Tutunamayanlar- Ouz Atay

BenPia

Queen
Kayıtlı Üye
8 Nisan 2008
4.850
18
tavsiye edilir...

kitaptan birkac alinti


"Yarıda kalan bir sözün peşinden kimse gitmiyordu. Yanlış anladığı bir sözü hemen tekrar ediyorlardı. Demek, diyordu Turgut, kendi kendine, bugüne kadar gereğinden fazla vermişim. Almadıkları bir sürü Turgut vermişim onlara. Bu kadarıyla da idare edebilirlermiş. Eski Turgurlara acıdı. Yalnız ben yaşamışım o Turgutları demek. Ben, bir sürü Turgut’u kendime sakladığımı sanıyordum. Gene de fazla gelmiş onlara verdiğim. Ben de anlamamışım onları: Ne onları, ne de onların beni nasıl anladığını görmemişim aslında. Verdiğimle ilgilenmişim yalnız. Ne kadar kolay bağışlıyorlar kusurlarımı: dolayısıyla kendilerini. Neden birlikte yaşıyoruz? Bir anlam aramamalı. Anlam kadar insanın hayatını zehir eden bir kavram yoktur. İnsan akıllı bir görünüşle, en saçma sözleri bırakabilir çevresindeki insanların bıraktığı boşluğa."

"Bu dünyaya bir daha gelişimde, ikinci gelişimde bütün borçlarımı ödeyeceğim. Bugün için belirtmek zorundayım ki beş yıllık plan tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Gerçekleştirmemi istediğiniz bütün hayaller, ikinci bir çağrıya kadar ertelenmiştir. Herkes işinin gücünün başına dönsün. Benim birinci gelişimde yarım kalan aşklarını yaşasın. Yarım kalan yaşantılarını, eskisinden daha çok beğensin. Benim gibi biri, bir daha girmesin küçük yaşantılarına: kapıları daha iyi kapansın. Herkes ne istediğini daha iyi bilsin: ne istediğini bilmemek yüzünden bir daha kimse bana başvurmasın. Evde yokum. Kendilerinden ümidi kestikleri için, hiç olmazsa beni yaşatmaya çalışmak gibi "Dur canım üzülme, ben seni hayal edemediğin yüksekliklere ve derinliklere taşırım," gibi bir incelik göstermesinler bir daha. Beni bu kadar düşündükleri için eksik olmasınlar. Fakat boş yere zahmet etmesinler. Boş yere değerli hayatlarını benim gibi bir solucan için harcamasınlar. Boş yere, psikobilmemne yönlerimi araştırmak için deneme tahtası yapmasınlar beni. Ne dediniz? Gene de seviyorlar mıymışi beni? İşte beni bu incelikler öldürüyor. Batılı amcaların bulduğu bu incelikler! Yalnız kendimi sevdiğim halde, bunu başkalarına sevgi şekliyle belirtmek suretiyle kendimi aldatmak ve aynı zamanda bu bakıma onların daha gerçek sayılması gereken aşklarını, bu aldatıcı aşkımın yanında önemsiz görmekle, bir kere daha kişiliğime duyduğum aşkı ve vazgeçemediğim benliğimi ortaya koymakla kendinisevengillerin birtürlügerçeklerigöremediğiiçinbaşkalarınınsevgisinemuhtaçgiller - familyasına mı giriyormuşum? İngilizler bile bu kadar inceliği birarada düşünemez, bir yerde şaşırır. Ömür boyu aylık sinir, en fazla Ruhsalgerçekler Bankası verir."

"Yeni sözler, yeni yaşantılar bulacağımı sanıyordum. Bu acılar, yüreğimi paslandırmış oysa. Sevmek zor geliyor. Alışmamışım yoruluyorum. Her an sevdiğimi düşünemiyorum. Bazen atlıyorum. Boşluklar oluyor. Bunları boş sözlerle doldurmaya çalışıyorum. Oysa ben her an sana bakmak, bir sözünü kaçırmamak; bir kıpırdanışını, yüzünün her an değişen bütün gölgelerini izlemek, her an yeni sözler bulup söylemek istiyorum. Her mevsimde, her gittiğimiz yerde, insanlarla ve insanlarsız, aşkın değişen yansımalarını görmek istiyorum. Bütün bunlar beni yoruyor. Sen orada duruyorsun ve beni seyrediyorsun sadece. Senin için sevmek su içmek kadar rahat bir eylem. Ben, her an uyanık olmalıyım."

