Orhan Seyfi Orhon Siirleri

Elif

Onur Üyesi
Pro Üye
12 Temmuz 2006
34.859
29.785
60
23 Ekim 1890'da İstanbul'da doğdu. 22 Ağustos 1972'de İstanbul'da öldü. Hukuk Mektebi'ni bitirdi. Meclis-i Mesuban'ın Kavanin Kalemi'nde memurluk, ardından gazetecilik ve öğretmenlik yaptı. 1950'de gazeteciliğe döndü. Hayatının son döneminde Son Havadis gazetesinde yazarlık yaptı. 1917'de Yeni Mecmua'da çıkan şiirleriyle adını duyurdu. Türk şiirinde "5 Hececiler" diye bilinen şairlerimizdendir. Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul Hükümeti'ni destekleyen "Aydede" dergisinde çalıştı. Yusuf Ziya Ortaç'la birlikte Papağan, Güneş, Ayda Bir, Çınaraltı dergilerini çıkardı. Aruzla başladığı şiirde, Milli Edebiyat ve Genç Kalemler akımlarının etkisinde kalarak hece veznine döndü.

Şiir kitapları: Fırtına ve Kar (1919) Peri Kızı ile Çoban Hikayesi (1919) Gönülden Sesler (1922) O Beyaz Bir Kuştu (1941) Kervan (1946) İşte Sevdiğim Dünya (1965)

Anadolu Toprağı

Senelerce sana hasret taşıyan,
Bir gönülle kollarına atılsam.
Ben de bir gün kucağında yaşayan,
Bahtiyarlar araşma katılsana.

En bakımsız, en kuytu bir bucağın,
Bence "İrem bağı" gibi güzeldir.
Bir yıkılmış evin harap ocağın,
Şu heybetli saraylara bedeldir.

Kadir Mevlâm, eğer senden uzakta,
Bana takdir eylemişse ölümü;
Rahat etmem bu yabancı toprakta,
Cennette de avutamam gönlümü.

Anladım ki: Sevda, gençlik, şeref, şan.
Asılsızmış şu yalancı dünyada.
Hasretinle yadellerde dolaşan,
Hızrı bulsa yine ermez murada.

Yalnız senin tatlı esen havanda,
Kendi millî gururumu sezerim.
Yalnız senin dağında, ya ovanda,
Başım gökte, alnım açık gezerim.

Hürüm, derim, eskisinden daha hür,
Zincirinle bağlansa da ayağım.
Şimdikinden daha ferah görünür,
Zindanında olsa bile durağım.

Bir gün olup kucağına ulaşsam,
Gözlerimden döksem sevinç yaşını,
Sancağının gölgesinde dolaşsam,
Öpsem, öpsem toprağını, taşını!

Beyaz Bir Kuştu

O, beyaz bir kuştu, uzun kanatlı
Ardında ışıktan bir iz bıraktı
Yel gibi dağları aştı bir atlı
Arada bir engin deniz bıraktı

Uzaktan gelirken derin akisler
Kapadı geçtiğim yolları sisler
Tutuştu içimde birikmiş hisler
Gönlümü o kadar temiz bıraktı

O, beyaz bir kuştu ak kanatlıydı
Yel gibi dağları aşan atlıydı
Hayaldi, hayalden bile tatlıydı
Ne ışık bıraktı, ne iz bıraktı

Diyorlar

Ölürsem yazıktır sana kanmadan
Kollarım boynunda halkalanmadan
Bir günüm geçmiyor seni anmadan
Derdine katlandım hiç usanmadan
Diyorlar: "Kül olmaz ateş yanmadan
Denizler durulmaz dalgalanmadan!"

Saadet benziyor boş bir seraba
Düşüyor her seven gönül azaba
Gelmiyor çekilen dertler hesaba
Diyorum: "Sebep ne bu ızdıraba?"
Diyorlar: "Kül olmaz ateş yanmadan
Denizler durulmaz dalgalanmadan!"

