Sivas Örf ve Adetleri

hesna

Aktif Üye
Kayıtlı Üye
23 Nisan 2007
65
0
bende bir şiir veriyim sivaslı olarak :çiçek:

GARDAŞ SEN SİVASIN NERESİNDENSİN?
Dur gardaş! Bir selam ver geç dostuna
Yabancı değilsin, bizim eldensin
Endamın gururun bize benziyor
Yiğidin harman olduğu yerdensin
------
Sivaslısın gardaş tanıdım seni
Neredensin söyle gardaş ilçeni?
Bilirim ben Sivas’ımdan göçeni
Gardaş, sen Sivas’ın neresindensin?
------
Demirim, çeliğim sana emanet
Yiğitlik var serde, etmezsin minnet
Çalışkan, hatırnaz, hem dost hem de mert
Gardaş, Divriği’nin neresindensin?
------
Gökpınar’ın berrak suyundan mısın?
Selçukların asil soyundan mısın?
Yoksa üç beldenin birinden misin?
Gardaş, sen Gürün’ün neresindensin?
------
Namın duyurmuşsun dünya alemde
Balıklı çermiğin tıbbın dilinde
Garabaş gür sesli, yayla yolunda
Gardaş, sen Kangal’ın neresindensin?
------
Kösedağı kanat gerer üstüne
Yiğit gardaş, mert davranın dostuna
Sahip çıkan hemşerine, nesline
Gardaş, Suşehri’nin neresindensin?
------
Kösedağ yaylasının zirvesinden mi?
Pötürge gölünün çevresinden mi?
Kızılırmağımın çehresinden mi?
Gardaş, sen Zara’nın neresindensin?
------
Asil soylu, güzel huylu hemşerim
Büyük gölden su içmişe benziyon
Sivas’ıma gönül verin yürekten
Gardaş, sen Hafiğin neresindensin?
------
Kelkit vadisinin güzel yerinden
Sessiz durup yükselirsin derinden
Kösedağın yiğit bekçilerinden
Gardaş, Koyulhisar’ın neresindensin?



Pir Sultan Abdal’ın banazından mı?
Acılarla dolu ayvazından mı?
Kabayelinden mi, poyrazından mı?
Gardaş, Yıldızeli’nin neresindensin?
------
Gür sesiyle yükseklerden haykıran
Sarılırsın Sivas’ına doğrudan
İşsizlikten göçtün sen de yurdundan
Gardaş, İmranlı’nın neresindensin?
------
Hoş geldin hemşerim, dost kervanına
Suşehri, Zarayı aldın yanına
Göğsüm kabarıyor güzel adına
Gardaş, Akıncılar’ın neresindensin?
------
Yeni girdin, ilçe olup araya
El attık, seni de kattık halay’ a
Sen de çıkan Kösedağ’a, Yaylaya
Gardaş, Gölova’ nın neresindensin?
------
İçtiniz mi gardaş, tecer suyundan?
Karabaş koyunun Kangal soyundan
Merkezime yakın çevre köyümden
Gardaş, sen Ulaşın neresindensin?
------
Ata sporumu yaşatan sensin
Kısbet giyip perdah atanım sensin
Can hemşerimizsin, sen de bizdensin
Gardaş, Doğanşar’ın neresindensin?
------
Uzunyayla siper olmuş bağrına
Şiirler yazılmış senin uğruna
Hoşgelmişsin sen de dost kervanına
Gardaş, Altınyayla’nın neresindensin?
------
Baba vatanımsın, benim ilçemsin
Gönlümde taht kuran gülsün, çiçeksin
Seni sevenleri candan seversin?
Gardaş, Gemerek’in neresindensin?
------
Gönül gözü ile dünyayı gören
İnsanlığa örnek olan, yön veren
Âşık Veysel’imin doğduğu yerden
Gardaş, Şarkışla’nın neresindensin?
------
Yiğitler diyarı aslan ilinden
Dostların soyundan, âşık dilinden
Badelerle dolu pirler elinden
Gardaş, sen Sivas’ın neresindensin?

başka söze gerek yok heralde...:kahve:


 
Sivas'ta eski ramazan günlerinde uzun emeklerle ortaya çıkarılan tel helva, şimdilerde tamamen unutulmaya yüz tutan gelenekler arasında yer alıyor.

İnsanları birbirine yaklaştıran, toka açlığı, zengine yoksulluğu hatırlatan ramazan ayının gelenekleri, zaman ve yeniden biçimlenen yaşam alışkanlıkları doğrultusunda değişiyor.

Bu değişim sürecinde Sivas'ta da ramazan ayına özgü gelenek ve göreneklerde de değişiklik gözleniyor. Ramazan akşamlarında eşin dostun eğlence amacıyla bir araya gelerek yaptığı tel helvan bugünlerde unutulmaya yüz tutuyor.

Tel helvanın yapımına başlamadan önceden eşe-dosta haber verilerek, işi bilen kişilerin komutlarıyla helvanın yapımına başlanırmış.

"Tel helvanın, iki ölçü şekere, bir ölçü su katılıp ateş üzerinde karıştırılarak meyanesi hazırlanır. Rengi koyulaşan meyaneye limon sıkılır. Dibi yağlanmış bir leğene boşaltılan meyane, soğumaya bırakılır. Diğer yandan da tereyağında pembeleşinceye kadar un kavrularak hazır hale getirilir. İyice soğumuş olan meyane, bıçak yardımıyla tepsiden alınır. Akideleşmiş şeker, usta ve yardımcılar tarafından sıkıla sıkıla yumuşatılarak uzatılır. En az 10-15 kere yapılan bu işlemden sonra iki ucu simit gibi birleştirilerek yuvarlatılır. Kavrulmuş un ortaya getirilip, una batırılarak işe devam edilir. Odada bulunan usta helvacıların talimatıyla bir usta bir acemi olarak oturulan halkada çekile çekile büyültülen helva, leğene sığmaz hale gelince 8 şekli verilerek çevrilir. Yani yeniden küçültülür ve tekrar çevrilmeye başlanır. Kavrulmuş un, meyaneye yedirilir. Avuç içlerinin maharetli olması istenen helva çekme işinde, eğer incelmemiş helva parçaları olursa buna kaşık sapı denilir ve helva çekene o sert kısım yedirilir. Yine tel dökmeyip bulgur bulgur olması da arzulanan bir şey değildir."

 
Giyim Kuşam | El Sanatları | Sanatçılar ve Ozanlar | Halk Oyunları | Yöre Mutfağı

avatar_l.png


İlin geleneksel yapısı yeni yeni çözülmelere başlamıştır. Yaşama biçimi daha çok göçlerle belirlenmektedir. Giyim - kuşam ve beslenmede aynı özellikler görülür. Kırsal kesimde geleneksel yapı belirginken kentlerde ikili bir yapı gözlenmektedir.

Sivas'ta geleneksel el sanatlarının köklü bir geçmişi vardır, dokumacılık, bakırcılık, çubukçuluk, çorap örücülüğü, çakı-bıçak yapımcılığı günümüzde de sürdürülmektedir.


Selçuklular döneminden başlayarak bölgenin yönetim, ticaret, bilim ve kültür merkezi olan Sivas, dönemin mimarisi ve taş işçiliğini yansıtan özgün yapıtlarla doludur. Kent mimarisinde de o dönemin etkileri görülmektedir.

Sivas folklorunun özgünlüğü, renkliliği ve zenginliğiyle ülke folkloru içinde ayrı bir yeri vardır. Yöreden günümüzde de pek çok halk ozanı yetişmektedir.



Yerel ağız yörelere göre önemli ayrılıklar gösterir. Merkeze yakınlık, ulaşım ve pazar imkanları yerel ağız özellikleri üzerinde etkili olmuştur. Yöre folkloru, atasözleri, deyimler, tekerlemeler, bilmeceler, ninniler, alkış ve kargışlar yönünden de çok zengindir.

Sivas, halk müziği ve oyunları yönünden ilginç bir yöredir. İlk resmi derleme 1926'da, ikinci 1937'de gerçekleştirilmiştir. Türkü ve değişlerde, 10 zamanlıdan başlayıp 15 zamanlıya dek karma usullerin örnekleri vardır.



GİYİM KUŞAM


Orta Anadolu'nun giyim-kuşam özellikleri Sivas yöresinde de belirgindir. Özellikle erkek giyimi her dönemde bu etkiye göre biçimlenmiştir.









Kadın giyiminde ise yerel özelliklerden kaynaklanan bir çeşitlilik görülür. Merkezlerde kimi değişmelere karşın, kadın giyim kuşamında geleneksel özellikler yer yer korunmaktadır.


Geleneksel Kadın Giyimi : Fes yörenin yaygın başlık türüdür. Önüne ipekli yemeni-krep dikilir yada bağlanır. Uçları yandan sallanır. Günlük giyimde her zaman fes kullanılmaz. "Değirmi" denen düz, "hindi" denen renkli ve desenli tülbentler bağlanır. "İşlik" denen iç giysileri de ak bezdendir, elde dikilir. Üstte omuzlardan ve belden "kırmalı" üç etek biçiminde "peşli" denen entarileri giyilir. Kollar geniş ve "dilmeli" dir. Peşlerin ikisi öne, birisi arkaya gelir, aradaki "sayvanlı" dır, (astarlı). Kara yünden yada ketenden yapılmış, nakışlı, çevresi oyalı önlükler bağlanır. Ayrıca madeni kemerler, el örmesi yün kuşaklarda kullanılır. Bazı yerlerde kadife atlas üzerine sim işlemeli bindallılar giyilir. Kolların yırtmaçlısı da yırtmaçsızı da geniş ve sarkıktır. Entarilerin tümü yakasız, önden göğüs altına dek düğmelidir. Özel günlerde sırmalı ve işlemeli cepken de giyilir. Kadife üstüne sırmalılara "kadama" denir. Alta bel ve parçaları uçkurları "tuman" (şalvar biçimli, bol dikmeli don) giyilir. Parçalar çoraba dek uzanır. Renkli ve desenli çoraplar mevsimine göre ince yada kalın yünden örülür.
Dışarılık giysi olarak çarşaf, Cumhuriyet sonrasında da uzun süre kullanılmıştır. Günlük yaşamada tülbent, baş örtüsü kullanılmaktadır. Buna yaşmaklamak denir. Yaşlı kadınlar "namazlık" denen uzunca bir baş örtüsü kullanır. Son zamanlarda, atkı-manto biçimi üst giyiminde yaygınlaşmıştır. Kelik, yemeni, çarık geleneksel kadın ayakkabılarıdır. Bunların yerini giderek kara lastik ve plastik ayakkabılar almıştır. Kentlerdeyse kundura giyilmektedir.


Geleneksel Erkek Giysisi : Poşu yada "hindi" bağlanmış fes, erkek giyim-kuşamında da yaygın başlık biçimidir. İnce ak ipekten, ketenden yakası düz, omuzdan düğmeli "işlik" üstüne, kolsuz yelek giyilir. Bele şal bağlanır; kalçadan büzgülü "şayak" yada "zıvga" denen pantolonlar kalın kumaştandır. Ak-kara, kırçal çoraplar nakışlıdır. Tokalı çarık, kulaklı yemeni, yüksek ökçeli ve sivri burunlu "iskarpin" yaygın ayakkabı türleridir.
Gürün Şalları : Hint ve İran şallarının desen ve dokuma tekniğini, Türk kumaşlarının desen ve dokuma tekniğini , Türk kumaşlarının desen ve dokuma tekniğiyle birleşmiş, Avrupa’nın taklit şallarının özelliklerini Anadolu insanının zevk ve giyim ihtiyaçlarıyla kaynaştırarak orijinal bir sentez meydana getirmiştir.
Dokuma Tekniği ve Motifler : Gürün şalları el tezgahlarında dokunmuştur. Bu tezgahlar, Jakar tarafından ıslah edilmiş, Gürün'de de Jakar tezgahlarından yararlanılmıştır. 2.52 m. boyunda ve 1.20 m. eninde kesilme yerleri belli edilerek top halinde dokunmuştur.

Gürün şallarında sadelik ve zeminde beyaz renk hakimdir. İran (Acem) şallarında ise süs ön plandadır. Zemin dışında kırmızı-sarı veya kırmızı-mavi renkler bol miktarda kullanılmıştır. Yün iplikler bitki boyalarıyla boyanmıştır.

Gürün şalları konusunda en geniş çalışmayı yapan Prof. Kenan Özbel motiflerine göre bu şalları dört gurupta toplamıştır.





Serpme Motifli Şallar : Ana motifi badem veya pençe adı verilen motiftir. Bu motif halk arasında günümüzde "şal deseni" diye tanınmıştır. Bademler aralıklı veya verev şeklinde dizilmiştir. Bademlerin arasında küçük çiçekler ve yapraklar, dalcıklar seyrek olarak da çintemani motifleri doldurulmuştur. Bademlerin içi boş bırakıldığı gibi çiçekler ve yapraklarla da bezendiği olmuştur.



Motifleri Birbirine Bağlı Şallar : Bu tür şallara "sarmaşıklı şal" da denir. Badem motifleri kumaşa serpme olarak yerleştirilmiş, ancak bademler bir dalla birbirine bağlanmaya çalışılmıştır. Kadın elbiseleri genellikle bu şallardan yapılmıştır.

Motifleri birbirine geçme şallar : Motifleri asma dalları gibi birbirine geçmiş kavisli dallardan oluşmuştur. Bu yüzden halk arasında "Asma dalı desenli şal" olarak tanınmıştır. Kadın elbisesi yapımında tercih edilmiştir.

