Yılmaz Odabaşı Şiirleri

saliha54

Aktif Üye
Kayıtlı Üye
12 Temmuz 2006
109
0
38

resmin rehindir gurbetimde
gurbetimde sesleri aşındırmış kimliksiz bir kasaba
ve senin kederini ıslatan o yağmurlar rehin

alnı özlemle dağınık bir akşam getirdim sana
sar, büyüt ellerinle, konuk et sıcaklığına
konuk et kanatları kanatılmış kuşlar getirdim sana...

ve akşam, bir kez daha
saçlarını topla ve dağıt sesini rüzgârlara
“bir of çeksen karşıki dağlar yıkılır”

çekmiyorsun!

akarsuları imrendiren yüzün de
sabahçı kahveler de biliyor
görüşmeyeli yorgunum
yıkık kentler kanadı sevinçlerimle
görüşmeyeli ya sen nasılsın
adım, adresim durur mu defterinde?
şimdi siirt'te koyun kokulu bir gecedeyim
beynimde iklimsiz papatyalar
ve kuşatılmış bir akşam duruyor penceremde

sokakların gün batınca neden boşaldığını
ve yüreğimin neden kabardığını bilmiyorum
konuşsam: sessizlik/gitsem: ayrılık

sonra kıpırtısız yasladım göğsümü boğulmuş güne
al bu çağrıları sulara göm, o uzak sulara
gurbetini rehnetme özlemimde…

YILMAZ ODABAŞI
 
BİTME

bitme!bak,içtim,yürüdüm,kederlendim
denize girdim,üşüdüm,sana geldim

düş bitmeden sen bitme
bitmeden sevgi gitme

bitme!bak,koştum,savruldum,hep örselendim
cıgara ziftlendim,ille de seni sevdim
uzaklarda öyle çok kederlendim

günler bitmeden bitme
bitmeden hasret gitme

bu yangın geceler,bu intihar
gidersen paramparça yüreğimde ağıtlar
bu dolunay gecenin göğsünü yarar
benim göğsümde de sana geniş bir yer var

düş bitmeden sen bitme
bitmeden sevgi gitme...

YILMAZ ODABAŞI
 
EY HAYAT

(ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın
aslında yokum ben bu oyunda
ömrüm beni yok saysın&#8230:KK66:

yaşam bir ıstaka
gelir vurur ömrünün coşkusuna
hani tutulur dilin
konuşamazsın!

tırmandıkça yücelir dağlar
sen mağlupsun sen ıssız
ve kalbinde kuşların gömütlüğü
tutunamazsın…

eloğlu sevdalardan dem tutar
aşk büyütür yıldızlardan
yasak senin düşlerin
dokunamazsın...

birini sevmişsindir geçen yıllarda
açık bir yara gibidir hâlâ
hâlâ ne çok özlersin onu
ağlayamazsın...

yolunda köprüler çürür
sesin, sessizlik sanki bir uğultuda
savurur hayat kül eyler seni
doğrulamazsın!

yapayalnız bir ünlemsin
dünyayı ıslatan şu yağmurlarda
herşey çeker ve iter
anlatamazsın...

yaşam bir ıstaka
gelir vurur işte ömrünün coşkusuna
sesinde çığlıklar boğulur ama
bağıramazsın…

sonra vakt erişir, toprak gülümser sana
upuzun bir ömrün ortasında
ne hayata ne ölüme
yakışamazsın!

yazdırmalısın mezar taşına:
ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın
aslında hiç olmadım ben bu oyunda
ömrüm beni yok saysın…

YILMAZ ODABAŞI
 
VAR GİT ARTIK

buralarda gece uzun
gün ışığı yakındır
var git artık
bakma ardına
ölüme fazla sokulma ama
düşün ki
mevsim rüzgarlarının savurduğu
bir orman insan
sev onu, sokul, konuştur
doludur fazla üstüne varma

hep susmak
susmak...
yetmiyor bazen
işte bu yüzden
bütün ışıkları yanmalı yeryüzünün
ozanlar her şeyi anlatmalı

var git artık
acıyı aşındırma
tut
ve at sevdaya uzayan çağlayana

YILMAZ ODABAŞI
 
KURTULAMAZSIN

önce sesini
sonra yankısını çaldırdın şu beton ormanında
bu kent de tükürdü aşklarına
kal orada!
artık hiçbir şeyden kurtulamazsın
ıslanmışsın bir kere oğlum
yaş gününde
kuruyamazsın..