Gönlüm

Benim gönlüm bir kelebek
Dolaşıyor çiçek çiçek
Tükenecek ömrü böyle
Çırpınarak, titreyerek

Ne şerefli bir adı var
Ne bir büyük maksadı var
Hergün biraz zedelenen
İki ipek kanadı var

Sabırlıdır, gözü toktur
Zavallının derdi çoktur
Yorulunca konacağı
Bir yuvası bile yoktur

Her şey ona karşı durur
Güneş yakar, kış dondurur
Bazı tutar kanadından
Bir fırtına yere vurur

Benim gönlüm bir kelebek
Dolaşıyor titreyerek
Zavallının bir baharlık
Ömrü böyle tükenecek

Kış Gecelerinde

Bütün şehir nihayetsiz bir nur içinde
Kış mehtabı daha parlak, daha lekesiz
Ne buluttan bir eser var, ne bir küçük iz
Gülümsüyor gibi sema sürûr içinde

Şu saatte kesilmemiş henüz gözyaşım
Penceremin kenarına dayalı başım
En küçük bir teselliden, ümitten uzak
Hep o eski günlerimi hatırlayarak
Ben sabahı bekliyorum fütur içinde

Bütün şehir nihayetsiz bir sûr içinde
Karşı evlerde bir saadet yuvası yine
Ayın beyaz ışıkları dolmuş içine
Şimdi çiftler uyuyorlar bu nur içinde

Bu saatte sade ben bir tek başımayım
Ben Yarabbi, bu uzlette nasıl yaşayayım
Düşünmeden ayrılığın nihayetini
Hissettiğim dakikada hıyanetini
Seni nasıl terketmiştim gurur içinde

Bütün şehir nihayetsiz bir nur içinde
Yıldızlardan semada görünmüyor eser
Salmış uzak alemlere gizli akisler
Birer katre ziya gibi billur içinde


Sancağa

Ellerde dolaşan bu siyah sancak,
Göklere yükselen bir âh olmasın!
Doğru mu bu kadar ye'se kapılmak,
Korkarım, bu matem günah olmasın!

Milletin kalbinde yer etmez keder;
Asırlar değişir, seneler geçer...
Ne kadar karanlık olsa geceler,
Mümkün mü sonunda sabah olmasın.

Dilerse, her yüzde keder görünsün,
Yıldızlar yerlere düşüp sürünsün...
Dilerse, her taraf ye'se burunsun;
Sade senin yüzün siyah olmasın!

Bir kızıl alevdin gökde bir zaman;
Solardı renginden nuru güneşin.
Şimdi bir dumansın, kara bir duman;
Sinmiş gönüllere sanki ateşin.

Ağlıyor uzaktan bakan rengine,
Diyor: "Matemde mi öz vatanımız?.."
Biz seni boyarız o kan rengine,
Var damarımızda hâlâ kanımız!

Ey güzel sancağım, solmasın yüzün,
Biz henüz yaşarken ye'se bürünme!
Hicrana takati yok gönlümüzün,
Bu matem yüzüyle bize görünme!

Ey güzel sancağım, o "ay yıldız"m,
Sana tarihinden kaldı hediye,
Üstünden eksilme vatanımızın,
Dalgalan bu "iller benimdir!" diye.

Veda


Hani, o bırakıp giderken seni
Bu öksüz tavrını takmayacaktın
Alnına koyarken veda buseni
Yüzüme bu türlü bakmayacaktın

Hani, ey gözlerim bu son vedada
Yolunu kaybeden yolcunun dağda
Birini çağırmak için imdada
Yaktığı ateşi yakmayacaktın

Gelse de an acı sözler dilime
Uçacak sanırım birkaç kelime
Bir alev halinde düştün elime
Hani, ey gözyaşım akmayacaktın

Yolculuk

Veda ettim gençliğimin gamsız geçen rüyasına
Çıktım aşkın nihayeti bulunmayan sahrasına

Bilmiyordum yol neresi? Varacağım yer neresi
Dayanarak gidiyordum ilhamımın asâsına

Bu sahranın kanat germiş her yerine ıssızlıklar
Ufuklardan yalnız iki yıldız doğmuş semasına

İki yıldız... işte benim rehberim bu, yürüyordum
Nihayetsiz gecelerin daldım zulmet deryasına

Yürüyordum; dağlar geçip uçurumlar atlıyordum
Tâbi oldum saçlarımda esen sevda havasına

