Proteinler, vitaminler, su ve mineraller

E

EU3

Ziyaretçi
Et, balık, tavuk, süt, yoğurt, peynir, yumurta ve kuru baklagiller gibi yiyecekler protein yönünden zengindirler. Vücuttaki doku ve hücrelerin yapıtaşlarıdır, mutlaka alınması gereken bir besin öğesidir. Proteinden zengin gıdalar aynı zamanda yağdan da zengin olduğundan kalori de yüksek olmaktadır. Protein, fazla alındığında yağa dönüşüp vücutta depolanırlar ve kalsiyum gibi bazı minerallerin emilimini engelleyerek bu minerallerin vücutta kullanılmadan idrarla atılmasını sağlarlar. Ayrıca, aşırı protein böbreklerin yükünü arttırarak bazı böbrek hastalıklarının oluşumuna yol açabilir. Proteinli yiyecekler, kan şekerini yükseltmezler, fakat ihtiyacın üzerinde alındıkları zaman, diyabete özgü bir bozukluğa, böbrek bozukluğuna yol açabilirler. Günlük protein ihtiyacımız ortalama olarak vücudumuzun kilosu başına 1 gram olarak hesaplanabilir (60 kg ağırlığındaki bir kişinin protein ihtiyacı 60 gramdır). Yiyeceklerimizde bulunan her 1 gram protein, 4 kalorilik enerji sağlar.

Dengeli bir beslenmede proteinler kalori gereksiniminin % 10-15’ini kaplamalıdır.

VİTAMİNLER
Vücudun biyokimyasal işlemleri için vazgeçilmez olan ve vücutta yeterince ya da hiç elde edilemediğinden dışarıdan alınması gereken küçük organik moleküllerdir. Yağda ve suda eriyenler olarak iki gruba ayrılır. Yağda eriyen vitaminler yağlarda, pişmemiş sebzelerde, tahıllarda, tereyağında, balık karaciğeri ve balık yağında, kaymak ve süt gibi yağlı besinlerde bulunur.
Yağda eriyen vitaminler A, D, E ve K vitaminleridir. Yağın emilimi sırasında bunlar da emilir. İdrarla atılmazlar, fazla alımla birikerek toksik (zararlı) etkileri oluşur.
Suda eriyen vitaminler B grubu vitaminler ile C vitaminidir. Birikmezler ve fazlalıkları halinde atılırlar; depo olmadığından sürekli alınmaları gerekmektedir.

A vitamini
Cilt ve vücut dokularının sağlıklı olmasını, bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlar.
Sütte, yumurta sarısında, ton ve morina balıklarının karaciğer yağında (balıkyağı) bulunur. Havuç ve havuç benzeri sarı-turuncu renkli sebzelerde A vitamininin ön maddeleri vardır.

D vitamini
Normal olarak güneş ışığı alan insan vücudunda D vitamini yeterince üretilir. Ama yeni doğanlarda, büyüme çağındaki çocuklarda, gebelik ve süt emzirme dönemlerindeki kadınlarda besinlerle dışardan daha fazla miktarda alınması gerekir. Karaciğer ve süt ürünlerinde bulunur.

E vitamini
Yaraların iyileşmesini hızlandırır. Kanın damar içinde pıhtılaşmasını önler, böylece damar sertliğini ve tıkanmalarını engeller. Rafine edilmemiş yağlar, buğday, mısır, ayçiçeği, fıstık, susam, soya yağları, zeytin yağı, balık yağı, fındık, badem, ton balığı, sardalye, somon, patates, yumurta sarısı, domates, koyu yeşil renkli sebzelerde bol miktarda bulunur.

K vitamini
Kanın pıhtılaşmasını sağlar. Sebzelerin yeşil bölümünde, ıspanakta, kabakta, marulda, yeşil domateste, çam yaprağında yeşil biberde bol bulunur.

B vitamini
Bazı enzim sistemlerinin etkinliğini arttırıcı yardımcılar olarak işlev gören 15’ e yakın değişik maddeden oluşan bir vitamin gurubudur.

B1 vitamini
Buğday başağı, kepek, kuru maya ve sebzeler gibi bir çok besinde bol miktarda bulunur. B1 vitamini yetersizliğine bağlı olarak gelişen hastalık tablosunda depresyon, huzursuzluk, bellek zayıflığı ve dikkat azalması, hipotoni (kas gevşekliği) ve anoreksi (iştahsızlık) yer alır.

