Merhaba
Aslında bugüne kadar, zaten konuyla ilgili görüşlerime eşdeğer yorumlar yazılmış olan bir çok konuda -sadece okuyucu kalmayı- tercih etmeme rağmen, bu defa yine de yazmak istedim, ben de...
Çünkü, çok fazla açıdan çok önemli konulara götürdü beni bazı durumlar...
Konu başlığı altındaki "son soruya" cevap vererek devam edeyim...
"Kendi adına böyle bir değişiklik hakkını tercih eden veya kullanan kişi" erkek de olsa, kadın da olsa; durumla ilgili görüşüm, düşüncelerim, yaklaşımım ve yorumum değişmez, aynı şekilde olur...
Belki doğru bir tespit olmayabilir ama böylesi bir değişimle ilgili (çok fazla olmayan) hoşgörme oranının ise, kendi içinde ;
"Erkek bedeninden değişime uğrayanlara karşı daha az, kadın bedeninden değişime uğrayanlara karşı ise biraz daha fazla olduğu" gibi, göze çarpan bir başka sonuç daha var sanki ortada, ülke genelindeki tabloya bakıldığında...
Bunun sebebi de (arka planda) sanırım yine şu "insan olması" bakışından ziyade, kadın veya erkek olması bakışıyla alakalı pek çok konunun devamı gibi düşündürüyor insanı...
Tek fark, bu defa "namus" meselesinde, belki de -sadece bir tek bu konuda- erkekler kılıçlarını sadece kadına değil, erkeğe karşı da çekiyorlar... Tabiri caiz ise; "Erkekliğe halal getirilmiş olması" devreye giriyor herhalde...
Hal böyle olunca da, aynen Rüzgar'ın şu an -maruz kaldığı haberlerini aldığımız sonuçlar- bunu yapan kişi erkek olduğunda, çok daha hararetli ve çok daha korkunç çok daha aşağılayıcı boyutlara da ulaşabiliyor doğal olarak...
Ayrıca, bu konuyla alakalı basında, nette veya sosyal paylaşım sitelerinde ulaştığımız ya da gördüğümüz haber veya yorumların ne kadarının? doğru veya yanlış olduğu hususunu da unutmamak lazım. Çünkü, bir konu gündeme düştüğünde, zaman zaman her konuda, bir ertesi gün, daha ertesi gün, bir öncekileri silip süpürecek başkaca bir dolu yeni yeni şeyleri, kimi zaman bazıları hakkında yalanlamaları, çoğu zaman memleket meselesi mevzularda dahi, öyle çok görüyoruz ki ! Belki çirkin bir söylem olacak farkındayım ama "Malzeme" denen şeyi bulmuşken, sanırım herkes kendi çapında bunu kendine göre bir şekilde olabildiğince malzeme de edecektir mutlaka...
Böyle bir cinsel değişim tercihini "kabul edilemez" bulan herkesi saygıyla karşılayabilirim. Ama "yanlış" denilmesine aynı saygıyı gösteremiyorum.
Çünkü;
Neye göre yanlış? Kime göre yanlış?
Bunun doğru ölçümünü yapabilecek bir "ölçüm cihazı" bir "ölçüm metodu" bir "tartı" var mı ki?
Eğer böyle bir şey olabilseydi ve buradan "yanlıştır" ibaresine ulaşılabilseydi, yanlışlığı bu şekilde teyit ve tescil edilebiliyor olsaydı, o zaman herkes bu görüşe katılır, kabul edebilirdi -ki doğrusu da bu olurdu...
Maalesef böyle bir şey yok... Aynen hepimizin "normal - anormal" sınıflandırmalarımızın da "ne kadar ve hangi ölçüde doğru olduğunu ölçebilen" bir cihaz ve ölçü olmadığı gibi...
Konunun tıbbi, cerrahi veya psikolojik boyutuyla değerlendirilmesini ise (olumsuzluk içeren sonuçlara varılması, ısrarla hala bu kişinin aslında sadece bedenindeki görülenden ibaret olduğu ve kadın olduğu varsayımından hareketle, gerekli terapi, tedavi veya desteğin doğru yapılması durumunda bu yolu seçmekten alıkonulabileceği ve doğrusunun da böyle olacağı görüşlerinin savunulmasını) yersiz ve faydasız buluyorum.