Yürüyordum, gök gürlüyor... yürüyordum, fırtına var
Yürüyordum, göğüs germiş bu dağların borasına

Bir ses duydum uzaklardan: "Seyfi, diyor, bir âfetin
"Düştün siyah gözlerinin yine kara sevdasına"
 
Annemle Hasbihal

Anne, zannetme ki günler geçti de değişti evvelki
huyum gitgide
Bir hırçın çocuğum, değişmez huyum
Seneler geçse de ben yine buyum
Senden umuyorum teselli yine
Bugün şefkatine, muhabbetine zanneder misin ki yok
ihtiyacım?
Belki eskisinden daha muhtacım
Dünyanın tükenmez kederlerinden kalbim kırılsa da
böyle derinden
Hayatım büsbütün ye'se kapılmaz
Teselli bulurum içimde biraz, o derin sevgini
hatırlarım da
Her gece hıçkıran dudaklarımda hasretle anılan senin
adın var
Anne, hayatımda bir tek kadın var.
Beni aldatmadı, sevdi daima
Gittikçe ruhumu saran bu humma başka sevgilerden
yadigar anne!
Sevmeyen sevenden bahtiyar anne!
Sorma ki başımdan çok şey geçti mi?
Ah... eğer anlatsam sergüzeştimi, nasıl terkedildim
Nasıl atıldım
Anne aldatıldım, aldatıldım
Belki her zamankinden fazla severken, bir lahza
bahtiyar olayım derken
Bilmezsin kaç gece böyle ağladım
Şimdi tecrübem var artık anladım
Aşk, o bir masal, yalanmış meğer
Seven bir kalp için sığınılacak yer
Yalnız o kucakmış, yalnız o dizmiş
İnsanlar ne kadar merhametsizmiş
 
İhtiyarlar

İhtiyar ansızın içinden coştu,
Galiba o akşam biraz sarhoştu,

Dönüp karısına dedi gizlice
Beni seviyorsan gönülden eğer
Sözümü kırmazsın işte bu sefer
Gel, yalnız bırakma beni bu gece

İçimde var yeni bir heyecanım,
O kadar coşkun ki bu akşam kanım

Karısı sözünü kesip dedi ki:
'Yetişir, anladım nedir maksadın...
Galiba sen hala uslanmadın?
Neyse, bu seferlik razıyım; peki!'

Sofrada toplandı bütün aile.
İkisi umulmaz bir sevinç ile

Çok yemek yediler, çok gülüştüler.
Bu çapkın erkeğin yaşı doksandı.
Kadının on sene daha noksandı.
Yemekten kalkınca yorgun düştüler.

Horozlar, o sabah güneş doğarken
Bir çılgın kahkaha kopardı birden.

Geldi bir alaycı yüz güneşe de.
Uyandı hayretle iki ihtiyar;
Çünkü ikisi de sabaha kadar
Horlayıp durmuştu birer köşede!..
 
İstanbul'un Fethi

Beş yüzüncü yıldönümü için:

I

Gün batmada İstanbulun üstünde Haliçten,
Bir renge bürünmüş yanıyor Marmara içten.
Durgunlaşıp engin, silinirken kırışıklar,
Oklar gibi fışkırmada her yandan ışıklar...
Bir penbe bulut bağrı delinmiş kanamakta,
Yorgun uyuyan tekneler altında uzakta.
Altındır ufuk çizgisi, altındır akisler,
Altın tozlu hainde iner her yana sisler...
Durgun sular üstünde kesik vakvakalarla,
Uçmakta gümüş martılar, altın gagalarla.
Gök şimdi yeşil, şimdi kızıl, şimdi turuncu,
Camilerin andırmada mermerleri tuncu
Kandır dağılan şimdi günün battığı terden,
Kandır sızan etrafa alev pencerelerden.
Kandır görünen Fatihin altın aleminde,
Fethin yine İstanbul o en kanlı deminde:

II

Mevsim mayısın sonları, yaz başlamış artık,
Gittikçe açılmakta, dağılmakta karanlık.
Her şey hareketsiz, ağaran tan yeri sessiz,
Kalmış gibi şehrin sarılan bağrı nefessiz...
Bir korkulu rüyayı yataklarda sayıklar,
Dalgın uyuyanlar beraber uyanıklar...
Bir saltanatın son gününün korkusudur bu!
" - Türkler hareketsiz duruyor, bir pusudur bu!"
Kostantin ümitsiz, saray erkanı telaşta
Surlarda Bizans askeri, Jüstinyani başta!
Çarpmakta bugün bir yeni korkuyla yürekler,
Zağnos Paşa bir yanda hücum emrini bekler.
TURHAN Bey uzaklarda yakıp yıkmada hâlâ!
Bir yandan o Beylerbeyi korkunç Karaca'yla,
Türk ordusu İstanbulu sarmış çepeçevre,
Dünya girecektir bu sabah bir yeni devre!

III

Birdenbire gökkubbe dolar velvelelerle,
Atlar koşar ön safta kabarmış yelelerle!
Tozlarla, dumanlarla karışmakta ateş, kan...,
Yer yer tutuşur toprağın altındaki volkan!
Mızraklar uçar, oklar uçar, taşlar uçarken,
Burçlar yıkılırken, kesilen başlar uçarken,
Etrafa saçılmakta cehennemden alevler,
Tunç topların ağzıyla homurdanmada devler...
Her hamleyi bir hamle kucaklar yeni baştan,
Jüstinyani bir sedyede kaçmakta savaştan!
Bir burca zafer sancağı dikmiş Ulubatlı...
İlk hızla girer Topkapıdan yirmi bin atlı!
"Türkler geliyor!" çığlığı aksetmede dağ dağ,
Bir çağ kapanır böylece, başlar yeni bir çağ
Rum Kayseri'nin kellesi bir mızrak ucunda,
Şarkın eşi yok incisi Türkün avucunda!

IV

Ey Kayser, öğünsen yeridir kanlı başınla,
Tarihe adın geçti o erkek savaşınla!
Ey Fatih, iraden gibi kuvvetli bir elde,
Dünyanın asırlar boyu göz koyduğu belde!
Ey ünlü kumandan paşalar, tuğlu vezirler,
Ey tulgalı erler, ağalar, beyler, emirler...
Haşmetli zafer menkibeniz geçti şafaktan,
Gördüm, düşünürken sizi beş yüz yıl uzaktan!
Ey mutlu ışık beldesi, nurunla yıkansın,
Her türlü hiyanet dolu tarihi Bizansın!
Artık savaşın hüsnüne hayranlık içindir,
Artık zaferin şi'r için, insanlık içindir.
Sihrinle, füsununla, gururunla, nazınla,
Altın Halicin, Marmaran, aşık Boğazınla,
Endamını sarmakta ipek tüllü karanlık,
Türkün güzel İstanbulu mesut uyu artık!
 
Vasiyet

Dostlarım, toplanın öldüğüm zaman;
Riyayı, o günluk bir yana atın!
Tutunuz tabutumun bir kenarından;
Bir derin çukura beni fırlatın!
Kalınca büsbütün sizden uzakta,
Vücudum çürürken kara toprakta,
Uzanın rahatça sıcak yatakta
Yaşamak gururu içinde yatın!

Yüzyüze getirmez bizi asırlar,
Meydana vurulsun saklanan sırlar
Sayılsın şahsıma ait kusurlar.
Korkmayın içine yalan da katın!

Anlayım: Kimlermiş dost sandıklarım;
Muhabbetlerini kıskandıklarım?
Anlayım: Ne boşmuş inadıklarım;
Şu yalan hayatı bana anlatın!

Dostlarım, anmayın artık adımı!
Siliniz gönülden eski yadımı!
Kırınız, sonuncu itimadımı:
Ölünce bir daha beni aldatın!
 
Sadâbâd

I

Baygın bir ihtizaz ile bîhûş akar dere
Sahillerinde kızlar uzanmış çemenlere...
Narin dudaklarında mücevher piyaleler...
Açmış kuz-caklarındaki aşüfte laleler...
Mestane nağmelerle bakarlar, pür ihtiras,
Bekler sıcak göğüsleri şehvetli bir temas...