Çubuklu, yollu şallar : Çubukların enleri ve araları dokuyanına göre dar veya geniş tutulmuştur. Çubukların gerek içleri, gerekse araları serpme veya bağlı badem, çiçek, yaprak, asma dalı, koç boynuzu, saç bağı motifleriyle doldurulmuştur.


yaygın Gürün şalları bunlardır. Başlık ve kuşak olarak kullanılmıştır.





GELENEKSEL EL SANATLARI

Sivas'ta geleneksel el sanatları oldukça gelişmiştir. Dokumacılık, bakırcılık, gümüş işçiliği, çubukçuluk, çorap örücülüğü, ve çakı-bıçak yapımcılığı en köklü el sanatlarıdır. Bunlardan çorap örücülüğü giderek önemini yitirirken, diğerleri günümüzde de sürdürülmektedir. Sivas'ın çok zengin kompozisyonlu ve renkli dokumaları ile kara kemik saplı bıçakları ünlüdür.


lar döneminde başlayan dokumacılık sonraki yüzyıllarda gelişmiştir. Bunlardan bir dönem çok ünlü olan şal dokumacılığı günümüzde yapılmamaktadır. Sivas halılarının en önemli özellikleri tümüyle yün, sık dokulu ince havlı olmasıdır. Halının sık dokulu olması için kirkit oldukça sert vurulur. Bu arada esnekliği sağlamak için ilmikler iki tarandıktan sonra özel ayarlı makaslarla kesilerek hav yüksekliği ayarlanır. "Eriş" denilen çözgü ipliği çok bükümlü ve incedir.




Bu yüzden halılarda düğüm sayısı oldukça yüksektir. Selçuklu halılarındaki geometrik bir düzenle yerleştirilmiş motiflerin oluşturduğu kompozisyonlar, geliştirilmiş biçimleriyle günümüz Sivas halılarında da görülmektedir. "Çeşmi bülbül, çamurlu, kuçlu, lalezar, yılanlı" bunlar arasındadır. Desenlerin kimileri kent adları, kimileri de sayılarla anılır. Sivas halılarının bir başka özelliği de zıt renklerden özenle kaçınılmasıdır. Halılarda en az 12 renk görülür. Başlangıçta çok mat olan bu renkler kullanıldıkça canlılık kazanır. Lacivert, al ve tonları yaygındır.



Kilim dokumacılığı daha çok köylerde gelişmiştir. Seccade, divan, taban ve duvar tipi kilimler çok yaygındır. Ayrıca 6-7 m kare büyüklüğünde kilimlere rastlanır. Geçmişte Gürün, Şarkışla, Yıldızeli ve Kangal'da dokunan kilimler renk ve desen açısından farklılık göstermekteydi. Bunlarda geometrik motiflerin yanında çeşitli figüratif motiflerde kullanılırdı.



Teknik kaygılarla kilimlerde çoğunlukla geometrik motifler yeğlenir. Al, yeşil, mavi, kara ve turuncu en yaygın renklerdir.

Çorap Örücülüğü : Geçmişte Gürün'de çok gelişmiş olan çorap örücülüğü günümüzde yitmeye yüz tutmuştur. Burada tiftikten ince görünümlü çorap örülürdü. Kullanılan sitilize bitki, hayvan ve insan motifleri dokuyanın iç dünyasını yansıtacak biçimde işlenirdi.


"Yandım alamadım, yarimi eller aldı. Kakül ergen bıyığı, eli mektuplu, elif-be, aşık kirpiği, gönül kilidi, katip çimciği ve civan kaşı" en yaygın motiflerdir.



Çubukçuluk (Ağızlık Yapımcılığı) : Çubukçuluk köklü el sanatlarından biridir. Kişisel kullanım yada satış için yapılan çubuklar günümüzde turistik bir değer kazanmıştır. Ağızlık yapımında yörede germişek yada karamuk denilen bir ağaç kullanılır. Germişek çubukları istenilen boyda kesilir, bunlar uzunluklarına göre "Lüleli, topcık başlı, yanma başlı, ufak ağızlık, ufak lüleli ağızlık, arabalı ağızlık (birbirine geçmeli)" gibi çeşitli adlar alır. Tomruk makinesinde kabukları soyulan çubuklar tornaya bağlanır, keski yatay yada dikey tutularak desenin dış çizgileri (konturlu) çizilir. Sonra kalemle (ince uçlu işleme ve kakma gereci) desenler oluşturulur. Bu işleme "nakış keskisi" denir. İşlemleri bitirilen ağızlık kezzaba batırılır. Ateşe tuttuktan sonra zımparalanır. Yeniden tornaya bağlanır ve matkapla ağız bölümü (sigara konulan yeri) açılır. Çakıyla yassılaştırılan bu bölümde kezzaba batırma, kızartma ve cilalama işlemlerinden geçirilir.





Süslemede uygulanan bir başka teknikte ekin saplarının üzerine ibrişim yada ipek sarılmasıdır. uzunlamasına kesilmiş ekin sapları süslemenin yapılacağı bölümlere yerleştirilir. Alt ve üstlerden renkli ibrişim (yada ipek) sarılarak süslemeler oluşturulur. Bu teknik çoğunlukla yazı yazmada uygulanır. İlde ilk ağızlığı Şeyh Aziz Baba'nın yaptığı söylenir.

Bakırcılık : Bakırcılık eski yaygınlığını yitirmiştir. İl bakırcılığının en eski örnekleri Sivas müzelerinde sergilenmektedir. Külçe bakır önce küçük parçalar halinde silindirden geçirilerek inceltilir, sonra biçimlendirilir. Biçimlendirmede kazan ve sinilerde dövme, küçük kaplarda çekme tekniği kullanılır. Dövme tekniğinde bakır, ağaç tokmakla dövülür; çekme tekniğindeyse istenilen tahta kalıplara göre tornada çekilir. Süslemeler kakma yada çalma tekniğiyle yapılır. Kakma tekniğinin iki uygulama biçimi vardır. Birinde motifler kap üzerine kazılarak yada oyularak işlenir. Diğerinde ise kabın üzeri bal mumuyla sıvanır, motifler kalemle çizildikten sonra açılan oyuklara asit dökülür. Asidin bakır üzerinde oluşturduğu karalanmalardan yararlanılarak motif işlenir. Çalma tekniğinde motifler demir zımparalarla baskı yapılarak işlenir. Yazılar, bitkisel ve geometrik motifler en yaygın süslemelerdir. Geometrik motiflerde geçmeli daireler, üçgenler, dörtgenler; bitkisel motiflerde yaprak, lale, nar, nar çiçeği ve servi kullanılır.

Ustaların yapıtlarına adlarını, bir din büyüğünün adını yada ayeti yazması gelenektir. Ancak yazıyı motifler arasına yerleştirmek güç olduğundan bu gelenek giderek kaybolmaktadır. Bu tür süslemelere en çok Osmanlı dönemi yapıtlarında rastlanmaktadır.

Çakı-Bıçak Yapımcılığı : Geçmişin gözde kılıçları, kılınççılar çarşısında yapılırdı. Kılıcın yerini giderek daha güçlü silahlar alınca, kılıç ustaları çakı-bıçak yapımına yöneldiler. Günümüzde de sürdürülen çakı-bıçak yapımı, eski yaygınlığını yitirmiştir. Kentte bulunan bıçakçı atölyelerinde; genellikle kılıç tipli bıçaklar, bağ bıçakları, büyük ekmek bıçakları, bir iki üç ağızlı yada ustura ağızlı bıçaklar yapılır. Kentin özellikle kara saplı bıçakları ünlüdür. Çakı ve bıçakların "namlu" denilen ağızları çelikten sapları boynuzdan yapılır. Ocakta kızdırılan çelik, örste dövülerek namlu biçimi verilir. İlk düzenlemeden sonra oluğu (tırnak oyuğu) açılır. Yeniden düzenlenir, su verip parlatılır. Böylece namlu sapa takılacak hale gelir. Sap için çoğunlukla öküz, keçi ve koç boynuzu kullanılır. Boynuz istenilen boyutta kesilir, ısıtılarak mengenede düzeltilir, kalıplanır. Sonra içi testereyle oyulur. Bıçak ustalarının "elde resim yapma" dedikleri son düzenlemeden geçirilir. Rendelendikten ve zımparalandıktan sonra namluya takılacak duruma gelir. Namlu sapın uç bölümünde açılan oyuğa yerleştirilir, delinerek çivilenir. Çivi başları birer pul konduktan sonra ezilir, çarkta parlatılır.



BÖLGE SANATÇILARI ve OZANLARI



Şüphesiz halk şairlerimizde diğer sanatçılarımız gibi birbirinden ayrı özelliklere sahiptir. Hiçbir şair, ötekine tıpa tıp benzemez. Ama hemen hemen hepsine aynı gelenek ve törelerden geldikleri için birbirine benzer yanlarıda eksik değildir.

Bazı şairlerin hepside şiirlerini sazla çalıp çağırırlar. Halk şairi ile sazını birbirinden ayıramayız. Keramet sazdamıdır, sözdemidir bilemeyiz? Aşık sazına gözü gibi bakar. Aşık Veysel'in;

"Ben ölürsem sazım sen kal dünyada , Gizli sırlarımı aşikar etme" deyişi elbette ki çok anlamlıdır.


Şairlerimizin hemen hepsi aşk, ölüm, hasret, yiğitlik, tabiat, din gibi temalar işlemişlerdir. Aşk konusu baş köşeyi tutmaktadır. Ölüm karşısında şairlerimizin uysal, teslimkar ama alabildiğine üzüntülüdür. Ölümün bıraktığı yıkımlar, kayıp olan güzellikler dostluklar terennüm edilir.

Sivas'ın şair ve aşıkları şunlardır:

Şemseddin Sivasi, Pir Sultan Abdal, Ruhsati, Kul Himmet, Suzi, Aşık Veysel, Zaralı Halil Söyler, Mesleki, Aşık Talibi, Recep Kamil, Şeyh Halit.

Diğer aşıklarımız ise; Sefil Selimi, Aşık Talibi, Gürünlü Aşık Rıza, Ali İzzet Özkan, Veysel Cehdi Kut, Kul Gazi, Feryadi, Belcikli Seyit, Karasarlı Seyit, Aşık İsmeti, Ali Dayı, Şükrani, Nuri Sivasi, Kul Himmet.

Tabiat teması da Sivas şairleri tarafından en iyi şekilde işlenmiştir. Şairlerimizin en zengin yanlarından birini teşkil etmektedir. Çeşitli hayvanlardan tasvir edilerek tabiat manzarasını tamamlar. Tabiatın güzellikleri yanında çeşitli afetlerde şairin, ozanın gönlünde dile gelmiştir. İşte o zaman şiir olmuş, destan olmuş, türkü olmuş. Anadolu yaylasına göz atıldığı zaman Sivas'ın aşıklar yatağı olduğu görülür. Sivas şairleri aynı zamanda Sivas büyükleridir . Hepside en duru en özlü Türkçe ile söylemişlerdir. Türküleri, deyişleri günlük müzik yaşantımıza girmiştir. Radyo ve televizyon programlarında hemen hemen hepsinin türkülerine yer verilir.

Yurttan sesler Korosunun kurucusu halk müziğinin derleme ustası Muzaffer Sarısözen'i anmadan geçemeyiz. Ayrıca masal üstadı Eflatun Cem Güney, Tevfik Aksoy Kayabeyzade, Memduh Bey günümüz şairlerinden Vehbi Cem Aşkun edebiyat dalında denemeler yapmış; radyo sanatkarlarından Ömer Altuğ, Emel Sayın ve Selehattin Erorhan da Sivas' ta yetişen Türk musiki ve halk müziği ses sanatçılarıdır. Halk şairlerimizin özelliklerini anlatan bazı ünlü değişlerini şöyle sıralayabiliriz.

AŞIK VEYSEL



avatar_l.png

1894 yılında Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde doğdu. Babası Karaca Ahmet, annesi Gülüzar Hatun' dur.

7 yaşına geldiğinde gözünün birini yakalandığı çiçek hastalığından kaybetti. Diğer gözüne perde indi. Çok geçmeden iki gözünüde kaybetti.

Oyalanması için babası Aşık Veysel'e bir saz aldı. Çamşıhlı Ali ve Molla Hüseyin adlı saz ustalarından dersler aldı. Önceleri Pir Sultan Abdal, Yunus Emre, Aşık Kerem, Aşık Erzurumlu Emrah gibi ustaların türkülerini söyledi. 1933 'te Cumhuriyetin 10. Yılı için yazdığı destanının yayınlanması ve Sivas Aşıklar Bayramındaki başarısı dikkat çekti. Ahmet Kutsi Tecer'in de yardımlarıyla Veysel kırk yaşından sonra kendi eserlerini vermeye başladı. Çeşitli Köy Enstitülerinde saz öğretmenliği yaptı. Aşık Veysel, İki kez evlendi. İki oğul, dört kız babasıdır. Şiirlerinde yurt sevgisi, kardeşlik, birlik ve okuma sevgisi işledi. 21 Mart 1973 tarihinde "Sadık Yarım" dediği kara toprakla kucaklaştı.

SİVAS HALK OZANLARINDAN DÖRTLÜKLER

Sivas ellerinde sazım çalınır
Çamlı beller bölük bölük bölünür

Yardan ayrılmışam bağrım delinir

Katip arzu halim yaz yare böyle.

Kadılar müftüler fetva yazarsa

İşte kement işte boynum asarsa

İşte hançer işte kellem keserse

Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.

Aşık Veysel



Kimse bana yaren olmaz yar olmaz
Mertlik hırkasını giydim giyeli

Dünya bomboş olsa bana yar kalmaz

İnsana muhabbet duydum duyalı

Çoğu bende kağıt, hüccet arıyor

Hal bilmeyen dip dedemi soruyor

Dostlar ölümüme karar veriyor

Sefil Selimi'yem dedim diyeli Sefil Selim.

