Dede Korkut Hikayeleri İncelemesi

Elif

Onur Üyesi
Pro Üye
12 Temmuz 2006
34.849
29.706
60

Dede Korkut, Oğuz boylarının destanlaşmış hikayelerini derli toplu bir biçimde aktaran bir anlatıcıdır. Dede Korkutun anlattığı hikayeler ancak XV. yüzyılda yazıya geçirilebilmiştir. Türk edebiyatının ilk ürünlerinden olan Dede Korkut Hikayeleri, Türk boylarının Kafkasya ve Azerbaycan yörelerindeki yerleşme, yurt kurma uğraşlarını ve akınlarını konu alır. Oğuz boylarının çeşitli kahramanlık öyküleri, akıncıların töreleri ve gelenekleri doğal çevre içinde hikaye edilmektedir. Dede Korkut hikayeleri yer yer şiir biçiminde yer yer düzyazı biçiminde yazıya geçirilmiştir. Bu eşsiz değerdeki yazılar Almanyanın Dresden Kitaplığında bulunmuş ve Türkçe’ye ilk kez Kilisli Rifat Bilge tarafından kazandırılmıştır. Mahir Ünlü ve Seyit Kemal Karalioğlu, Dede Korkut adlı incelemelerinde tam metin ve konuya ilişkin ayrıntılı bilgiler vermektedirler. Kitabın asıl adı Kitab-ı Dede Korkut Ala Lisan-ı Taife-i Oğuzan’dır. Anlamı Oğuzların Diliyle Dede Korkut Kitabı’dır. Kitap on iki destansı hikaye ve bir mukaddimeden oluşmuştur. Hikayeler Kuzeydoğu Anadolu dolaylarındaki müslüman Oğuzların hayatını anlatır. Fakat destanlar islamiyet öncesi dönemden de izler taşımaktadır. Bu yüzden destanların oluşmasının daha erken evrelerde olduğu tahmin edilmektedir. Kitapta, Salur Kazan ve Bayındır Han gibi kahramanların, mekanın ve zamanın ortak oluşuyla ve her hikayede Dede Kokut’un ortaya çıkışıyla on iki hikaye birbirine bağlanır. Bugün elimizdeki iki nüshanın Akkoyunlu Devleti’nin çökmeye başladığı dönemlerde yazıya geçirildiği tahmin edilmektedir. Nüshalardan biri tamdır ve Almanya Dresten Kitaplığı’nda bulunmaktadır. Altı hikayenin bulunduğu eksik bir nüsha ise Vatikan’dadır. Nüshalar üzerine ilk incelemeyi Alman Türkiyatçı Fr. Von diez Tepegöz Destanı’nı Almanca’ya çevirerek yapmıştır. Kilisli Rıfat (1916, eski yazı ile), Orhan Şaik Gökyay (1938) ve Muharrem Ergin (1958) de kitabı yurdumuzda yayınlamışlardır.
Elde bulunan iki yazma nüshanın biri Dresden’de, diğeri de Vatikan’dadır. Bu iki nüshanın ikisinde de bulunan bulunan ve besmele ile başlayan giriş yazısında, Dede Korkut veya Korkut Ata diye anılan bir şahsiyetten söz edilir, bunun ağzından deyişler ve atasözleri nakledilir. Sonra da zaman zaman Dede Korkut kimi olaylar içinde veya anlatılan şeylerin sonunda ortaya çıkar, olayları tatlıya bağlar, öğütler verir, dua eder, sözü bitirir. Bu yüzden de bu kitabın anlatıcısı olarak kabul edilir. Ama yazarı kimdir, bu iki yazma nüshasının aslı kim tarafından yazılmış, işte bu belli değildir. Bu belirsizlik de yine kimliği hakkında kesin bilgiler olmayan Dede Korkut’un menkıbelere karışmış kişiliği ile birleştirilerek açıklanmaya çalışılır. Akla en yatkın açıklama da budur.