II

Akşam... silindi çehreler artık birer birer,
Etrafa indi gölgeden, asude cümleler...
Rakkaseler uzandı açılmış kucaklara,
Sessiz çekildi, kol kola, çiftler uzaklara.
Leyl oldu, akmıyor, dere sahilde dinliyor...
Baygın, kesik nefesler, uzaklarda inliyor...
***********************
Tereddüt

Sarahaten, acaba, söylesem darilmaz mi?
Darilmak adeti, bilmem ki çapkinin naz mi?
Desem ki: 'Ben, seni...' ,yok, dinlemez ki, hiddet eder!
Niçin? Bu sözde ne var? Sanki hiddet etse ne der?
Desem ki: 'Ben, seni pek...' Ya kizar, konuşmazsa?
Derim: 'Bu çektigim insaf edin, eger azsa...'
Desem ki: 'Ben, seni pek çok...' hayir, kizar bilirim,
Tereddütüm acaba hiddetinden az mi elim?
Desem ki: 'Ben, seni pek çok...' Sakin gücenme emi,
Sakin gücenme, eger anladinsa sevdigimi…
 
Geldigin Günün Hatirasi

Sana nasil anlatilir
Sensiz hayatin boşlugu,
Bir zindanin agir agir
Çöker üzerime loşlugu.
Dünya her mihnete bedel
Sen oldugun için güzel
Hayat, hayal, ümit, emel
Senden aliyor hoşlugu.
Ariyorum seni uzak
Bir şehirde sallanarak
Hala geldigin günün bak
Üzerimde sarhoşlugu.
******************
Düşünce

Yillar var ben onu hiç unutmadim
O beni sorar mi hatirlar mi ki?
Büsbütün silinip gitti mi adim?
Gönlünün vefasi bu kadar mi ki?

Döktügü yaşlari unutmuş mudur?
Kendini aldatip avutmuş mudur?
Vaadini tutmuş mu unutmuş mudur?
Şimdi başkasina meyli var mi ki?

Bilsem uzaklarda kimler agliyor
Kimlerin kalbini aşki dagliyor?
Acep kederli mi yas mi bagliyor?
Yoksa eskisinden bahtiyar mi ki?
 
Çengelköy

Boğazın her yeri bir parça değişmiş şimdi,
Yine Çengelköyü lakin öyle!
Bahçeler, bağlar, ağaçlar, evler...
Yine sessiz, yine sakin öyle!
Elli yıl köyden uzak kalmışken
Tanıdım: İşte benim doğduğum ev!
İşte, en eski mahallem, sokağım!
Geçiyor aynı sokaktan hâlâ
Kendi halinde vakur insanlar...
İşte hiç fasılasız dört mevsim
Köye lezzet dağıtan bostanlar!
İşte tılsımlı o bağlar ki bütün dünyada
Yoktur eşi!
Sonbahar oldu mu dallar eğilir,
Sararır ayvalar altınlaşarak,
Meyve halinde verirler güneşi.
Tanıdım: Çarşının en ihtiyarı
Başı göklerde asırlık çınarı.
Bir tevekkül katıyor manzaraya.
Çekilen eski kayıklar karaya.
Öyle hoş bir yüzü vardır ki köyün,
Bir gören artık unutmaz neresi?
İşte, kış vakti coşup çağlarken,
Yaz gelip kupkuru kalmış deresi!
Tanıdım: Şevk ile erken uyanıp
Gittiğim camii bayramlarda!
Karabaş nesli tükenmiş artık
Kediler damlarda...
Gözlerim daldı yine,
Bir hayal alemine!
Elli yıl önceki tipler geçiyor karşımdan:
Kamil Ağa... göğsü açıktır kış, yaz,
Karda, yağmurda da hep böyle gezer aldırmaz.
Yaşı yetmişse de hâlâ gençtir,
Dağılır, parçalanır göğsüne çarpan yıllar...
Bir avuç taze köpüktür sanki
Şu ağarmış kıllar!
Sami bey... ismi tanınmış hattat.
Bizce İzzetle Yesari'ye de üstün kat kat.
Huyu hırçıncadır amma severiz
"O bizim hattatımızdır" diyerek
Övünür, hem överiz.
Hatemi bey ki Meşihatteydi,
"Molla bey!" derdik ona.
Şıktı, bir parça da hatta züppe!
Başta bir ince sarık, sırtta ipek bir cüppe,
Elde mercan tesbih,
Şal yelek, incecik altın köstek...
Şıktı velhasılı pek!
Komşumuz Miralay Ahmet bey ki:
Unutulmaz daha genç yaşta ölen
O güzeller güzeli Eşi Növber Hanımın iç acısı!
Kerim Ağa... hamlacı, Abdülmecidin hamlacısı.
Anılır ismi, sayar gençler onu,
Boğazın eski kürek şampiyonu!