Zaralı Halil




Karlı dağlar karanlığın bastı mı?
Kahbe felek ayrılığın vakti mi?

Karlı dağlar ne olur ne olur!

Asker ağam gelse yarelerim eyi olur!

Dünya dediğin bir dal yapraktır

Evvela ahirin kara topraktır

Bu dünyada benlik satan ahmaktır

Daim ölüm kuşu döner başımdan

Pir Sultan Abdal




SİVAS HALK OYUNLARI



Sivas halk oyunları çok zengin ve çeşitlidir. Sivas halay bölgesi içindedir. Oyunlara eşlik eden çalgılar, davul ve zurnadır. Zurnanın yerini bazı zamanlar klarnetin aldığı da görülmektedir. Ayrıca; Kaval, bağlama, tel, kemençe, kaşık, ruzba, saz, darbuka gibi çalgılar Sivas'ta kullanılmaktadır.

Sivas halay bölgesi olmakla beraber, zeybek ve bar oyunlarının da oynandığı bilinmektedir.

Erkeklerde; ayaklarda tokalı çarık veya yemeni bulunur. Aynalı çorap denilen sırmalı yün çorap takılır. Üzerine şalvar ve üzerine yakasız beyaz işlik giyilir.

Kadınlarda; başta fes bulunur. Bu fes 5-6 santimetre kadardır. Üstü düz olup bu kısma altın para döşenir. Önüne krep örtü dikilir ve uçları iki yana ve arkaya sallandırılır.

YEMEKLER (YÖRE MUTFAĞI)

İl mutfağı tarım ürünlerine dayanmaktadır. Harman sonunda (sonbahar) kışlık yiyecek hazırlıkları başlar. Un öğütme, bulgur dövme, çekme, erişte, kadayıf, salça yapımı, sebze kurutma, etlik kesimi bunların başlıcalarıdır.

Yöre yemekleri daha çok unlulara dayanmaktadır. Keş, peskütan, çökelek, süt ürünlerinden hazırlanan yiyeceklerdendir. Yöre yemekleri genellikle kırsal kesimlerde yazları ayranlı, pancarlı çorba, madımak, evelik, düğücek aşı gibi yemekler yapılır. Kışları ise tırhıt, sübüra, kelecoş, tarhana, içli köfte, hingel gibi hamurlu yemekler yenmektedir. Kentte genellikle sebze yemekleri yapılmaktadır. Sivas kebabı ünlüdür.

Tandırda kül çöreği, fotla, patates yada peynirle yapılan kömbe, kete, lavaş yörede yaygın ekmek çeşitlerindendir.

www.cumhuriyet.edu.tr

alınıntı
 
Yurdumuzun birçok yöresinde olduğu gibi Sivas Yöresinde de bazı gelenek ve göreneklerimiz halen devam etmektedir. Bu geleneklerin bir parçası olan düğün geleneklerinden “Dünür Gezme -Kız İsteme” geleneğimizi hatırladığım kadarı ile anlatmaya çalışacağım. Bazı geleneklerimiz devam etsin veya etmesin yine de her yöre kendi şivesini, öz değerlerini, gelenek ve göreneklerini zaman zaman anımsayıp genç kuşaklara tanıtması o yörenin kendi kültürüne sahip çıkması demektir diye düşünüyorum.

Eskiden gençler büyüyüp serpilip de evlenme çağına geldiklerinde kız olsun erkek olsun evleneceği eşini kendisinin seçme şansı hemen hemen hiç yoktu. Şimdi olduğu gibi önceden tanışıp, konuşup anlaşarak evlenmek yok denecek kadar azdı. Büyükler kimi uygun görür ise o kişi ile gençler evlendirilirdi. Gençlerin karşı tarafa aşık olmak, sevmek, evleneceği hayat arkadaşını kendisinin tercih etme şansı yoktu. Daha çok her zaman büyüklerin dediği olurdu. Artık bu zihniyeti tasvip edip etmeme konusunu sizlerin takdirine bırakıyorum her görüşe saygım vardır Bana kalırsa tabi ki tasvip etmiyorum..Çünkü bir ömür boyu sonsuza kadar birlikte yaşayacak olan hayat arkadaşını herkes kendisi seçip tercih etmelidir ; diye düşünüyorum.…

Genellikle evlenme yaşına gelmiş oğlan anneleri her bulunduğu kalabalık ortamlarda oğullarına kız beğenmeye çalışırlardı. Hısım akraba cenazelerinde, düğünlerde, ‘mevlitlerde’, hamamda, ev gezmelerinde, kına gecelerinde, alıcı gözle bekar kızları inceler ve beğendiği kızların adreslerini o kızın yakınlarından alırdı. Daha sonra çevresindekilere o adresi sorup soruşturur ve yanına ağzı laf yapan bir akrabalarından bir bayan ile birlikte kızın adresine kız bakmaya yani görücüye giderlerdi. İşte buna Sivas’ta “Dünür Gezme-Kız İsteme” denir. Dünürlerin karşısına çıkan kızada ‘Görücüye çıkmak’ denir. Bazen de eğer oğullarına çalışan kız istiyorlar ise resmi dairelere gidip rast gele birisine ‘Canım burada şele bir ece temiz süt emmiş bekar gız var mı acaba’ diye sorarlardı. Eğer var ise o kızın adresini de alır listesine eklerdi.

Beğendikleri ve gidecekleri adresler kesinleştikten sonra teker teker dünür gezmeye başlarlardı. Gittikleri kızın kapısını çalarlar ve kapıya çıkan kişiye “ Bacı sizin bekar gızınız varmış beş dakika içeri girip bir duru suyunuzu içebilir miyiz” derlerdi. Ev sahibi de onlara “ Vah anam tanrı misafirisiniz helbet o nasıl söz buyurun içeri gız gapısı koprüdür olsun bacım hakkınızda hayırlısı “ der ve içeri buyur ederlerdi. (Demek ki o zaman insanların birbirine güveni ne kadar sonsuzmuş ki hiç tanımadığı birisini evine konuk olarak kabul ediyormuş ne güzel. Ama şimdi öylemi üzgünüm) .Oğlan annesi bilhassa habersiz çat kapı aniden, habersiz kız evine giderdi ki kız evinin güya pis mi temiz mi olduğunu anlamak isterdi.

Kızın annesi panik içinde etrafı toplarken evin bekar kızı da kendisine dünür geldiğini anlar ve hemen koşarak evin başka bir odasına kaçar kendisine çeki düzen verir ve kıyafetini değişirdi ki gelenlere bakımlı gözükmek isterdi. İçeri alınıp konuk edilen oğlan annesi ve yakını biraz kızın annesi ile havadan sudan konuştuktan sonra konuya girerdi. Oğlan annesi kızın annesine. “Vah anam gızınız bir yanımıza gelse de bir bardak su getirse içsek yüreğimiz bek yandı” derlerdi. Bu istek kıza ulaştırılır. Kız ilkönce gelen konukların ellerini tek tek öptükten sonra geri dışarı çıkıp temiz cam bardağın altına dantel örtü serili bardakaltlığı ile özenle suyu ikram ederdi. Kayınvalide adayı suyu içerken yavaş yavaş yudumlardı ki kızı bir güzel belli etmeden incelerdi. Bazen de su bardağını tetkik edip iyi yıkanmış mı diye kontrol ederlerdi. Kız boşalan bardağı alıp hemen dışarı çıkardı. Eğer oğlan annes “ gızım gelsene içeri ecük otur yanımıza hemen ne gaçıyon ki ‘ derlerse gelin adayı kız içeri gelir otururdu. Yoksa dışarıda dururdu. İçeri gelince de hep yere bakar kafasını kaldırmazdı. Eğer kafasını kaldırırsa da bu kez ‘Vah anam bu nasıl gız bekde serbestmiş gözleride fıldır fıldır anam tek çift oynuyor hemi ’ derlerdi. Eğer kızın annesi bir neden ile odadan dışarı çıkarsa hemen oğlan annesi evin tabanındaki tahtalar iyice fırçalanmış mı diye kilimi kaldırır bakardı, ya da evin diğer yerlerinin temizliğini incelerlerdi. El çabukluğu ile ev sahibine belli etmeden evin tozlarına bakarlardı. Hatta ihtiyacı olmasa bile kız evinin tuvaletine gider oranın temizliğine göre evin temiz olup olmadığına karar verirlerdi. Eğer o ev temiz ise kızı da beğenirlerdi. Bakır cezvede pişen buram buram kokan kahveler de içildikten sonra gitme vakti kıza sarılarak ağzının kokup kokmadığı belli edilmeden kontrol edilirdi. Giderken de ‘Hakkımızda hayırlısı’ diyerek oradan ayrılıp başka eve giderlerdi.

Oğlan annesinin dünür gezip kız isteme işi bazen günler, haftalar hatta aylar sürerdi. Eğer oğlan annesi içine sinen kızı bulmuş ise kız evini hamama davet ederdi. Buradaki amaç ise kızın vücudunda bir kusur var mı amaç onu kontrol etmekti. Bazen düşündüğümde bu konuda haklı olduklarını anlıyorum. Çünkü şimdi genç kızlarımız doğal güzelliklerini çok genç yaşta kaybediyorlar. Saçlar boya, ekleme saç, gözlerde lens, kirpikler takma. Gerçek güzellikleri anlaşılmıyor ki. Sahte güzellikte doğallığı kaybediyor tabii…

Nihayet kız beğenildikten sonra aile meclisinde tercih edilen kız ve kızın ailesi konuşulur son karar verilirdi. Tekrar kız evine gidilir yine dünür olunur ama bu kez oğlan evinden aile büyüklerinden birisi kızın ailesine’ Allah’ın emri ile kızınıza dünürüz kızınızı beğendik’ derlerdi. (Bu süreç içerisinde zaten her iki taraf birbirlerini dedektif gibi gizlice araştırmış ve soruşturmuş olurdu. Hatta kız evi de damadın işyerine belli etmeden gider, damat adayına belli edilmeden iyice uzaktan tetkik edilirdi.)

Kız evi önceden sorduğu için hemen gönlü olur “ Eh Allah yazdıysa ne diyek hayırlı uğurlu olsun bari” derlerdi. Yine kahveler içilir, havadan sudan konuşulur söz kesme, nişan tarihi yine büyüklerin oybirliği ile yine gençlere sorulmadan tesbit edilir, kız evinden birbirlerine hayır dualar edilerek ayrılırlardı. Daha sonra her iki aile arasında tatlı bir telaş başlardı.

Bütün bu aşamalar esnasında verilen kararlar çoğunlukla evlenecek kıza ve oğlana sorulmazdı. Onların fikri pek alınmazdı. Hatta kız ve oğlan birbirini görmeden kahveler içilir, söz kesilirdi. Çoğunlukla oğlana kız gösterilir ama kıza damat adayı gösterilmezdi. Onlara göre kızın görmesine gerek yoktu ki. Fikri hiç alınmazdı. Bazen tanıdık birisinin evinde kız ve oğlan uzaktan birbirine bakar hiç konuşmadan hayat arkadaşını seçmeye zorlanırlardı. Bu şekilde yani uzaktan da olsun görerek evlenenler yinede o zamanlar şanslı sayılırdı.

Oysa yeni evlenecek çiftler bir ömür boyu birlikte olacağı eşini kendisi tercih etmeli yürekten severek, isteyerek evlenmelidir. Mutluluklar asla tesadüflere, şansa bırakılmamalıdır. Aksi halde yıllar geçse bile o evliliklerde polyanacılık oynamak sonsuza kadar devam eder. Gençlerimizin yüreğinin sesini dinlemek ve kimi seviyorsa kiminle mutlu olacağına inanıyorsa büyüklerin bu konuda duyarlı ve anlayışlı, saygılı olup evlatlarının mutluluğu için onlara karşı anlayışlı olarak, tercihi evlatlarına bırakması gerekir diye düşünüyorum. Aksi halde o evlatlar büyüklerin tercih ettiği kişi ile zorla evlendirilse dahi yüreğinde ki kavuşamadığı o aşkı mezara kadar silemez, mutlu gözükse dahi her zaman sevdiği kişinin hayalini unutamaz. Böyle olunca da büyükler yaptıkları yanlışın vebalini asla ödeyemezler.

Sivas’ta Dünür Gezme- Kız İsteme geleneğini siz saygıdeğer okuyucularıma anlatmaya ve bu konudaki görüşlerimi sizlerle paylaşmaya çalıştım. Zaten bu gelenek halen devam ediyorsa da eskisi gibi yoğun değil. Artık gençlerimiz özgür iradesi ile, aşık olduğu kişi ile evlenip mutlu bir evlilik yapmaktadır. Oğlan anneleri de eski kayınvalideler gibi değil, daha anlayışlı daha şefkatli ve sevgi dolu olup genç evlatları ile sorunlarını paylaşabilmekte ve destek olmaktadır. Doğrusu da budur.

Selam ve Saygılarımla

SABİHA SERİN
Araştırmacı Yazar Şair
{alıntı}
 
hanımlar erkek arkadaşım sivaslı ve yakın zamanda sözlenmeyi düşünüyoruz.adetleriniz ,usülleriniz nedir hiçbir fikrim yok.yardımlarınızı bekliyorumm...


