Orhan Veli Kanık'ın Şiirleri

E

Escape

Ziyaretçi
Açsam Rüzgara​


Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş
Magillerde sefer etmek!
Bir sahilden çözülüp gitmek
Düşünceler gibi başıboş.

Açsam rüzgara yelkenimi;
Dolaşsam ben de deniz
Ve bir sabah vakti, kimsesiz
Bir limanda bulsam kendimi.

Bir limanda, büyük ve beyaza.
Mercan adalarda bir limana.
Beyaz bulutların ardından
Gelse altın ışıklı bir yaz.

Doldursa içimi orada
Baygın kokusu iğdelerin.
Bilmese tadını kederin
Bu her alemden uzak ada.

Konsa rüya dolu köşkümün
Çiçekli dalına serçeler.
Renklerle çözülse geceler,
Nar bahçelerinde geçse gün.

Her gün aheste mavnaların
Görsem açıktan geçişini
Ve her aksam dizilisini
Ufukta mermer adaların.

Ne hoş. ey Tanrım, ne hoş!
İller, göller, kıtalar asmak.
Ne hoş deniz dolaşmak
Düşünceler gibi başıboş.

Versem kendimi bütün
Bir yelkenli olup engine;
Kansam bir an güzelliğine
Kuşlar gibi serseri ömrün.

Orhan Veli Kanık​


Ağacım



Mahallemizde
Senden başka ağaç olsaydı
Seni bu kadar sevmezdim.
Fakat eğer sen
Bizimle beraber
Kaydırak oynamasını bilseydin
Seni daha çok severdim.

Güzel ağacım!
Sen kuruduğun zaman
Biz de inşallah
Başka mahalleye taşınmış oluruz.

Orhan Veli Kanık​
 
Ah! Neydi Benim Geçliğim

Nerde böyle hüzünlenmek o zaman;
İçip içip ağlamak,
Uzaklara dalıp şarkı söylemek;
Hafta sekiz ben eğlentide;
Bugün saz,yarın sinema,
Beğenmedin Aile Bahçesi;
Onu da beğenmedin,parka;
Sevdiğim dillere destan;
Sevdiğim,
Meyil verdiğin;
Ben dizinin dibinde elpençe divan,
Samanlık seyran.
Nerde,
Nerde,
Nerde böyle hüzünlenmek o zaman!
.

Orhan Veli Kanık


Ahmetler



Kimimiz Ahmet Bey,
Kimimiz Ahmet Efendi;
Ya Ahmet Ağayla Ahmet Beyfendi?

Orhan Veli Kanık
 
Ali Rıza ile Ahmed'in hikayesi

Ne tuhaftır Ali Rıza ile
Ahmedin hikayesi! ..
Birisi köyde oturur,
Birisi şehirde
Ve her sabah
Şehirdeki köye gider,
Köydeki şehre.


Orhan Veli Kanık



Altın Dişlim



Gel benim canimin içi, gel yanima;
Ipek çoraplar alayim sana;
Taksilere bindireyim,
Çalgilara götüreyim seni.
Gel,
Gel benim altin dislim;
Sürmelim, ondüle saçlim, yosmam;
Mantar topuklum, bopsitilim, gel.
.

Orhan Veli Kanık
 
Altındağ

Biri bir koca görür rüyasında:
Yüz lira maaşlı kibar bir adam.
Evlenir, sedire taşınırlar.
Mektuplar gelir adreslerine:
$en Yuva Apartmanı, bodrum kati.
Kutu gibi bir dairede otururlar.
Ne çamaşıra gidilir artık, ne cam silmeye;
Bulaşıksa kendi bulaşıkları.
Çocukları olur, nur topu gibi;
Elden düşme bir araba satın alınır.
Kızılay Bahçesi’ne gidilir sabahları;
Kumda oynasın diye küçük Yılmaz,
Kibar çocukları gibi.
.

Orhan Veli Kanık


Anlatamıyorum



Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Göz yaşlarıma, ellerinizle?