"beni bir kere dinlerlerse bütün karışıklıkların düzeleceğine inanıyordum kendimi o kadar haklı görüyordum ki bütün aksaklığın bilmemelerinden doğduğunu sanıyordum"

"yaşamak aynı zamanda yaşadıklarını hatırlamak demektir hatırladıkça bunalıyorum"

"Eskiye bağlılığımız bir şey bildiğimizden değil. Eski bundan kötü olamaz ya, diyoruz. Tam da bilmiyoruz yeniyi."

"Aptalca duygulanmaktan korktuğum için çevremi akılla doldurmuşum. Aşktan, üzüntüden bahsedebileceğim aptal insanları arıyorum."

"Evet alçaklık bendeydi: öyle yumuşak görünüyordum ki. Siz beni parçamalaya çalışırken, ben gizli gizli onarırım kendimi. Sonunda bilmediğiniz bir şey olur çıkarım ve sizi suçlarım: beni mahvettiniz diye. Sizlerle birlikte başarısız gibi görünürüm: fakat sonunda ihanet ederim sizlere. Hep bir yerde takılmamı beklersiniz; ben de aynı şeyi beklerim heyecanla. Sonunda, yarım yamalak bir başarıyla sıyrılırım işin içinden. Başarısızlığın sevimliliğine kapılırım ve sonunda gerçek başarısızlıklara ihanet ederim. Kusura bakmayın derim: hiçbir işi sonuna kadar götüremiyorum, başarısızlığı bile. Oysa kendimi onlara, olduğumdan başarısız göstermek için ne kadar çırpınmışımdır."

....

İçe ve dışa dair her ayrıntıyı tasvirleme ve yazma merakını körükleyen bir analiz yeteneği konuşuyor bu kitapta. "Evet beynimde duman halinde bulunanlar bunlardı ve şimdi cümleler halinde önümde duruyorlar işte" der gibi bir his duyar insan bazı yerlerinde. Bu his, insana hem acı hem de içten içe bir haz verir.

.....



"İnsanlar! Neden kaybolup gitmeme seyirci kalıyorsunuz? Benden ne kötülük gördünüz? İnsanlar, duygusuz bir telaşla kaçışıyordu. Çok zayıfladım insanlar! Belki de kaçmak istediğim bir işe farkına varmadan sürüklüyorsunuz beni. Oysa ne kadar korkuyordum beni tutmanızdan. Ne kadar tutucu görünüyordunuz. Ne hileleriniz vardı. Ne kadar zayıf bağlarla bir arada tutuyormuşsunuz toplumu. Benim ayrılmama seyirci kalmanız ne kadar dehşet verici. Sonra, durum artık saklanamayacak bir şiddet kazanınca, şaşırmış görüneceksiniz. Sahte bir şaşkınlık göstereceksiniz. Sizi hesaba katıp yola çıkanları büyük hayal kırıklığına uğratıyorsunuz. Ne diyeyim? Siz beni tanımıyorsanız, ben de sizi hiç bilmiyorum. Buna da üzülmüyorsunuz. Daha beter olun!"
 
çok güzel bir kitap yeniden okuma isteği uyandırıyor insanda

bir de oblomov u da okuyunca bir bağlantı kuruyor insan ister istemez:)
 
:)
aliklar birliginide okuyun
J.K.Toole de tam bir oblomowdur



Aklın yolu bir oldugunda, yalnız olmakla yanlıs olmak aynı seydir...
J. P. Sartre
 
Tutunamayan (disconnectus erectus): Beceriksiz ve korkak bir hayvandır.


İnsan boyunda olanları bile vardır. İlk bakışta, dış görünüşüyle, insana benzer.
Yalnız, pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır. Dik arazide, yokuş
yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı, kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer).
Tüyleri yok denecek kadar azdır. Gözleri çok büyük olmakla birlikte, görme
duygusu zayıftır. Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez.



