Rize Yöresel Örf Ve Adetleri

Nevreste

Hala umudum var
Yönetici
Editor
16 Ağustos 2010
290.142
596.074
42
EVLENME

Evlilikler yakın çevreden yapılır, yakın çevrede kız yoksa dışarı çıkılırdı. Gelinlik kız komşu, akraba ve aile büyüklerince yapılırdı. Her ne kadar erkeğin görüşü alınsada son söz aile büyüklerindi
Beşik kertme vardı. Ancak bu doğuda olduğu kadar zorlayıcı olmayıp, çocuklar büyüyünce evleme zorunluğu taşımazlardı. Kız arama da elçi denilen insanlar devreye girerdi.
Kız seçimine çok önem verilirdi. Kızın soyu sopu araştırılırdı. Kız tarafıda erkeğin soyu sopunu araştırır, uygunsa verirdi. Kızın erkeğe gönüllü olması ve kaçma işini beraber planladıkları durumlarda olay fazla büyütülmez, zamanla örtbas edilirdi. Sevenlerin kavuşamama durumunda maraz denen ruh hastalıkları olurdu. Kız istenmeden önce ondan büyük kız olup olmadığı araştırılırdı. Böyle bir durum varsa kız istenmez, istense de büyük kız varken ufak kız verilmezdi. Kızın bir başkasına sevdalı olup olmadığına bakılrdı. Kız daha istenmeden, yani iş resmiyete dökülmeden elçiler sayesinde iş halledilmiş olurdu.
Kız istenmeye gidilirken karşı taraf haberdar edilir, hazırlıklı olmaları sağlanırdı. Erkek tarafı karşılanır ağırlanır. Bir müddet ordan buradan konuşuldukjtan sonra asıl konuya girilirdi. "Allah'un izniyle, Peyganberun kavliyle kizinuzi oğlumuz Temel'e istiyiruk" denirdi. Kız tarafı kendini naza çeker, cevap vermek istemez, çay kahve, yemek ikram edip konuyu dağıtmaya çalışırdı. Erke tarafı da israr eder "Kızı vermezseniz ne yemeğinizi yeriz nede kahvenizi içeriz" derdi. Hayli mücadele sonunda istekler sıralanır, kabul edilince de kız verilirdi. Kız istendiğinde verilirdi. Çünkü söz önceden alınır ve kararlaştırılmış olurdu. Söz alınmadan kız istendiğinde, istenmedik olaylar olabilirdi. Erkek tarafı soğuk karşılanır. Mazeretler uydurulur. Bazen de kız görücüye çıkmazdı. Kız tarafı erkek tarfının karşılayabileceği kadar başlık parası isterdi. Bu kıza harcanırdı. Ayrıca kıza alınacak eşya ve altın tesbit edilirdi.

Ara kesildikten sonra (kızın sözünün alınması) olay hemen duyurulurdu. Bu da erkek tarfının dılaru da hava ya kurşun sıkmasıyla olurdu. Peşinden yemek yenir. Düğün günü belirlenir, ayrıntılar konuşulurdu.
Ara kesilirken kız tarfına verilen sözler düğnden önce yerine getirilirdi. Bir alış veriş günü tesbit edilirdi. Genellikle Çarşamba günü olurdu. Her iki tarfta birinci derece yakınlar olurdu.

Takılardan genellikle çok eskiden dilme fes, beşli, daha sonraları zincir, bilezik, küpe, yüzük, saat, alyans, iğne gibi altın eşyalar alınırdı. Daha sonra söz verilen giyim kuşam ve yerleşimle ilgili diğer eşyalar alınırdı.