Dede Korkut hakkında verilen bilgilerin çoğu; onun Köroğlu, Yunus Emre, Karacaoğlan ve Nasreddin Hoca gibi gerçekten yaşamış, halkımızın kültürüne ve değer yargılarına sözcülük etmiş, öldükten sonra da hayatı menkıbelere karışmış tarihî bir şahsiyet olduğunu gösteriyor. Bu bakımdan Dede Korkut’un her hangi bir hikaye kahramanı veya ilden ile gezerek düğünlerde, şölenlerde kopuz çalıp deyiş söyleyen sade bir ozan olduğunu söylemek, onu yanlış değilse bile eksik tanıtmaktır. Daha doğrusu onun kimliğini ve kişiliğini tam tanımamaktır.
Gerçekten bu tür yanlış anlamalara ve eksik tanımalara imkân verecek kadar belirsiz ve silik bir çehresi vardır Dede Korkut’un...Öteki büyük halk kahramanları gibi: Kim Yunus’a ait bir el yazısı, kim Nasreddin Hoca’ya ait tarihî bir belge gösterebilir. Ama bunların varlığını inkâr edebilir miyiz? Sözleri ortadayken bu mümkün değildir. Öyleyse bildiklerimizle yetinmek ve geride bıraktıklarına bakmak zorundayız.
Kitabın başında Korkut Ata olarak da zikredilen Dede Korkut, Bazen Dedem Korkut şeklinde kullanılır. Bir kere de Dede Sultan olarak anıldığına rastladığımız şahsiyetin kimliği, kitabın özelliklerini belirleyen bir niteliğe sahiptir: Peygamberimizin zamanına yakın bir dönemde, Oğuz kavminin Bayat boyunda ortaya çıkmış, bir rivayete göre Peygamberimize gönderilmiş ve Selmân-ı Fârisî onu Oğuzlara şeyh yapmıştır. Bu yüzden Dede Korkut’a müslüman Oğuzların öncüsü gözüyle bakılmaktadır: Kerâmet sahibi velîdir, yiğittir, alperendir...
Dede Korkut veya Korkut Dede ile ilgili menkıbelere, hemen hemen her Türk boyunda rastlamak mümkündür. Yunus gibi Dede Korkutun da birçok yerde mezarına rastlanmaktadır. Türkmen, Kazak, Karakalpak, Özbek boylarıyla, Şecere-i Terâkime, Câmiü’t-tevârih, Saltuknâme, Selçuknâme, Bahrü’lensâb, Nesâimü’l-muhabbe, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi gibi bir kısım kaynaklarda Dede Korkut’la ilgili menkıbelere rastlanmaktadır.
Adının da çeşitli manaları vardır: Korkut veya Horhut, “kork” kökünden gelmektedir. Doğumu ile ilgili menkıbelerde, çocukluğunda çevresine korku verecek bir heybeti olduğu söylenir. Bazı atasözlerinde adı, Kormış veya Kırmış olarak anılmaktadır. Ama kesin olan şu ki, kimliği ve kişiliği ile olduğu kadar adı ile de Dede Korkut önemli bir şahsiyettir. Adıyla ilgili yapılabilecek bütün açıklamaklar, etimolojik çalışmalar, onun çevresini etkileyen ve “Oğuz’un tam bilicisi” olduğunu ifade eden bilgi ve belgeleri doğrular niteliktedir. Her bakımdan olduğu gibi, adının yaygınlığıyla da Dede Korkut müslüman Türklerin atasıdır, öncüsüdür, kerâmet sahibi velîsidir. Kısaca sahibidir. Oğuz’un manevi ve kültürel değerlerine sahip çıkarak, onların varlığını korumalarını, güçlü bir topluluk halinde nesillerini devam ettirmelerini kendisine mesele edinmiş; belki böyle bir görevi üstlendiği için çeşitli yerlerde dolaşmış, iz bırakmış, adına bağlı değer yargılarının unutulmamasını sağlamıştır.