YILMAZ ODABAŞI
 
GÖZLERİN GÖKYÜZÜNDE BİR DOLUNAY

diyelim ki sessiz gecede poyraz
sis çökmüş o heybetli dağlara
yurdun da kar altında, gözlerin gök-
yüzünde bir dolunay

diyelim ki sınamışsın uzaklığın ihanetini
seslere çarpmış sesin
ama ulaşmamış nefesin

diyelim ki şarabın dökülmüş, suların kesik
bu hayat seni bir oyuncak sanıyor

diyelim ki sana çıldırmak yasak, sana ağlamak
yasak, yarın yasak, düş yasak sana

diyelim ki üşüyorsun kısacık bir ömrün sığınağında
bir çay bile ısmarlamıyor hayat!

diyelim ki lekesiz hiçbir şey kalmamış artık
sis çökmüş güvendiğin dağlara...

kederli bir süvari ol
orda! sen orda
bırakma atını mahmuzlamaktan

bıkma bu puştlar panayırında
berrak nehirler aramaktan!

yaslı bir kışa rehin düşse de günler
kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt
o tomurcuk düşlerin yağmuruyla ıslansın

(o tomurcuklar ki bahçedir bir gün insanlığa güllerden
hep ilenç mi?
sevinçler de devşirmeli bu ayaz mevsimlerden!)

çünkü her insan bir limandır baş ucunda tekneler
çünkü herkesin hüznü kocaman, aşkları dalgın

kimi kesik, kanıyor şah damarından
kimi bozgunda yetim dervişan
kimi aşklarıyla, düşleriyle perişan

(yamalı yerlerinde
kanıyor hayat
tutunduğun yerlerinden
soluyor hayat...)

bu yüzden salıver düşlerini kendi uğruna yansın
salıver düşlerini ateşlere abansın!

tutunduğun yerlerinden solarken hayat
bıkma atını mahmuzlamaktan

bıkma sendeki insan için
derin uçurumlar arşınlamaktan...

yaslı bir kışa rehin düşse de günler
bir gün rüzgar esecektir suların serinliğinden
bir gün kırlangıçlar da geçecektir göğün genişliğinden

yaslı bir kışa rehin düşse de günler kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt
o tomurcuk düşlerinin yağmuruyla ıslansın

çünkü senin de bir ütopyan varsa,
i n s a n s ı n...

YILMAZ ODABAŞI
 
GİTTİĞİN YER

gittiğin yer bir yağmur damlası kadar yakın
gittiğin yer bir uçurum kadar uzak

herkes yeniden yazgısına kanacak
gittiğin yer kalbimde hep kan kadar sıcak

gittiğin yeri anlamak
gittiğin yeri ağlamak

bir çerçevede yarım bir gülüş
ve yalnız bir fotoğraf bırakarak

yine bahar açacak, güvercinler uçacak
gittiğin yerlerde sana kimler bakacak?

gittiğin yer bir yağmur damlası kadar yakın
gittiğin yer bir uçurum kadar uzak

seni benden zaman, seni ölüm alırdı ancak
gittiğin yer hasretimin kavalyesi olacak...

YILMAZ ODABAŞI
 
HAYAT GÜL KOKULU BİR SAĞANAK

gözlerimin önünde ıslak dağların kabaran yalnızlığı
ne varsa uçurumlar eşiğinde
hüzünlerle yalpalayan ne varsa
gözlerimin önünde

ve hayat gül kokulu bir sağanak yine
birşeyler anlatmak istiyor hayat
ve alıp götürmek bir şeyleri kurt sofralarına
gün batıyor
gün batıyor bukağısı paslı bir sevinç oluyor yalnızlığım

unutuyorum sevgilim suretini
durgunluğun "niçin" di unutuyorum

gün batıyor ürkek yıldızlar dolanıyor yalnızlığıma
umurumda değil ne yağmur ne ayaz
ne de kerpiç kokusu havada
unutuyorum/sabaha/kadar/ gün batıyor
sonra bir akasyayı okşuyor gözlerim
geciken sabahlara koşuyor kuşlar
gözlerimin önünde
ve hayat gül kokulu bir sağanak yine


YILMAZ ODABAŞI
 
BU SENSİN

Bu sensin
Ve sesin

Bu terin ve tenin haklı ıslaklığı
Kal öyle
Isıt gözlerimi gülüşlerinle

Birazdan kapılar kırılacak belki de
Birazdan kapkara bir örtü olabilir gözlerimizde
Biz diz kırarken sinesinde sancının
Yolunur papatya
Deşilir ten
Ve yara da !
Çünkü ölmek günleri biraz da
Gülmek günleri(de), inadına
Gün gülümsemeleri ardında