Çünkü; bu tespitleri yapabilecek bir otorite veya bu konularda yeterli olabilecek, eğitimi, unvanı araştırmaları her açıdan bu hususlarda yeterli olabilecek kişiler dışındaki kimselerin bu yöndeki tespitleri, taktir edersiniz ki tamamen afaki sonuçlar olacaktır. Kaldı ki; Sonuçta böyle bir süreçte her bakımdan ele alınan olaylar ve yapılan şeyler "Yarım yaprak kağıt havluyu alıp kopartmak "gibi kolaycacık ve basit şeyler de değil zaten...
Yine aynı şekilde, dini açıdan değerlendirilmesini de uygun bulmuyorum, açıkça söylemek gerekirse.
Hele ki, ahiretimizle ilgili olarak daha kendi konum ve durumumuzu bilebilme, değerlendirebilme bu konuda taktir kılabilme gibi bir yeteneğimiz ve hakkımız dahi elimizde değilken,
her kim olursa olsun "bir başkasının ahiretinin akibeti hakkında bir sonuca varmak" için, zaten hiç birimizde bir hak olmadığı gibi, böyle bir işe kalkışmanın da yersiz, gereksiz, yanlış ve haddimizi aşmak olduğunu - olacağını anlamak da zor olmasa gerek...
Kaldı ki, bu açıdan bir takım değerlendirme ve sonuçlar üzerinden yorumlar yapmak, hiçbirimize bir şey kazandırmayacağı gibi, ayrıca çok şeyler kaybettirecek veya insanların birbirini incitmesinden, sevgi ve saygının yitirildiği gereksiz ve anlamsız polemiklere sürüklenmekten başka hiç bir işe de yaramayacaktır. Biri de çıkıp; (Allah bu kızı zaten erkek olarak yaratmış ki bu duyguları taşıyor, hem hiç ellerinin kemik yapısına, gırtlak yapısına ve ayak yapısına niye dikkat etmiyorsunuz ki? Geriye sadece ilk bakışta kadın olarak yaratılmış olduğunu görebildiğiniz ve düşündüğünüz kısmı kalıyor! ki bu da tartışılır) diyecek olsa, bu defa da karşılıklı olarak Allah'ın hangi şekilde yarattığının hesap ve muhasebesine mi girişeceğiz ???
Hepimiz anne - babayız veya anne baba adaylarıyız. Eğer tercihlerini bu yönde kullanmamış veya ileride bu yönde kullanmama kararı vermiş olanlar ve kullanmayacak olanlar varsa da (ki bu tür kararlar da kişilerin sadece kendi özelidir) onların da çocukları değil ise de mutlaka ya kardeşleri, ya kuzenleri ya da daha pek çok ikinci-üçüncü derece yakınları ve sevdiklerinin çocukları mutlaka vardır en yakınlarında, hatta çok sevdikleri...
Öncelikle, Allah yardımcısı olsun ve umarım hayatının bundan sonrasında, bu kararıyla ilgili en ufacık bir tereddüt ve pişmanlık yaşamadan, çok çok mutlu olsun inşallah...
Bu gencin yaşadıkları, kararı ve şu andaki hali, bana sadece aşağıdakileri düşündürdü...
Pek çok insan gibi "Allah korusun dedim" çünkü, hem o genç için, hem de ailesi için ne kadar zor bir durum olduğunu zaten anlayabiliyoruz hepimiz...
Ayrıca, bir çocuğu veya genci sevmek, onun durumunu düşünmek için, illa ki kendi çocuğumuz mu olması gerekiyor? Bir başka çocuk da, yine içimizden birilerinin çocuğu değil mi sonuçta?
Benim çocuğumda aynı durum olsaydı ne yapardım acaba? sorusunu sordum kendime. Ama, böyle bir şeyi olasılık dışında tutarak, görmezden gelerek, düşünmek bile istemeyerek, bundan uzaklaşma yoluna gitmedim...
Çünkü diğer bir çok hususta olduğu gibi, bu konuda da böyle bir garantim olmadığı gerçeğini düşünmek ve görmek zorundayım...