Câmiü’t-tevârih’le Şecere-i Terâkime yazarlarına göre, Dede Korkut Peygamberimizin çağdaşı onuncu Oğuz hükümdarı Kayı İnal Han’ın müşaviridir. Babasının adı Kara Hoca’dır. 295 yıl yaşadığı söylenir. Bazı rivayetlerde bu rakam daha azdır. Köroğlu’nun babası olarak da anılır. Saltuknâme’ye göre, Osmanlılarla aynı soydandır ve İshak Peygamber oğlu Îs’in soyundandır. Evliya Çelebi de bu rivayetlere inanarak, Ahlat’taki türbesini ziyaret ettiğini yazar.
Dede Korkut ad koyar, anlaşmazlıkları önler, öğüt verir, dua eder, deyiş söyler, büyük bir ihtimalle de boydan boya gezerek Dede Korkut “boy”larını anlatır. Ölümü idrâki ve ondan kaçıp ona sığınışı ile ilgili menkıbeler, başlı başına destan olacak niteliktedir. Bu haliyle hikmet sahibi, herşeyi görmüş geçirmiş, olacakları önceden kestiren veya ilham ile bilen bir büyük şahsiyettir. Hanlar katında sözü geçen, herkese sözünü dinleten Dede Korkut’un, eski Türklerdeki ozan ve şamanlarla, velî ve alp tipinin bütün özelliklerine sahip olduğunu; bunlardan başka müşavirlik, şeyhlik ve uzun ömürlülük gibi vasıflarını taşıdığını görüyoruz.
Dede Korkut daha sonraki dönemlerde örneğine çok rastladığımız şair evliyaların da ilkidir. Hepsinden farklı olarak, ata biner, kılıç kuşanır, düşmanla cenge gider. Hikaye ve macera anlamlarına da gelen “boy”ları ile büyük bir destancı kimliğine sahiptir. Açıktan açığa öğütler verdiği parçalar azdır. Sanki çok iyi bir anlatıcı olmanın bütün kurallarını bilmektedir. Çok dinamik bir örgüyle anlattığı olayların biricik vasfı, hareketlilik ve gerilimdir. Hiçbir destani hikaye bunlar kadar sağlam yapılı ve bu kadar az kusurlu değildir. Başkalarında haşviyyat, yani gereksiz söz haline gelen tekrarlar, Dede Korkut’un dilinde hoş bir havaya bürünür, âhenkli görünür.
Dede Korkut’un kişiliği iki şekildedir:
1- Kutsal Kişiliği
2- Bilge Kişiliği.
Başka kaynaklarda devlet adamı kişiliğinin de bulunduğu belirtilmektedir. Dede Korkut çok kişilikli olarak karşımıza çıkması farklı zaman, hatta farklı mekanda yaşamış benzer şahsiyetlerin destanlarda tek isim altında toplanmış olabileceğini düşündürüyor. Fakat bu kişiliklerin halkın eklentisi olma ihtimali de vardır.
Destanlarda Dede Korkut keramet sahibi biridir. Doğa üstü bir manevi güce sahiptir. Destanlarda şu gibi kerametleri görülmüştür:
1- Gelecekten Haber Verme: “ Korkut Ata söyledi: Ahir zamanda hanlık tekrar Kayı’ya geçecek. Kimse ellerinden alamayacak, ahir zaman olup kıyamet kopuncaya kadar. “ (Mukaddime) Destanda geçen örnekte de belirtildiği gibi Dede Korkut gelecekten haberler verirdi. Bu haberleri geçmişte yaşadığı deneyimlere dayanarak söylerdi.
2- Halkın Onun Sözünü Tutması: “ Korkut Ata Oğuz kavminin müşgülün hallederdi. Her ne iş olsa Korkut Ata’ya danışmadan yapmazlardı. Her ne ki buyursa kabül ederlerdi. Sözünü tutup tamam ederlerdi. “ (Mukaddime) Hanlardan çobana kadar herkes onun sözüne güvenirdi, ona danışırlardı.
