.

Kendimizi biraz olsun tanımaya başladığımızda, seveceğimiz yanlarımızı keşfettiğimizde, dış dünyada da sevebileceğimiz kişilerin varlığının farkına varıyoruz.

Ve gelişme dönemi başlamış oluyor böylece.

İçimizde az da olsa kendimizle kurduğumuz dostluk dışa da yansımaya başlıyor. Giriş dönemindeki ayrılık ve soyutlanma çabaları, kendimizi dışta bulmak istercesine, etkileşime ve bizi dışa çeken bir gelişme dönemine dönüşüyor. Kendimizin iyi yanlarını gördüğümüz kişileri kendimize çektiğimiz gibi, kabullenemediğimiz yanlarımıza ayna tutanları da bir mıknatıs gibi çekiyoruz bu dönemde.

Kabullenemediğimiz yanlarımızı gösterenler bizi acıttıkça yavaş yavaş içimize dönmeye başlıyoruz. Gelişme döneminde dış dünyadan topladığımız benlerimizi alıp, içimizde nereye karşılık geldiğini bulabilmek için, içimizdeki bizi elimizdeki parçalarla tamamlayabilmek için tekrar tekrar içimize dönüyoruz. Sorguladıkça, farkındalıklarımız çoğaldıkça ve elimizdeki parçaların, birbirlerinin devamı olan uyumlu parçalarla birleştiğini gördükçe, hem kendimize hem de dışa olan bakış açımız değişmeye başlıyor.

Bundan sonra, içimizde ve dışımızda oluşturduğumuz bütünlüğe yeni gelecek parçaları bilinçlice beklemeye koyulduğumuz sonuç ve bitmeyecek olan bir yolculuk dönemi başlıyor.

Hiç bir şeyin tesadüf olmadığının, her olanın bizi bize yansıttığının farkındalığına ulaştığımız dönem. Kişilerin değil olayların dilini okumayı öğrendiğimiz dönem. Kişilerin sadece gelip, farkındalık yaratmak için, düğmelerimize basan birer hizmetli olduklarını algıladığımız dönem. En iyi hizmetlimizin bir değil birçok kez acımasızca düğmeye basanın olduğunu anladığımız, olaylardan ders almayı ve almazsak aynı olayı tekrar tekrar hayatımıza çekeceğimizi bidiğimiz bir dönem.

Bazen bize hizmet edene biz de hizmet ederiz elbette. Karşılıklı bir hizmet ve etkileşim içinde oluruz. Kazanan daima düğmeye basan ve geri çekilen olacaktır. Kişiye değil olaya odaklanan olacaktır. Bizim en çok düğmememize, damarımıza basan bize en çok hizmeti geçendir. Bizde ki büyük değişimleri yaratacak olayların başlatıcısıdır. Artık biliriz, o bize dokunduğunda büyük bir farkındalık gelecektir arkasından. Ve ilahi bir sevgiyle kucaklamaya hazırlanırız onun gelişini. O bize içindeki öfke, kin ve nefretle bulaşsa da biliriz ki hizmete gelmiştir. Hizmetin karşılığını sevgiyle ödeyip, bu hizmetten yararlanmak için kendimize dönmemiz, kendi içimizde sorgulamalar yapmamız şarttır.

Olanı sevgiyle kucaklayıp, sorguyla süzüp, gelişimimizi besleyecek bal eylemek ya da öfke, kin ve nefretle karşılık verip, gelişimimizi tıkayan zehir eylemek bizim elimizdedir.

Bütün ilişkilerimizde ya öğretmen olmuşuzdur ya öğrenci. Ailemizde, gittiğimiz okullarda, akraba ve dostluklarda, sevgililerimizle, eşlerimizle, çocuklarımızla olan ilişkilerimizde bu hep böyledir. Hepsi bizim içimizde ki benlere ayna tutmuşlardır. Bizler de onların aynası olmuşuzdur.

Bulutların aldığı şekiller, kuşların sevgi dolu ötüşleri ya da çığlık çığlığa bağırışları, bir köpeğin gözlerinde ki derinlerden yansıyan ilahilik ya da nefret dolu hırlaması, iki kişinin sevgiyle birbirine sarılması ya da öfkeyle kavga etmesi hepsi bizden yansıyan içsel halimizin aynasıdır.

Eğer yaşadıklarımıza ve çevremizde olan bitene, yüksek bir farkındalıkla bakabilmeyi başarırsak hepsindeki birliği ve kendimizin tekliğini derinden hissederiz.

Yaşam üç parçaya ayrılmış gibi görünse de, parçaların hepsi o son ve tek parçayı, bütünü oluşturma süreci aslında.

Yaşam baştan sona bir yolculuk. İlk aşamaları farkındasızlıkla yapılmış olsa da, son aşamaları farkındalıklarla dolu bir yolculuk.

Yaşam yolculuğumuzun bundan sonraki bölümü de, an'da ve fakındalık içinde, akışı seviyle kucaklamaya hazır olmanın hazzıyla devam etsin.

alıntıdıra.s.
 
Olanı sevgiyle kucaklayıp, sorguyla süzüp, gelişimimizi besleyecek bal eylemek ya da öfke, kin ve nefretle karşılık verip, gelişimimizi tıkayan zehir eylemek bizim elimizdedir.cok guzeldi tsk
 
X