B3 vitamini
Eksikliğinde deriyi, sinir sistemini ve sindirim sistemini tutan pellegra adlı hastalık ortaya çıkar.

B8 vitamini
Karaciğerde, yumurta sarısında, kuru mayada, pirinç kabuğunda ve yeşilliklerde bulunur.
Eksikliği durumunda dermatit (deri iltihabı), iştahsızlık, zayıflama, depresyon ve kas ağrıları ortaya çıkar.

B9 vitamini (folik asit)
Bitkilerin yeşil bölümlerinde, kabakta, lahanada, ıspanakta, yeşil sebzelerde, patateste, havuçta, kuru mayada, sütte, yumurtada, peynirde ve karaciğerde bol miktarda bulunur.
Eksikliğinde megaloblastik anemi denen bir kansızlık biçimi gelişir. Emilim bozukluğunda ise kansızlığa, glossit (diz iltihabı), stomatit (ağız içi iltihabı) ve ishal eşlik eder.

B12 vitamini
Eksikliği, folik asit eksikliğinde olduğu gibi, alyuvar yapısında biçim bozukluğuna yol açarak permisyöz anemi denen kansızlığa neden olur. Hafif sarılık, iştahsızlık, ishal, karıncalanma ve uyuşma gibi duyumsama bozuklukları, ataksi, işitme siniri iltihabı ortaya çıkabilir.

C vitamini (askorbik asit)
İnsanlar tümünü dışardan almak zorundadır. Turunçgillerde bol miktarda, ayrıca taze sebzelerde, maydanozda, kabakta, soğanda ve domateste bulunur.

C vitamini eksikliğinde iskorbüt denen ve kıl diplerinde kanamalı döküntüler, dişeti kanamalarıyla belirlenen hastalık ortaya çıkar.

A, E ve C vitaminleri vücutta güçlü antioksidan etkilidir. Yani vücutta hücrelerin yapısını bozarak zarar veren oksitleyici maddelerin atılımını artırarak, kanser ve tüm hastalıkların gelişimine karşı koruyucu özellik gösterdiğinden, tüketimini artırmalıyız. Meyvelerdeki vitaminlerden azami faydalanmak için mutlaka aç ya da yemekten iki saat sonra tüketilmelidir...

SU VE MİNERALLER
Su vücudumuzun yaklaşık % 55—60’ını teşkil ediyor. Tüm hayatî faaliyetler onun üzerinde dönüyor. Bedenin ısı dengesi, hücre içi yaşam, besinlerin yakılması, sindirilmesi ve ihtiyacı olan yerlere gönderilmesi bu taşıma sıvısıyla yapılıyor. Hücrelerde kullanım sonrası oluşan atıkların vücut dışına atımları hep suyun devri sayesinde; elbette bu hareketleri kolaylaştırma ve hızlandırma içinde bizimde en az 8—10 bardak suyu bedene almamız, her on kilo fazlalıkta bir bardak daha su ilâve etmemiz gerekli...

Su yemek öncesi, yemeklerle birlikte her zaman alınabilir; fakat yemekten sonra içilecekse ancak yaklaşık iki saat sonra alınmalı. Vücut sıvılarının vücuda alınması, vücutta dolaşımı ve atılmasında elektrolit denen maddelerin önemi büyüktür.

Elektrolitler: Vücut sıvıları içinde erimiş şekilde bulunan ve elektriksel olarak pozitif ya da negatif yüklü maddelerdir (sodyum, potasyum, kalsiyum, klor gibi). Kalp-damar sistemimiz, böbreklerimiz, akciğerlerimiz ve beynimizde yer alan merkezler daima bu pozitif yüklü elektrolitlerle, negatif yüklü elektrolitleri dengede tutmaya çalışmaktadır. Mineraller vücutta yapılan kimyasal işlemler sırasında çok küçük miktarlarına rağmen büyük yardımcılar olarak rol alırlar.

Kalsiyum: Sağlıklı ve güçlü kemikler ve dişler, normal kalp fonksiyonları kasları, kasların ve sinir sisteminin sağlıklı çalışması.
Kaynağı: Badem, süt ürünleri, yumurta sarısı, soya-fasulyesi ve sardalye balığı.

Demir: Oksijen kan yolu ile vücut hücrelerine taşır.
Kaynağı: Karaciğer, sığır eti, helvacı kabağı.