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.
.

Orhan Veli Kanık​

AĞAÇ


Ağaca bir taş attım,

Düşmedi taşım,

Düşmedi taşım.

Taşımı ağaç yedi;

Taşımı isterim,

Taşımı isterim.​
 
AŞK RESMİ GEÇİTİ



Birincisi o incecik, o dal gibi kız,

Şimdi galiba bir tüccar karısı.

Ne kadar şişmanlamıştır kim bilir.

Ama yinede de görmeyi çok isterim,

Kolay mı? İlk göz ağrısı.



............................çıkar

............................dururduk mahallede

..........................................halde

..............adlarımız yan yana yazılırdı duvarlara

.......................................yangın yerlerinde.



Üçüncüsü Münevver Abla, benden büyük

Yazıp yazıp bahçesine attığım mektupları

Gülmekten katılırdı, okudukça.

Bense, bugünmüş gibi utanırım

O mektupları hatırladıkça.



Dördüncüsü azgın bir kadın,

Açık saçık şeyler anlatırdı bana.

Bir gün de önümde soyunuverdi

Yıllar geçti aradan, unutamadım,

Kaç defa rüyama girdi.



Beşinciyi geçip altıncıya geldim

Onun adı da Nurünnisa.

Ah güzelim

Ah esmerim

Ah

Canımın içi Nurünnisa.



Yedincisi Aliye, kibar bir kadın

Ama ben pek varamadım tadına,

Bütün kibar kadınlar gibi,

Küpe fiyatına, kürk fiyatına.



Sekizincisi de o bokun soyu:

Sen elin karısında namus ara,

Kendinde arandı mı, küplere bin.

Üstelik kendinde de

Yalanın düzenin bini bir para.



Ayten'di dokuzuncunun adı,

Barlarda göbek atar

İş başında şunun bunun esiri,

Ama bardan çıktı mı,

Kiminle isterse onunla yatar.



Onuncusu akıllı çıktı

Bıraktı gitti beni.

Ama haksız da değildi hani,

Sevişmek zenginlerin harcıymış

İşsizlerin harcıymış.



İki gönül bir olunca

Samanlık seyranmış ama,

İki çıplak da - olsa olsa -

Bir hamama yakışırmış.



İşine bağlı bir kadındı on birinci.

Hoş, olmasın da ne yapsın?

Bir zalimin yanında gündelikçi;

Adi Luksandra

Geceleri odama gelir,

Sabaha kadar kalır.

Konyak içer, sarhoş olur,

Sabahı da, işbaşı yapardı şafakla....



Gelelim sonuncuya.

Ona bağlandığım kadar

Hiçbirine bağlanmadım.

Sade kadın değil, insan.

Ne kibarlık budalası,

Ne malda, mülkte gözü var.

Eşit olsak der,

Hür olsak der.

İnsanları sevmesini de bilir,

Yaşamayı sevdigi kadar.



*** Ölümünden sonra müsveddesi diş fırçası sarılmış bir kâğıtta bulunan bu son şiiri tamamlanmamıştır.[
 
BAHARIN İLK SABAHLARI



Tüyden hafif olurum böyle sabahlar;

Karşı damda bir güneş parçası,

İçimde kuş cıvıltıları, şarkılar;

Bağıra çağıra düşerim yollara;

Döner döner durur başım havalarda.



Sanırım ki günler hep güzel gidecek;

Her sabah böyle bahar;

Ne is güç gelir aklıma, ne yoksulluğum.

Derim ki: 'Sıkıntılar durdursun!'

Şairliğimle yetinir,

Avunurum.​

BAŞ AĞRISI

I

"Yollar ne kadar güzel olsa,

Gece ne kadar serin olsa,

Beden yorulur,

Baş ağrısı yorulmaz.



II

Şimdi evime girsem bile

Biraz sonra çıkabilirim

Madem ki bu esvaplarla ayakkaplar benim

Ve madem ki sokaklar kimsenin değil​
 
BAYRAM



Kargalar, sakın anneme söylemeyin!

