Dünya Klasikleri Özet Listesi

atessizprenses

Aktif Üye
Kayıtlı Üye
4 Şubat 2011
3.719
15
Merhabalar arkadaşlar.

Bu yeni topikte dünya klasikleri arasına giren yüzlerce kitabın özetini yazalım ve birbirimizi bu güzel kitap serisini okumaya teşvik edelim istiyorum.
Okuduğumuz klasiklerin özetlerini burada paylaşalım.



1... Maksim Gorki - EKMEĞİMİ KAZANIRKEN


2... Nikolai Gogol - ÖLÜ CANLAR


3... Victor Hugo - SEFİLLER


4... Tolstoy - ANNA KARENİNA


5... Stendhal - KIRMIZI ve SİYAH


6... J. Steınbeck - FARELER ve İNSANLAR


7... Dostoyevski - KARAMAZOV KARDEŞLER


8... Dostoyevski - BUDALA


9... Tolstoy - İNSAN NE İLE YAŞAR?


10... Honore de Balzac - VADİDEKİ ZAMBAK


11... Maksim Gorki - ANA


12... Tolstoy - SAVAŞ ve BARIŞ


13... Dostoyevski - SUÇ ve CEZA
 
Son düzenleme:
Maksim Gorki'nin ayrılmaz bir bütün oluşturan üç özyaşamöyküsü romanı, yazarın çocukluk ve gençlik yıllarına olduğu kadar 19. yüzyılın bitiminde Rus küçük burjuva katmanlarının hayatına da alabildiğine nesnel bir ayna tutar.
Büyük kentlerin uzağında, dünyaları küçük, hayata yönelik talepleri ve ihtiyaçları sınırlı, basit, dini inanç ile batıl inancın karışımından oluşmuş bir tutuculuğun zemininde ayakta durmak için çalışan bu insanların arasında var olma ve oradan çıkışın öyküsü...
Ekmeğimi Kazanırken, yazarın henüz bir çocukken dış dünyayı tanımaya ve hayata çok zor şartlarda tutunmaya çalışan insanların mücadelelerine tanık olma sürecini anlatır.
Yazarın, ninesinin koruyuculuğu ile dış dünyanın acımasızlığı arasında gidip geldiği bu yıllarda, hayatının ikinci bir sığınağı da uzak akrabalarından bir mimarın yanıdır.


Not: Çok akıcı bir dili olmadığından dolayı okumakta biraz zorlandım.
İşyerinde, yolda ya da kalabalık ortamlarda okunacak bir kitap olmadığını düşünüyorum...
 
Pavel İvanovich Chichikov,kendisini etrafına üniversite danışmanı olarak tanıtan düzenbaz bir kişidir.Aslında,bir süre gümrük dairesinde çalışmış kaçakçılarla işbirliği yaptığı anlaşılınca kovulmuştur.İnsanları överek kendini farklı bir yüzle tanıtarak kandırmakta zengin ve soylu kimselerin güvenini kazanmaktadır.

Karakteri ve sahtekarlığı para kazanmak icin planladığı bir oyunu uygulamasında ona yardımcı olmaktadır.Dönemin kanun ve yasalarına göre,toprak sahipleri malikanelerinin sınırları içinde yaşayan canlıların sayısına göre vergi ödemek zorundadır.Her nüfus sayımında bu rakam tespit edilmekte,nüfus sayımına kadar da değiştirilmemektedir.

Pavel İvanovich Chichikov,Rusya'yı gezerek son nüfus sayımında ölen ''ölü canların'' ölüm belgelerini satın alır.Toprak sahipleri,bu alışverişten memnundur.Her iki tarafında karlı çıktığı bir durumdur bu.Pavel İvanovich Chichikov,bu belgeleri toplayarak mevcut olmayan mülkü rehine koyar ve karşılığında para alır.

Pavel İvanovich Chichikov,bu kasabaya gelir,planlarını burada uygulamaya kadar verir.Kasabanın ekonomik durumu,toprak sahiplerinin adları,devlet memurlarının özellikleri ve ölü canların sayısını öğrenir.Halk,onu önemli ve zengin bir kişi zanneder.Sevimliliği ile zenginlerin de kısa sürede güvenini kazanır.Varlıklı ailelerin evlerine davet edilir,onların yaşantısına sahip olur.Bu arada,pek çok ölü can belgesi toplar.Herkes topladığı belgelerle onun Ukrayna'daki çiftliğinde çalışacak işçi aradığını zannetmektedir.

Bir süre sonra,Pavel İvanovich Chichikov'un çalıştığı bazı kişiler yüzünden herşey anlaşılır.Valinin balosunda sarhoş bir toprak sahibi -Nozdryev- her şeyi anlatır.Bazıları,Pavel'in valinin kızı ile evlenmek istediği dedikodusunu ortaya atarlar.Bazıları ise Chichikov'un casus,hatta Napolyon Bonapart'ın ta kendisi olduğunu söyler.

Kasabada tüm sahtekarlığı ortaya çıkan Chichikov kasabayı terk eder.Bir at arabasıyla başka bir macera için yola çıkar.
 