Merhaba,
Sorunuzu okuyupta nasıl anladılar bilemiyorum ama yazılan cahilce yorumları gördükçe neden Türkiye'de kadının 2. planda kaldığını daha net anlıyorum. Bu ne kadar gevşekçe cevaptır arkadaşlar ne kadar basit cevaplar gelmiş öyle utandım ben okurken. Adet sorulumuş, usul sorulmuş ? Gelen cevaba bak : "Çok cahillerdir." Bu yorumu yazanın aklına şaşarım. Aslında şaşmam ne kadar cahil olduğunu anlarım. İnsanları yaşadıkları yerler veya memleketleri ile yargılıyanlara çok yazık. Esas cahil bu kişilerdir. Lütfen arkadaşın sorusuna cevap verin benim muhatabım olmayın, bana cevap vermeyin, beni desteklemeyin.
Çok yazık yorumlar çok...
 
Turistik ve Hediyelik Eşyalar


Tarihte uzun bir geçmişe sahip olan Sivas'ın el sanatları yönünden dünyada ayrı bir yeri vardır. İlimizi dünyaya tanıtan bu el sanatlarından birincisi halıcılık ikincisi ağızlıkçılıktır. Bunların yanında; kilim, tülüce ve Gürün şalı dokumacılığı, bakırcılık, gümüş işçiliği, çakı-bıçak yapımcılığı, tarak işçiliği ve çorap örücülüğü diğer köklü el sanatlarıdır. Bunlardan Gürün şalı, tülüce dokumacılığı, çorap örücülüğü, tarak yapımcılığı önemini yitirmiş hatta kaybolmaktadır.

Halıcılık:
Ülkemiz halıcılığında olduğu kadar dünya halı sanayinde de seçkin bir yeri bulunan Sivas halıları Selçuklu devrinden (13.yy) beri süregelen bir geleneğin ve özgün bir çalışmanın ürünüdür.

Sivas halılarının en belirgin özellikleri kullanılan ipliğin inceliği, iç boyamalarının orijinalliği, dokumadaki ustalık, ilmek sayısının fazlalığı ve üzerindeki motif, desen ve renk uyumunun ahengidir. Halılarda en az 12 çeşit olmak üzere 20-25'e varan renk çeşidi kullanılmaktadır.

Sivas çevresinde Divriği, Gürün, Kangal, Şarkışla ve Zara'da dokunan halılar Türk (Gördes) düğümü sistemiyledir. Günümüzde Sivas halıları denildiğinde tek düğüm sistemiyle yapılan, yuvarlak hatlı, madalyonlu ve küçük çiçek desenli halılar akla gelmektedir. Hereke kalitesinde ve Hereke desenli halılar da dokunmaktadır

Kilim Dokumacılığı:

Kilim dokumacılığı daha çok köylerde gelişmiştir. Yaygın olarak kullanılan kilimler; yan kilim, kebir orta kilim, çul kilim, deve tüylü kilim, nakışlı kilim, kırmızı ve beyaz kilim gibi isimlerle anılırlar.

Sivas çevresinde Şarkışla kilimleri meş-hurdur. Desenler ve motifler dikdörtgen ve-ya eşkenar dikdörtgen şeklindedir.

Sivas çevresi kilimlerinde bitkisel ve hayvansal motiflerin yanında geometrik ve sembolik motifler de dokunmaktadır.

Sivas kilimlerinin tümüyle yünden dokunması, çözgünün sık olması ve çözgüde düğüm yada eklemlerden özenle kaçınılması değerini artıran özelliklerdir

Çorap Örücülüğü:
Geçmişte Gürün'de çok gelişmiş olan çorap örücülüğü günümüzde kaybolmaya yüz tutmuştur. Burada tiftikten ince görünümlü çoraplar örülürdü. Doğanşar, Zara, İmranlı ilçelerimizde bu el sanatları halen sürdürülmektedir. Kullanılan stilize bitki, hayvan ve insan motifleri dokuyanın iç dünyasını yansıtacak biçimde işlenirdi. "Yandım Alamadım, Yarimi Eller Aldı, Kakül, Ergen Bıyığı, Eli Mektuplu, Elif-B, Aşık Kipriği, Gönül Kilidi, Katip Çimdiği ve Civan Kaşı" en yaygın motiflerdir.

Çarıkçılık:
Bir zaman Anadolu insanının ayağının giyeceği ve süsü olan çarık günümüzde artık kullanılma-maktadır. Çok az sayıda kalan ustaları tarafından hediyelik eşya olarak yapılmaktadır. Sırımlı ve tokalı olmak üzere iki cinsi yapılmaktadır.

Gümüş İşçiliği:
Çeşitli aşamalardan geçerek tel ve ince levha haline getirilen gümüşten ahşap malzeme kaplanarak gümüş çekmece ve gümüş nalınlar yapılır. Diğer bir gümüş işçiliği ise telkari, kalem işi savattır. Bu işçiliklerde gümüş kemerler, bilezikler, bardak ve fincan zarfları, çay tabakları, çay tepsileri, broşlar, ağızlıklar ve tespih süsleri gibi eşyalar yapılır.

Çubukçuluk (Ağızlık yapımcılığı) :
"Ağızlıkçılık" veya "Çubukçuluk" ismiyle anılan el sanatının başlangıcı 1800 yılına kadar iner. Sivas ağızlıklarının yapımında Tokat-Erzincan-Erzurum-Kars ve Ağrı yörelerinden temin edilen "Germişek ya da karamuk" denilen ağaç cinsleri kullanılır. Son zamanlarda Sivas'ta ki ağızlıkçılar kalemlik, isimlik, tığ sapı, şamdan, minare maketi ve tükenmez kalem gibi hediyelik eşyalar da yapmaktadırlar.

Çakı-Bıçak Yapımcılığı:
Geçmişin gözde kılıçları, Kılıççılar Çar-şısında yapılırdı. Kılı-cın yerini giderek daha güçlü silahlar alınca, kılıç ustaları çakı-bıçak yapımına yöneldiler. Kentte bulunan bıçak atölyelerinde genellikle kılıç tipi bıçaklar, bağ bıçakları, büyük ek-mek bıçakları, bir, iki, üç ağızlı ya da ustura tipi bıçaklar yapılır. Kentin özellikle kara saplı bıçakları ünlüdür. Çakı ve bıçakların ağızları "namlu" denilen çelikten sapları boynuzdan yapılır.

Bakırcılık:
Bakırcılık eski yay-gınlığını yitirmiştir. İl Bakırcılığının en eski örnekleri Sivas Müze-sinde sergilenmekte-dir.

Ustaların çalıştıkları bakırlara adlarını, bir din bü-yüğünün adını ya da ayet yazması gele-nektendir. Ancak ya-zıyı motifler arasına yerleştirmek güç olduğundan bu gelenek giderek kaybolmuştur. Bu tür süslemelere en çok Osmanlı dönemi bakır eşyalarına rastlanmaktadır.
















: www.sivas.gov.tr
alıntı
 
Örf-Adet-Gelenek-Görenek
sivas
ÖRF

Örfler, çoğu zaman toplumun katı beklentileri olarak nitelenen birtakım örnek tutum ve davranışlardır. Örfler, aynı zamanda toplumu, herhangi bir değer sisteminin bünyesini oluşturan temel taşlarını da temsil ederler. Bu değerler sistemi, toplumsal yapının durumuna göre giderek özel bir hukuk sistemine göre ya da o sistemdeki bir yasa maddesine de gerekçe olur. Örflerin bireyle birey, bireyle aile, bireyle komşular ve akrabalar, bireyle halk ve ulus arasındaki ilişkileri, davranışları, tutum ve tavırları düzenleyen ve belirleyen işlevleri vardır. Toplumun her üyesini sürekli olarak baskı altında tutan örfler, zorlayıcı yaptırıcı ya da yasaklayıcı yaptırımlarıyla bireyin grupla cemaatla ya da toplumla uygunlaşımını sağlarlar. Öte yandan cins, yaş, sınıf ve mesleklere göre belirlenmiş çeşitli örfler bunlar arasında bağlantıyı koruma, kollama, pekiştirme ve denetleme işlevleriyle de yüklüdürler. Örflere karşı çıkma kimi toplumlarda yasaya karşı çıkmayla bir tutulur; hatta zaman zaman yasaların da üstünde tutularak katı ve bağışlamasız bir tutumla birey cezalandırılır.

ADET

Adetler, tıpkı örfler gibi birçok sosyal içerikli ilişkiyi düzenlemekte, yönetmekte ve denetlemektedirler. Toplumsal yaşamın düzenli gitmesinde, kuralların uygulanmasında adetler etkili olmaktadırlar; örneğin karşılama ve uğurlamalar; yemek ve sofra düzenleri; geçiş dönemleriyle ilgili kutlama ve kutsamalar; kız isteme, nişanlılık ve evlenme usülleri; cinsler, yaş grupları, meslek mensupları arasındaki ilişkilerin biçimleri; selamlaşma, hatır sorma sırasında uyulması gereken kurallar; bayramlar, mevsimler, önemli günlerle ilgili davranış biçimleri; 'yas alma', 'baş sağlığı dileme' gibi durumlarda söylenecek sözler, takınılacak tavırlar ve tutumlar adetlerin alanına girerler. Adetler çeşitli kökenlerden kaynaklanmış ve biçimlenmişlerdir; bunlar içerisinde geçmiş zamanların yaşama biçimleri, dünya görüşleri, ilginç rastlantı ve olaylar önemli bir yer tutarlar. Bir toplumda, toplumun bütününü ilgilendiren adetler olduğu gibi, çeşitli mesleklerin, mezheplerin, etnik grupların v.b. kendilerine özgü adetleri vardır. Adetlerin pratikteki uygulanışını giderek gelenekleşmesini sağlayan bu konuda bilinçli yada bilinçsiz görev üstlenen yaş ve cins gruplarıyla dinsel liderler, dernek yöneticileri, oyun grubu başkanları bulunmaktadır. Kimi adetler oldukça durağan ve sürekliyken, kimisi de zamanla değişebilen niteliktedir. Adetlerden bir bölümü toplumun büyük değişim çalkantısına ayak uydurarak özlerinde ve biçimlerinde sınırlı değişmelere uyarak benliklerini bir dereceye kadar korurken, bir bölümü de tıpkı canlı organizmalar gibi etkinliği ve diriliğini zamanla yitirerek gün gelir ortadan kalkarlar.

GELENEK

Gelenekler geniş anlamıyla bir kuşaktan ötekine geçirilebilen bilgi, tasarım, boş inanç, yaşantı biçimi; daha geniş anlamıyla maddi olmayan kültürdür. Dar anlamda ise, kuşaklar boyunca bir toplumun örneğin kutsal yada politik işleri gibi önemli konulardaki görüşlerdir. Gelenekler sözlü ve yazılı olmak üzere iki bölüme ayrılırlar. Tıpkı adetler gibi, ama onlardan daha güçlü olarak toplumsal yaşamın düzenlenmesinde ve denetlenmesinde önemli rol oynarlar. Nitelikleri bakımından genellikle tutucu olan gelenekler aile, hukuk, din ve politika gibi toplumsal kurumlar üzerinde etkilidirler; bilim ve sanat, geleneklerin daha az etkisi altındadırlar. Bireyin bağlı bulunduğu grubun yada toplumun geleneklerine karşı çıkması, bu karşı çıkışın derecesine göre bireyin toplulukça afarozundan saldırıya uğramasına, hor görülmesinden alaya alınmasına kadar genişleyen tepki türlerinde biçimlenir. Geleneklerin tıpkı örfler gibi yasalarla belirlenmiş türleri vardır. Yasa, geleneklere ve onlara aykırı davranışlar için verilecek olan cezaları bir ölçüye sokmaya çalışır. Gelenekler, genellikle yasalardan çok daha geniş bir alanı yönetirler.

GÖRENEK

Göreneğin örfe, adete, geleneğe bakarak yaptırım gücü daha zayıftır. Örfteki yapılma zorunluğu, adet ve gelenekdeki yapılmalı özelliği görenekteki yapılabilme özelliğini alır. En yalın tanımıyla bir şeyi görüle geldiği gibi yapma alışkanlığı olan görenek, öteki sosyal alışkanlık gibi gerekli ve uygun görülenleri kapsar. Ama bunların mutlaka yerine getirilmesini istemez. Öteden beri yapıla gelmekte olan, fakat henüz adet durumunu kazanmamış olan bu davranış biçimlerine grubun, toplumun gelişmesin uygun yenilikler eklenir. Bunlar süreklilik kazandığı gibi, bir süre sonra ortadan kalkabilirler. Görenekler, günlük yaşantımızın gerekli gördüğü ilişkilerin düzenlenmesinde, bireyler arasındaki sürtüşmeleri azaltmakta, toplumsal ilişkilerin kolaylaşmasında, belirleyici rol oynarlar. Komşu ziyaretlerinde, hasta yoklamalarında alış-verişte, ortak taşıtlara inip binmede, tanışma ve tanıştırılmalarda nasıl davranılacağını belirleyerek ilişkilerin düzenli gitmesine yardımcı olurlar.




alıntı
 

Sivas ve yöresinde eskiden beri sürüp gelen nişanlı kıza kurban gönderme geleneği artık pek devam etmiyorsa da yine de bu anlamlı ve nostalji dolu geleneğimizin hatırlanıp gelecek kuşaklara tanıtmak amacıyla hatırladığım kadarıyla sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Unuttuğum bir ayrıntı olursa da şimdiden hoşgörünüze sığınıyor, saygılarımı sunuyorum.