Bugün toplar atılırken evden kaçıp

Harbiye Nezareti’ne gideceğim.

Söylemezseniz size macun alırım,

Simit alırım, horoz şekeri alırım;

Sizi kayık salıncağına bindiririm kargalar,

Bütün zıpzıplarımı size veririm.

Kargalar, ne olur anneme söylemeyin!​

BEDAVA



Bedava yaşıyoruz, bedava;

Hava bedava, bulut bedava;

Dere tepe bedava;

Yağmur çamur bedava;

Otomobillerin dışı,

Sinamaların kapısı,

Camekânlar bedava;

Peynir ekmek değil ama

Acı su bedava;

Kelle fiyatına hürriyet,

Esirlik bedava;

Bedava yaşıyoruz, bedava.​
 
BEYAZ MAŞLAHLI HANIM

Kalender'den sandala bindi

Beyaz maşlahlı hanım.

Bir elinde şemsiye,

Bir eliyle açtı yelpazesini;

Cuma günü Göksu'ya gitti

Beyaz maşlahlı hanım​

BİRDENBİRE

Her şey birdenbire oldu.

Birdenbire vurdu gün ışığı yere;

Gökyüzü birdenbire oldu;

Mavi birdenbire.

Her şey birdenbire oldu;

Birdenbire tütmeye başladı duman topraktan;

Filiz birdenbire oldu, tomurcuk birdenbire.

Yemiş birdenbire oldu.



Birdenbire,

Birdenbire;

Her şey birdenbire oldu.

Kız birdenbire, oğlan birdenbire;

Yollar, kırlar, kediler, insanlar...

Aşk birdenbire oldu,

Sevinç birdenbire.​
 
BİR DUYMA DA GÖR

Bir duyma da gürültüsünü

Dallarda çıtırdayarak açılan fıstıkların,

Gör bak ne oluyorsun.

Bir duyma da gör şu yağan yağmuru;

Çalan çanı, konuşan insanı.

Bir duyma da kokusunu yosunların,

Istakozun, karidesin,

Denizden esen rüzgârın...​

BİR İŞ VAR


Her gün bu kadar güzel mi bu deniz?

Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?

Her zaman güzel mi bu kadar,

Bu eşya, bu pencere?

Değil,

Vallahi değil;

Bir iş var bu işin içinde.​
 
BİR ROMAN KAHRAMANI


Çadırımın üstüne yağmur yağıyor,

Saros körfezinden rüzgâr esiyordu,

Ve ben, bir roman kahramanı

Ot yatağın içinde,

İkinci, dünya harbinde,

Başucumda zeytinyağı yakarak

Mevzuumu yaşamaya çalışıyordum;

Bir şehirde başlayıp

Kimbilir nerede,

Kimbilir ne gün bitecek mevzuumu.​

BİZİM GİBİ

Arzulu mudur acaba,

Bir tank, rüyasında?

Ve ne düşünür teyyare

Yalnız kaldığı zaman?



Hepbir ağızdan şarkı söylemesini,

Sevmez mi acaba gaz maskeleri,

Ay ışığında?



Ve tüfeklerin merhameti yok mudur,

Biz insanlar kadar olsun?

Eylül 1939​
 
BUĞDAY

Düzüldü uçsuz bucaksız alay,

Çıngıraklar çalar kapılarda,

Düzüldü uçsuz bucaksız alay,

Bak, son hasad başladı rüzgârda.



Okundan atılmak üzere yay,

Kuyuların ağzı genişledi.

Okundan ayrılmak üzere yay,

Korku tâ kemiğime işledi.



Savruluyor gökyüzünde buğday,

Gölgeler uzaklaşıyor yerde,

Savruluyor gökyüzünde buğday,

Tanrım! Tanrım! Bir deva bu derde...



Düzüldü uçsuz bucaksız alay,

Çıngıraklar çalar kapılarda.