Alınan eşyalar önce kız evine gönderilir, kızın kendi hazırladığı eşyalarla birlikte sergilenirdi. Bu olaya "Bohça Açıldı" denirdi. Perşembe'den Cumartesiye kadar açık kalır isteyen gelir bakardı.
Eşyalar evden çıkarken, kızın erkek kardeşi yoksa bir yakını kapıyı keser ya da sanduğa otururdu. Kapı erkek tarafının bir miktar para vermesiyle açılırdı. Cumartesi erkek evine getirilen eşyalar kız tarafınca yerleştirilirdi. Kına gecesi Cumartesi olup her iki taraftada yapılırdı. Misafirler horon eder, oynar, toplu halde kurşun sıkılırdı. O gecede geline kına yakılır. Başka isteyenlerde var ise onlarda kına yakardı. Bazen geline yakma işlemi Pazar sabahına bıraklıdığı da olurdu. Erkek tarafı kına gecesinde şeker, fındık türü yiyecekler gönderirdi. Pazar sabahı erkek tarafı kalabalık bir halde kızı almaya giderdi. "Duğunci" denen bu grup yol boyunca sık sık silah sıkardı. Bunu duyan kız tarafı da karşılık verirdi.
Gelini evden genellikte damadın babası veya ağabeyi çıkarırdı. Bu arada kapı kesilir bahşiş istenirdi. Yol boyunca yer yer yol kesildiği olurdu. Geli evden çıkarken kurşun sesleri ortalığı yıkardı.Bazı evlerdede ilahiler okunurdu . Yol yakınsa gelin yaya, uzaksa at ile getirilirdi. Gelinin evinden gelenlere ikram edilen lokumu damada ulaştıran ödüllendirilirdi. Bu kimseye "müjdeci" denirdi. Müjdeciye ya para ya da bir tepsi baklava verilirdi. Kız ve erkek tarafıı birlikte kurşun ata ata gelinle birlikte erkek evine gelirdi. Bu gruba "alay" denirdi. Kız ağlarsa, "Hem ağlıyalum, hem gidelum" denirdi. Kız eve girmeden önce tatlı dilli olsun diye, elini bala tutturup sağ parmaklarıyla kapının başına sürerlerdi. Zengin olsun diye başına bez koyup para dökerlerdi. Kız tarfından birileri gelini içeri sokmaz.Bir şeyler isterdi. Buna "kapılık istemek" derlerdi.
Gelin odasına götürülür, oturtulur, yanında genellikle ablası veya yengesi bulunurdu. Bazen de o mahalede yeni gelin olmuş birisi de olabilirdi. Düğün akşama kadar devam ederdi. Bu arada sıksaray, sallama, atlama, titreme gibi horonlar yapılırdı. Horonlar genellikle erkek erkeğe, kadın kadına oynanırdı. Erkekler daha çok evin dışında veya avluda, kadınlar ise evin içinde bir yerde oynarlardı. Erkekler kızlar bir arda oynadığında kadınlar veya kızların kollarına ancak yakınları girebilirdi. Horonlar kaval, tulum, akordiyon, mozika (mızıka) nadir olarak zurna ve daha çok kemençe eşliğinde oynanırdı.

Çoğu zeminde şairle atma türkülerle horona ayrı bir renk katarlardı. Bu arada erkek anaları da boş durmaz. Sağa sola göz gezdirir. Bir kız ararlardı. Yakın komşuların yardımıyla misafirlere yemek verilirdi. Bu arada bazıları bahşiş almak için yemeği engellerdi. Buna "sofra bağlama" denirdi. Hava kararamadan düğün alayı dağılır fakat kız tarafından bir kaç kişi bir müddet daha beklerdi. Gerdeğe girilmeden eğer önceden kıyılmadıysa " hoca nikahı" yapılırdı. Ev gerdeğe gireceklere bırakılır. Bir günlüğüne ev sakinleri komşulara kalırdı. Pazartesi günü gelin erken kalkar ve ev işlerine konulurdu. Sözde uğursuzluk getirmesin diye geline bir hafta süpürge tutturulmazdı. Bugün aynı zamanda kız ve erkek tarafının birbirine bohça içersinde hediye verdiği gündür. Bu olaya "bohça çıktı" denirdi. Düğünden bir hafta sonra "yedi" olurdu. Yedi, kızın damatla babasının evine gitmesiydi. Damat'a bu arada bazen ağra kaçan şakalar yapılırdı. Bu şakalrdan korunmak için damadın yanında korumaları olurdu. Damat sofraya oturduğunda sofra arkadaşları tarafından bağlanır. Kaynana sofranın açılması ve damadın yemek yemesi için bahşiş verirdi. Yedididen birkaç gün sonra da kız tarafı erkek tarafınca devet edilirdi.