Magnezyum: Sağlıklı kaslar, damarlar, kemikler, kalbin düzenli çalışması, sinir sistemi, enerji üretiminde katalizör.
Kaynağı: Badem, soya fasulyesi, yabani havuç.

Potasyum: Sinir sistemi kan ve dokular, asit-alkali dengesi.
Kaynağı: Bütün sebzeler, kayısı, muz, patates, fındık, sardalye, avokado, narenciye meyvesi.

Çinko: Sağlıklı üreme, deri ve bağışıklık sistemi.
Kaynağı: Sığır eti, karaciğer, zencefil, süt ayçiçeği, helvacı kabağı tohumu Rafinerize edilmiş tüm besin maddeleri vitamin ve mineraller açısından kayba uğrarlar. Mümkün olduğunca rafine edilmemiş gıdalar tüketmeliyiz.

Açlık ve tokluk hisleri

Her iki merkez de beynimizde hipotalamusta yer alır. Mide ve barsak duvarındaki hassas uyarıcılar hipotalamusla irtibat kurarak bu organlardaki dolgunluğun getirdiği uyarıyı yukarı iletir. Aynı zamanda kandaki şeker miktarı da beyne uyarı göndererek açlık ve tokluk merkezlerini uyarır. Doyma hissi beyin tarafından ancak yirmi dakika sonra algılanır. Tüm bu bilgilere göre anlıyoruz ki, yavaş yavaş acele etmeden yemeli, suyu bol tüketmeli barsaklarımızda uzun süre kalarak yukarı sinyal gönderilmesini azaltacak, bizi daha uzun süre tok tutacak, şeker düzeyini yavaş yükselten kompleks karbonhidrat tüketimini artırmalıyız. Genel olarak aldığımız kalori miktarını azaltmalı, yağı az kullanırken olabildiğince de doymamış yağlar dediğimiz grubu kullanmayı, tuz tüketimini azaltıp, lif oranını artırmayı prensip etmeliyiz.

Hayatımızı diyetlerle zehir etmek değil amacımız. Her zaman şuurlu olarak, ne yediğimizi bilerek belki yediğimiz ufacık bir lokmada derin zevkler alarak yavaş ve az yemek dinimizce de en uygun davranış sanırım...

Tıbb-ı Nebevî

Peygamberimizin (a.s.m.) bir hadisinde karpuz hakkında şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
Karpuzdan faydalanınız ve ona ta’zim (saygı) ediniz. Çünkü onun suyu cennetten, tadı da cennet tadındandır... Karpuz cennet(meyvelerin)tendir. (Yemekten önce kavun, karpuz yemek şifadır.) [İ. Asâkir]

Hem bol su içeriğiyle diyetimize uygun olan karpuzun yemekten önce yenmesi vurgulanıyor. Zaten meyvelerden en güzel istifade şeklinin de açken olduğunu belirtmiştik.

Mübarek karpuz, her yemekte olan lezzeti toplamıştır. Onun eti, çekirdeği ve kabuğu bütün uzuv ve kuvvetlere faydalıdır. O, yemek, içmek ve reyhandır. Karın ve mesaneyi temizler. Bel suyuna bereket verir. Kokusu güzel olup, baş ağrısını yatıştırır. Deriyi temizler ve süsler. Göze hiddet, yemeğe iştah ve lezzet verir. Susuzluğu giderir. Bağırsak kurtlarını öldürür. Bedene faydalıdır.
(Marifetname)
 
SU VE MİNERALLER
Su vücudumuzun yaklaşık % 55—60’ını teşkil ediyor. Tüm hayatî faaliyetler onun üzerinde dönüyor. Bedenin ısı dengesi, hücre içi yaşam, besinlerin yakılması, sindirilmesi ve ihtiyacı olan yerlere gönderilmesi bu taşıma sıvısıyla yapılıyor. Hücrelerde kullanım sonrası oluşan atıkların vücut dışına atımları hep suyun devri sayesinde; elbette bu hareketleri kolaylaştırma ve hızlandırma içinde bizimde en az 8—10 bardak suyu bedene almamız, her on kilo fazlalıkta bir bardak daha su ilâve etmemiz gerekli...

Su yemek öncesi, yemeklerle birlikte her zaman alınabilir; fakat yemekten sonra içilecekse ancak yaklaşık iki saat sonra alınmalı.


Cok güzel ve değerli bilgiler bunlar bilmedimiz birşeyi daha öğrendık Tşkler...

 
X