Düzüldü uçsuz bucaksız alay,

Bak, son hasad başladı rüzgârda.



Undan bize de pay, bize de pay.

Koşun, buğday dağıtıyor Yusuf.

Undan bize de pay, bize de pay.

Çökmeden sonu gelmiyen küsuf.



Eriyecek tencerede kalay,

Çocuklar ağlaşmasınlar dağda,

Eriyecek tencerede kalay,

Yetişmeyecek Ömer imdada.



Altında aynı eyer aynı tay

Arayıcısı herkes bir sesin,

Altında aynı eğer aynı tay

Seferi aynı köye herkesin.



Artık kuruldu bu kervansaray,

Boşuna düşünür ihtiyarlık.

Artık kuruldu bu kervansaray,

Şimdi seslerle dolu mezarlık.​

CEVAP



- Ciğercinin kedisinden sokak kedisine -



Açlıktan bahsediyorsun;

Demek ki sen komünistsin.

Demek bütün binaları yakan sensin.

İstanbul’dakileri sen,

Ankara'dakileri sen...



Sen ne domuzsun, sen!​
 
CIMBIZLI ŞİİR

Ne atom bombası,

Ne Londra Konferansı;

Bir elinde cımbız,

Bir elinde ayna;

Umurunda mı dünya!

ÇOK ŞÜKÜR

Bir insan daha var, çok şükür, evde;

Nefes var,

Ayak sesi var;

Çok şükür, çok şükür.​

DAĞ BAŞI


Dağ başındasın;

Derdin günün hasretlik;

Akşam olmuş,

Güneş batmış,

İçmeyipte ne halt edeceksin?​
 
DALGA

Mesut sanmak için kendimi

Ne kâğıt isterim, ne kalem,

Parmaklarımda cıgaram,

Dalar giderim mavisinden içeri

Karşımda duran resmin.



Giderim deniz çeker;

Deniz çeker, dünya tutar.

İçkiye benzer birşey mi var,

Birşey mi var ki havada

Deli eder insanı, sarhoş eder?



Bilirim, yalan, hepsi yalan;

Taka olduğum, tekne olduğum yalan;

Suların kaburgalarımdaki serinliği,

İskotada uğuldayan rüzgar,

Haftalarca dinmeyen motor sesi,

Yalan....



Ama gene de,

Gene de güzel günler geçirebilirim;

Geçirebilirim bu mavilikte.

Suda yüzen karpuz kabuğundan farksız,

Ağacın gökyüzüne vuran aksinden,

Her sabah erikleri saran buğudan,

Buğudan, sistem, aşktan, kokudan...



Ne kağıt yeter ne kalem,

Mesut sanmam için kendimi.

Bunların hepsi... hepsi fasafiso.

Ne takayım, ne tekneyim.

Öyle bir yerde olmalıyım

Öyle bir yerde olmalıyım ki,

Ne ışık, ne sis, ne buğu gibi...

İnsan gibi.​
 
DALGACI MAHMUT



İşim gücüm budur benim,

Gökyüzünü boyarım her sabah,

Hepiniz uykudayken.

Uyanır bakarsınız ki mavi.



Deniz yırtılır kimi zaman,

Bilmezsiniz kim diker;

Ben dikerim.



Dalga geçerim kimi zaman da,

O da benim vazifem;

Bir baş düşünürüm başımda,

Bir mide düşünürüm midemde,

Bir ayak düşünürüm ayağımda,

Ne haltedeceğimi bilemem.​

DAR KAPI

Nedir bu geceyle gelen bersam?

Duyuyorum serzenişlerini,

Karanlıkta ağzının yerini

Arıyor deli gibi hâfızam.



'Yanıyor unutulmuş buhurdan

Yine gecenin içinde sessiz'

Hâtıralarla kabaran deniz,

Doluyor ruhun oluklarından



Işık yağıyor doğan geceden.

Nasıl diriliş bu, neden sonra?

Bu rüya gibi geceden sonra

Gidecek mi o maziden gelen?