Yastık altı etmenin, sadece kendimi kandırmaktan öteye gitmeyeceğini kabul ederek, milyarda bir ihtimal dahi olsa; bu ihtimal üzerinden "çocuğumu en az tahribatla" nasıl bir çok üzüntüden kurtarabilirim? in, Çocuklarımız ve gençlerimiz için bu anlamda neler yapabiliriz? in, cevaplarını aramanın ve bulmanın daha doğru bir şey olduğunu düşünerek, buna yöneldim hemen...
Belki biraz uzun oluyor ama söz konusu olan gözümüzden bile sakındığımız yavrularımız, herşeyimiz, geleceğimiz çocuklarımız ve gençlerimiz olunca, belki küçücük de olsa bir farklı bakışa daha sebep olabilirmiyim? düşüncesiyle, kendi kendime düşündüklerimi sizlerle de paylaşmaya devam etmeyi uygun buluyorum...
Bakın Rüzgar"ın röportajı beni nerelere götürdü...
Çok küçük henüz 6 yaşlarımdayken, siyah beyaz televizyonlarda bir amca dinlemiştim. Adı Atalay YÖRÜKOĞLU ydu.
Galiba haftada bir gün oluyordu (onu tam olarak hatırlayamıyorum) söylediklerini çok büyük bir ilgiyle, dikkatle dinlemeye çalışır ve yerine getirilmesi gereken şeyler olarak algılardım ve çok severdim bu insanı. Bende yer eden ve O'nunla tanıştığım ilk konuşmasında;
"Beş - altı yaşlarında bir çocuğun, kendi yatağını yapması gerektiğini, gerekirse sonradan o görmeden düzeltmelerini ama çocuklarına bu alışkanlığı ve sorumluluğu mutlaka vermeleri gerektiğini" söylüyordu annelere. Ama bunu duymuş olmak bana ne yapmam gerektiğini göstermek için ve yerine getirmek için fazlasıyla yeterli olmuştu, daha başka değindiği her konuda hemen kendi hayatımda uygulamaya geçiriyordum. Kendimce büyük başarılar elde ediyor, doğru doğru şeyler yapıyordum böylece... :)
Eski yıllarda, son onbeş yirmi yıldır hızla artan kişisel gelişim odaklı veya aynı şekilde pedagoji bakımından öyle rehber olacak, kolay formül ve önerilerle dolu yayın neredeyse yok denecek gibiydi.
Var olanlar ise, eğitim amaçlı kitaplardı. Aklım erir - ermez yaşlardan itibaren, ta ki Doğan Cüceloğlu ve Haluk Yavuzer'in bu yöndeki kitaplarının ve diğerlerinin yaygınlaşmasına kadar, harçlıklarımdan biriktirerek yıllarca (bir çok kısmını aslında anlayamadığım) neredeyse bütün kitaplarını okumuşumdur Atalay YÖRÜKOĞLU'nun...
Gün geldi, ben de anne oldum... Çocuğuma; sen dili - ben dili, empati, etkili ve olumlu iletişim, cinsel kimliğine uygun hareket davranış ve kılık kıyafetlerin önemi, her ne olursa olsun tarafımızdan her zaman için çok seviliyor ve sevilecek olduğunu asla unutmaması vb. daha bir çok hususta, öğrendiklerim ve gücümün yettiğince doğru davranışlar sergilemeye, ona bunları olabildiğince hissettirmeye çalıştım...
Bunlara rağmen; bu genç insanın röportajından sonra, büyük bir hayretle aslında daha önce hiç düşünemediğim (belki şu anda da sadece tahmini) bir sonuca ulaştım...
Allah herkesin evladını bağışlasın, çocuğumuz gürbüz diye tanımlanan bir fiziksel özelliğe sahipti. Sanrasında ve halen de iri - yarı diye tarif ettiğimiz şekilde devam etti bu durum.
Hal böyle olunca, daha ilk adım ayakkabıları da dahil olmak üzere bulunduğu ayın, çok çok ilerisinde bir ayakkabı numarası kullanabiliyordum. Yaşı ilerledikçe (ayaklar aynı şekilde oldukça etli de olunca) doğal olarak burun kısmı çok daha geniş, olabildiğince yuvarlak olan modelleri seçiyordum, ayak sağlığı ve rahat edebilmesi için.
Özellikle ana okulunda 6 yaş içindeyken ve sonrasında birinci - ikinci sınıfa giderken; Bu anlamda en uygun bulduğum modeller diye, deri ve daha da rahat etmesi açısından nubuk olmak üzere genellikle sürekli Tımberland aldığımı çok iyi hatırlıyorum şimdi.