DOĞUM
Evlililiğin ilk devrelerinde gelinin hamile kalması istenirdi. Hamile kalmaması durumunda telaş düşülür, hata varsa bunun gelinden kaynaklandığı düşünülürdü. Hamile kalınması için okutma dahil her çareye başvurulurdu. Birkaç sene içinde eğer gelin hamile kalmazsa, anlaşılarak ya boşatılır, ya da üzerine kuma alınırdı. Eğer hamil kalmışsa, oturmasına, kalkmasına, yemesine, içmesine kadar dikkat edilir, bu arada bir çok batıl yöntem de uygulanırdı. Doğum zamanı köy ebesi çağrılırdı. Bebeğin çıpa'sını (göbek bağı) ebesi veya iyi huylu birisinin kesmesi istenirdi. İlk doğan sebinin erkek olması istenirdi. Şimdi de öyle ya. Çocuk doğar doğmaz sağ kulağına ezan ve sol kulağına kamet okunurdu. Doğum yapan anne kırk gün lohusa kalırdı. Çocuğa genellikle büyüklerin ismi verilirdi. Daha çok ölen nine, dede veya yakın tarihte ölmüş birinin ismi verilmesi halen devam etmektedir. Çocuk kısa bir süre kundakta kalır. Sonra beşiğe alınırdı. Nazarlanmasın diye çocuk uzun süre yabancılara gösterilmezdi.Gösterileceği zaman nazarlık takılır, yüzüne kara sürülürdü. Anne sütü olduğu müddetçe emzirilir. Sütten kesildikten sonra inek sütü verilirdi. Anne sütü yoksa, ilk zamanlarda, süt anne aranırdı. Yakın çevreden herkes çocuğu emzirir ona süt anne olurdu. Süt annelik yaygın bir uygulama olup yer yer hala devam etmektedir.

Süt çocuk, süt kardeşi ve ondan sonra doğacak çocuklarla "süt aşağı akar" diye evlendirilmezdi. Kız ergenlik dönemine kadar çember, daha sonra da keşan bağlardı. Erkek çocuklar ergenlik dönemine kadar mendil, yağluk, daha sonra da başlık ve abaniye bağlardı. Doğumdan sonra kızın annesi tarafından peşuk alayı yapılırdı. Alay ekek evinde olurdu. Alaya kızın ailesi ve yakınları katılırdı.Çocuk kız ise kırmızı, erkek ise mavi beşik hediye edilirdi. Bu olay sadece ilk çocuk için yapılırdı. Diğer çocuklar bu beşikle büyütülürdü. Alaya katılanlar eşya ve hediye veririlerdi. Kundağa konulmuş paralar ise çocuğu yıkayan ebeye hediye edilirdi. Ebeler çoğu zaman bu parayı almaz çocuğa bırakırdı.

ÖLÜM
Cenaze törenlerini hocalar yönlendirir. Eğer durum ağırlaşmış ve yapılacak bir şey kalmamışsa, hoca çağrılır, son nefeste Kur'an ile gitmesi sağlanırdı. Ölüm yaşlılar için doğal karşılanır, çocuk ve genç ölümleri derin iz bırakırdı.Bu gibi durumlarda halen devam eden ölünün arkasından destan yazma geleneği vardır. Ölen kimsenin ağzının açık kalmaması için bir bez parçasıyla ağzı bağlanır.Üzerine şimemesi için bir bıçak konur. Ölüm olayı yakın köylere sela, uzaklara telefon veya telgrafla bildirilir.
Cenaze genelde, ertesi gün gömülür. Bundan maksat uzakta olan yakınlarun gelebilmesi içindir.
Genellikle öğle namazı sonrası, yakınların yetişememe durumunda ikindi namazından sonra defin işlemi olur. Ölüye dargın olanlar dahi cenaze törenine katılır. Ölünün başında ağıt yakılır. Ağıtlarda sınır olmaz. Ölenin ardından iyiliklerinden, yaşadıklarından gelişigüzel sesli olarak bahsedilir. Bunu kadınlar çoğunlukla yapar. Komşular devreye girer, ölü sahiplerini teselli ederken geleni gideni ağırlar, uzaktan gelenlere yemek veririler. Ölünün hazırlanması, cenaze önce ve sonrası işlele hep komşular uğraşır.
Yıkanıp tabutla musllaya konan mevtanın yüzüne isteyen bakabilir. Cenaze namazına tabut omuzda götürülür. Her ailenin kendine ait mezarlığı olduğu gibi köyün ortak mezarlığıda vardır.