Din kitapları, bu hayvanları yemeyi yasaklamışsa da gizli olarak
avlanmakta ve etleri kaçak olarak satılmaktadır. Tutunamayanları avlamak çok
kolaydır. Anlayışlı bakışlarla süzerseniz hemen yaklaşırlar size. Ondan sonra
tutup öldürmek işten bile değildir. İnsanlara zararlı bazı mikroplar
taşıdıkları tespit edildiğinden, belediye sağlık müdürlüğü de tutunamayan
kesimini yasak etmiştir. Yemekten sonra insanlarda görülen durgunluk, hafif
sıkıntı, sebebi bilinmeyen vicdan azabı ve hiç yoktan kendini suçlama gibi
duygulara sebep oldukları, hekimlerce ileri sürülmektedir. Fakat aynı
hekimler, tutunamayanların bu mikropları, kasaplık hayvanlara da
bulaştırdıklarını ve bu sıkıntılardan kurtulmanın ancak et yemekten
vazgeçmekle sağlanabileceğini söylemektedirler.



:)
 
bir tutunamayan baska bir tutunamayana gel beraber tutunamayalim demis:)

Bizler mikroskobik, onlar cakal..
 
Bir şeyin farkına vardım, çok şaşırdım: Yetmişli yıllarda öldüğü için Oğuz hep uzun saçlı ve uzun sakallı kalacak! Tıpkı, on dokuzuncu yüzyıl ortalarının Fransız yazarları gibi.

Sonra moda değişti, biz saçları kısalttık, kimimiz dazlak bile gezer olduk ama o, hep uzun kıvırcık saçlı, ceketi geniş yakalı, daha doğrusu kazağı boğazlı, paçası bol bir adamdır.

Sonra bir şeyin daha farkına vardım, daha da çok şaştım: Oğuz öleli yirmi sekiz yıl...

Kısık sesi kulağımda. Oğuz Atay'dan sözediyorum.

Hani hocaların (aslında yalnızca edebiyat öğretmenlerinin) kıçında dolaşan, ötekilerden daha bir 'iltifata mazhar' öğrenciler vardır, 'dost-öğrenci' tabir edilir, bizim de Oğuz'la ilişkimize 'dost-okur' ilişkisi demişler. Benden on sekiz yaş büyüktü.

Kırk üç yaşında öldü. Bu arada ben onu geçtim, elli üçe geldim. O da şimdi yetmiş bir yaşında olacaktı...



Onu yetmiş bir yaşında hiç düşünemiyorum. Mümkün değil. Galiba yetmiş bir yaşında olmayacak, olamayacak bir adamdı.

Hemen her büyük yazar gibi, sağlığında anlaşılamadı. Türkiye onun on yıl kadar gerisinden gelmekteydi çünkü.

Solcular burun kıvırdılar, yok saydılar. O zamanlar Türkiye'de kültür-sanat ve de hele edebiyat, solcuların tekelindeydi. Oğuz'un erken ölümünde, anlayışsızlık, ilgisizlik, kayıtsızlık, hatta çekememezlik, kıskançlık duvarlarına çarpmış olmasının payı büyüktür.

Mafyaları, çeteleri sevemedi, onlarla anlaşamadı. Edebiyat çeteleri de onu sevmediler.

Edebiyat tarihçisi ve araştırmacı Yıldız Ecevit, Oğuz Atay'ın biyografisini yazmış. Üzerinde çok uzun zamandır çalışıyordu, büyük emek verdiği belliydi. Hem bir yaşam öyküsü, hem de eserleri üzerine kapsamlı bir değerlendirme olmuş. Hacimli bir kitap bu (enteller 'oylumlu' derler)... Ülkemizde bu çapta kitaplar az yazılıyor. Bir bakıma, bana hocam Tahir Alangu'nun o muhteşem Ömer Seyfettin biyografisini hatırlattı.

Oğuz Atay'ın eserlerini okuyunuz. Çok seveceksiniz. Boktan boktan aşk yazarlarını okuyacağınıza bu büyük yazarımızı okuyunuz.

Hayranları da hemen kitapçıya koşsunlar, Yıldız Ecevit'in 'Ben Buradayım... Oğuz Atay'ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası' adlı çalışmasını alsınlar. Yutar gibi, keyifle okuyacaklar.

Ben de içine daldım, aldım başımı, eski günlere gittim. Oğuz'un hayatta olduğu, bugünküne hem benzeyen hem de hiç benzemeyen eski ve farklı bir Türkiye'ye. Göbeğimin taşmadığı, tansiyonumun olmadığı, prostatımın sıkıştırmadığı bir döneme. Oğuz'a moruk gözüyle baktığım gençlik günlerime.