Ve çocuk, ana okulunda bu konuda mızıklanmaya başlamıştı zaten ve birinci - ikinci sınıftayken, iyiden iyiye sadece spor ayakkabılarını giymek istiyordu okula giderken...
İzin verildiği ölçüde, koyu renk spor ayakkabılar almak suretiyle, arada onları giymesine müsaade ederek atlatmaya çalışmıştım bu süreci...
Ayakkabı almaya gittiğimizde ise; (hoş olmayacak biliyorum ama tanımlamak adına kullanmakta bir sakınca yoktur sanırım) hani klasik kullandığımız bir deyim vardır ya, maganda gibi falan deriz, işte çocuk sürekli o tip ayakkabılara, kovboy modellerine yönleniyordu sadece, yani resmen baba ayakkabıları modelleri... Ayakları da epey büyük olunca, otuzsekiz numaraları hafiften büyük gelse de, ısrarla onları almak istiyordu.
Ha , diyeceksiniz ki bunda ne var? Kız çocukların annelerinin rujları, topuklu pabuçlarına olan durum gibi, erkek çocukların da baba ve büyüklerin ayakkabılarına özenmesi normaldir, hatta olması gerekir...
Evet, katılıyorum... Ama, şu anda geriye dönük irdelediğimde, o zaman değerlendiremediğim ayrıntılar, kocaman kocaman geliveriyor gözümün önüne...
Çocuk, daha ikinci sınıfta okul harçlıklarıyla (bugünkü ederi on-onbeş lira gibi) bir çift ayakkabı almıştı, mahallemizdeki ayakkabıcıdan. Tam istediği gibi... Ve inanın hiçbirinizin o yaştaki çocuğunuza asla onu giydirmeyeceğinizi garanti edebilirim... :) inanın o derece ...
(Daha sonra da, bu durum devam etti. Birlikte aldıklarımızda tam olarak kullanamadığı tercihini, sanırım bu şekilde gideriyor olabilir miydi acaba? sorusunu ise şu anda düşünebiliyorum ancak)
Yine, düşünüyorum da şimdi; Çocuk o dönemlerde ve sonrasında epey daha büyüyüp aklı iyice erinceye kadar; asla ve asla pikniğe dahi, eşofman altı giyerek gitmemiştir. Mutlaka ve mutlaka kot ya da keten pantolon giyerdi... Ne yapsak, ne desek, ne anlatsak da, yanındaki erişkinlerin bile tümünün eşofmanla gittikleri tüm ortamlara dahi, O'nu asla alt eşofmanla götürememiştik...
Acaba diyorum;
Her ne kadar kadın ve erkek tarzları arasında fark olsa da; Tımberland ayakkabı modelleri, nihayetinde genel görünüm ve modeli bakımından uniseks sonuçta..
O yaştaki bir çocuk, bu ayırımı idrak edebilmek yerine, benzerlerinin kız arkadaşlarında da olması nedeniyle, belki de bu denli bir reddediş içerisine girmiş olabilir mi? diye düşündürdü tüm bu hatırladıklarım beni şu anda...
Yani; aslında kendinle özdeşleştiremediği, kendinle bütünleştiremediği bir şeylere sadece mecburen katlanmaktı belki de O'nun için, benim tercih ettiğim o ayakkabıları giydiği tüm zamanlar...
Belki de onun içindi, (diğer çocuklarda olabilen halinden çok daha abartılı bir şekilde) kocaman adam ayakkabılarını sürekli ve o kadar çok ısrarla tercihi, belki de eşofman bile bundan kaynaklı olarak o denli rahatsız ediyordu, olabildiğince kendi gibi olduğunu hissettiği şeylere normalden çok daha fazla duyarlı olması... belki de ben hiç farkında olamamışım, çocuk ısrarla o ayakkabıları bu denli reddederken, böyle bir olasılığı hiç düşünememişim bile... Çünkü bence zaten onlar erkek ayakkabısıydı... Peki ya O'nun için öyle miydi acaba?
İşte bunun cevabını bilemiyorum. Gece buradaki yorumları okuduğum ve konu beni buralara götürdüğü andan itibaren, kesintisiz olarak merak etmiyor değilim aslında bu sorunun cevabını.