Ceset özenle hazırlanan mezara tabutla veya kefenle konur. Ceset gömülürken Kur'an okunur. Cenazeye gelen çocuklara bisküvi, şeker, fakirlere ve ihtiyacı olanlara havlu, namazgah, Kur'an-ı Kerim, dini bilgiler ve para verilirdi. Bazı yerlerde ölenin günahlarını affı için devir denilen dini bir tören yapılırdı.
Defin akşamı ölü evinde Kur'an okunur. Bazı yerlerde de ölünün yıkanmasından gömülmesine kadar ki süre de hatim yaptırılır. Belli aralıklarda mevlit okutulur. Ölü yakınları uzun süre yalnız bırakılmaz, ziyaret edilir.
Rize ve çevresinde birçok medeniyet ve devletler gelip geçmiştir. Fakat Rize'nin Türkler tarafından fethinden sonra, diğer medeniyetler târihin seyri içerisinde unutulmuş ve bu bölge tamâmen Türk-İslâm kültürüyle yoğrulmuş ve üstünlük sağlamıştır.

YÖRESEL YEMEKLER:
Rize'nin en sevilen sebzesi kara lahanadır. Ayrıca mısır ekmeği, otuzdan fazla yemeği yapılan hamsi, koz kaldıran, kaymaktan yapılan hoşmeri başlıca mahallî yemekleridir. Bölgeye özgü yemeklerden biride muhlamadır; mısır unu, tereyağı ve koloti peynirinden yapılan muhlama yöre sofrasının baş yemeğidir. Bunlardan başka bölgeye özgü bir sebze olan karalahanadan üretilen yemekler vardır; lahanadan açık sarma, ç***la, guli çorbası, helle çorbası, husli çorbası, lahana dolması, lahana ezmesi, lahana haşlaması, lahana rağtikosu, lahana sarması, lahana yemeği, princili lahana, sarma, vurma lahana gibi toplam 18 türlü yemek yapılır.

Bölgede yetişen fasulye, kabak ve arap kapağı, patlıcan, domates ve pırasadan sebze yemekleri; bu sebzelerden ayrıca pazı, salatalık, şalgam ve tomarıdan turşu yapılır.
Hayvanların etinden çoban kavurması, kıkırdak, et yahnisi, et yemeği, kavurma; sütünden yoğurt, süzme yoğurt, carmi (bir çeşit peynir) kurç (bir çeşit peynir). Minci, koloti peynir (şekli yuvarlaktır; ortası yumuşak, kenarları serttir) gibi gıda maddeleri; kıymak, mezus, minci kurusu, minci yemeği, portihala (loğusa ineğin sütünden üretilen bir çeşit tatlı) yapılır.


YÖRESEL GİYİM:
Kadınların başlarında genel olarak sâde ve çiçek desenli örtüler vardır. Uzun entari giyilir. Entari üzerine peştemal bağlanır. Peştemal ise umûmiyetle kahverengi, kırmızı ve siyah renktedir. Bele kalın bir kuşak sarılır. Ayağa renkli yün çorap giyilir. Başlarına keşan adı verilen bir örtü örterler.