Gün gülümsemeleri ardında
Dağlandıkça
Dağlaşmak
Ve dağları sevmeye yaraşmak
Yaraşmaya
Yanaşmak günleri

Sen de yanaş kıyılarıma bir vapur gibi
Çarpıp durayım güvertelerde gözlerine



YILMAZ ODABAŞI
 
AŞKIN BİLANÇOSU

I
gidersin; yağmurlarda kırık kalır mızrabım
gidersin; ardından dilsiz bir ihanet gider

gidersin; her şey gider
gidersin; kalbimde bir tabur ayaklanır
ilgilenmez ordular, hükümetler

gidersin; ne rezil bir an’dır bu
yazdıkça silinen sözcükler gibidir hayat
gidersin; bir hazin dramdır bu

/kanmadım aynalara sana kandığım kadar
içimde bir boşluk sana yandığım kadar…/

II
bugün hasretin kırlarında dolaştım
senin adınla
aşkın adıyla
savrulup aktım o ırmaklardan;
ırmakları çöllerle
çölleri denizlerle
denizleri düşlerle buluşturdum
sustum kaldım sonra böyle günleri savuşturdum...

/ne ses ne nefes ne de bu rüzgâr bağışlar seni
simsiyah gecelerde budanırken ah ömrüm
dönüp sırtını giderken kimler karşılar seni?/



III
sen olmayınca sesin de yoktu, gözlerin de
bu yüzden odama resmini yaptım
söküp kalbimi yanına astım
sensiz kalan yılları da ben buruşturdum
kalbim hasretinde asılı kaldı
yetim kalmış anıları ben tokuşturdum…

IV
daha bu solgun günlerde aşk,
yaşanır
sözde!

kalp,
yitik bedende;
yağmur değil, sanki efkâr yağıyor kente
yağıyor ömrüme
senin yerine…

/kanmadım aynalara sana kandığım kadar
içimde bir boşluk sana yandığım kadar…/

YILMAZ ODABAŞI
 

her ateş bir kül bulur elbet kendine
her yeşil bir dal,
her su bir damla,
her takvim bir yıl bulur elbet kendine!
her yangın bir duman,
her öğrenci bir okul,
her artı bir eksi,
her yol bir taşıt,
her soru bir yanıt,
her ressam bir tuval,
her kış bir ayaz,
her kitap bir okul,
her şarap bir adam bulur kendine;
yeter ki şarap şarap olsun içen çıkar.
her deniz bir martı,
her ömür bir tufan,
her rüya bir uyku,
her nota bir şarkı,
her mezar bir ölüm,
her ağaç bir kök,
her dağ bir duman,
her güneş doğacak bir kuytuluk bulur ya kendine,
bulur ya; ben senden baska sen bulamam
bulamam.



Yılmaz Odabaşı
 
ne gül
ne yarın!

gül,
küle karılmış günlerin tortusunda
yarın,
vurulmuş yatıyor bugünün avlusunda

sakla yamalarını kalbim...

insanlar büyüdükçe günler kısalırlar
günlerimiz gibi aşklarımız da
yittikleri duraklarda kalırlar

sakla yamalarını kalbim...

kendini bıçak gibi ışıyan yeni güne bağışla
yürü, arkana bakma, ama umursa
bazen anılara en çok yakışan elbise
birkaç damla gözyaşıdır unutma...



BİTME


bitme!bak,içtim,yürüdüm,kederlendim
denize girdim,üşüdüm,sana geldim

düş bitmeden sen bitme
bitmeden sevgi gitme

bitme!bak,koştum,savruldum,hep örselendim
cıgara ziftlendim,ille de seni sevdim
uzaklarda öyle çok kederlendim

günler bitmeden bitme
bitmeden hasret gitme

bu yangın geceler,bu intihar
gidersen paramparça yüreğimde ağıtlar
bu dolunay gecenin göğsünü yarar
benim göğsümde de sana geniş bir yer var

düş bitmeden sen bitme
bitmeden sevgi gitme...

yılmaz odabaşı...
 
Akşamdır
Suları
boğdu
dalgalar.
Ses hoyrat,
sevinç yılgın,
şakaklarım sonbahar?

İklimi kurak aşkların?
Yapışmış tenime ter, elime kir,
sessizliğin ortasında bir deli rüzgâr.