Son düzenleme:
19 sene süren pranga mahkumiyetinden sonra şartlı olarak tahliye edilen JEAN VALJEAN, toplumdan dışlandığını görür.
Sadece Digne piskoposu kendisine iyi davranır; buna karşın zorlu acı yıllar geçiren Valjean piskoposun bazı gümüş eşyaları çalarak ona ihanet eder. Valjean polis tarafından yakalanır ve geri getirilir.
Piskoposun kendisini kurtarmak için yalan söylemesi ve buna ek olarak iki değerli şamdan hediye etmesi Valjean'ı çok şaşırtır.
Böylece Valjean hayatına yeni bir başlangıç yapmaya karar verir.

Not: Neredeyse okumayanamız yoktur bu klasiği.
Oldukça akıcı, heyecanlı ve sürükleyici bir anlatımı var...
 
Son düzenleme:
Anna Karenina, Rus aristokrasisine mensup şık ve güzel bir kadındır.
Kibarlığı ve saygıdeğer kişiliği ile çevresinde hayranlık uyandırmaktadır.
Kocası, yüksek bir devlet memurudur. Anna Ka-renina’nın monoton bir evlilik hayatı vardır; bütün mutluluğu evinde ve çok sevdiği çocuğunda bulmaktadır.
Bir gün, Anna Karenina’ya, ağabeyi ile yengesinin aralarının açıldığı haberi gelir.
Anna onları barıştırmak için Moskova’ya gider.
Orada Vronski adında yakışıklı, genç bir kontla tanışır.
Kontun, Anna’nın akrabası olan bir genç kızla seviştiği haberi ortalıkta dolaşmaktadır.
Aslında Kont Vronski, ilk görüşte Anna’ya hayran olmuş ve genç kadına kur yapmaya başlamıştır.
Önceleri ilgisiz davranmaya çalışan Anna, bir süre sonra dayanamaz, Vronski’nin aşkına karşılık verir. Bu durum birçok dedikoduya neden olur. Genç kadın bunları umursamaz. Hatta durumu, kocasına bile anlatır.
Ağırbaşlı, dedikodudan korkan bir adam olan kocası, karısının itirafları karşısında sarsılır, ama belli etmez.
Çevreye karşı itibarlarının sarsılmaması için boşanmayı reddeder.
Kocası, Anna’ya, çocuğunun geleceğini düşünerek bu ilişkiye son vermesini ister.
Fakat Anna, Vronski’yle birlikte İtalya’ya kaçar.
Anna ile Vronski İtalya’da gözlerden ırak yaşarlar.
Dönüşlerinde hiç kimse onlarla arkadaşlık yapmak istemez; dışlanırlar.
Bu durum Anna’nın sinirlerini iyice bozar.
Sevgilisiyle aralarında huzursuzluk başlar.
Vronski de kayıtsız, içe dönük bir kişi olmuştur.
Anna, Vronski’nin artık kendisini sevmediğini düşünmeye başlar.
İyice bunalıma girer.
Yaptıklarından büyük pişmanlık duyar ve sonunda intihar eder.
Anna’nın ölümünden sonra Vronski de manevi bir çöküntü içine girer.
Çareyi orduya yazılmakta bulur.
 
atessizprenses çok beğendim bu topiği teşekkürler. okumaya fırsat bulamadığım ''anna karaninna'' gibi kitaplar konusunda fikir edinirim artık burdan.bende sefilleri yazma isterim şimdi ama vakit geç oldu kafamı toparlayamadım.başka zaman inş. selamlar...:18:
 
Son düzenleme:
atessizprenses çok beğendim bu topiği teşekkürler. okumaya fırsat bulamadığım ''anna karaninna'' gibi kitaplar konusunda fikir edinirim artık burdan.bende sefilleri yazma isterim şimdi ama vakit geç oldu kafamı toparlayamadım.başka zaman inş. selamlar...:18:

Teşekkür ederim canım ilgin ve desteğin için:)

Bu arada senden önce davranıp sefilleri yazdım ben:KK1:
 
Stedhal’in yaşanmış bir ya da iki olayı birleştirerek kaleme aldığı bu romanın baş kahramanı Julien Sorel’in yazar ile birçok yönden örtüştüğü ileri sürülür.
Orta sınıftan bir genç olan Julien, papaz okuluna devam ederken çocuklarına ders verdiği belediye başkanının karısı ile dedikodulara yol açan bir ilişki kurar.
Paris’e gider.
Orada da kendine kapılarını açan aristokrat bir ailenin kızı ile yaşadığı aşk, onu hayatın girdaplarına sürükleyecektir.
Gururlu, kibirli, asi, ödünsüz bu genç adam, kendi bireysel değerleri soylu sınıfın değer yargılarına çarptıkça geri püskürtülür.
Hastalıklı gibi görünen psikolojisi, belki de toplumsal yarılmışlıklara bir isyandır.
Hayatı, yanından ayırmadığı iki bavuluna sıkıştırmış, ömrünün son yıllarını küçük bir İtalyan kentinde konsolosluk görevinden aldığı üç beş kuruşla sürdürmek zorunda kalmış Henri Beyle (Stendhal), aynen Julien Sorel gibi ödünsüz, aşkı, ömür boyu aşkı aramış, kendini kabul ettirmek istemiş ve hep yalnız kalmış, istediği, düşündüğü gibi değil, yaşayabildiği gibi yaşamıştı.
 