Sivas’ta Kurban Bayramından bir gün önceki güne arefe, arefeden bir gün önceki güne ise şerefe denir. Eski yıllarda Kurban Bayramı yaklaşınca nişanlı çocuğu olan oğlan evi ve kız evini tatlı bir telaş kaplardı. Çünkü arefe veya şerefe günü oğlan evi çarşıdan satın aldığı kurbanlık koçu kız evine göndermek zorundaydı. Zaten kız evi de çoktan gerekli hazırlığını yapmış oğlan evinden gelecek kurbanı beklerdi

İlk iş olarak oğlan evi çarşıya gidip besili bir koç alırdı. Alınan bu koç’un üzerine giydirilmek üzere o yıllarda çarşıda sürekli satılan kalın kartondan yapılmış üzerinde hediye konmak için cepleri olan bu kartondan alınırdı. Bu kartonun üzerinde özel olarak hazırlanmış ceplerin içinde geometrik şekillerde aynalar, renkli grafon kağıtları, kedi merdiveni dediğimiz süsler, parlak şekilli kağıtlar bulunurdu. Bu karton alınan koçun üzerine giydirilirdi. Kartonun üzerindeki ceplere ise çeşitli hediyeler herkesin görebileceği bir şekilde dizilirdi. Bu hediyeler ayakkabı, terlik, elbiselik kumaş, iç çamaşırı, v.s olurdu. Koçun vücudundaki tüyler ise farklı parlak renklerle boyanırdı. En sonunda kırmızı bir kurdeleye 90. lık dediğimiz altın (gramüse) yada altın bir bilezik dizildikten sonra koçun iki boynuzundan kurdele bağlanırdı. Altın veya bilezik koçun tam anlının ortasına denk getirilirdi.

Koç alınıp gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra sıra gelir hediyelerle donatılmış bu süslü püslü koçu kız evine göndermeye. Oğlan evi aynı okuyucu gezme geleneğinde olduğu gibi kendi çevresinde maddi durumu pek iyi olmayan bir bayan ve yanında bir erkek çocuk ile koçu kız evine gönderirdi. Kız evi tarafından da koçu getiren bayana ve çocuğa kendi güçlerine uygun bir bahşiş verilir, gönderilirdi. Bazen de içeri alınıp farklı ikramlarda bulunulurdu.

Koç şerefe günü gelmişse arefe günü, arefe günü gelmişse aynı gün kız evinin maddi durumu iyi ise bir fayton tutardı. Eğer fayton tutamamışsa aileden bir genç delikanlı koçun boynundaki ipi tutar nişanlı kız ve ailesiyle birlikte ara sokaklardan geçerek herkesin imrenerek bakışları arasında kabristan ziyaretine gidilirdi. Kabristana gittiklerinde ise oraya ziyarete gelen kişiler tarafından da yine koça merakla bakılırdı

Kurban Bayramı sabahı kız evindeki erkekler bayram namazından geldikten sonra şenliklice dualar eşliğinde kurbanı keserlerdi. Parçalanan etlerden bir kısmı kız evine ayrılır, bir kısmı ise ‘ kızımızın kurban eti’ denilerek eşe dosta dağıtılırdı. Onlarda ‘Vah eylemi canım Allah gabul etsin, hayırlı uğurlu olsun Allah başa gadar mesut etsin anam bir yastıkta gocasınlar hemi’ derlerdi. En önemli unutulmaması gereken ayrıntı ise koçun kuyruk yağı özel olarak ayrılırdı. Çünkü kız annesi daha sonra bu kuyruk yağından bir tepsi tatlı yapıp oğlan evine göndermesi gerekiyordu.

Kurban kesme işi bittikten sonra kız annesi kuyruk yağından bir tepsi tatlıyı yapar ve ayrıca damat için alınan gömlek, elbise, terlik, damadın baş harfinin de işlendiği ipek bir mendil birtakım çeşitli hediyeler ile birlikte oğlan evine yine aynı şekilde bir bayan ve çocukla gönderilirdi. Bu kezde oğlanevi gelen bayana harçlık verir gönderirdi. Hem kız evi hem de oğlan evi üzerlerine düşen bu asli görevi tamamlamanın mutluluğu ve tatlı yorgunluğu ile bayramlarını geçirirlerdi.

Sivas’ta eski yıllarda uygulanan bu geleneğimiz titiz bir şekilde uygulanmaya çalışılırdı. Aksi halde halk arasında birtakım söylentilere neden olurdu. Şöyleki: Kızevi eğer kuyruk yağından tatlı yapıp hediyeler ile birlikte oğlan evine göndermez ise oğlanevi çevresindeki kişiler damadın annesine ‘ vah anam görüyonmu bak sen onlara dolu dolu hediyelerle beraber aslan gibi goçu gönderdin de onlar size bir tepsi datlıyı layık gormediler bak hele’ derlerdi. Aynı şekilde bu kez eğer damadın annesi kız evine koç ve hediyeleri göndermez ise bu kezde kız evinin çevresindeki kişiler gelin adayının annesine’ Bacı gı vah bu nasıl iştiki, sen onlara melekler aslanlar gibi gız veriyonda onlar size bir goçu layık görmediler mi’ diye aralarında böyle her iki tarafı üzecek dedikodular yaparlardı.

Günümüzde artık Sivas’ta nişanlı kıza kurban gönderme geleneği yavaş yavaş unutulmak üzeredir. Bazı yörelerimizde halen devam ediyorsa da artık azalmıştır. Yeni evlenecek yuva kuracak gençlerimize kurbanlık koç yerine yeni yuvalarında her zaman kullanabilecekleri herhangi bir eşya alınması tercih edilmektedir..

Belki o yıllarda bu gelenek bir nostalji ve gurur kaynağı olarak görülüyordu ama halen yaşadığımız günümüz koşullarında bu geleneğin devam etmesi zorlaşmıştır. Her ne kadar bu tür geleneklerimiz geçmişte uygulanmış ise de artık devam etmesi ekonomik bakımından güçleşmiştir. Nişanlanmış bir genç kıza kurbanlık koyun değil de evinde sürekli kullanabileceği büyük bir eşyanın alınarak ona daha yararlı bir katkının olacağının daha olumlu bir hizmet olacağını ve yeni gençlerin o zaman daha da mutlu olabileceğini düşünüyorum.


Saygılarımla...

Sabiha SERİN
Araştırmacı Yazar

alıntı
 



Sivas’ın birçok gelenekleri gerek günün koşulları ve gerekse teknolojik yenilikler, ekonomik koşullar nedeni iledevam etmiyor.Bilhassa nişan, düğün ve sünnet gibi önemli günlerdeki geleneklerimizden birçoğunun halen devam etmesi unutulmaması tabi ki mutluluk vericidir. Sivas’ın ikliminin sert olması, soğuğu, belki insanın içini titretir ama Sivas insanının yüreği her zaman sıcacıktır.
Bundan 40-50 yıl hatta daha da fazla Sivas’ta bulunup birçok gelenek ve göreneklerimizi özümseyerek yaşayanlar o güzel günleri hatırladıkları zaman göz pınarlarında buğulanan göz yaşlarının akmasını engelleyemez ve geçmiş yıllara duyulan özlemi bir kez daha hissederler.

Çünkü o yıllardaki dostluk, akrabalık ve komşuluk ilişkilerinin şu anda yaşanılanlarla çok farklı olduğunu, birlik beraberlik, yardımlaşma ve dayanışmanın ne yazık ki azaldığını gözlemlediğimiz de üzülür ve bir hüzün kaplar içimizi.

Günümüzde nişan ve düğün olacağı zaman her ev buyur edeceği konuklarına mutlu günlerinde aralarında görmek için güzel söz ve cümlelerden oluşan davetiyelerle çağırıyorlar. Oysa o yıllarda düğüne konukları çağırma daha farklı sağlanıyordu. Çünkü o yıllarda teknoloji bu kadar yoktu, matbaaların sayısı da çok azdı. Dolayısıyla insanlar arası iletişimde zordu. Ancak o yıllarda yine de farklı çözüm arayışları ile iletişim sağlanıyordu. Düğünlere de davetiye ile değil de “Okuyucu Gezme” dediğimiz bir geleneğimiz ile davetliler çağrılıyordu.

O kuşakta düğün hazırlıkları içerisinde olan kız evi ve oğlan evi bütün üzerlerine düşen görevlerini yerine getirdikten sonra düğün ve gelin alma tarihini belirlerler. Bu tarihten bir hafta veya on gün önce her iki tarafta düğüne davet edeceği konukların listesini hazırlar. Bu listeyi de o ailenin büyüklerinden sözü geçen biriyle, eli kalem tutan okuryazar genç ile hazırlarlar. Davetli listesi hazırlanırken çok titiz davranılır, bütün akrabaların çağrılmasına özen gösterilirdi. Daha sonra sıra gelir bu listedeki isimlerin adreslerine düğün tarihini söyleyecek, tek tek evlerine gidecek yani okuyucu gezecek bir orta yaşlı bayan ve küçük bir kız çocuğu bulmaya. Bu bayan seçilirken de maddi durumu iyi olmayan ama aklı başında ağzı laf yapan hanımefendi, güler yüzlü birisi olmasına özen gösterilirdi. Ayrıca bu bayana da maddi katkı sağlanması düşünülürdü. Çünkü çağrı yaptığı evlerdeki ev sahipleri bu görevi yaptığı için ona ve yanındaki kız çocuğuna bahşiş verirdi. Ayrıca ev ev dolanıp herkese düğün haberini ulaştırdığı için yorulmasının karşılığında aldığı ufak bahşişler az da olsa evinin bir gereksinimini sağlardı. Eğer tercih edilen bu bayan kendisine verilecek bu güzel ve anlamlı görevi kabul etmişse birkaç gün önceden hazırlıklarını tamamlar. Evini temizler, yemeklerini hazırlar, birkaç günlük işini bitirirdi. Çünkü okuyucu gezme işi bir günde bitmezdi. Kolay mı tek tek adreslere yanındaki küçük kız ile gidip düğün haberini ulaştıracaktı. Bu görev sonunda da her önüne gelene “Vah anam gurban olayım. Vallah billah ev ev gezmekden ayaklarımın altına gara sular endi gı nedek helalı hoş olsun” diye dert yanarken bir taraftan da yaptığı bu asli görevi yerine getirmenin gururunu yaşardı.

Okuyucu gezecek bayan bulunduktan sonra sıra gelir yanında birlikte gezecek şöyle şirin, yürümeye dayanıklı, mızmız etmeyen, sabırlı, 7-8 yaşında bir kız çocuğu bulmaya. Büyüklerin oybirliği ile akraba ve komşulardan küçük kız çocuğu da bulunup, ailesinden de izin alınarak karar verilirdi. Zaten o yıllarda küçük kız çocukları için okuyucu gezme görevi sevinçle karşılanırdı. Çünkü onun için bu iş bir ayrıcalıktı, çevresindeki kız çocukları ona özenirlerdi.

Okuyucu gezilecek tarihte belirlendikten sonra o gün öncelikle küçük kız çocuğunun hazırlanmasına çok özen gösterilirdi. Öyle ki o kız çocuğunun görünümü düğün evinin bir imajı diye düşünülürdü. Sabah erkenden küçük kız uyandırılır (Zaten o da sabaha kadar sevincinden uyuyamamıştır bile). O yıllarda banyo pek olmadığı için çocuk ya hamama götürülür ya da avludaki yanan ocaktaki kazanda ısınan su ile evlerimizin için de o yıllarda cağ dediğimiz kare şeklindeki betondan yapılan özel bölmede derisi yüzülene kadar yıkanır. Sonrada kız çocuğunun en temiz elbisesi ve ayakkabısı giydirilir. Saçı özenle taranır, süslü tokalar takılır, ailedeki genç kızlar ona makyaj yapar, çocuğu bir güzel süslerlerdi. Daha sonra boynuna altın takılar, beşibirlikler takılırdı. Bu altınlar varsa ev sahibinden yoksa ödünç olarak akrabalardan temin edilirdi. Çünkü kız çocuğunda ne kadar çok altın takı olursa güya düğün evi de o kadar varlıklıymış imajı verilirdi.

Okuyucu gezecek bayanın ve küçük kız çocuğunun hazırlıkları tamamlandıktan sonra en son olarak kız çocuğunun boynuna evlerden verilecek bahşişlerin toplanması için bir çanta asılır. Genellikle bahşişler burada birikirdi (Demek ki ne güzel o yıllarda kapkaç olayları bile yokmuş). Orta yaşlı bayan ellerinde davetli listesindeki adresleri mahalle sıralamasına göre dizer. Kız çocuğunun elinden tutarak başlar görevini yapmaya. Her gittiği evin varsa zilini çalar, yoksa kapının zerzesini (tokmak) vurur, ev sahibi kapıyı açınca da şöyle der.......... hatunun selamı var. …….. günü cehize bahmaya, aynı günü akşamı cehiz yazmaya, …… günü gelin hamamına, hamamın olduğu akşam gına gecesine, …… günüde gelin almaya gelecekmişsiniz hepinizi de bekliyorlar bak gelin ha hemi.” derdi. Ev sahibi de okuyucu gezen bayana “Vah eylemi hayırlı uğurlu olsun, Allah’tan bi mani keder çıkmazsa helbet (tabi ki) geliriz. Sağol anam sana da bir sürü zahmet oldu.” diyerek doğal olarak samimiyet ve memnuniyetini ifade ederdi. Sonra ev sahibi de küçük kızın çantasına bahşiş verir bir takım ikramlarda bulunurdu. Bazen ayran veya şerbet, bazen de içeri alır onları dinlendirip, yemek ikramında bulunurlardı. Sıra ile bu şekilde evleri tek tek gezerler, Okuyucu Gezme (düğüne çağırma) görevini yerine getirirlerdi.