3- Duasının Allah Katında Kabul Olması: “… Ne derse olurdu. Gaipten haber söylerdi. Hak Taala onun gönlüne ilham ederdi. “ (Mukaddime) , “… Dede Korkut dedi: (Kılıç) Çalarsan elin kurusun dedi. Hak Taala’nın emri ile Deli Karçar’ın eli yukarıda asılı kaldı. Zira Dede Korkut keramet sahibi idi, dileği kabul olundu. “ (Kam Püre’nin Oğlu Bamsı Beyrek Destanı) Birinci örnekte geçen “Ne derse olurdu.” Cümlesi hem halkın onun sözünü dinlediği hem de duasının kabul edildiği anlamındadır. ikinci örnekte de duasının kabul olduğu belirtilmiştir. Dede Korkut’taki bu kerametlerin iki kaynaktan gelmiş olabileceği düşünülmektedir:
1-İslam Tasavvufu
2- Şamanist İnanç
Dede Korkut’un destanlarda islam tasavvufuna uymayan davranışları bu ihtimali zayıflatıyor. Mutasavvıflardaki kamil insan olma hedefi, çile çekme, dergah… gibi unsurlar Dede Korkut’ta görülmüyor. Ermişlerinkine benzeyen olağan üstü olaylar yaşaması da yazıya geçirilene kadar uğramış olduğu değişiklikler olabilir. Çünkü Türkler’in islami henüz kabul ettiği ve değişim içerisinde olduğu 15-16. yy.larda yazıya geçirilmiştir. Dede Korkut’un kutsal kişiliğinin şamanist yaşantıdan gelmiş olabileceğini kabul edebiliriz. Ozan oluşu şamanistlerin özelliğini hatırlatmaktadır. Ayrıca kerametlerini gizlememesi de kutsal kişiliğinin şaman inancından geldiğini güçlendirmektedir.
Dede Korkut’un boylardaki esas işlevi kopuz çalarak boy boylaması, soy soylamasıdır. Boyların anlatılmasına boy boylamak, boylar içindeki manzum kısımlara soy, soyları kopuz eşliğinde belli bir melodiyle okumaya ise soy soylamak denir. Dede Korkut her boyun sonunda boy boylar, soy soylar; kahramanlara dua eder ve bazen onlara ad verir. Dede Korkut’un birkaç boyda, müşkül işleri halletmek için ortaya çıktığı da olur. Şu hâlde Dede Korkut, 12 boyu birbirine bağlayan ve boyları düzenleyip anlatan ortak kahramandır. ( “Dede Korkut Mirası”, Ahmet Bican Ercilasun)
DEDE KORKUT KİTABI

“Dede Korkut kitabındaki giriş kısmında Oğuzların destan anlatıcısı ve bilge kişisi Dede Korkut figürü veya Korkut Ata tanıtılır ve daha sonra onun ağzından pek çok bilgece deyişler, atasözleri, düsturlar ve kadınlar hakkında çeşitli düşünceler söylenir. Dede Korkut bilge bir kişi ve danışman olarak tanıtılmasının yanında kitaptaki hikayelerin düzenleyicisi ve onları gelecek kuşaklara aktaran bir destan anlatıcısı ve bu destanları çalıp söyleyen önemli bir kişi olarak karşımıza çıkmakta ve bu görevleriyle hikayelerde önemli bir yere sahip olmaktadır.” ( Metin Ekici, Türk Boylarının Destanları, Ankara 2002)
Dede Korkut Kitabı adıyla bilinen ve iki yazma nüshası bulunan eserin orijinali, bu iki nüshaya da örnek olan, ilk yazarı elinden çıkmış aslı elimizde yoktur. Dresden kütüphanesinde bulunan ve bir önsözle 12 “boy”dan meydana gelen metnin adı, “Kitab-ı Dede Korkut alâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân”dır. Vatikan kitaplığında bulunan ve aynı önsözle altı hikayeden meydana gelen nüshanın adı da “Hikâye-i Oğuznâme-i Kazan Bey ve Gayri”dir. Kitapta 24 Oğuz beyinden söz edildiğini dikkate alan araştırıcılar, bu nüshaları kopya edenlerin, bir üçüncü ve muhtemelen de 24 “boy”u içine alan başka bir metinden faydalanmış olabilecekleri konusunda tahminler yürütüyorlar. Ama henüz kitapla ilgili bilgiler de bu metinlerin incelenmesinden ve kaynaklardaki rivâyetlerin derlenmesinden ibarettir.