George ve Lennie çiftliklerde dolaşarak işçilik eden iki arkadaştır.
George ufak tefek, canlı, yanık tenli, keskin bakışlı bir adamdır.
Lennie ise iri bir insandır.
Ölgün gözler düşük ama geniş mi geniş omuzlara sahiptir.
George ve Lennie iki zıt kutup oldukları halde aralarında büyük bir dostluk vardır.
Bu büyük dostlukta, birlikte hep çalışarak çiftlik ararlarken kat ettikleri yollar boyunca kendini göstermiştir.
Birbirlerine çok bağlanmışlardır.
George akıllıdır, işini bilir.
Tabiatı sever.
Lennie ise dev kuvvetine sahiptir.
Fakat ruhen çocuktur. Halleri davranışları çocukçadır, aptalcadır.
Lennie’nin yumuşak bulduğu her şeyi okşama alışkanlığı vardır.
Bu ikisi Soledad kasabasının çiftliğinden bir iş haberi alırlar ve hemen yola koyulurlar.
Oraya vardıklarında bu çiftliğin patronu bunları pekte iyi karşılamaz.
Patronla kalmayıp birde patronun oğlu çıkar başlarına dert.
Kendisi ufak tefek olduğundan Lennie gibi iri vücutlu insanlara gıcık kapar ve bu tip insanları hiç sevmez.
Adamın adı Curley’dir.
Ama Curley’nin başında da bir dert vardır.
Yeni evlendiği karısı…
Çiftlikte oynaşmadığı adam kalmadı, derler onun için ve gözünü yeni gelen George Ve Lennie’ye dikmiştir.
Özellikle George’un çiftlikteki en iyi arkadaşları Slim’dir.
Çiftliğin bunağı ise Candy denilen bir eli bileğinden kesilmiş olan bazıları için işe yaramayan yaşlı bir adamdır.
George ve Lennie’nin planları bu çiftlikte bir ay çalışıp kendilerine bir çiftlik satın almaktır.
Tabii Candy’i ve Candy’nin biriktirdiği parasını yanların alarak…

Üç kişinin hayali; kendi topraklarını işlemek, kimsenin emri altına girmemektir.
Lennie’nin tek isteği ise evlerindeki tavşanlara bakmaktır.
Çiftlikte birde seyis vardır.
Ama zenci olduğu için diğer çalışanlar tarafından dışlanıyordur.
Çiftlikte akşamüstü iş bittikten sonra nal oyunu oynanır.
Milletin tek eğlencesi bu oyundur.
O sırada Lennie samanlıkta Slim’in ona verdiği köpekle oynuyordur.
Ama daha önce fareyi severken öldürdüğü gibi bu köpek yavrusunuda oracıkta aşırı sevmekten öldürmüştür.
Daha sonra Lennie’nin yanına Curley’nin karısı gelir.
Lennie kadınla biraz konuştuktan sonra kadın aynen “benim saçım da yumuşaktır saçımı okşa” demiştir.
Lennie tuttuğu saçı bırakmadığı için kadın korkuya kapılmıştır ve çığlıklar atarak samanlığı ayağa kaldırır.
Lennie’de buna sinirlenerek kadının ağzını kapatır ve onu nefessizlikten öldürür.
Oradan hızlıca kaçar.
Bunun üzerine çiftlikteki herkes başta Curley olmak üzere Lennie’yi aramaya çıkarlar.
Lennie ise daha önceden başlarına bir olay gelirse George ile anlaştıkları çalılıkların arkasına kaçmıştır.
George’u buldukları yerde öldüreceklerini bilmektedir.
Lennie çocuk ruhlu olduğu için kendini savunması çok zordur.
George kahrolurken Lennie’nin saklandığı yere gelmiştir bile.
Lennie elindeki küçük ölü köpek yavrusuyla onu beklemektedir.
George Lennie’nin arkasına ona hüzünlü hüzünlü bakar.
Lennie sahip olacakları evi ve bakacağı tavşanları hayal ederken bir el silah sesi duyulur.
Curley ve çalışanlar yanlarına geldikleri zaman Lennie’yi yerde ölü olarak yattığını görürler ve George’a aptal aptal bakarlar.
George olayın etkisinden kurtulamaz ve teselli için Slim’le birlikte olay yerinden uzaklaşır.
 
Yapıt, psikolojik bir romandır.
Dostoyevski, bu romanda insan ruhunun derinliklerine inmiştir.
Olay, Rusya’nın bir taşra kentinde on dokuzuncu yüzyıl ortalarında geçer.
Baba, Pavlovic Karamazov ahlaki düşünlükleri olan, bencil, zengin biridir.
Zengin bîr kadınla evlenir, bütün malını aldıktan sonra, onu terk eder.
Kadın yoksulluk içinde ölür.

Bu evlilikten Dimitri (Mitya ) adında bir oğlu olur.
Evlendiği İkinci karısından da İvan ve Aleksi ( Alyoşa ) adında iki çocuğu olur.
Bu kadın da, Karamozov’un çektirdiği acılara dayanamayıp çıldırır ve ölür.
Subay olan Dimitri, günün birinde annesinden kalan mirası babasından alacağını düşünür.
İvan, üniversiteyi bitirmiş, ünlü bir yazardır.
İkinci karısından olan Smerdiyakov saralıdır.
Kardeşlerin en İyisi Aieksi ( Alyoşa ) bir papazdır.
Dimitri soylu bir kız olan Katerina İle nişanlanır.
Annesinden kalan mirası isteyince babasıyla arası bozulur.
Bir gece baba Karamazov öldürülünce, Dimitri suçlanır.
Tutuklanır, ivan, cinayeti Smerdiyakov’un işlediğini bilmesine karşın, Dimitri’nin karısı Katerina’ya aşık olduğundan sesini çıkarmaz.
Fakat vicdan azabına dayanamaz, beyin kanaması geçirir.
Smerdiyakov da kendini asınca, mahkemede gerçek ortaya çıkmaz.
Dimitri Sibirya’ya yirmi yıllık sürgüne gönderilir.
 