Erkeklerin başlarında kara şayaktan yapılmış bir başlık vardır. Bu başlık ortası oyuk bir sargı biçimindedir. Yandan sarkan kolları ile bağlanarak başa sarılır. Gövdeye kolsuz ve yakası aşağı doğru uzanan yelek, bunun altında işlik denilen gömlek giyilir. Pantolonun yerini "zıpka" alır. Bu arkası körüklü, paçaları dar bir pantolon çeşididir. Ayağa "sabuk" denilen bir çizme giyilir.
HALK OYUNLARI VE FOLKLOR:
Halk oyunları ve müziği Doğu Karadeniz bölgesinin özelliklerini taşır. Folklor, halk müziği ve halk oyunlarında Kafkas ülkelerinin tesiri görülür. Başta gelen oyunları ise "horon" olup, bunların meşhurları"hemşin horonu, Rize titremesi, iki ayak, sıçrayarak ve sallama"dır. Horon kelimesi "horom"dan gelir. Bu ise mısır tarlalarındaki yığınlara verilen isimdir.

NELERİ İLE ÜNLÜ:
Çay Bahçeleri, Kaçkar Dağları, Ayder ve Çamlıhemşin Yaylaları, Anzer Balı, Zilkale ve Buzul Gölleri, Elevit Şelalesi, Palovit Yaylası, Fırtına Deresi Vadisi, Rize Kalesi, Rize Bezi

İL İSMİ NEREDEN GELİYOR?
Kafkas kökenli bir kelime olduğu sanılmaktadır.

ALINTIDIR...
 
*Beşik kertmesi:

Geçmiş de; yöre de azınlık sayıda ki bazıaileler ce uygulanmış bu adet gereği, kız ve erkeğin küçük yaşlarda, hatta beşikte iken, zamanı gelince birbirleriyle evlenmeleri kararlaştırılırdı.

Beşik kertmesini güçlendiren manevî unsurlar vardır. Bu yöntem, ana, baba ve aile büyükleri tarafından verilen karara dayandığı için; saygı, bağlılık ve yücelik duygularını kapsar. Çocuklarının mutlu olmaları adına aile büyüklerince verilen ve gençlerin benliklerine yer eden bu kararlar, bir anlamda vasiyete dönüşürdü.
Gençler için vasiyete uyulması bir görevdi. Bu nedenle beşik kertmeli nişanlıyı terk etmenin uğur getirmeyeceği düşünülürdü.
Beşik kertmesine benzer bir yöntem de, henüz evlenme çağına gelmeyen çocukları küçük yaşta sözleme, başka bir deyimle nişanlamak dı. Daha çok yakın akraba arasında uygulanan bu yöntemde erkeğin anası ya da babası kendi çevresinde beğendiği bir kızı, yaşına bakmaksızın, oğluna ister, karşı taraf da bunu kabul eder. Böylece küçükler nişanlanmış olurlar, nikâhları da kıyılır. Bu yöntemin bir başka sebebi de kızın, büyüdüğü zaman, kaçırılması, zorla alınması ihtimalini önlemektir.

*Görücülüğe gitmek:

Gelin adayının ana baba tarafından belirlenmesinde uygulanan diğer yöntemlerde görücülüğe veya kız bakmaya gitmek deyimiyle adlandırılır. Her ikisinde de amaç aile yaşantısına, çevre şartlarına uyum sağlayacak, ev işlerine yatkın, becerikli bir kız bulmaktır. Görücülük,bir kızın aranan şartlara haiz olup olmadığını gözlemek için kayınvalide adayının katılımıyla ya da kayınvalide adayı olmaksızın tanıdık, akraba kadınların haberli ya da habersiz bir şekilde yaptıkları bir ziyarettir. Böylece adayda aranan niteliklerin bulunup bulunmadığı araştırılır.

"Görücülüğe gitmek" te ; ziyarete gidenlere "görücü" , genç kızın görücüleri karşılamasına "görücüye çıkmak" denir.

Yakın geçmiş de ve günümüz de ; evlenecek olan erkeğin ailesi kız araştırır, uygun kız bulununduğunda oğlanın fikrini alır. Oğlan uygun görürse ,kız istenir. Bu arada kızın fikrine de başvurulur. Büyük bir tepki göstermezse bu iş olur. Hatta erkek tarafı daha önceden kızın tutumunu yoklar. eğer bu işe sert tepki gösterirse o kız istemekten vazgeçilir.