Bu kitabın varlığından 1815 yılına kadar kültür ve sanat çevrelerinin haberi yoktu. Kitaptaki Deli Dumrul, Bamsı Beyrek ve Kan Turalı’ya ait çeşitli hikâyelerin Anadolu ağızlarında daha önce yaşadığı, düğün ve derneklerde anlatıldığı gerçeği bir yana, halk edebiyatı ve divan edebiyatı araştırmacıları ve hikâye derleyicileri, böyle bütünlük taşıyan bir kitaptan haberdar değildi.
Bulunuşundan tam bir asır sonra 1916 yılında, Kilisli Muallim Rifat Bilge, Dresden nüshasını asıl alan bir kopyadan yayınladığı Kitab-ı Dede Korkut’la eseri kültür ve sanat çevrelerinin dikkatlerine sunmuş ve yalnız müsteşriklerin ilgi alanında kalan kitabın geniş okuyucu kitleleri tarafından da tanınmasını sağlamıştır. Bu yayından sonra kitap üzerinde pek çok inceleme yapılmış ve Vatikan kitaplığındaki ikinci nüsha da bulunmuştur (1950). İki nüshayı karşılaştırarak 15. Yy. Türkçesinin dil özelliklerine uygun yayınını Orhan Şaik Gökyay’la Prof. Muharrem Ergin yayınlamışlardır. Bu üç yayınla birlikte pek çok sadeleştirme denemeleri, manzum hikaye yayınları ve oyun haline getirme çalışmaları yapılmıştır.
“Hikayelerde rastladığımız tipler, ilerileşmiş ve fertler arsındaki ilişkiler türlü yönlerden kol budak salmış olan toplumlarda gördüklerimize benzemez. Dede Korkut kitabında hikayelere bir mihver teşkil eden bu tipler, hikayelerin kahramanı olan kişiler, ötekilerden pek ayrılmaz. Bunu içinde yaşadıkları toplumun pek girintisi çıkıntısı olmayan hayatına yormalıyız. Bu kahramanların simaları gerçekçi ve düz hatlarla çizilmiştir. Erkeklerin yanında onlarla aynı işi yapan, varacağı delikanlı ile güreşen, varmak için erkeğin kendisini yenmesini şart koşan, ata binen, savaşa giden, yağıya giren kadınların yanında onları kötü gören telâkkilere de kitap da rastlanmaktadır. Giriş bölümünde kadınların ayrıldığı dört sınıftan üçü, ataların dilinden hüküm geymiş bulunuyor. Bununla birlikte, yerlerini bu atasözlerinde değil, kitapta asıl yaşayan hikayelerden almış olan kadınlar, başka milletlerin destanlarındaki kadınlarla karşılaştırılabilirler. Bunlar, kahramanlıkları, sadakatları ve güzellikleri bakımından eşsizdirler. Doğunun birçok hikayelerinde ön sırada yer alan şehvetten burada hiçbir iz yoktur.
Beylerle çobanın arasında, bugünün toplumunda görülen mesafe adeta silinmiştir. Kazan’ın evinin yağmalanmasıhikayesinde, bu göçebe toplumunda, çobanla hikayenin bu baş kahramanı senli benlidir. Bu çoban aynı zamanda, öteki destan kahramanlarının olağanüstü vasıflarıyla bezenmiştir. Günlük hayatta fertler arasındaki faaliyetlerde yadırganacak bir yan yoktur.
Hikayelerde belli adlar altında görünmeyen yoksullar da geçer. Bunlar ya Bayundır Han ve Kazan Bey gibi kahramanların alkışlarında olduğu gibi “beze miskin umudu” diye, yahut da onların cömertliklerinden söz edilirken “kara donlu dervişlere nezirler verdim, aç görsem doyurdum, yalın görsem donattım” diye geçer. Bir savaş sonunda alınan çuldulardan bütün il doyum olur. Verilen büyük şölenlerde ve Hanlar Hanının yılda bir evini yağmalatmalarında yoksullar paylarını alırlar. Aslında toplumun, ihtiyaçlar bakımından dar bir sınır içinde bulunuşu da yoksul zengin farklarının belli bir çerçevenin dışına çıkmasına yol vermez.” (Gökyay, Orhan Şaik, Dedem Korkudun Kitabı, İstanbul 1973.)