Her zaman kaşları öfkeyle çatık,
Yüzü hep böyle asık,
İşte en sert baba: Çerkes Ali bey!
Köyde sessiz yapılırken her şey,
İki haylaz çocuğun terbiyesi
Duyulur her gece çığlık, çığlık!

İşte ilk sevgilim, ilk aşkım,
O güzel Naile ki,
Hepimiz gizlice aşıktık ona!
Titreyen perdelerin ardından
Arıyorken biz onun gölgesini,
Ansızın gökten uçan bir yıldız
Gibi bir gün bırakıp gitti bizi!

İşte, gayetle temiz,
İşte, gayetle titiz
Ebe İlhame Hanım!
Severiz, bizleri paylar da yine!
Çünkü biz dünlü çocuklar, hepimiz
Doğmuşuz ellerine!

Elde bir çanta uzaktan görünür,
Köyün en hazik olan, diplomasız
Cerrah Mustafendi!
Evvela çanta gider, sonra peşinden kendi.

İhtiyar Angeli aktar küçücük dükkanda,
Sürme, laden, kına hep ayrı durur bir yanda.
Kutular ayrı, paketler, kavanozlar ayrı.
"Ne arasan bulunur derde devadan gayrı!"

Ve nihayet
Sokağın bekçisi sadık Karabaş!
Bizi bir gördü mü gözler parlar,
Duyulur tatlı, kesik havlamalar.
Köyde herkesle yakından tanışır,
Dili yok, söyleyemez söz amma,
Sallanan kuyruğu dildir konuşur!

İşte rüyası hayalimde kalan Çengelköy!
Elli yıl önceki tipler işte!
İşte bağ semti, Çakaldağ, Maslak...
İşte, İcadiye!
İşte, mehtabı yakından
Bir gümüş ayna gibi
Seyreden Tarlabaşı!
İşte, tarihe bakan gözlerle
Ceneviz devrini görmüş çarşı!
Yine rüyalara dalmış uyuyor,
Küçücük koydaki sessiz yalılar,
Yine herkes tanıyor birbirini,
Yine eş, dost öyle!
Bir benim sade uzaktan gelmiş,
Bir benim sade köyün bilmediği,
Bir benim el sayılan!

Beklerdim bir tanıdık yüz boşuna,
Bekledim boş yere bir dost bakışı,
Bir dost gülüşü...
"Göçtü çoktan!" dediler
Anarak ismini sordumsa kimi!
Daracık, kuytu sokaklarda gezip,
Aradım gençliğimi!
 
Orhan Seyfi Orhon

Üç Dünya

İnsan,
Yaşar, üç türlü şu üç dünyada:
Evvela:
"Şunu sevdim, bunu sevdim!" diyerek
Ömrü sevmekle geçer.
Sözde olgunlaşır ondan sonra:
"Şunu yaptım, bunu yaptım!"diyerek
Ömrü saymakla geçer.
İhtiyarlıkta tanır dünyayı:
"Kahbe dünya!" diyerek
"Hey gidi dünya!" diyerek
Ömrü sövmekle geçer
 

Körfezde Mehtap


Bir ağustos gecesi,
Geçiyorken Boğazın üstünden,
Bakar etrafa ki mehtap, uyuyor İstanbul!
Su uyur, rüzgar uyur, yaprak uyur.
Yine rüyalara dalmış kayalar, toprak uyur.
Süzülür gizlice ay, gökteki tahtından iner,
Serv-i siminde yürür,
Gezinir sahilde...