Gelin adayı belirlendikten sonra erkek tarafı, ailesinden kızı ister. Buna "kız isteme" , olumlu karşılık verilmesi halinde evlenmenin kesinleşmesine de "söz kesme" denir. Arkasından evlenmenin hukukî işlemi nikâh, sonra da tören ve şenlik yönü olan nişan ve düğün gerçekleşir.

Geçmiş dönemlerde kaç -göç dolayısıyla bir araya gelemeyen tarafları, vekilleri temsil ederdi. Oğlanın ve kızın muvafakati alınırdı. Bunun için üç kişi kızın evine gider, birisi adayı kabul edip etmediğini sorar. Kızın kabul iradesine göre iki kişi de şahitlik ederdi. Ondan sonra nikâh kıyılırdı

*Kız İsteme :
Kız istemeye giderken,isteyecek kişilerden sözcü olan çorabının birini ters,veya başka çorap giyer. Kız verilince üç veya yedi tüfek veya tabanca atışı yapılır.Başlık parası düğün zamanı ve nelerin isteneceği kararlaştırılır. Günümüzde başlık ve görücü usulüyle evlenmek tamamen kalkmıştır.

*Nişan:

Nikâhtan önce veya sonra kadınlar arasında olur. Damadın annesi, yakınlarıyla birlikte kız evine gider. Nişan yüzüğü kızın sağ elinin ince parmağına takılır, ayrıca çeşitli altın ve giyecek gönderilir.

*Kına Gecesi:

Erkek evinde eğlence olmaz. Erkek tarafından kızlar ve oğlanlar yanlarında kına ile kız evine giderler. Kız evinde kına yakılır. Evin hayatında kızlar horon oynar. aileye çok yakın oğlanlar horana girebilir. Yabancı erkekler horona giremez.

*Düğün:

Düğünden önce Pazartesi günü gönderilen eşyayı kapsayan mes- pabuç gelir ve gelin hazırlanır.

Salı günü düğün yemeği pişirilir.

Çarşamba günü oğlanın evinde düğün başlar,yöreye bağlı olarak ;kemençe ,tulum zurna ,akordiyon ve mızıka gibi enstrümanlar eşliğinde Horon oynanır ve türkü söylenir çeşitli şenlikler yapılır. Silah atılır, dinamit patlatılır.Aynı gün ve gece kızın evinde de şenlik olur, kızlar, erkekler horon ederler, türkü söylerler, selim sayarlar.Kız ve erkek tarafı yakınlarını ayrı ayrı düğüne davet eder.

Perşembe günü oğlanın evinde şenlik yapılır, arkasından düğüncü gelini almak üzere kızın evine gider kız tarafının davetlileri kız evinde toplanır ve erkek tarafından gelecek olanlar beklenir. Erkek tarafından gelen davetliler eve yaklaştıklarında evin kapısı kilitlenir.Bu kapının açılması için erkek tarafından bahşiş alınır. Damat kız almaya gelmez.

Gelinin odasından almaya kayınpeder gelir. Yengeye ve geline bahşiş verir ve gelinin yüzünü açar. Gelinin kardeşi gelini kapıya kadar çıkarır ve erkek tarafına teslim eder. Erkek tarafı, en önde gelin, kız evini terk eder. Kız tarafı kızla beraber, arkadan oğlan evine doğru gelir. Oğlan evine yaklaştıkça kız tarafı naz yapmaya başlar. at ister, araba ister, halı ister, geniş yol ister, yolu süpürttürür. Bin türlü zorluk çıkarttırır. Kız tarafı hizmetkar ister. Maksat damadı görmektir. Düğün amiri hizmetkar yok, efendi var der. Nihayet damat görünür. Elinde bozuk paralar vardır. Bunları gelinin başına atar. Bu paralar bereketli sayılır ve bunlarla kese dibi yapılır. Damat misafirlere hoş geldiniz der ve daha sonra yengesi ile eve çekilir.
Gelin yengesi ile birlikte gelin odasına yerleşir. Kayınpeder yengenin getirdiği kete valizini, keteyi getirenden ücret karşılığı alır ve yengeye teslim eder Evin müsait bir yerinde horon başlar. Erkekler oynar, kızlar oturur. Kızlar bu arada hem horonu hem gelini seyreder. Horon saatlerce sürer. İkindi ile akşam arası önce kız tarafına sonra erkek tarafına yemek verilir. Yemekten sonra bir kısım davetli dağılır.Perşembe akşamı gerdek gecesidir.