Kitabın eldeki nüshalarının 15. Yy.da yazıya geçirildiği veya asıl nüshadan kopya edildiği sanılmaktadır. Kitaptaki olaylarla ifadeler gözden geçirilip tarihî kişilerle kahramanlar arasında benzerlikler kurulduğunda, kitabın iki ayrı tarih döneminden söz ettiği ortaya çıkmaktadır. Birincisi, Oğuzların Sir-Derya’nın kuzeyindeki komşuları olan Peçenek ve Kıpçaklarla ilişkileri ve savaşlarının yer aldığı hikayeler. Bunlar Salur Kazan boyu menkıbeleri şeklinde de değerlendirilmektedir. Salur Kazan’la ilgili boylar, bu tür hikayelerdir ve Şecere-i Terâkime’de de benzer şekilde anlatılır. Bu dönemin peygamberimizin yaşadığı döneme tekâbül ettiği sanılıyor. İkinci tarihî dönem ise, 13. Yy.’dan itibaren Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da yerleşen Türkmen boylarının Gürcüler ve Trabzon Rumları ile savaşlarını anlatan boylarda ortaya çıkmaktadır. Bunlar Bayındır Han’ın bulunduğu Kazan Han’ın onun damadı olarak sunulduğu hikayelerdir. Aralarında 300 yıldan az olmayan bir zaman geçmesine, birini peygamberimiz, diğerinin de Abbasiler dönemine tekabül etmesine rağmen, iki dönemin de Dede Korkut kitabında birlikte anlatıldığını görüyoruz. Bütün bunlar, onun 295 yıla yakın bir zaman yaşadığı rivayetine mesnet olabileceği gibi bu kitabın Halk edebiyatının ortak verimlerinden biri sayılmasına da yol açmış olabilir. Bu geniş zaman, onun destan gibi sayılmasına zemin hazırlamıştır.
Dilin işlekliği, bütün hikayelerde benzer ve terkipsiz bir anlatım kullanıldığı düşünülürse, ne kadar geniş bir dönemi ele alırsa alsın, bunun adı bilinmeyen bir sanatçı, belki de Dede Korkut ünvanını benimseyen bir kişi tarafından yazıldığı akla yakın görülmektedir. Bir çok hikayede aynı vasıfla anılan kahramanlar, değişik durumlarda farklı tavırlar ortaya koydukları halde hemen hemen aynı kelimelerle konuşur, aynı deyimleri kullanırlar.
Anlatım o kadar canlı bir konuşma diliyle geliştirilmiş ki, okurken ya da dinlerken hiçbir ayrıntısını kaçırmak istemezsiniz. Olup bitenler, bir destan havasında başlar, gerçekçi bir hikaye dili ve çağdaş bir olay örgüsü ile gelişir ve okuyanlarla dinleyenlere iyimser duygular telkin ederek sona erer.
Kahramanların kişiliğinde de bu canlılık sürdürülür. Buradaki tipler hiç değişmeyen, aynı tavırlarla hayata yönelen kişiler değildirler. Sever, sevilir, hatta hata eder, kızar, kin bağlar, öc alır, kurnazlık yapar, suç işleyince bağışlanma diler, amaçsız kavgalara giriştiği gibi din ve millet yolunda fedakarlıklara da koşar. Bir bakıma son derece beşeri, bir bakıma da son derece milli bir özleri vardır. Bize özgü tavırların, hala kırsal bölgede yaşayan insanlarımızda bulunan değer ve eksikliklerin temsilcileridir. Bazıları destan kahramanlarına özgü olağanüstü niteliklere sahip olsalar da beşeri duygular ve islami kaygılar bakımından ötekilerden farklı değildirler. Dede Korkut’la onun temsil ettiği değerler karşısında umursamaz tavırlar takınan Deli Dumrul, Deli Karçar ve Aruz Koca, sonunda ya tövbe eder, ya çok ağır belalara uğrarlar. Tepegöz ise büsbütün bir bela gibi gelir, Oğuz’a felaket getirir ve gözüm gözüm diyerek inler. Bunun hikayesi ötekilere göre semboliktir ve uygunsuz davranışların sonunu gösterir.