Soyunup sonra Emirgandaki tenha koruda,
O da körfezde çırılçıplak uyur!
 
hepsi ayrı lezzette ve çok güzellerdi ellerinize ve emeğinize sağlık
 
O Beyaz Bir Kuştu

O, beyaz bir kuştu, uzun kanatlı;
Ardında ışıktan bir iz bıraktı.
Yek gibi dağları aştı bir atli,
Arada bir engin deniz bıraktı.

Uzaktan gelirken derin akisler,
Kapadı geçtiğim yolları sisler.
Tutuştu içimde birikmiş hisler;
Gönlümü o kadar temiz bıraktı.

O, beyaz bir kuştu ak kanatlıydı;
Yel gibi dağları aşan atlıydı;
Hayâldi, hayâlden bile tatlıydı;
Ne ışık bıraktı, ne iz bıraktı


Orhan Seyfi Orhon
 
BIR IZDIVACTAN SONRA

Her akşam muhakkak tesadüfümüz,
Yolumun üstünde yine sen varsın.
Nedir bu sevinçle gülümseyen yüz,
Vefasız, galiba çok bahtiyarsın.

Sen beni aldat da bu aşk oynunda,
Git, başka birinin uyu koynunda.
Hiç şüphen olmasın güzel boynunda,
Aşkın vebali var, bir günahkarsın.

Uzaktan gülersin, gülümserim ben,
Bakışır geçeriz, bir şey demeden
Bilmem ki bu garip gülümsemeden,
Ben ne kastederim, sen ne anlarsın..

Orhan Seyfi Orhon
 
BIZ INSANLAR

İnsanız, en şerefli mahlukuz...
Deyip de pek fazla
Övünmemiz haksız,
Atamız elma çaldı cennetten.
Biz, o hırsızların çocuklarıyız..

Orhan Seyfi Orhon
 
MANİLER


Sen gül dalında gonca,
Ben dağ yolunda yonca.
Sen açılıp gülersin,
Ben sararıp solunca!


* * *

Sevdi aldattı beni;
Güldü, ağlattı beni!
Gittim kölesi oldum;
Götürdü sattı beni!

* * *

Can işte... Canan hani?
Dert işte!... Derman hani?
Gönül sarayı bomboş,
Beklenen sultan hani?

ORHAN SEYFİ ORHON
 
Son Veda

Hani o bırakıp giderken seni;
Bu öksüz tavrını takmayacaktın?
Alnına koyarken veda busemi,
Yüzüme bu türlü bakmayacaktın?
Hani ey gözlerim bu son vedada,
Yolunu kaybeden yolcunun dağda,
Birini çağırmak için imdada,
Yaktığı ateşi yakmayacaktın?
Gelse de en acı sözler dilime,
Uçacak sanırdım bir kaç kelime...
Bir alev halinde düştün elime,
Hani ey gözyaşım, akmayacaktın?

Orhan Seyfi Orhon
 
DUA

Ulu Tanrım, şu karanlık yolları,
Bizi sana ulaştıran yollar et!
İhtirasla kilitlenmiş kolları,
Birbirini kucaklayan kollar et!

Muhabbetin gönlümüzde hız olsun,
Güttüğümüz Hakk'a veren iz olsun,
Önümüzde uçurumlar düz olsun,
Yolumuzda dikenleri güller et!

Dalaletle bırakıp da insanı,
Yapma arzın en korkulu hayvanı;
Unutturma doğruluğu vicdanı
Bizi sana layık olan kullar et!

Orhan Seyfi Orhon
 
GÖZLERİNDE SEYAHAT

Çıktım bugün güzellerin gözlerinde seyahate:
Bu yolculuk bilmem nasıl erecekti nihayete?
Mavi gözler... Pek asabi, dalgalı bir deniz gibi;
Yeşil gözler en ziyade mütemayil hıyanete.
Sarışınlar... Yorgun bir yaz semasını andırıyor,
İlk busede başlayacak talihinden şikayete.
Ela gözler... Akşam gibi gölge dolu, hicran dolu,
Bu gözlerde hiç tesadüf etmedim ben saadete.
Gece oldu... En sonunda siyah gözler geldi, durdum;
Bu karanlık yolda artık imkan yoktu seyahate!

Orhan Seyfi Orhon
 
X