Çeyize bakmaya genellikle herkes çağrılırdı. Çeyiz yazmaya ise aile büyüklerindeki yaşlı erkekler gider, çeyiz listesini yapan kişiye de yüz havlusu veya işlemeli etamin seccade hediye edilirdi. Gelin hamamına ise genellikle çeyiz ve yemek hazırlıklarına yardımcı olan ailedeki bayanlar davet edilirdi. Çünkü onlar sabahtan akşama kadar kalabalık düğün halkına yemekler yaparlar, tek tek odanın duvarlarına asılan çivilere bağlanan iplere çeyizleri renkli kağıtlarla süsleyip şekil verip özenle asarlardı. Bu arada da o sıralar çok değerli olan pikaba plakları koyup ara sıra oyun oynayarak o telaşlı insanların yorgunluklarını unutturup etrafı şenlendirirlerdi. Bu nedenle de gelin hamamına gidebilmek için düğün evindeki işlere yardım etmek için birbirleriyle yarışırlardı.

Okuyucu gezen bayan elindeki davetli listesindeki evleri gezip, davet etme görevini tamamladıktan sonra toplanan bahşişlerden çok az bir miktar küçük kıza verilir, en fazla miktarı da okuyucu gezen bayana teslim edilirdi. Küçük kızda hemen aldığı o bahşişle ayağının tozuyla mahalle bakkalına koşar kenger sakızı veya gazoz alırdı. Ev sahibi ve onlara yardım eden akrabaları gelin hamamından geldikten sonra akşam yapılan kına gecesinde gürül gürül gıcırdayan tahtalara aldırmayıp çektikleri o güzelim Sivas Halayı ile yorgunluklarını çoktan unuturlardı.

O kuşaktaki çocuklar çok küçük şeylerden mutlu oluyorlardı. Güneşin doğuşunu ve batışını, kuşların cıvıltısını, doğanın eşsiz güzelliğini, oyun oynamanın hazzını mahalle arkadaşları ile paylaşır doyasıya çocukluklarını yaşarlardı. Sokakta oynarken acıkınca annelerimizin elimize verdiği domates ve ekmeği, susayınca mahalle pınarından içtiğimiz buz gibi kepenek suyunun tadı hala damaklarımızda kalmıştır. Ne yazık ki her ne kadar teknoloji gelişirse gelişsin şimdiki çocukların bizler kadar çocukluklarını yaşadıklarını zannetmiyorum ve üzülüyorum. Oysa kar gibi eriyen yıllar asla geri gelmiyor.Bilhassa çocukluk anıları hiç unutulmuyor..

Sivas’ta “Okuyucu Gezme” geleneği artık uygulanmıyor. Zaten uygulanmasına da gerek kalmadı. Çünkü o görevi artık matbaalar da basılan davetiyeler yerine getiriyor. Ancak; 40–50 yıl önce yaşanan diğer geleneklerimizden bazılarının unutulduğunu görüyoruz ve eskiye özlem duyuyoruz. Geleneklerimizin unutulması da eski birlik beraberlik, eş-dost-akraba ilişkileri, yardımlaşma, paylaşma gibi önemli unsurlarında yavaş yavaş azalmasına neden oluyor. İyi ve kötü günlerdeki dayanışmanın ve paylaşmanın, elde edilen başarıların onura edilmesinin yerini alan kıskançlık duyguları ve duyarsızlık ta sevgi ve saygıyı azaltıyor.

Çocuklarımıza ve torunlarımıza hangi ilde yaşarsak yaşayalım o yöremize ait öz değerlerimizi, geleneklerimizi ve göreneklerimizi tanıtır ve öğretirsek onlara iyi örnek oluruz. Yöresel kültürümüzün yaşatılmasına katkımız olur. Onlarda doğup büyüdüğü, yaşadığı yöresini, gelenek ve göreneklerimizi, Türk Kültürümüzü, sevgi ve saygıyı kendi kuşaklarında sonsuza kadar yaşatırlar. Dolayısıyla; işte o zaman daha temiz bir toplum, yüreklerde daha çok sevgi ve saygı unsuru oluşur. Bu nedenle gelenek ve göreneklerimize her zaman sahip çıkıp bu güzel değerlerimiz halen uygulanmasa da unutulmamasını sağlamış oluruz diye düşünüyorum.

Sevgi ve Saygılarımla......…


SABİHA SERİN
Araştırmacı Yazar


alıntı
 
GELİN GÖRÜN SİVAS’TA
Sivaslı’yı kaba saba görenler,
Bol hürmeti, gelin görün Sivas’ta.
Sivas için yanlış karar verenler,
Öz şefkati, gelin görün Sivas’ta.
Tepemizde baykuş gibi ötenler,
Çıkar için benliğini satanlar,
Uzaktan Sivas’a atıp tutanlar,
Merhameti, gelin görün Sivas’ta.
Askere polise kurşun sıkanlar,
Kiralanıp burda otel yakanlar,
Bizim aramıza nifak sokanlar,
Muhabbeti, gelin görün Sivas’ta.
Kin ve iftiranız daha bitmedi,
Terse döndü hesabınız tutmadı,
Sivas halkı ülkesini satmadı,
Asaleti, gelin görün Sivas’ta.
Yabancı kültüre olurlar şahbaz,
Örf ve adetine diyor ki yobaz,
Yobaz olan insanlıktan anlamaz,
Nezaketi, gelin görün Sivas’ta.
Yıllarca düşmanın yetmedi gücü,
Bir gaflete düşmek acı mı acı,
Misafirdir Sivaslı’nın baş tacı,
Hakikati. gelin görün Sivas’ta
Cumhuriyet kurdu canların canı,
KAPTANÎ diyor ki atanı tanı,
Dört Eylül’dür kutlamanın zamanı,
Sadakati, gelin görün Sivas’ta.
 
CANIM SİVAS'IM

Dün gine seni bekde göresim geldi
Burnumda çok tüttün, datlı Sivas'ım
Hemen atlasam gelsem,gaynanam geldi
Soğna bağa tellenir canım Sivas'ım


Ekim gıymalıh vahdı,et gavuracuk
Gış devlüğü peskütan erzak alacuk
Bulgurlar çekilecek,ayıtlıyacuk
Ev badana olacak canım Sivas'ım


Kepenek suyu içsem, ciğerim sönse
Madımağan yanında çemende tütse
Gışın tel helvaların elimde sünse
Gızın gıneycesi var canım Sivas'ım


Toprağın, dağın, daşın yüzlere güler
İnsanı bek ciğerli yardımı sever
Dostluğu bambaşkadır canını serer
Gendini turab eder canım Sivas'ım


Ah bir de gelenekler unutulmasa
Çoluk çocuğa bunlar hep anlatılsa
Bayramda seyranda dost gapımı çalsa
Unutuldu o günler canım Sivas'ım


Sevgi saygı galmadı heryerde bitti
Ahali bir hoş oldu dostluklar gitti
Böyükler unutuldu el öpme bitti
Ciğerlerim yanıyor canım Sivas'ım



Cumhuriyet kentisin gururumuzsun
Gurtuluş savaşında onurumuzsun
Tarihte adın tekdür, unutulmazsun
Sevülmiye layıhsın canım Sivas'ım

Sabiha Serin ölüp parçalanıyor
Sivas'ını yazarak hep tanıtıyor
Çünkü seni yürekden bekde seviyor
Arhandan laf söyletmem canım Sivas'ım
 
Sivas ım Sivaslı yım

Sivas'dağlarına karlar mı yağdı?
göğün derinliklerinden aklar mı düştü?
bu dağlar bu ovalar,
sivas'ın toprağına isyan mı etti?

bu dünya duysun sivas'ın şanını
beyaz bulutlar sarsın yurdumun dağını,
yağmurlar sulasın kara toprağımı,
bu millet duysun sivas'ın adını.

şiirlerimi sivas'ta bıraktım,
Aşık Veyseli atamdan saydım,
Mustafa Kemal'i ben ağırladım,
yurdumun toprağına neşeler saçtım.

binbir uygarlık geçmiş toprağımın üstünden,
ne dağlar,ne taşlar görmüş bilmeden,
ne savaşlar,ne barışlar yaşamış duymadan,
sivas'ın toprağına canım feda olsun düşünmeden.
 
Siyah saçım dolam dolam
Boynunda kurbanın olam
Eğer başka yâr seversen
Bu ellerde nasıl duram

Sivas'ın yollarına
Çıkayım doğlarına
Bırak ben beni vuram
Ölüm gitmez zoruma

Selvi boylum salın da gel
Bir bakışın ömre bedel
İkimizi ayırdılar
Kör olası zalim kader

Sivas'ın yollarına
Çıkayım dağlarına
Bırak ben beni vuram
Ölüm gitmez zoruma
 
ben sivaslıyım banada gelmişti ozaman sivastaydım koç suslenmişti ama oyle kartondan bişey yoktu boynunda yarımlıkla gelmişti tabiki bi budu olan evine gitmişti guzeldi kardeşimle gezdirmiştik tanıdıklara gitmiştik guzel bi adet ne kadar devam ediyor bilmiyom tum hemşerilerime selam ve saygı kendinize eyce bakın
 
Sivasım

Bir yangın var içimde,senelerdir sönmeyen,

Külleştikçe üfleyen,yeli sensin Sivasım.

Bir acısın yüreğimde,sızıltısı dinmeyen,

Boşalan gözlerimin,seli sensin Sivasım.



Gözüm gurbette bakar,gönlüm hep seni görür,

Duvarlarda tavanda,hayalim sana yürür,

Dizlerimin üstünde,yavrumun başı durur,

Okşadığım saçların,teli sensin Sivasım.



Bahar yeli okşar da ,dağındaki karları

Su yürür ayan olur , güzelliğin sırları,

Yorgan atıp canlanır,çiçeklenir kırları,

Nakış nakış emsalsiz,halı sensin Sivasım.



Toprağımsın dedemin,ömür boyu sürdüğü,

Bir çiçeksin Rabbimin,kullarına verdiği,

Arının zerre zerre,çiçeklerden derdiği,

Kovana doldurduğu,balı sensin Sivasım.



Hasretle geçti ömrüm,nedir geride kalan,

Zenginlik huzur imiş,mal yalan para yalan,

Her karışı mûbarek,paha biçilmez olan,

Vatan adlı bağımın ,gülü sensin Sivasım.



Benim hasretim sensin , dağların cennet bana,

Suların ab-ı hayat,tadı can katar cana,

Hayalde bile olsa , içince kana kana,

Ferahlığın huzurun , yolu sensin Sivasım.



Gözden ırak olursa , gönülden ırak olur,

Derler ya inanmayın,ancak yaşayan bilir,

Acılar kum, yıllar sel , sel gider kumu kalır,

Teselliye dost dili , eli sensin Sivasım.



ilhan esen
 
acer: yeni
ahbın: hayvan gübresi
ağızbağ: çuval için ip
alaca: çit
ala ağız : geveze
alayı: hepsi
alevçik: küçük evimsi
alkış vermek: biri için dua etmek
amel: ishal
arıstak: tavandaki örümcek ağı pislikleri
asbap: elbise
asifinik: naftalin
avrat: kadın
avsut: kağnı tekerleğinin bir parçası
azık: yol yemeği
B
bannahcah: balkonda kullanılan çıta(parmakcak)
bayahdan: demin
bazlama : ince ekmek
becek: kenar
bek: pek, çok
belleki: örneğin
bezmek: usanmak
bıcaklık: raf
bıldır: geçen sene
bir demlik: temelli, kalıcı
biseal: bu sefer
bişilik: toprak sıva
C
cerek: uzun çıta
cılbanmak: soyunmak
cıngıl: üzüm cıngılı
cırcır: fermuar
cibik çalmak: alkış
cirik: sümük
culfalık: kilim tezgahı
culuk: hindi
Ç
çağ: banyo
çalgı: ahır süpürgesi
çalkama: ayran
çarkıt: kırık,bozuk
çıkı: bohça
çıngı: kıvılcım
çimmek: yıkanmak
çot: sakat
çöğdürmek: işemek
çömçe: kepçe(yemek)
D
dadanmak: uylamak
dahdiri: oynak kız
dıga: küçük çocuk,evlat
dıvrak: kullanışlı,ufak
dil: anahtar
dinelmek: sorutmak, ayakta durmak
duluk: yanak
döllük: kuzuların konduğu yer
duluk: yanak
düğürcük: bir çeşit çorba
dek/dölek dur: akıllı
dulda: rüzgar esmeyen yer
durmak
dölek: düzgün
dulda : serin yer
E
ellam: sanırım