Kadınlar da bu kitapta oldukça canlı ve göçebe hayatın bütün özelliklerini yansıtacak biçimde anlatılmıştır. Çoğu kez erkekleri gibi savaşçı ve onun imdadına yetişecek kadar cesaretlidir. Ata biner, kılıç sallar ve düşman kovalar. Erkeğin namusunu, şerefini kendi namusu bilir. Sadıktır, erkeğini yıllarca bekler. Fedakardır, canını bile kocasının şerefini korumak uğruna hiçe sayar. Tedbirlidir, devlete asi olmaktan alıkoyar kocasını... Çocuklar daha küçük yaştan yiğitlik ve savaşçılık konusunda yeterli bir hazırlıkla yetişirler. Ad kazanmak için yararlılıklar gösterirler, “baş kesmek, kan dökmek” hünerini kazanmaya can atarlar. Bazıları atı için, bazıları kardeşi için, bazıları da hem atı hem millet için savaşmayı, vuruşmayı tek başlarına da olsa göze alırlar. Bazıları da Begil oğlu Emren gibi bunlardan başka din için, devlet için savaşır; düşmanını dinine dolayısıyla devletine katar. Bütün bunları yapabilen oğul elbette övülür.
İslami motiflerle ahlaki motiflere bu hikayelerde çokça rastlanır. Hemen her hikayenin sonunda edilen dualarla Dede Korkut, Allah ve Peygamber sevgisini dile getirir, temiz imanı över, iyi dileklerde bulunur, bu duaya amin diyenlerin “didâr” görmesini diler. Pek çok hikayede bulunan dini motiflerden çoğu, kitabın başlangıç kısmında deyiş halinde verilir. Bir çok hikayede Peygamberler tarihinden ve İslam büyüklerinden söz edilir. Düşman karşısında çaresiz kalanlar ya Allah’a sığınır ya da Hızır imdadına yetişir yol gösterir, yahut da meleklerden yardım görür. Tabi hepsi de niyetlerine göre karşılıklarını alırlar. Niyeti temiz olanlar, iyi karşılık görür. Azıp gelen belaya uğrayanlar, sırf savaşmak için savaşan ya da içki başına vurup da sefere çıkanlardır. Bunların kurtulması, arı sudan abdest alınarak çıkılan seferle mümkündür. Bu sefer sonunda kafir ordusu dağıtılır ve kilisesi cami yapılır. Oğlu kızı olmayanlar, bir ağzı dualının duasını almak için kurbanlar keser, ziyafetler tertiplerler.
Kitapta İslâmi motifler yanında, bunlarla çatışmayan eski Türk kültürüne ait pek çok unsura da rastlanır. At sevgisi, oğul düşkünlüğü, misafirperverlik, ata-ana sevgisi, kardeş bağlılığı, hanlara ve beylere canı pahasına sadakat, su, dağ ve ağaç kültü, adak adama ve şükran ziyafetleri hep bu tür motiflerdir ve kitapta çok yer tutarlar. Bunların dışında bazı hikayelerde görülen içkili ziyafetlerin sonu mutlaka belalı biter ve acı dersler alınır.