Akşamdır
avuçlarında marmara'nın?
Akşamdır,
şiire karıştı sular,
sularda çoğalır sevdalar;
ellerim
ah
ellerim,
nasıl
anlatsam,
gece?
Gece kokuyor çocuklar?


Yılmaz Odabaşı


Aşk Bize Küstü
I
Biz bu kentlere sığdık da,
bu kentler bize sığmadı Asiya!
Ve bir çığlık gibi günlerin çarmıhında;
arttıkça yalnız, sustukça silik...

Ay ışığı gölgeleri büyüttü,
son kuşlar da vuruldular dağlarda.
Yakamozları söndü sahillerin, ışıkları evlerin;
çağın vebalı gövdesinde
bir hayalet gibi gölgemizde yalnızlık.

Kaldık...
Kırık bardaklar gibi,
içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi...

II
Düşler artık ölü çocuklar doğuruyorsa,
sevgiler boğduruluyorsa kürtajlarda
ve daha eskimemiş tüfeklerle
ordusu bozguna uğramış askerler gibi kalıp,
bozuk paralar gibi yuvarlanıyorsak kaldırımlarda,
bir bedeli vardır elbet cennetini çaldırmanın;
ömrünü yetim bir bebek gibi bırakmanın
bulvarlara,
bozgunlara
ve yanlış yalan aşklara?

Bir bedeli,
bu kuşatmaların, ilkyazları kurşunlatmaların...

Biz bu kentlere sığdık aslında,
bu kentler bize sığmadı Asiya,
ah, son kuşlar da vuruldular dağlarda!



III

Ay ışığı gölgeleri büyüttü.
Mutluluk oyununa geç kalan ölü kuşlarla geldim.
Geldim... Kırık bardaklar gibi,
içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi?

Ve ömürlerimizde bin kasvetle upuzun
sefalet seferlerinin ayazı;
belki yalnız geçireceğiz artık kim bilir,
batan gemiler gibi yiten aşklardan geride,
kalan her kışı, güzü ve yazı.

Ay ışığı gölgeleri büyüttü.
Ayrılıklar eskidi, biz eskidik,
aşk bize küstü Asiya...

IV
Belki de uzun sürecek bu bozgunun saçağında,
sen şarkılarını sesine yasla
ve bırak beni de usulca
apansız bir yalnızlığa!

Ay ışığı gölgeleri büyüttü,
büyüdü ölüm
ve biz küçüldük Asiya?


Yılmaz Odabaşı


Aşkın Bilançosu
I
Gidersin; yağmurlarda kırık kalır mızrabım.
Gidersin; ardından dilsiz bir ihanet gider.
Gidersin, her şey gider.
Gidersin, kalbimde bir tabur ayaklanır,
ilgilenmez ordular, hükümetler?

Gidersin; işte rezil bir an?dır bu;
yazdıkça silinen sözcükler gibidir hayat.
Gidersin; bir hazin dramdır bu!

/Kanmadım aynalara sana kandığım kadar,
içimde bir boşluk sana yandığım kadar?/

II
Bugün hasretin kırlarında dolaştım;
senin adınla, aşkın adıyla
savrulup aktım o ırmaklardan.
Irmakları çöllerle, çölleri denizlerle,
denizleri düşlerle buluşturdum,
sustum kaldım sonra günleri savuşturdum...

/Ne ses ne nefes ne de bu rüzgâr bağışlar seni;
simsiyah gecelerde budanırken ah ömrüm,
dönüp sırtını giderken kimler karşılar seni? /



III
Sen olmayınca sesin de yoktu, gözlerin de;
bu yüzden odama resmini yaptım,
ve söküp kalbimi yanına astım.
Sensiz kalan yılları da ben buruşturdum.
Kalbim hasretinde asılı kaldı,
yetim kalmış anıları ben tokuşturdum?

IV
Daha bu solgun günlerde aşk,
yaşanır
sözde!
Kalp,
yitik bedende;
yağmur değil, sanki efkâr yağıyor kente?
Yağıyor ömrüme, senin yerine!

/Kanmadım aynalara sana kandığım kadar,
içimde bir boşluk sana yandığım kadar?/


Yılmaz Odabaşı
 
Bir Liseli Silüeti
Hayat hattında acemi tayfalardık.
Ne avunduk sevinç müsveddeleriyle;
aşktan ikmale kaldık...

Bak her sabah bağıran yeni sabaha,
artık iklimler değişmiş, kuşlar da gitmiş,
tenimde eski ateş, gözlerimde fer bitmiş;
heybetli dağlar arasında
göğümde yıldız yitmiş...