Son düzenleme:
Anna Karenina, Rus aristokrasisine mensup şık ve güzel bir kadındır.
Kibarlığı ve saygıdeğer kişiliği ile çevresinde hayranlık uyandırmaktadır.
Kocası, yüksek bir devlet memurudur. Anna Ka-renina’nın monoton bir evlilik hayatı vardır; bütün mutluluğu evinde ve çok sevdiği çocuğunda bulmaktadır.
Bir gün, Anna Karenina’ya, ağabeyi ile yengesinin aralarının açıldığı haberi gelir.
Anna onları barıştırmak için Moskova’ya gider.
Orada Vronski adında yakışıklı, genç bir kontla tanışır.
Kontun, Anna’nın akrabası olan bir genç kızla seviştiği haberi ortalıkta dolaşmaktadır.
Aslında Kont Vronski, ilk görüşte Anna’ya hayran olmuş ve genç kadına kur yapmaya başlamıştır.
Önceleri ilgisiz davranmaya çalışan Anna, bir süre sonra dayanamaz, Vronski’nin aşkına karşılık verir. Bu durum birçok dedikoduya neden olur. Genç kadın bunları umursamaz. Hatta durumu, kocasına bile anlatır.
Ağırbaşlı, dedikodudan korkan bir adam olan kocası, karısının itirafları karşısında sarsılır, ama belli etmez.
Çevreye karşı itibarlarının sarsılmaması için boşanmayı reddeder.
Kocası, Anna’ya, çocuğunun geleceğini düşünerek bu ilişkiye son vermesini ister.
Fakat Anna, Vronski’yle birlikte İtalya’ya kaçar.
Anna ile Vronski İtalya’da gözlerden ırak yaşarlar.
Dönüşlerinde hiç kimse onlarla arkadaşlık yapmak istemez; dışlanırlar.
Bu durum Anna’nın sinirlerini iyice bozar.
Sevgilisiyle aralarında huzursuzluk başlar.
Vronski de kayıtsız, içe dönük bir kişi olmuştur.
Anna, Vronski’nin artık kendisini sevmediğini düşünmeye başlar.
İyice bunalıma girer.
Yaptıklarından büyük pişmanlık duyar ve sonunda intihar eder.
Anna’nın ölümünden sonra Vronski de manevi bir çöküntü içine girer.
Çareyi orduya yazılmakta bulur.



Ne ağlamıştım kitabı okurken..Sonra filmini izlemiştim aynı tadı alamasamda fena değildi..
Üzüldüğüm her koşulda kadınların ezildiği,suçlandığı,cezalandırıldığı..
 
Son düzenleme:
Tolstoyun yada Barbara cartland ın ''mağrur sevgilim'' diye bir kitabı vardı; çok sürükleyici bir içeriği vardı kitabın. lisedeyken okumuştum. okuldan eve koşa koşa gelip formamı çıkartmadan 1-2 sayfa okur sonra evdeki işlerime bakardım. bunun özetini bulursam hemen paylaşacam hatta nette bulursam satınalmalıyım kitabı.
 
Son düzenleme:
Romanın kahramanı Prens Mışkin, saralıdır.
Tedavi gördüğü İsviçre’den döndüğünde elindeki giysi çıkınından başka hiçbir şeyi yoktur.
Yaşamı kendi iç dünyasını seyre dalmakla geçmektedir. İnsanlarla her türlü alışverişten arınmıştır.
Budalalık derecesinde iyi olan Prens Mışkin, tam bir ermiş kişidir, sevmekten başka bir şey gelmez elinden.
Müthiş bir zeka sahibidir.
Çevresindekiler, onu her zaman yadırgarlar, ama onsuz da edemezler.
Kendisi de saralı olan Dostoyevski, romanının kahramanına kendi kişiliğinden pek çok şey koymuştur.
Prens Mışkin’in anıları, aslında Dostoyevski’nin anılarıdır.
Prens Mıskin’in romanının bir yerinde anlattığı, siyasal görüşlerinden dolayı kurşuna dizilme cezası alan bir adamın öyküsü, aslında Dostoyevski’nin başından geçmiş bir olaydır.
Bir tutku romanı olan Budala, Dostoyevski’nin yazdığı ilk büyük aşk romanıdır.






Hasta prens Mişkin Rusya’dan İsviçre’ye Şnayder adlı bir doktorun kliniğine yollanır.
Prens çok acı çeken bir insandır ve ara sıra hastalığıyla ilgili nöbetler geçirmektedir.
Nöbet geçirdikten sonra budalalaşır ve afallar.
Çocukları çok seven prens köydeki çocukların kalbini kazanmasıyla iyileşme sürecini de hızlandırır.