Şimdi soruyorum kendime ve sizlere?
Evet, "eğer kendi hissettiği farklı bir cinsiyeti olsaydı" (geçici olarak veya Rüzgar'ın yaşadığı şekilde, hiç fark etmez) kendi kabul edildiği ve başkalarınca olması gerektiğini düşündüğü şeklinden farklı bir eğilimi olsaydı eğer; çocuk o zaman da (kendini içinde daha iyi ve mutlu hissettiği tercihlerinde) ayakkabı ve pantolon örneğindekiyle aynı derecede ısrarcı olabilir miydi acaba?
Bence; kesinlikle Hayır ! Mümkün değil olamazdı...
Bir erişkinin dahi (bırakın bu kadar farklı karşılanacağı ve reddedileceği bir hususu) kendi günlük yaşantısını, kendi görüşlerini, kendi sosyal hayatını, kendi özelini bile gün gelip içinde yaşadığı bir takım toplumsal kriterlere göre düzenlemek durumunda kaldığı gerçeğinden yola çıkarsak, ruhları bu kadar hassas dönemlerindeyken bir çocuğun veya bir gencin bunu ortaya koymasını beklemek, sanırım sadece ütopik bir düşünceden ileri gidemez...
Ve anladım ki; (ne kadar bilinçli olmaya çalışsam, ne kadar bu konuda dikkatli ve gerektiği gibi davranmaya çalışmış olsam da) çocuğun kendi bulunduğu bedensel ve ruhsal cinsiyetini sergilerken dahi onu belki de olması gerektiği gibi anlayamamışsam, farklı şekilde olsaydı demek ki hiç anlayamayacak, belki de hiç destekleyemeyecek ve bu durumuyla ilgili yaşayacağı o korkunç yanardağ lavlarının altında, o korkunç fırtınalarla sürüklenmesinde, onca acılar çekmesinde "gözümden sakındığım, canımı verebileceğim" sevgili yavruma, hiç bir faydam olamayacağı gibi, bunlara ortaklık bile edemeyebilecekmişim belki de..
Ne kadar acı değil mi böyle birşey? Gerek bir anne için, gerek bir baba için, gerekse herkes için ...
Çocuğu, sürekli ve daima doğru eğilimlere yönlendirmeye çalışırken; aslında doğru mu yapıyoruz?
Yoksa, belki de çok daha erken farkedebileceğimiz bir takım gerçeklerin çok daha geç farkedilmesine de sebep olabilir mi aynı zamanda acaba, bu durum?
Bakın sadece bu bile, ne kadar düşündürücü öyle değil mi? Buradaki en doğru dozu nasıl ayarlayabiliriz?
Hani bir yandan, çok önemli olan bu yönlendirme ve kimlik kazandırma yardımlarımızı mutlaka yapmalı, bu konuda onlara destek vermeli, yönlendirici olmalıyız tabi ki...
Ancak beraberinde; belki de gözlemlemek ve daha doğru tespitler yapabilmek adına arada sık sık ve bir kaç kez üst üste olmak üzere kendi tercihlerini kullanmalarına, kendi hissettikleri kimlik veya eğilimlerini sergilemelerine de izin vermek suretiyle takip edebilmek, onlara yapılacak en büyük iyiliklerden biri olmalı sanırım...
Böylece; eğer kimlik arayışı veya geçici olarak bir aidiyetlik duygusu nedeniyle bir karmaşıklık içinde ise, bunun tespit edilerek (durumla ilgili profesyonel destek almak suretiyle) çocuklarımızın aslında yanlış olabilecek yöne gitmesinin de önüne geçmiş olmaz mıyız aynı zamanda?
Yok eğer tespit edilen durumun, (gerekli uzmanlarca da bu yönde kanaate varılmak suretiyle) Rüzgar'ın durumu gibi olması söz konusu ise; o zaman da er veya geç bu şekilde sonuçlanacak bir şey için, yok yere o küçücük kalbin, o minicik bedenin ve o hassas ruhun, bunca yıl bunca acılar ve sıkıntılar çekmesinin de önüne geçilmiş olmaz mı aynı zamanda?
Kaynak belirtmeden alıntı yapmayı sevmiyor ve yapmıyor olmama rağmen, gerçekten hatırlayamadığım için belirtebilmem mümkün değil ama geçmiş yıllarda iyi bir kaynaktan okuduğum bir bilgi beni çok düşündürmüştü...