Sen
hâlâ
anılarımın
en
beyaz
yanısın.
Sen, buğulu bir camın ardından izlediğim hayatın
yarısısın...
Sen, sağanakla gelen sabahlarda çok eski?
Çok eski bir şarkının adısın.


Daha adamlar şehirlere otomobillerle,
geceler anılarla birlikte gelir.
Silûetin giderek uzaklaşır, düşler de kilitlenir
ve efkârım bir yaralı ayrılıktan beslenir.

Kimse bilmez,
yıllar yılı hep aynı beyazla gezmek nedendi?
Olsun,
yirmi yıl seni özleyerek yaşlanmak da güzeldi!

Çünkü sen, buğulu bir camın ardından izlediğim hayatın
yarısısın...
Sen sağanakla gelen sabahlarda çok eski?
Çok eski bir şarkının adısın.


Yılmaz Odabaşı


Bitme
Bitme, bak, içtim, yürüdüm, kederlendim
Denize girdim, üşüdüm, sana geldim.

Düş bitmeden sen bitme.
Bitmeden sevgi gitme?

Bitme! Bak, koştum, savruldum, hep örselendim.
Cıgara ziftlendim, ille de seni sevdim.
Uzaklarda öyle çok kederlendim.

Günler bitmeden bitme.
Bitmeden hasret gitme?

Bu yangın geceler, bu intihar.
Gidersen paramparça yüreğimde ağıtlar!
Bu dolunay gecenin göğsünü yarar.
Benim göğsümde de sana geniş bir yer var.

Düş bitmeden sen bitme.
Bitmeden sevgi gitme...


Yılmaz Odabaşı
 
Ey Hayat
Ey hayat, sen şavkısular da birdolunaysın.
Aslında yokum ben bu oyunda,
ömrüm beni yok saysın?

Yaşam bir ıstaka;
gelir vurur ömrünün coşkusuna.
Hani tutulur dilin,
konuşamazsın?

Tırmandıkça yücelir dağlar.
Sen mağlupsun sen ıssız
ve kalbinde kuşların gömütlüğü;
tutunamazsın!

Eloğlu sevdalardan dem tutar,
aşk büyütür yıldızlardan;
senin ise düşlerin yasak,
dokunamazsın...


Birini sevmişsindir geçen yıllarda.
Açık bir yara gibidir hâlâ.
Hâlâ ne çok özlersin onu,
ağlayamazsın?

Yolunda köprüler çürür.
Sesin, sessizlik sanki bir uğultuda.
Savurur hayat kül eyler seni,
doğrulamazsın!

Yapayalnız bir ünlemsin
dünyayı ıslatan şu yağmurlarda.
Her şey çeker ve iter,
anlatamazsın...






Yaşam bir ıstaka,
gelir vurur işte ömrünün coşkusuna.
Sesinde çığlıklar boğulur ama,
bağıramazsın?

Sonra vakt erişir, toprak gülümser sana;
upuzun bir ömrün ortasında
ne hayata ne ölüme
yakışamazsın?

Yazdırmalısın mezar taşına:
Ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın,
aslında hiç olmadım ben bu oyunda
ömrüm beni yok saysın?


Yılmaz Odabaşı
 
Yakarım Geceleri
Bu aşkın nüshası şarkılarda
aslı bende kalacak.
Bizi hasret saracak
bulutlar çıldıracak.

Ayrılık başımı döndürüyor;
kavuşmayı özlettin.
İntiharlar kuşandım
bu aşkı sen kirlettin.

Geçtim borandan, kardan yitirdim bahçeleri,
ellerini tutmazsam yatamam geceleri?

Bu aşkın nüshası rüzgârlarda
kahrı bende duracak
Sende ihanet gülüm
bende matem olacak..


Bu aşkın efkârı şarkılarda
yüzün bende solacak.
Bizi zaman yenecek
ve anılar kalacak.

Geçtim borandan, kardan yitirdim bahçeleri,
ellerini tutmazsam yakarım geceleri!