Köydeki yoksul bir kızla ilgilenmesinden dolayı da çevresi tarafından ayıplanmaktadır.
Nedeni ise kızın annesinin ölümünden sonra lanetlenmiş olmasıdır.
İsviçrede üç sene kalan prens bir çok acılarla Rusya’ya döner ve soyunun son bireyiyle tanışmak için atılımlarda bulunur.
Onunla tanışması aynı evde yaşayan Ganya ile tanışmasına da vesile olur.
Ganya prense Nastasya’nın portresini gösterir ve prens artık Nastasya’ya çoktan vurulmuştur.
Onu her ne pahasına olursa olsun aramaya başlar ve sonunda da bulur ve evlenme teklif eder.
Buhranlı bir dönemde olan Nastasya bu teklifi kabul eder gibi yapıp reddeder ve Rogo Jin adındaki biriyle evlenmeye karar verir.
Bu evlilikten sonra tekrar Mişkin’e kaçan Nastasya daha fazla dayanamayarak tekrar geri döner.


Hala Moskova’da bulunan Mişkin Nastasya’yı aramak için Petersburg’a gelir.
Prens Mişkin Nastasya’yı aradığını bir sır gibi saklamaktadır.
Bu günlerde Prens Mişkin bazı özel günlerde evinde partiler verir ve bu partilere de kitabındaki bütün kahramanları çağırır.
Bu kişilerden Aglea adındaki kadın ise Prensi deliler gibi sevmektedir ve ona “Yoksul Şövalye” gibi imalarda bulunmaktadır.
Bunları ise mektuplarında sık sık dile getirmektedir.
Sonunda aglea ile Prens Mişkin nişanlanmaya karar verirler.
Böylece Prens ikinci kez Ganya’nın sevdiği kadını elinden alır.
Ancak bu nişandan da vazgeçen Mişkin Nastasya ile evlenmeye karar verir.
Ancak aynı zamanda Aglea’yı çok sevdiğini de bilmektedir.
Nastasya ile evlenecekleri sırada Rogo Jin gelir ve Nastasya’yı sessizce alır gider.
Mişkin bunu sakince karşılar ve birşey diyemez.
Rogo Jin Nastasya’yı Petersburg’ta öldürür ve bunu da Prens gelince öğrenir ve tekrar krize girerek budalalaşır.
En sonunda Şnayder’in kliniğine gönderilir.
Aglea ise Polonyalı bir Coutla evlenir.
Rogo Jin ise 15 yıllığına İsviçre’ye sürülmüştür.
 
Kunduracı Simon, karısı ve çocuklarıyla birlikte bir köylünün evinde oturuyordu.
Kazancı, ancak boğazlarına yetiyordu.
O kadar, fakirdi ki, karı koca parça parça olmuş aynı paltoyu giyiyorlardı.
Yeni palto yaptırmak istiyordu.
Fakat, o kadar parayı nasıl toplayacaktı.
Bir ümitle, köydeki alacaklarını toplamak için gitti.
Ancak, yirmi köpekten fazla toplayamadı.
Canı çok sıkıldığı için onunla da içki İçti.
Söylene söylene evine dönerken, kilisenin yanında çırılçıplak, heykel gibi duran bir adam gördü.
Önce, hızlı bir şekilde oradan uzaklaştıysa da, sonra insanlığından utanarak, geri döndü.
Bu genç bir adamdı.
Hemen, üstünden ceketini çıkardı ve adamın sırtına geçirdi.
Kuşağını da beline bağladı.
Yetmedi, ayağındaki çizmeleri de çıkarıp adama giydirdi.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, kalacak yeri yok diye, alıp evine getirdi.
Bu arada adamın isminin Mikail olduğunu öğrendi.
O esnada, Simon’un karısı Matroyna, bir pişirimlik ununu bugün mü yarın mı ekmek yapmanın düşüncesi içindeydi.
Bir anda ayak sesleri duydu.
Kapıda kocası ve tanımadığı birisi vardı.
Kocası ve adam içeri girip oturdular.
Sonra da, Simon Matroyna’dan kendilerine yemek getirmesini istedi.
Matroyna da “Sızın gibi sarhoşlara verecek yemeğim yok” dediyse de, adamın bu sessiz ve gariban haline acıyıp, evde olan son bir tabak yemeği de getirip önlerine koydu.
Sonra da yabancıya, tavan arasında yatacak yer verdiler.
Kendileri de yattıklarında karısı Sİmon’a, “Biz yardım ediyoruz da, neden hiç kimse bize yardım etmiyor” diye sordu.
Simon, hiçbir cevap veremedi.
Ertesi gün, Mikail erkenden kalkmış, sessizce oturuyordu.
Sİmon ona, çalışması gerektiğini anlatıp, kundura dikmeyi öğretmeye başladı.
Kısa sürede usta bir kunduracı haline gelmişti.
Sessizce çalışıyor, çok az yemek yiyor, çok az konuşuyordu.


Böylece bir yıl geçti.
Mikail artık herkesin beğendiği bir usta olarak ün yapmıştı.
Haliyle, Simon’un da işleri düzelmişti.