Seziyorum senelerce susan

Ruhumda taptaze bir geriniş.

Sonuna vardığım çölden geniş

Ayaklarıma açılan umman.



Bütün mevsimlerimin üstüne

Geriliyor bembeyaz bir kanat.

Gelip durdu artık işte hayat

Bana hep onu vadeden güne.



Artık ebedî huzur deminin

İçebilirim sırlı tasından,

Girmek üzereyim dar kapısından

O eski rüyalar âleminin.​
 
DEDİKODU


Kim söylemiş beni

Süheyla'ya vurulmuşum diye?

Kim görmüş, ama kim,

Eleni'yi öptüğümü,

Yüksekkaldırım'da, güpegündüz?

Melahât'ı almışım da sonra

Alemdar'a gitmişim, öyle mi?

Onu sonra anlatırım, fakat

Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?

Gûya bir de Galata'ya dadanmışız;

Kafaları çekip çekip

Orada alıyormuşuz soluğu;

Geç bunları, anam babam, geç;

Geç bunları bir kalem;

Bilirim ben yaptığımı.



Ya o, Muallâ'yı sandala atıp,

Ruhumda hicranın'ı söyletme hikâyesi?​

DEĞİL



Bilmem ki nasıl anlatsam;

Nasıl, nasıl, size derdimi!

Bir dert ki yürekler acısı,

Bir dert ki düşman başına.

Gönül yarası desem...

Değil!

Ekmek parası desem...

Değil!

Bir dert ki...



Dayanılır şey değil.​
 
DELİKLİ ŞİİR


Cep delik, cepken delik,

Kol delik, mintan delik,

Yen delik, kaftan delik;

Kevgir misin be kardeşlik!​

DENİZ



Ben deniz kenarındaki odamda,

Pencereye hiç bakmadan,

Dışardan geçen kayıkların

Karpuz yüklü olduğunu bilirim.



Deniz benim eskiden yaptığım gibi,

Aynasını odamın tavanında

Dolaştırıp beni kızdırmaktan

Hoşlanır.



Yosun kokusu

Ve sahile çekilmiş dalyan direkleri

Sahilde yaşayan çocuklara

Hiçbir şey hatırlatmaz.​
 
DENİZİ ÖZLEYENLER İÇİN

Gemiler geçer rüyalarımda,

Allı pullu gemiler, damların üzerinden;

Ben zavallı,

Ben yıllardır denize hasret,

"Bakar bakar ağlarım."



Hatırlarım ilk görüşümü dünyayı,

Bir midye kabuğunun aralığından;

Suların yeşili, göklerin mavisi,

Lâpinaların en harelisi...

Hâlâ tuzlu akar kanım

İstiridyelerin kestiği yerden,



Neydi o deli gibi gidişimiz,

Bembeyaz köpüklerle açıklara!

Köpükler ki fena kalpli değil,

Köpükler ki dudaklara benzer;

Köpükler ki insanlarla

Zinaları ayıp değil.



Gemiler gecer rüyalarımda,

Allı pullu gemiler, damların üzerinden;

Ben zavallı,

Ben yıllardır denize hasret.​
 
DENİZ KIZI



Denizden yeni mi çıkmıştı neydi;

Saçları, dudakları

Deniz koktu sabaha kadar;

Yükselip alçalan göğsü deniz gibiydi.



Yoksuldu, biliyorum

- Ama boyuna da yoksulluk sözü edilmez ya-

Kulağımın dibinde, yavaş yavaş,

Aşk türküleri söyledi.



Neler görmüş, neler öğrenmişti kim bilir,

Denizle boğaz boğaza geçen hayatında!

Ağ yamamak, ağ atmak, ağ toplamak,

Olta yapmak, yem çıkarmak, kayık temizlemek

Dikenli balıkları hatırlatmak için

Elleri ellerime değdi.



O gece gördüm, onun gözlerinde gördüm;

Gün ne güzel doğmuş meğer açık denizde!