Hani diyoruz ya, aile terbiyesi veya anne - baba olarak bizim verdiğimiz şeyler vs. vs. Bunlar tabi ki çok önemli... Fakat (dört dörtlük olabilsek de) eskiden olduğu gibi tek başına asla yeterli değil artık bazı şeyler...
Annelerin çoğu çalışıyor, artık pek çok aile eğer anlaşamıyor iseler, eskiden olduğu gibi yanlış ve kavga döğüş modundaki bir evliliği sırf çocuklar yüzünden sürdürmenin çocuk üzerinde çok daha olumsuz etkilerini de gözönüne alarak boşanıyorlar. Ayrıca, annesi çalışmayan veya anne babasıyla birlikte yaşayan çocukların da çok daha farklı açılardan bir dolu etkilere açık olduğunu da unutmamak lazım...
0-6 yaş döneminin, insan hayatında ne denli önemli olduğunu zaten hepimiz biliyoruz... Eskiden % 80 lerde bir oranla etkili iken, günümüzde bu dönem ve aile faktörünün, diğer faktörlerdeki değişimler ve pek çok etkenden dolayı, artık % 20 lere kadar inebildiğini belirtiyordu okuduğum kaynak ve beni çok sarsmıştı bu bilgi...
Yani, gerek şu an mevzu bahis olan meselede, gerekse her gün gençlerin hepimizi üzen bir takım hazin sonlarıyla ilgili meselelerde ve bizlere çok uzakmış gibi düşündüğümüz daha pek çok şeylerde; Allah muhfaza, bizlerin çocuklarının da başına gelmeyeceğinin garantisini kim verebilir ki?
Kişilerin tercihlerine (bir başka kişinin hakkını ihlal etmediği sürece) her ne olursa olsun, saygı duyamasam dahi saygı gösterme konusunda aşırı hassas davranan ve uygulamada da buna azami dikkat etmeye gayret gösteren biri olduğumu söyleyebilirim...
Lakin;
Bu konuda hem de böylesine iddialı olmama rağmen;
Son iki gündür sürekli "Yok cinsel olarak kiminle birlikte olacakmış?"
"Yok nasıl olacakmış? "
"Yok askerlik durumu ne olacakmış?" ...........
her şekilde dillerden düşmeyen bu genç insan;
sadece aşağıdaki sözleriyle bile;
Bir kez daha, "Tercihlere saygı göstermenin" ne kadar gerekli ve ne kadar doğru bir şey olduğunu ve olacağını,
üstelik "benim düşünebileceğimden çok daha önemli boyutları olduğunu ve olabileceğini " de öğretti bana, hem de kendisinden çok çok daha fazla olan şu yaşımda...
- 10 yaşında filandım, bir çocuk markasının erkek reyonundan şort veya tişört aldı annem, daha doğrusu ben seçtim, o da itiraz etmedi.
Dünyalar benim oldu! İçinde kendimi en rahat hissettiğim giysilerimdi.
Saçlarımı, Amerikan tıraşı kestirince de kendimi çok beğenmiştim.
O halimle bir akrabamızın düğününde kızlar tuvaletine girecektim, orada çalışan biri, Oraya giremezsin! Erkeklere girmen gerekiyor” demişti de ne kadar mutlu olmuştum.
İçimde bitmeyen bir savaş vardı, ruhumla bedenim arasında...
Allah hepimizin evlatlarını her türlü kötülüklerden korusun, daima iyi şeylerle, iyiliklerle, doğruluklarla, güzelliklerle ve daima iyilerle karşılaştırsın inşallah...
Ve hiç birimizin yavruları, bizlerden kaynaklanan bir eksiklik, bir bilgisizlik veya farkındasızlık nedeniyle; ne bir acı ve üzüntü ne de bir sevgisizlik asla yaşamasınlar inşallah...
Onlar, her ne olursa olsunlar, şu koskoca dünyada hiç kimse ve hiç birşey onların yanlarında olmasa da, bizlerin kanatlarının sıcaklığının her zaman onlarla olacağını düşünebilsinler, kantarımız altında olabilecekleri duygusundan hiç bir zaman mahrum hissetmesinler inşallah kendilerini...
Sevgi ve saygılarımla