Bir gün, dükkândan içeri dev gibi, kibirinden yanına varılmayan bir adam girdi ve uşağının elindeki deriyi göstererek, bundan çok iyi bir çift çizme yapmasını istedi.
Simon, Mikail’e baktı ve kabul etti.
Mikail deriden çizme değil de terlik yaptı.
Simon bu işe kızmak için ağzını açacaktı ki, adamın uşağı kapıdan içeri girdi ve efendisinin Öldüğü için çizmeye gerek kalmadığını, hanımının onun yerine bir çift terlik yapılmasını istediğini belirtti.
Mikail yaptığı terlikleri uşağa uzattı.

Aradan altı yıl geçmişti.
Bir gün bir kadın, birinin ayağı topal iki çocuğu ile gelir ve ayakkabı yaptıracağını söyler.
Sonra da kadının anlattıklarına göre, bu ikiz çocukların anne ve babaları ölmüş ve kadın onları himayesine almıştır.
Kadın gittikten sonra, Mikail gülümser.
Bu onun geldiğinden beri üçüncü gülümsemesidir.
Birincisi, Simon’un hanımı ona yemek verdiğinde; ikincisi, çizme siparişi veren adam geldiğinde olmuştu.
Mikail, önlüğünü çıkardı ve “Allahaısmarladık efendilerim,
Allah beni bağışladı, bir kusur işledi isem siz de bağışlayın” diyerek gitmek için hareketlendi.
Mikail’den bir ışık yükseliyordu.
Simon kalkıp onun önünde eğildi.
Ve Mikail’den mümkünse durumu izah etmesini istedi.
O da, “Ben bir melektim.
Allah bana yeni doğum yapmış bir kadının canını almam için görev verdi.
Baktım kadının kocası yeni ölmüş.
Görevi yapamadım.
Allah da bana, git o kadının canını al ve şu üç hakikati de öğren dedi.
İnsanda yaşayan nedir? İnsanlara verilmemiş olan şey nedir?
Ve insan ne ile yaşar?”
“Ben, hanımınızın yüzündeki yumuşamayı görünce, insanda yaşayan şeyin sevgi olduğunu anladım.
İlk kez o zaman gülümsedim.
Sonra, çizme isteyen adam geldiğinde, arkasında arkadaşım ölüm meleği vardı.
O zaman da insana verilmeyen şeyin, kendi ihtiyaçlarının bilgisi olduğunu anladım.
O zaman yine gülümsedim.
O kadın ve çocukları görünce de, insanın ne ile yaşadığım anladım.
İnsan içindeki Allah ile yaşıyormuş meğer.
Bu da üçüncü hakikatti.
Bunu anlayınca yine gülümsedim ve Allah’ın artık beni affettiğini anladım.”
Sonra, kılığı değişti ve bir melek haline geldi.
“Anladım ki, İnsan kendi çabasıyla değil, sevgi ile yaşar” dedi.
“Yine anladım ki, her ne kadar insanlar kendileri için kaygı çekmekle yaşadıklarım zannederlerse de, hakikatte yalnız sevgiyle yaşarlar, Yüreğinde sevgi taşıyan İnsanın sevgisi Allah’tandır ve Allah o insanın içindedir.

Çünkü varlığın sebebi sevgidir.”
 
Son düzenleme:
Zengin ancak aile bağları oldukça kopuk bir ailenin küçük oğlu Felix annesinin baskısı altında otoriter bir şekilde yetişmiş çalışkan bir çocuktur.
Felix kısa zamanda çalışkanlığı ve parlak zekası ile yükselik ve sarayda danıştay baş yardımcılığına kadar yükselir çok çalışmaktadır ancak aşkı ve kadınlarıda ihmal etmez.
Henrietteyi adlı güzel ve sadık bir kadınla tanışır ve onunla sürekli mektuplaşmaya başlarlar.
Mektuplar genellikle aşk ilişkilerine kadınların tutum ve davranışlarına ,felix in nasıl davranması gerektiğine dair Henrietteyden gelen nasihatlardan oluşur , felix ise ailesi ile neler yaptığını annesinin nasıl sert bir şekilde onunla konuştuğundan vs bahseder..
Henriette Evlidir ve kocası ağır bir hastalığa yakalanır bu hastalıktan sonra 2 yıl aradan sonra ilişkileri dahada derinleşir.
Fakat Felix parise gitmek zorundadır..
Pariste zengin ve gösterişli Lady Dudley adından bir kadınla tanışır .
Onun gösterişinden etkilenir ve bir süre sonra aşık oLduğunu zanneder.
Bu olayı öğrenen Henriette hastalanır, Felix Henriette ölüm döşeğinde iken Lady 'i terkederek onun yanına gider.
Henriette ölmüştür ancak ona bir mektup bırakmıştır.
Mektupta; aşkı,arzuları ve ahlaki değerleri, eş olma sorumluluğu arasında yaşadığı çelişkiler, çatışmaları yazmaktadır.
Henriette, sonuna kadar ahlakını muhafaza etmekle birlikte pek çok kez içinde savaşlar yaşamıştır.
Felix vicdan azabı duymaktadır.
Parise döner ve kendini edebiyat verir ve kendini avutmaya çalışır.
 