 
Bir Aşk Yarası

Bir Aşk Yarası

'beni yalnızlığımda vurdular o gece
kalbimi suyla oydular gece vakti
öldüğümü bile söylemediler...'-A.Erhan-
ben şu kısa boylu hayatta
uzun boylu kederlerle acırım
yorar şu telaş, şu karmaşa
bir sığınak aranırken şu uğultuda
bir aşk gelir bir yara
bir yara...bir yara daha!

eski bir aşk
yeni bir ayrılıktır her zaman
bunu kuşlar sorar yıldızlar da anlatır
kimse bilmez he canım
bir yara bir ömrü hergün nasıl kanatır...

ben seni hep ayrılıkla anmışım
titreyen ellerimle günlerin buğusuna
adını...hep adını yazmışım
bir aşk gelmiş bir yara
bir yara...bir yara daha!

eski bir aşk
yeni bir ayrılıktır her zaman
bunu kuşlar sorar yıldızlar da anlatır
kimse bilmez he canım
bir yara bir ömrü her gün nasıl kanatır...



Yilmaz Odabasi |
 
KENDİNE BENİM İÇİN BİR GÜL VER

sensizlikle flört etmeyi sen değil
sensizlik bilir
sesi ses/sensizliği sensizlik bilir

korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin
ellerinden tuk!
çok ağrımış kendinin, siyah
ve ayaz kendinin
hep avuttuğum düşler için bana bir gül ver...
*
bak, palandöken dağlarında karlar erimiş
teknelerde kol kola bahar sulara inmiş
dağlar için, sular için bana bir gül ver
bir gül ver söküldüğüm günler için

-ve önce kendinin ellerinden tut!-
*
kendimin ellerinden tutunca
içimden nehirler gibi akmak geliyor
yollara çıkmak, yolculuklara bakmak geliyor
geberesiye içip salaş meyhanelerde
buralardan böyle ceketsiz kaçmak geliyor

tutunca kendimin ellerinden
pusulasız gemilerde yatmak
yaşlı ve şefkatli bir azizenin koynunda
sabaha dek kıpırtısız susmak geliyor

sevgilim, iyi insan, tutunca ellerimden
ömrümün içinden akmak geliyor...
*
sessizlik sensizliği ezbere bilir
sensizlik her şeyi bilir...

korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin
ellerinden tut!
sonra bana aşkı öğretmeyen kendimin
ellerinden;

bak, yıllarım sırılsıklam yağmurlar giymiş
günlerin avlusuna yeni yeni çocuklar inmiş
dağlar için, sular için bana bir gül ver
avuttuğum düşler için bana bir gül ver
bir
gül
pusulasız gemiler, sökülmüş günler için...
*
ben bütün yeşillerimi inatçı ayazlara çaldırdım
sen kendinin ellerinden tut
ve kendine benim



Yilmaz Odabasi
 
SAVRULAN SOKAKLARINA ÖMRÜMÜN

güldükçe
gün
devrilir gözlerinin akşamına
gecedir, bir rüzgâr getirir ellerini
öperim... kimseler görmez

dallar ıslaktır ay ışığında

adın sonbahar yüzlü bir çocuk
ömrümün esrikliğine dolanır gelir
bu kentli akşamlar sanıktır, kanatır yokluğunu
sesin sessizliğimde çoğalır gelir

dallar ıslaktır ay ışığında

gitmen bildiği gibi konuşuyordu
bensiz...
belki bir kış güneşiydin kim bilir
belki kimselerin uğramadığı bir güz çınarı
kalakaldın tenhalığa
gölgesiz...

/ve şarkın kanayan bir gül gibi iner
savrulan sokaklarına ömrümün…/



Yilmaz Odabasi
 
SANA YAĞMUR DİYORUM

(gidersen hani sığınaklarım?
eksilir, zarar kalırım
kalırım!
yeni günün tenine dağılır yaralarım
sana yağmur diyorum&#8230:KK66:

uzun boylu umuttun
tadında unutuldun
nerde büyük uçurumların
kış suların, yaz uykuların?

sana yağmur diyorum ıslaklığım bundan
yağ da ıslanalım, ama uslanmayalım
uslanmayalım!

gün, vursun yükünü gecenin hırkasına
yol, vursun sesini uzaklığın pasına
sesime kibrit çaksan tutuşacağım
sargısızım,
çoğalırım;
çoğaldıkça arsızım
sana yağmur diyorum…
en haklı aşk,
alkışsız sürebilendir
ve en haklı kavganın öznesi
ölmemek için dövüşürken de ölebilendir…

o an
işte o an
ey bizi ayrı takvimlere düşüren zaman
yere bir bahar dalı düşmüş gibi mi olur
sıradağlar mı tutuşur bağrının orta yerinde?

yeter
kan sıçratmayın sabahın seherine
boğulursunuz
boğulursunuz!



Yilmaz Odabasi
 
X