Cuma günü oğlanın evinde toplanılır. Bu güne sabayi ya da Paça günü, bugün için hazırlanan özel elbiseye (Paça günü elbisesi) denilir. Komşular, gelinin getirdiği eşyayı görmeye gelirler, aynı zamanda kızlar karşılıklı türkü söyler ve horon ederler. Bu toplantı kadınlar arasında olur. Cumartesinden itibaren gelin ev işlerine başlar.Düğünden 2-3 gün sonra kız evinden damadın evine gelinir. Buna "kız bakmaya gitmek" denir. Bunun için mısır unundan helva yapılır, siniye konur, baklava şeklinde kesilir; bir erkek ve bir kadın siniyi damadın evine götürürler. Orada helvanın yarısı alınır, yarısı gelinin babasının evine geri gönderilir, gelin de kadın ve erkekle birlikte baba evine varır, ev uzaksa orada bir gece kalır. Sonra damat evinden gelir, gelini alıp götürürler, damat onlara katılmaz. Bu olaya "Sini" denir. Bu ziyarette, baba evinde kızdan evliliğin ilk günleri hakkında bilgi alırlar; varsa karşılaştığı meseleler sorulur. Bu ziyaretten sonra enişte davetleri başlar. Gelin, evliliğin 7 ve 15. günlerinde kocasıyla birlikte baba evine gider; ikinci yemekte iki akşam kalır.Yeni gelin kırk gün, baba evine yaptığı ziyaretler dışında, akşamları evden dışarı çıkmaz. Zorunlu hallerde yanında bir ya da birkaç kişi bulunur. Çekemeyenler kötülük yapabilirler.Doğumu izleyen kırk gün içinde de bebek ve loğusa evden ayrılmaz. Aile ilişkilerinde bir de süt konusu vardır. Bazı kadınlar çevredeki erkek çocukları emzirirler. Böylece akrabalığa benzer yakın ilişkiler doğar; kadına süt anne, erkeğe uyağı denir.

Düğünlerde en önemli bölümdür. Horon kesilir. Herkes geniş bir hayatta (salon) toplanır orta yerde bir sofra kurulur. Kız tarafından temsilciler ve sözcü, erkek tarafından da eniştenin yengesi ile bir grup katılır. Kız tarafının sözcüsü, çeşitil yiyeceklerle sofrayı donattırır.Bunun yanında sembolik olarak yapılabilecek veya bulunabilecek isteklerde bulunur. Bunlardaki amaç düğünü neşe katmaktır. Örneğin içki istenir, buna karşı şişeye zeytin yağı ile su doldurularak gönderilir. Koç istenir, bir kişi sırtına post bağlar, başına koç boynuzu, boyununa çinlak bağlayarak gelir ve safrayı yıkmaya çalışır, iki kişi tutar ve sonra gelinin yengesi kede verir ve koç gider. Bundan sonra ihtiyar ve kocakarıyı temsil eden ve onlar gibi giyinen kişiler nükteli yanıtlar verirler. Bu sözler gelin ile damata öğüt, çevreye ise neşe verir, ihtiyar ve kocakarı ayrılırken çevreden onlara iğne batırılır.
Daha sonra enişte ve yengesi gelir. Gelin ve yengesi de sofrayı görebilecek yerdedir. Enişte hiç konuşmaz çevreden kendisine çeşitli laflar atılır. Fakat yanıt vermez. Onun yerine yengesi konuşur. Bu arada gelin ve enişte arasında gizli bakışmalar da olur. Eniştenin yengesi sorular sorulurken hem onlara yanıt verir, hem de üç tane küçük lokma hazırlar. Sonunda bu lokmanın enişte tarafından yenmesini sağlar. Enişte üçüncü lokmayı yerken hazırladığı paraları (özellikle madeni para) sofraya bırakarak hızla oradan ayrılır. Eniştenin konuşmaması onun kibarlığını ve ağırlığını gösterir.