emaaçer: adamakıllı
erinmek: üşenmek
essah: gerçek
evmek: acele etmek
evrağaç: ekmeği döndermede (evirmek) kullanılan tahta
eyağa: kaburga
eylenmek: durmak
F
farımak: yıpranmak, eski dinamikliğine sahip olmamak
fer: derman
ferman: derman
fıllanmak: dolanmak,dönmek
firek: eski büyük anahtar
fol: tavuğun altına konan sahte yumurta
G
gabarcık: balon
gağşak: orusbu, oynak kadın
gal: sıvada kullanılan beyaz toprak
gatıhlaş: bir yemek
gıbal: kabaca görüntü
gerbe: kaşağı
gicişmek: kaşınmak
goşamlamak: avuçlamak
goyurmak: bırakmak
gusgun: semer arka bağı
göğ: mavi
göksemek: özlemek
gumpür: patates
gübür: süprüntü
güdük: evin tavanında kullanılan, paralel dizilen ince kısa ağaç
güz: sonbahar
gada : kaza ,bela
H
heye: evet
hahıç: başa kakma
hahmak: itmek
harıs: muhtaç
hezen: tavana dik kolonların da tuttuğu ana ağaç kolon
horanta: ev halkı
I
ığralanmak: sallanmak
İ
ilaançe: leğencik
içlik: gömlek
iskemle: sandalye:
işmar: göz etmek
ipdi: önce
iriskik: et sucuğu
K
kanırmak:
keh: köşe
kele: ya veya hey anlamanda
kerme: ahır tabanındaki yakacak, gübre
kertmek: hafif çizip iz bırakmak
kılavlamak: bilemek
kırklık: makas
kırmızı: domates
kişiflemek: gözetlemek
kokulu yağ: kolonya
kombe: yayla çöreği
kopmak: koşmak
koyurmak: bırakmak
küfle: tandırın hava deliği
kümürtlek: gırtlak
kürtün: semer
L
lo: silindir
M
ma: tavan
mağbeyn: salon
mahat: kanepe
malamat: rezil
mancınık: tahtadan, avlu kapılarının açılmaması için arkasına konulan ağaç.
masat: bileme taşı
maya: dişi
mayıs: hayvan boku
mayışmak: gevşemek
maarim: meğerse
mabeyin: salon,hol
meses: öküz sopası
mıh: çivi (sanırım farsça)
moli: zayıf,halsiz
modul: hayvanlara hız vermek için ucunda çivi çakılı sopa
muhaat olmak: korumak,sahip olmak
N
namazla : seccade
nashat: sabah mahmurluğu
navrah: surat
nizah: kavga dövüş
noorek: ne yapalım
O
oğulcak: mama önlüğü
okuyuntu: davetiye
omaç: yemek çeşidi
oncaaz: o kadarcık
Ö
ökbeleşmek: inatlaşmak
ötürük: ishal
P
papah: şapka
peşkir: havlu
pırtı: kumaş
pinelik: kümes
puhare: baca
pürçüklü: havuç
R
rapata: bezden yapılmış tandıra ekmek yapıştırma aleti
S
sako: kalın palto
savuşmak
seki: oturma icin yerden yüksek yer
seklem: buğday çuvalı
seterekli: sinirli, asabi
sifli: kirli paslı
siyeç: çalılıkla belirlenmiş sınır
sohranmak: homurdanmak
soku: buğday döverek, yarma yapmak için içi oyulmuş taş
sokum: lokma
sorutmak: ayakta durmak
sumsuk: yumruk
süve: pervaz
Ş
şemşamer: çekirdek,ayçiçeği

şelek: sırtta odun yükü
şikir: surat
şörük: salya
T
taman: hani
taptan düşmek: güçsüz,dermansız kalmak


tavatır: zorlu
temek: ahır ve samanlıktaki havalandırma bacası


temelli: devamlı
tezek: yakacak hayvan gübresi
tohmalamak: cok yiyerek tam bir rahatsızlık hali
tosbağa: kaplumbağa
tummak: suya dalmak
turalanmak: talihin kötü gitmesi
U
usuhmak: sakinleşmek
uşak: çocuk, çocuklar
uylamak: ısrar etmek
Ü
üryan: çıplak
V
vayra: balyoz
verep: meyil
Y
yağlık: mendil
yal: hayvan maması
yapma: tezek
yazı: arazi, kır
yekinmek
yeğni: hafif
yeldirmek
yitik: kayıp eşya
yitmek: kaybolmak
yoşungu: eski,yıpranmış
yörek: beşik örtüsü
yumuş: iş, görev
Z
zağlanmak: genellikle hayvanlarda, şişmanlamak.
zağlı: şişman,besili
zelze: kapının kilitlenen kısmındaki metal, delikli
zıvana: kağnı aksında bir parça
zobu: kısa boylu şişman kişi
zorlu: sıkı, çok iyi

alıntı
 
biraz çok ama şöyle bir göz gezdirin mutlaka bildikleriniz ya da kullandıklarınız vardır:)
Abril
Nisan
Bu sene Abril yagisli geçti

Ager
Eger
Ager yagmur çok yagarsa kötü

Agri
Egri
Bu duvar Agri olmus

Agzina Ürkünmek
Dalga geçerek taklit etmek
Niye Agzima ürkünüyon

Ahbin
Gübre
Ahbini döktünmü

Alaf
Alev
Her tarafi Alaf sardi

Aleyçik
Bağevi, Tarlaya yapilan kulube
Yemegimizi Aleyçik,de yiyelim

Alen
Bekle , Dur
Alen sana diyeceklerim var

Aligopter
Helikopter
Az önce Aligopter geçti

Asbap
Çamasir
Asbaplari derede yikayalim

Avara
Boş gezen
Ne Avara Duruyon çalissana

Avu
Zehir
Bu biber Avu gibi

Bayahdan
Az önce
Otobüs Bayahdan geçti

Bıldir
Geçen Yil
Bildir daha çok yagmur vardi

Bibi
Hala
Bibimin 2 oglu var

Bidemlik
Tamamen , son vermek
Bu isi Bidemlik bitirelim

Bögür
Karın boslugu
Bögürüm çok agriyor

Bunelek
Büyük sinek
Bunelek tutmus gibi ne kaçiyon

Cag
Örgü sisi
Yeni bir Cag aldim

Camiz
Manda
Camizlara su verdinmi

Cilbak
Çiplak
Cilbak Cilbak nereye gidiyon

Cilga
Dag yolu, Patika
Su Cilga,yi takip et

Cicik
Meme
Inegin Cicikleri dolmus

Culuk
Hindi
Culuklara yem verdinmi

Cücük
Civciv
2 tane Cücügü tilki kapti

Çalhama
Ayran
Buranin Çalhamasi çok güzel

Çalık
Topal
Bir bacagi Çalık biri geçti

Çangal
Köpekler takilan demir tasma
Köpegin Çangali düsmüs

Çapıt
Bez
2 metre Çapit aldim

Çerçi
Essekle dolasan satici
Bizim köye Çerçi Mahmut geldi

Çitak
Zayif, Yakisikli
Ahmetin Çitak bir oglu var

Çigit
Çekirdek
Elmanin Çigidini çikartda ye

Çimmek
Yikanmak
Irmaga gidelimde Çimelim

Çiplik
Alkış
Ben oynayim sen Çiplik çal

Çul
Yere serilen yolluk
Bugün Çullari yikamam lazim

Dıvrak
Küçük , Güzel
Alinin Divrak bir ati var

Duluk
Yanak
Sicakdan Duluklarim kizardi

Ellaam
Sanırım, Galiba
Ellaam sen yeni geldin

Essah
Gerçek, Sahi
Essah mi diyon

Evrağaç
Ekmegi çevirmek için kullanilan alet
Evraağaci getirdinmi

Fistan
Uzun kadin elbisesi
Aysenin Fistani çok güzel

Gaylolmak
Razi olmak, kabul etmek
Atini vermeye Gayloldunmu

Gayim
Saglam
Gayim tut düsmesin

Girklik
Koyunlarin yünlerini kesmeye yarayan makas
Girkliklari biledinmi

Gilik
Küçük çörek yada ekmek
Gilikler pismistir

Gozle sen
Suna bak, Bak suna
Gozle sen yine tren gelmedi

Gög
Yesil , olmamis ,Gök
Elmalar Gög koparma, Gög gözlü biri

Görki
Kimbilir
Ayakkabiyi Görki kaça aldi

Gubaaz
Saçi daginik
Senin kiz iyice Gubaaz olmus

Gubarmak
Gururlanmak , Şişmek
Ne Gubariyon yendin diye

Gücük
Ocak ayi
Gücük ayinda bol kar yagdi

Güççük
Küçük
Güççük güççük çocuklar geldi

Gümpür
Patates
Aksama Gümpür yemegi var

Gündöndü
Ayçiçegi
Gündöndüler açti

Habire
Sürekli , Devamli
Günlerdir Habire yagmur yagiyor

Hapmak
Kapanmak, Çökmek
Evin dami hapdi

Hayat
Evin girisi, Antre
Kirli ayaklarinla Hayat,a girme

Hecmadaalse
Hiçdegilse , Bari
Hecmadaalse sen gel yardima

Herk
Sürülmüs tarla
Yukari tarlayi herk etmeye gidicem

Hinkirmek
Sümkürmek, Burun u temizlemek
Bi Hinkirde gel

Hoğlamak
Saldirmak
Köpek üzerime Hogladi

Irgalama
Sallama
Besigi Irgalada çocuk uyanmasin

Irgat
Tarlada çalisan isçi
5 tane Irgat getirdim

İcar
Kira
Tarlayi Icar,a verdim

Içlik
Atlet
Içligimi yikadinmi

Ilistir
Metal kevgir , Süzgeç
Ilistiri getirde sunu süz

İşmar
Işaret ( Gözle işaret )
Sen Işmar et ben gelirim

Kesik
Sıra
Su Kesigi bugün bende

Kimirtlek
Girtlak
Koyunun Kimirtleginden yakalamis

Kişiflemek
Gözetlemek ,Seyretmek
Aliyi sen Kisifle

Kizir
Her ise karisan
Sen ne karisiyon Kizirimmisin

Maççolmak
Sinir olmak
Bekleye bekleye Maççoldum

Magrim
Madem , Meger
Magrim gönlün yoktu gelmeseydin

Malamat
Rezil
Yenilince herkese Malamat olduk

Mayis
Taze Gübre
Her tarafi Mayis kokusu sardi

Mismil
Düzgün
Mismil tut düsmesin

Möhkem
Düzgün , Iyi
Ali çok Möhkem bir adam

Mudara
Idareten duran
Dikkat et zaten Mudara duruyor

Müzümsüz
Patavatsiz
Senin kadar Müzümsüzünü görmedim

Nefaat
Ne zaman
Tren Nefaat geçti

Öksemek
Özlemek
Köyümü çok Öksedim

Öndüç
Ödünç
Atini Öndüç verirmisin

Öz
Küçük dere
Çok yagmur yagdi Öz tasti

Palan
Semer , Eyer
Essegin Palanini bagladinmi

Palapos
Üstü basi daginik
Amma Palapos adamsin

Panginot
Para
Bu inege 50 Panginot verdim

Pes
Bir çesit soba
Pese çörek attim

Pinnik
Kümes
Pinnigin kapisi kirilmis

Seyip
Sahipsiz
Çayirda Seyip bir at var

Somun
Ekmek
3 tane Somun aldim

Samar
Tokat
Samari yiyince uslandi

şaplak
Tokat
Saplak yemeyince durmayacak
Şiikirsiz
Çirkin ,Suratsiz
Sikirsiz bir oglu var

Sisek
Genç erkek koyun
50 tane Sisek aldim

Şuncaaz
Küçüçük , Az
Suncaaz sey için o para çok

Tar
Tavuklarin üzerinde durdugu agaç
Kümese yeni Tar yapmak lazim

TavatIr
Iyi, Güzel
Bu ev TavatIr olmus

Tavsur
Taklit
Çok güzel Tavsur yapiyor

Teşt
Büyük Legen
Teşt delinmis yenisini almak gerek

Tokmalanma
Çok yemek yiyip rahatsiz olmak
Çok yeme tokmalanacaksin

Tuman
Don
Tumanin sökülmüs

Tummak
Dalmak
Suya Tumalim

Urakli
Kötü , Ise yaramaz
Amma Urakli adamsin sen

Urün
Gizli , Sakli
Urün gel kimse görmesin

Usanmak
Bikmak
Beklemekten Usandim

Usukmak
Uslanmak, Akillanmak
Dayagi yiyince Usukdu

Ürolügün
Geçen gün
Ankaradan Ürolügün gelmis

Yaglık
Mendil
Yaglıgim düsmüs gördünmü

Yalloz
Yalaka
Amma Yalloz adam

Yaniç
Yengeç
Irmakda çok Yaniç var

Yavuz
Yaramaz, Saldirgan
Benim köpegim çok Yavuz

Yegnik
Hafif
Bu esya çok Yegnik

Yuha
Derin olmayan
Burasi Yuha burada yüzebilirsin

Yumuş buyurmak
Is buyurmak
Yumuş buyurdum yapmadinmi

Zaar
Küçük köpek
Bu Zaar çok sadik

Zaharki
Demekki, Herhalde
Zaharki tren gelmeyecek

Zahmeri
Kis
Bu sene Zahmeri çok sert geçti

alıntı
 
SİVAS YÖRESİNDE DÜNÜR GEZME- KIZ İSTEME GELENEĞİ




Yurdumuzun birçok yöresinde olduğu gibi Sivas Yöresinde de bazı gelenek ve göreneklerimiz halen devam etmektedir. Bu geleneklerin bir parçası olan düğün geleneklerinden “Dünür Gezme -Kız İsteme” geleneğimizi hatırladığım kadarı ile anlatmaya çalışacağım. Bazı geleneklerimiz devam etsin veya etmesin yine de her yöre kendi şivesini, öz değerlerini, gelenek ve göreneklerini zaman zaman anımsayıp genç kuşaklara tanıtması o yörenin kendi kültürüne sahip çıkması demektir diye düşünüyorum.