Nilovna Rusya’nın bir kasabasında yaşayan bir işçi eşidir.
Kocası onu evde sürekli kullanıyor ve oldukça sık döverdi.
Kasabadaki diğer evlerdeki durum da pek farklı değildir.
Kasabada kimse birbirine yakın değildir.
Herkes birbirini nedensiz bir kinle izlemektedir.
Kocasının ölümüyle Nilovna’nın tek yakını oğlu Pavel kalır.
Pavel içki içmeyi dener, içki pek hoşuna gitmez.
Sonraları ise kendini sosyalizme verir ve boş zamanlarında bol bol kitap okumaya, arkadaşları ile bazı toplantılara katılmaya başlar. Ana ise endişeli ve biraz da meraklı bir halde onları izlemektedir.
Onu en çok endişelendiren onların Hıristiyanlık hakkındaki düşünceleri ve oğlunun yakalanma ihtimalidir.
Önce onlarda kalmaya başlamış olan Andrey, sonraysa oğlu tutuklanır.
Oğlunun tutuklanmasındaki en büyük etken oğlunun fabrika müdürüyle yaptığı tartışma ve ortaya çıkan bildirilerdir.
Oğlunun hapse girmesinden sonra bir arkadaşının tavsiyesiyle Nilovna fabrikada bir işe girer ve bildirileri içeri sokarak onların devamlılığını sağlar.
Bu sıralarda Andrey de hapishaneden çıkar ve Ana’ya gizliden gizliye okuma yazma öğretmeye başlar.
Bu sayede Ana’nın Andrey’e duyduğu sevgiyi ve güveni artar.
Ayrıca Ana oğlunun kendine hiç söylemediği bazı yanlarını Andrey’den öğrenir.
Oğlunun Saşa’yı sevdiğini fakat dava uğruna evlenemediğini öğrenmesi, özellikle bunu başka birinden duyması iyice moralini bozar.

Pavel hapisten çıktıktan sonra da evlerine yapılan baskınlar devam eder.
İspiyoncu Isay’ın öldürülmesinden sonra daha da sıklaşır.
Fakat herhangi bir tutuklama olmaz.
Bu sırada, Pavel ve arkadaşları 1 Mayıs hazırlıklarına devam etmektedirler.
Ana, Pavel’in işçi bayramında bayrağı taşıyacağını öğrenir bu ise Pavel’in tutuklanıp kürek yada sürgün cezasına çarptırılacağı anlamına gelmektedir.
Ana daha bilinçli olmasına rağmen, Pavel’in bu inadını saçma bulmaktadır.
Ama oğlunu vazgeçiremeyeceğinin farkındadır.
1 Mayıs’ta bildirilerin de etkisiyle herkes sokaklara dökülür ve yürüyüşe geçerler.
Askerle karşılaşılınca ise grupta Pavel, Andrey ve birkaç yoldaş kalır.
Askerler onları yaka paça yakalayıp hapsederler.

Kendisi için en iyisinin kente gitmek olduğuna karar verilir.
Kentte, Nikolay isminde bir gencin yanında kalmaya başlar.
Fakat eskisi gibi boş boş evde oturmak değil, fabrikada olduğu gibi dava için, oğlu için bir şeyler yapmak istemektedir.
Oğlunun arkadaşı olan Rıbin isimli birinin kasabadayken köylere gidip onları uyaracağı bilinmektedir. Rıbin efendi takımına büyük kin duymaktadır.
Pavel ve Andrey ise devrimin kansız bir şekilde yapılması taraftarıdırlar ve Rıbin’in halkı isyana sürükleyeceğini düşünmektedirler. Pavel ve arkadaşları hem bu kini kıracak hem de insanları, ezenlere karşı uyaracak bildiriler yayınlamayı planlarlar.
Ana görevi üzerine alır.
Köylere giderek, Rıbin’e kitap ve bildiri taşımaya başlar.
Bu sayede dağıtımda Rıbin’den de faydalanmış olurlar.
Ana Rıbin’in insanın sinirini bozan sözlerini sevmemekle beraber onun insanların acılarını gördüğünü ve halk için çalıştığının farkındadır.

Bu gezilerden birinde köyde çalıştığı fabrika tarafından adeta kanı emilmiş hasta bir gençle tanışır.
Bu gencin anlattıkları henüz kafasında canlandıramadığı sömürülmenin canlı kanıtıdır, artık kendini işine daha fazla vermeye başlar. Bu, Nilovna’nın gördüğü burjuvazi tarafından çürütülmüş ilk kişiydi.
Daha sonraları sürekli evlerine gelen bir yoldaşın zatüreye yenik düşmesine, bir başkasının kafasının kılıç kabzasıyla acımasızca ezilmesine şahit olur.
Köye gittiği günlerden birindeyse Rıbin’in polislerce acımasızca dövüldüğünü görür.
Bu tecrübelerin etkisiyle burjuvazinin gücünün yine halktan geldiğini, halkı halka kırdırarak insanları korkuttuğunu fark eder.
Bu kafasındaki, halkı bilinçlendirmenin bir çözüm olabileceği düşüncesini güçlendirmektedir.
Ayrıca bu tür tecrübeler kazanması ve inancının artması, kendine güvenilir ve içten konuşmalar yapabilmesine yardımcı olur. İnsanların kendisini dinlemeye başlaması ve onları etkileyebildiğini görmek Nilovna’nın çok hoşuna gider.