Onun saçları öğretti bana dalgayı;

Çalkandım durdum rüyalar içinde.​

DERDİM BAŞKA


Sanma ki derdim güneşten ötürü;

Ne çıkar bahar geldiyse?

Bademler çiçek açtıysa?

Ucunda ölüm yok ya.

Hoş, olsa da korkacak mıyım zaten

Güneşle gelecek ölümden?

Ben ki her Nisan bir yaş daha genç,

Her bahar biraz daha âşığım;

Korkar mıyım?

Ah, dostum, derdim başka...​
 
EBABİL


Alıp içinde sesler uçuşan bu akşamdan

Hâfızamı bir deniz kıyısına çeken yol,

Aydınlık rüyaların peşine düşen gondol,

Mavi bir denizde yüzer gibi yanan şamdan.



Tuşların üstünde karanlığın heyûlası

Ve birden kalbe çırpınışlar veren hâtıra,

Çekmede beni saadet dolu dünyalara

Mine parmaklarında sedalaşan hülyası.



Sıyrılmada gözlerimden yıllarca geceler,

Ve yalnız kalmada bir yaza râm olan sahil,

Uçuşmada gökyüzünde bir sürü ebabil:

Sevgimi ve hasretimi ebedî kılan yer.



Açık panjurlarından seslerin dökülüsü.

Bir göl mü ürpermede ruhun uzaklarında?

En yakın sevgiyi duymayan dudaklarında

Her yaşayıştan daha güzel olan gülüşü.



İlik gölgelerde uyutup düşünceleri

Beyaz etekler ile bana göründüğün an

Ve kapıları yeşil sabahlara açılan

Sıcak tahayyüllerle dolu yaz geceleri.



Renkli fanusların altında doğan dünyası,

Omuzlarında ay ışığından örgülerle

Eklenmede içime hasret kaldığım yerle

Mine parmaklarında sadalaşan hulyası​

EDITH ALMERA



İhtimal ki şu anda o,

Brüksel'e yakın

Bir gölün kenarında

Edith Alméra’yı düşünmektedir.



Edith Alméra

Kafeşantanlarda muhabbet toplayan

Bir çigan orkestrasının

Birinci kemancısıdır.



O,

Kendisini alkışlayanlara

Selâm verirken

Gülümser.



Kafeşantanlar güzeldir;

İnsan,

Orada çalışan kemancı kızlara

Âşık olabilir.​
 
EFKARLANIRIM


Mektup alır, efkârlanırım;

Rakı içer, efkârlanırım;

Yola çıkar, efkârlanırım.

Ne olacak bunun sonu, bilmem.

'Kâzım'ın' türküsünü söylerler,

Üsküdar’da;

Efkârlanırım.​

EHRAM


Ey aşılmaz dağların ardında,

Ulaşılmaz beldelerden uzak,

Hasretin dallarını tutan sak,

Mavi, sonsuz bir tâkın altında!



Ey gülüşü sabahlardan güzel,

Dünyası düşüncelerden geniş.

Ey göğsünde ilâhî geriniş,

Rüyalarıma hükmeden güzel!



Nerde eğilen dalından yere

Portakalların düştüğü çardak

Kadehe duyarak değen dudak,

Sergile bakan göz gecelere.



Yanmış ruhu titreyen ilâhî

Yapraklarda billûrlaşan seher,

Nerde cam kokan tahta testiler,

Geyik sesiyle çınlayan vâdi?



Yaldız dallarda, çiçek yerine

Yıldız açmaz mı artık ağaçlar?

Yanmaz mı bin rüya ile saçlar

Kapanıp günün eteklerine.



Ey gülüşü sabahlardan güzel,

Dünyası düşüncelerden geniş;

Ey göğsünde îlâhi geriniş

Rüyalarıma hükmeden güzel!



Hakikate olmaz mı acep râm

Yıllardır beslediğim düşünce?

Çıkılmaz dağlardan da mi yüce

Hasretlerin tırmandığı ehram?​
 
X