“Dede Korkut kitaplarında cihangirlik ihtirası yoktur. Kanaatimce bu onların kendileri kadar kuvvetli düşmanlarla karşılaşmış bulunmalarından ileri geliyor. Anadolu’nun istilası devirlerini aksettiren bu hikayelerde cihangirlik ihtirasının yerini, şerefini ve ailesini koruma ve kurtarma duyguları alıyor. Oğuzların tam bir birlik halinde bulunmadıkları, beyler hatta aile uzuvları arasında bile mücadele olduğu görülüyor. Dede Korkut hikayelerinde bahis konusu olan psikolojik ve sosyolojik hareket amillerini gözden geçirirsek, kahramanlığın akıncılık şeklinden çıkarak, başka duygularla birleştiğini görürüz. Hatta burada Alp tipinin bozulmaya, başka bir tipe kaymaya başladığından dahi bahsolunabilir.” ( Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar)
Birinci hikayede, Dirse Han’ın koç yiğitleri, bir iftira ile oğlu Boğaç Han’ı, babasını öldürtmeye kalkıyorlar. Başaramayınca, Dirse Han’ı Kafirlere teslim ediyorlar.
İkinci hikayede, Kazan Han, beyleri ile eğlenir ve avlanırken kafirler tarafından ordası basılıyor, annesi, karısı, oğlu esir götürülüyor. Kazan Han ve arkadaşları esirleri kurtarmaya çalışıyorlar.
Üçüncü hikayede bir düğün esnasında kafirler Beyrek’i kaçırıyorlar.
Dördüncü hikayede Kazan Han oğlu Uruz’a ücadele dersi verirken, Uruz esir düşüyor.
Beşinci hikayede Deli Dumrul, Azrail ile karşılaşıyor ve ona mağlup oluyor.
Altıncı hikayede Kan Turalı Trabzon tekürünün kızını almak için üç canavarla güreşiyor, kızı alıp ordasına dönerken, kafirler tarafından baskına uğruyor.
Yedinci hikayede Yigenek esir babasını kurtarmak için kafirlerle savaşıyor.
Sekizinci hikayede Basat bir canavar-insan olan Tepegöz ile mücadele ediyor.
Dokuzuncu hikayede Begil bir şeref meselesi yüzünden Kazan Han’a kızıyor, ona isyan etmek istiyor, bir av esnasında attan düşüyor, düşmanlar bunu haber alarak ordasına hücum ediyorlar,oğlu kafirlerle savaşıyor ve ancak Allah’ın yardımı ile galip geliyor.
Onuncu hikayede Segrek esir olan kardeşini kurtarmak için mücadele ediyor.
On birinci hikayede Kazan Han, uyurken düşmanlar tarafından esir ediliyor ve oğlu tarafından kurtarılıyor.
On ikinci hikayede bir haysiyet meselesi yüzünden Dış Oğuzlar İç Oğuz’a isyan ediyorlar.
Dede Korkut hikayelerinde eski Türk destanlarından bazı izler bulunduğu anlaşılmaktadır. Hikayeci aşıklar tarafından toplantılarda sazla, taklitler ve jestlerle anlatılan bu çeşit hikayeler, halkın ortak malıdır. “Millî destanın ilk vasfı müellifinin millet olmasıdır. Destan, bir ferdin, bir sanatkarın değil, bir milletin müşterek dehasının mahsulüdür. Yaratıcısı müşterek deha olduğu gibi, değerlendirilmesi de müşterek sosyal zevkin süzgecinden geçmiştir. Dede Korkut da bu şekilde Türk Milletinin müşterek dehasının ve zevkinin eseridir.
Millî destanın ikinci vasfı muhtevasının millet hayatı olmasıdır. Bu bakımdan destan millî kültür değerlerinin bir hazinesi millî ve sosyal hayatın renkli ve teferruatlı bir tablosu demektir. Dede Korkut da bu şekilde Türklüğün milli hayatını aksettirmekte, Türk kültürünün zenginliklerini, renkli Türk folklorunun sayısız değerlerini, Türk Milletinin yüksek insani vasıflarını, duygularını, faziletlerini ve meziyetlerini dile getirmektedir.
Millî destanın üçüncü vasfı büyük bir kahramanlık menkıbesi olmasıdır. Onda kahramanlık ruhu en yüksek insanî vasıf olarak işlenir. Dede Korkut’ta da tabii bu şekilde büyük bir kahramanlık hikayesi ile karşı karşıya kalır, Türklerin alp insan tipinin davranışlarının en yükseğini görürüz.” (Ergin, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, Ankara 1963. )
 
X