Mahkeme günü gelir.
Ana; mahkemeden çok korkmakta savcının ve yargıcın, sorgulayıcı ve aşağılayıcı sorular sorup oğluna hakaret edeceği fikrini bir türlü kafasından atamamaktadır.
Mahkeme ananın düşündüğü şekilde gitmez.
İlk bölümde savcı yalnızca onları bazı yüzeysel laflar kullanarak suçlar.
Ana Oğlu ve arkadaşlarının ise pek korkmadıklarını kolayca anlar.
Oğlu Rusya’da büyümekte olan kapitalist düzenden ve insanların sömürülmesini konu alan etkileyici bir konuşma yapar, fakat yargıç tarafından susturulur.
Diğerleri ise mahkemeyi tanımayarak ifade vermeyeceklerini söylerler.
Hepsine sürgün cezası verilir.
Ana bu karara sevinir.
Çünkü ona, oğlunun sürgünün ilk yıllarında kolayca kaçabileceği söylenmiştir.
Mahkemeden sonra arkadaşları Pavel’in konuşmasının basılmasına ve dağıtılmasına karar verirler.
İtirazlara karşın, Nilovna oğlunun konuşmasının dağıtımını üstlenir.
Köye giderken trende bir hafiyenin peşinde olduğunu fark eder.
Hafiyenin üzerine yürümesiyle bağıra bağıra insanların acılarını ve sistemin aşağılık yanlarını anlatmaya başlar.
Bir yandan da oğlunun konuşmalarını etrafındaki aç beyinlere dağıtmaktadır.
Sonunda kan revan için tekmelerle tokatlarla tutuklanır.



:KK14::KK14::KK14::KK14::KK14::KK14::KK14:
Çok acı...
Bu romanı okurken çok ağlamıştım:KK14:
 
600 kadar yan karakter, 10 kadar da ana karakter üzerinde geçiyor.
Eser, yaklaşık 20 yıl gibi geniş bir zaman dilimine yayılmış, 600 civarında yan karakter.
10 kadar da ana karakter içermektedir.
Anne-babalar, çocuklar, kardeşler, arkadaşlar, sevgililer, hizmetçiler, köylüler, ve soylular ve daha niceleri bu romanda bir arada canlandırılmış., son derece mükemmel bir biçimde canlandırılmışlardır.
Bir insanın hayatı boyunca hissedebileceği bütün duygular en saf sevgiden şehvete, acıdan mutluluğa, dostluktan düşmanlığa, korkaklıktan cesarete, kıskançlıktan özveriye, vatan sevgisinden kişisel çıkarlara, ölüm korkusundan doğum sevincine kadar, bir arada anlatılmış.
Bu roman, hem de tarihe insancıl bir bakıştır.
Bir milletin (çöküp) dibe vurup, (halkın özveri ve emekleriyle) halk yumruğuyla tekrar (kurtuluşu) şahlanması, tarihinin en riskli (kritik) zamanını (anını) yaşayan bütün bir halkın hikayesidir.
 
Yoksul düşmüş bir öğrenci olan Raskolnikov, hukuk fakültesini yarıda bırakmıştır.
Raskolnikov bir tefeci kadına adeta köle olmuştur.
Çünkü anne ve babasından ona harçlık olarak ne geliyorsa borçlarını tamamlamak için tefeciye veriyordu.
Fakat, kadına olan borcu bir türlü bitmek bilmiyordu ve Raskolnikov bu kadının toplum için bir zararlı olduğunu düşünmekte ve yaşaması için hiçbir neden görmemektedir.
Raskolnikov tefeciyi öldürmeye karar verir ama tefeciyi öldürmek için evine gittiğinde işler ters gider ve tefecinin masum hizmetçisini de öldürmek zorunda kalır.
Raskolnikov bundan sonra müthiş bir tedirginlik içerisine girer.
Belki de yanlış hesap yapmayıp sadece tefeciyi öldürmeyi becerebilseydi, pişman olmayacaktı.
Raskolnikov kimsenin kendisini görrmediğini ve geride iz bırakmadığını bildiği halde rahatlamayı ve arınmayı isteyen Raskolnikov tefecinin evine gelir, komiserle tanışır.
Komiser Porfiry Petroviç, Raskolnikov’dan şüphelenmiştir.

Raskolnikov birgün fatura ödemediği için karakola çağırılır ama o katil olduğunun anlaşıldığını sandığı için karakolda fenalık geçirir ve soruşturmanın baş şüphelisi olur.
Komiser Porfiry Petroviç, çok zeki ve tecrübeli bir adamdır.
Raskolnikov’un katil olduğunu çok geçmeden anlar ama kendisinin itiraf edip, kendine olan saygısını yitirmemesi için ona bir fırsat tanır.
Bir meyhanede babasıyla tanıştığı ve ailesi tarafından fahişeliğe zorlanan temiz kalpli Sonya’ya suçunu ve aşkını itiraf eden Roskolnikov, sonunda Sonya’nın da yardımlarıyla teslim olur.
Raskolnikov daha sonra Sibirya’ya sürgün edilir.
Daha sonra ise Raskolnikov bir anlamıyla yeniden doğar.
Dostoyevski romanını “Ama burada, yeni bir hikaye, bir adamın derece derece yenileşmesinin, yavaş yavaş yeniden hayat buluşunun, bir dünyadan bir başka dünyaya geçişinin, şu ana kadar hiç bilmediği yeni bir gerçekle tanışmasının hikayesi başlıyor” diyerek bitirir.
 
X