Yıldız Ecevit'in kitabının birçok yerinde o eski Engin'i buldum. Sağolsun bizi de adam yerine koymuş, Oğuz'un hayatında geçtiğimiz kadar sözümüzü etmiş.

Bir öyküsünde, babasına yazdığı bir mektup şeklinde kaleme aldığı bir eserinde, 'ne yani babacığım' demişti, 'ben de senin gibi ölecek miyim?'

Ercan Arıklı beni işten kovduğunda, ben de Nokta Dergisi'nde yazdığım son yazılardan birinde, Oğuz'un ölüm yıldönümüne denk getirdiğim bir yazıda 'ne yani Oğuz' demiştim, 'ben de senin gibi ölecek miyim?'

Sevgili dostum Sefa Kaplan çok korkmuş, aman herif intihar mintihar etmesin?

Yok, o ara ölmedim, asıl ondan sonra yaşadım.

Fakat şimdi merak ediyorum, acaba bu kez de Arda Uskan'ın hazırlamakta olduğu Ercan Arıklı biyografisinde nasıl geçeceğiz? Geçecek miyiz? Küfür mü edecek, yoksa hepten yok mu sayacak?

Hani Oğuz'a yapmış oldukları gibi...




Akşam
27/03/2005
 
selim'in günlügünden:


'bir silgi gibi tükendim ben ,
baskalarının yaptıklarını silmeye calıştım:
mürekkeple yazmışlar oysa,
ben,kurşunkalem silgisiydim.
azaldıgımla

kaldım'
 
'besıncı sarkı

tutunamayanların destanıdır bu

sarkı,
dostum suleyman kargı.
eller bosta kalıyor,tutunamayanlar topraga
anlatamıyorlar anlatılamayanı.
anlatmak gerek : dusman sarmıs heryanı
oysa,mesela selım ısık
anlatmadan anlasılmaya

asık.'
 
Arkadaşlar gerçekten okumanızı salık veririm. Böyle bir yazarı tanımanın, böyle bir yazarın kitabını okumanın zevkini yaşayın. Eğer düzenli bir kitap okuru değilseniz 1-2 yıl kendinize zaman verin başka kitaplar okuyarak. Çünkü kitabın anlatımı ağırdır, iyi kitap okuru olmayan bir insanı yorabilir, yarım bırakabilirsiniz. Bu da size, yazara, kitaba haksızlık olacaktır. Edebi altyapınızı geliştirdikten sonra alın elinize, her cümlesini sindire sindire okuyun. Çok güzel kitap vardır ama böyle yoğunluktakiler zor bulunur.
 
su bedduanin güzelligine bakin

"kültürden zehirlenirsin insalllah, kültür komasina girersin insallah" S347


esat, selimi anlatiyor turguta

"Böyle durumlarda nasil öfkelenirdi bilseniz.En agir kelimelerle hakaret ederdi: en kisa cümleyi aklinda tutamayan iki satir yaziyi ezberleyemeyen budalalarin , birgün söyledigini ertesi gün inkar eden iki yüzlülerin cani cehenneme diyerek kipkirmizi kesilirdi..

Söyledimya onu kizdirmaktan hoslanirdim kizdigi anlarda yüzünun ifadesini öfkesinin ictenligini severdim. Söylenen sözlerin yasanan olaylardan önemli oldugunu Selimde gördüm .Düsüncelerine büyük bir ictenlikle bagliydi: herkeside öyle saniyordu..Bu ictenlik düsünmeyi meslek edinenlerin ictenliginden cok farkli bir duyguydu.Meslegi sevmek gibi degil hayati sevmek gibi bir duyguydu.
Camus `nün "ontolojik mesele yüzünden ölen kimseye raslamadim"sözünü okuyunca "biri buyüzden ölmeli intihar etmeli" diye bagirmisti"Ona, kimsenin soyut düsünceler yuzunden kendini öldürmedigini söyledim . Benimde camus gibi bir ahmak olduguma karar verdi.."

:))
 
"Beni kötü yetiştirdiler dostum!Güzeli ifade gücünden yoksun bıraktılar beni.Tıpkı filmlerde ki gibi diyebiliyorum ancak.Ne acıklı değil mi?"
 
X