Eskiden gençler büyüyüp serpilip de evlenme çağına geldiklerinde kız olsun erkek olsun evleneceği eşini kendisinin seçme şansı hemen hemen hiç yoktu. Şimdi olduğu gibi önceden tanışıp, konuşup anlaşarak evlenmek yok denecek kadar azdı. Büyükler kimi uygun görür ise o kişi ile gençler evlendirilirdi. Gençlerin karşı tarafa aşık olmak, sevmek, evleneceği hayat arkadaşını kendisinin tercih etme şansı yoktu. Daha çok her zaman büyüklerin dediği olurdu. Artık bu zihniyeti tasvip edip etmeme konusunu sizlerin takdirine bırakıyorum her görüşe saygım vardır Bana kalırsa tabi ki tasvip etmiyorum..Çünkü bir ömür boyu sonsuza kadar birlikte yaşayacak olan hayat arkadaşını herkes kendisi seçip tercih etmelidir ; diye düşünüyorum.…

Genellikle evlenme yaşına gelmiş oğlan anneleri her bulunduğu kalabalık ortamlarda oğullarına kız beğenmeye çalışırlardı. Hısım akraba cenazelerinde, düğünlerde, ‘mevlitlerde’, hamamda, ev gezmelerinde, kına gecelerinde, alıcı gözle bekar kızları inceler ve beğendiği kızların adreslerini o kızın yakınlarından alırdı. Daha sonra çevresindekilere o adresi sorup soruşturur ve yanına ağzı laf yapan bir akrabalarından bir bayan ile birlikte kızın adresine kız bakmaya yani görücüye giderlerdi. İşte buna Sivas’ta “Dünür Gezme-Kız İsteme” denir. Dünürlerin karşısına çıkan kızada ‘Görücüye çıkmak’ denir. Bazen de eğer oğullarına çalışan kız istiyorlar ise resmi dairelere gidip rast gele birisine ‘Canım burada şele bir ece temiz süt emmiş bekar gız var mı acaba’ diye sorarlardı. Eğer var ise o kızın adresini de alır listesine eklerdi.

Beğendikleri ve gidecekleri adresler kesinleştikten sonra teker teker dünür gezmeye başlarlardı. Gittikleri kızın kapısını çalarlar ve kapıya çıkan kişiye “ Bacı sizin bekar gızınız varmış beş dakika içeri girip bir duru suyunuzu içebilir miyiz” derlerdi. Ev sahibi de onlara “ Vah anam tanrı misafirisiniz helbet o nasıl söz buyurun içeri gız gapısı koprüdür olsun bacım hakkınızda hayırlısı “ der ve içeri buyur ederlerdi. (Demek ki o zaman insanların birbirine güveni ne kadar sonsuzmuş ki hiç tanımadığı birisini evine konuk olarak kabul ediyormuş ne güzel. Ama şimdi öylemi üzgünüm) .Oğlan annesi bilhassa habersiz çat kapı aniden, habersiz kız evine giderdi ki kız evinin güya pis mi temiz mi olduğunu anlamak isterdi.

Kızın annesi panik içinde etrafı toplarken evin bekar kızı da kendisine dünür geldiğini anlar ve hemen koşarak evin başka bir odasına kaçar kendisine çeki düzen verir ve kıyafetini değişirdi ki gelenlere bakımlı gözükmek isterdi. İçeri alınıp konuk edilen oğlan annesi ve yakını biraz kızın annesi ile havadan sudan konuştuktan sonra konuya girerdi. Oğlan annesi kızın annesine. “Vah anam gızınız bir yanımıza gelse de bir bardak su getirse içsek yüreğimiz bek yandı” derlerdi. Bu istek kıza ulaştırılır. Kız ilkönce gelen konukların ellerini tek tek öptükten sonra geri dışarı çıkıp temiz cam bardağın altına dantel örtü serili bardakaltlığı ile özenle suyu ikram ederdi. Kayınvalide adayı suyu içerken yavaş yavaş yudumlardı ki kızı bir güzel belli etmeden incelerdi. Bazen de su bardağını tetkik edip iyi yıkanmış mı diye kontrol ederlerdi. Kız boşalan bardağı alıp hemen dışarı çıkardı. Eğer oğlan annes “ gızım gelsene içeri ecük otur yanımıza hemen ne gaçıyon ki ‘ derlerse gelin adayı kız içeri gelir otururdu. Yoksa dışarıda dururdu. İçeri gelince de hep yere bakar kafasını kaldırmazdı. Eğer kafasını kaldırırsa da bu kez ‘Vah anam bu nasıl gız bekde serbestmiş gözleride fıldır fıldır anam tek çift oynuyor hemi ’ derlerdi. Eğer kızın annesi bir neden ile odadan dışarı çıkarsa hemen oğlan annesi evin tabanındaki tahtalar iyice fırçalanmış mı diye kilimi kaldırır bakardı, ya da evin diğer yerlerinin temizliğini incelerlerdi. El çabukluğu ile ev sahibine belli etmeden evin tozlarına bakarlardı. Hatta ihtiyacı olmasa bile kız evinin tuvaletine gider oranın temizliğine göre evin temiz olup olmadığına karar verirlerdi. Eğer o ev temiz ise kızı da beğenirlerdi. Bakır cezvede pişen buram buram kokan kahveler de içildikten sonra gitme vakti kıza sarılarak ağzının kokup kokmadığı belli edilmeden kontrol edilirdi. Giderken de ‘Hakkımızda hayırlısı’ diyerek oradan ayrılıp başka eve giderlerdi.

Oğlan annesinin dünür gezip kız isteme işi bazen günler, haftalar hatta aylar sürerdi. Eğer oğlan annesi içine sinen kızı bulmuş ise kız evini hamama davet ederdi. Buradaki amaç ise kızın vücudunda bir kusur var mı amaç onu kontrol etmekti. Bazen düşündüğümde bu konuda haklı olduklarını anlıyorum. Çünkü şimdi genç kızlarımız doğal güzelliklerini çok genç yaşta kaybediyorlar. Saçlar boya, ekleme saç, gözlerde lens, kirpikler takma. Gerçek güzellikleri anlaşılmıyor ki. Sahte güzellikte doğallığı kaybediyor tabii…

Nihayet kız beğenildikten sonra aile meclisinde tercih edilen kız ve kızın ailesi konuşulur son karar verilirdi. Tekrar kız evine gidilir yine dünür olunur ama bu kez oğlan evinden aile büyüklerinden birisi kızın ailesine’ Allah’ın emri ile kızınıza dünürüz kızınızı beğendik’ derlerdi. (Bu süreç içerisinde zaten her iki taraf birbirlerini dedektif gibi gizlice araştırmış ve soruşturmuş olurdu. Hatta kız evi de damadın işyerine belli etmeden gider, damat adayına belli edilmeden iyice uzaktan tetkik edilirdi.)

Kız evi önceden sorduğu için hemen gönlü olur “ Eh Allah yazdıysa ne diyek hayırlı uğurlu olsun bari” derlerdi. Yine kahveler içilir, havadan sudan konuşulur söz kesme, nişan tarihi yine büyüklerin oybirliği ile yine gençlere sorulmadan tesbit edilir, kız evinden birbirlerine hayır dualar edilerek ayrılırlardı. Daha sonra her iki aile arasında tatlı bir telaş başlardı.

Bütün bu aşamalar esnasında verilen kararlar çoğunlukla evlenecek kıza ve oğlana sorulmazdı. Onların fikri pek alınmazdı. Hatta kız ve oğlan birbirini görmeden kahveler içilir, söz kesilirdi. Çoğunlukla oğlana kız gösterilir ama kıza damat adayı gösterilmezdi. Onlara göre kızın görmesine gerek yoktu ki. Fikri hiç alınmazdı. Bazen tanıdık birisinin evinde kız ve oğlan uzaktan birbirine bakar hiç konuşmadan hayat arkadaşını seçmeye zorlanırlardı. Bu şekilde yani uzaktan da olsun görerek evlenenler yinede o zamanlar şanslı sayılırdı.

Oysa yeni evlenecek çiftler bir ömür boyu birlikte olacağı eşini kendisi tercih etmeli yürekten severek, isteyerek evlenmelidir. Mutluluklar asla tesadüflere, şansa bırakılmamalıdır. Aksi halde yıllar geçse bile o evliliklerde polyanacılık oynamak sonsuza kadar devam eder. Gençlerimizin yüreğinin sesini dinlemek ve kimi seviyorsa kiminle mutlu olacağına inanıyorsa büyüklerin bu konuda duyarlı ve anlayışlı, saygılı olup evlatlarının mutluluğu için onlara karşı anlayışlı olarak, tercihi evlatlarına bırakması gerekir diye düşünüyorum. Aksi halde o evlatlar büyüklerin tercih ettiği kişi ile zorla evlendirilse dahi yüreğinde ki kavuşamadığı o aşkı mezara kadar silemez, mutlu gözükse dahi her zaman sevdiği kişinin hayalini unutamaz. Böyle olunca da büyükler yaptıkları yanlışın vebalini asla ödeyemezler.

Sivas’ta Dünür Gezme- Kız İsteme geleneğini siz saygıdeğer okuyucularıma anlatmaya ve bu konudaki görüşlerimi sizlerle paylaşmaya çalıştım. Zaten bu gelenek halen devam ediyorsa da eskisi gibi yoğun değil. Artık gençlerimiz özgür iradesi ile, aşık olduğu kişi ile evlenip mutlu bir evlilik yapmaktadır. Oğlan anneleri de eski kayınvalideler gibi değil, daha anlayışlı daha şefkatli ve sevgi dolu olup genç evlatları ile sorunlarını paylaşabilmekte ve destek olmaktadır. Doğrusu da budur. Selam ve Saygılarımla

SABİHA SERİN
Araştırmacı Yazar Şair
alıntı
 
Düğün Adetleri

İlçemizde düğünler dört gün sürmektedir. İlk gün kız evinde kızın (gelin adayının) hazırlamış olduğu çeyiz, davetlilere sergilenerek gösterilir. Müzik ve eğlence eşliğinde düğün yemekleri ikram edilir. Gelen davetliler kız evine hediyelerini takdim ederler.

İkinci gün genelde akşam saatlerinde düzenlenen kına gecesiyle geçer, damat evinden, kız evine kınacılar giderek geline kına yakarlar. Bu aynı zamanda gelinin son hazırlıkları ve yakın çevresi ile vedalaşmasıdır.

Damat evinde davetlilere yemek verilir, muhtelif eğlenceler tertiplenir. Kız evine kınacı giden damat evi taraftarlarına, suya basma, merdivene bağlama, ayakkabıları saklama gibi şakalar yapılır.

Üçüncü gün gelin alma günüdür. Damat evinde düğün alayı düzenlenir bu alaya katılan araçlar süslenir, davul zurna eşliğinde gelin alınır.

Kız evinde kızın çeyizi yüklenirken, kızın çeyiz sandığına kardeşi, kardeşi yoksa en yakın akrabalarından biri sandığın üzerine oturur bahşiş alınır. Özellikle davul-zurna gelin ağlatma havası çalarak gelini ağlatmaya çalışırlar. Gelin damat evine geldiğinde, gelinin başına yüksek bir yerden çerez, para vs. gibi şeyler damat tarafından saçılır. Gelin ilk kapıdan içeri girerken başının üzerinde Kuran-ı Kerim tutulur, içeri girdiğinde kucağına erkek çocuğu verilir. Üçüncü günün bitiminde yeni çiftlerin dini nikahları yenilenir. Damat gerdek odasına uğurlanırken sırtını yumruklama, üzerinde yumurta kırma gibi şakalar yapılır.

Dördüncü gün duvak tertiplenir. Davetliler yeni çiftlerin yeni evlerinde tertiplenen müzik ve eğlence programına katılırlar. Burada asıl amaç sosyal yardımlaşma ve dayanışma olup, yeni evlilere muhtelif hediyeler takdim edilir.

alıntı
 
Eskiden Sivasın düğün davetleri"okuntu" denen bir usulle yapılırmış düğündebir​

hafta on gün önce yaşlı bir kadın yanındaki çocukla evleri dolaşır, kapılar döğülür çocuk düğünün kimlerin olduğunu,yerini zamanını okurmuş. Düğün sırasında,ödünç alınan kalaslardan yapılan tribünün en arkasına yaşlılar orta sıraya evliler en ön sıraya ise bekarlar (kız erkek karşılıklı olarak) oturtulurmuş Getirilen hediyelerinde yüksek sesle duyurulma adeti varmış Falancanın oğlu bir çift çorap getirdi;sağ olsun var olsun,denirmiş (el örmesi çorap çok değerli bir hediye)Birisi çıksa 2 lira verse diğeri 2.5 lira verir ve öyle bağırtırmış hasmını madara etmek için Yaşlılar oynayıp eğlenemedikleri için onlarında gönlülleri olsun diye hüzünlü türküler söylenirmiş Ama sıra "havada bulut yok"a gelince kocası çocuğu kardeşi amcası yemene gidip dönmemiş ne kadar insan varsa hepsi ağlarmış Şimdi Türkünün sözlerini bir daha okuyalım;

Bakın çantasında acep nesi var , Bir çift kundurayla bir de fesi var..... Bu sözlerin sebebini biliyormusunuz?

1.Dünya harbinin ünlü ingiliz casusu Lawrence Araplara her öldürdükleri Türk askeri için bir kırmızı ingiliz altını verir şehitler memleketlerine gönderilmez,sadece kunduralarıyla içinde künyeleri yazılı fesleri çantalarının içine konur, gönderilirmiş

“Yemen Türküsü

Sesi-kulağı olsa da, olmasa da, hiç şarkı-türkü söylememiş bile olsa “Burası Muş’tur, yolu yokuştur/Giden gelmiyor, acep ne iştir” türküsünü duymamış olanımız var mıdır? Adının “Yemen Türküsü” olmasının sebebi, Yemen’le ilgili olarak yakılmış olmasıdır, sözleri ise şöyledir:
“Havada bulut yok, bu ne dumandır
Mahlede ölüm yok, bu ne figândır
Şu Yemen elleri ne de yamandır
Ah o Yemen’dir, gülü çemendir
Giden gelmiyor, acep nedendir

Kışlanın önünde redif sesi var
Bakın çantasına, acep nesi var
Bir çift kundurayla, bir de fesi var
Ah o Yemen’dir, gülü çemendir
Giden gelmiyor, acep nedendir

Kışlanın önünde bir binek taşı
Yoklama yapıyor bizim binbaşı
Sefere gidenler çavuş, onbaşı
Ah o Yemen’dir, gülü çemendir
Giden gelmiyor, acep nedendir
Alıntıdır...​
 
X