*Horonda Bahşiş:

Horon oynarken tulumcu değişik bir ezgiyle horonculara yaklaşır. Bunun anlamı bahşişi istemektir. Ezgi kime yönelik ise o kişi bahşişi verir. Bu horonlardan bir gelenektir.
Eğer horon bir düğünde oynanıyorsa eniştenin kaynatanın, gelinin ve kaynananın horona girmesi gerekir. Horon sırasında geline, enişteye ve yakınlarına türkü atılması güzel bir gelenektir. Bu atma türküler çoğunlukla enişte üzerinde yoğunlaşırdı

*Kız Kaçırma , Peşe Gitme , Uyma :

Haçan bir kız kaçacak
Yan basar ayağını
Eve gelirde koymaz
Yemeğinin yağını
İner ahıra bakmaz
İneğinin bağını
Suya giderken kırar
Destinin dudağını

Evlenme çağına gelen kızla erkek arasında aşk, yöredeki deyimiyle, sevda ilişkisinin doğması ,herhangi bir tarafın veya her iki tarafın aile büyüklerince olumlu karşılanmaması halinde ; kız kaçırma,peşe gitme ,uyma yöntemine başvurulurdu.

Burada kızın tavrı söz konusudur.Kız kendi isteğiyle ve ailesine karşı bir tavır koyar. Anlaşmalı olarak oğlanla beraber kaçar. Buna Uyma gitme de denir. Kimse mani olmasın diye bu iş gece olur. Herkes uykuya daldığında, çoğunlukla sabaha doğru kız bohçasını hazırlar evden çıkar, dışarıda bekleyen oğlanla buluşup birlikte kaçarlar. Gündüz oluyorsa bakkala gidiyorum, komşuya gidiyorum bahanesiyle evden çıkıla bilinirdi. Kız kaçırma, eskilerde kalmasına rağmen peşe gitme seyrekte olsa olmaktadır.

Bazen ekonomik nedenlerle de olabilmektedir. Taşınmaz malların bölünmemesi, delikanlının başlık parasını verememesi, düğün masraflarını karşılayamaması, maddi varlığa dayanan seviye farkı, geçmişten gelen husumet, ailenin karşı koyması gibi sebepler yüzünden evlenme engeliyle karşılaşan gençler kaderlerini kendileri belirlerler; kız ana -babanın muvafakat olmaksızın delikanlıya kaçar.

Olayda zorlama yoktur; iki gencin özgür iradeleriyle evlenmeye karar verilirdi.. Ancak kızı, erkeğin peşine gitmiş göstermemek ve çevreye karşı rencide olmasını önlemek amacıyla, olaya sanki zorla götürülmüş havası verilirdi. Kızın oğlanın peşine gitmesine
Peşe gitmede taraflar kısa zamanda anlaşırdı Eğer kızın ailesini utandıran bir durum varsa hoş karşılanmazdı Peşe giden kız uzun süre babasının veya ağabeyinin yüzüne çıkamazdı. Kız kaçırma ve peşe gitme olaylarından sonra anlaşma sağlansa bile düğün yapılmazdı. Ancak elbise kesilir

Kız kaçırma:

Çoğunlukla, çevrenin yardımı ile gerçekleşir, daha sonrada aileler karşılıklı yumuşatılır ve aralarında uzlaşma sağlanır, kızı istemeye oğlanın babası, yoksa ağabeyi, veya amcası, kadınlardan büyükanne, veya anne veya akrabadan bir aile büyüğü gider, sonuçta gençler evlenir.

Bazı yerlerde kız kaçırma ya kız çekme derlerdi. Öyle pat diye kız kaçırmak olmazdı. Her işin bir yolu yordamı olduğu gibi bu işinde bir yolu yordamı vardı. İşin başında oğlan tarafı kızı ister idi. Umudunu kestiğinde bu yola başvururdu. Oğlan, yanına bir kaç arkadaşını alır kızı kollamaya başlardı. En uygun yer seçilirdi, burası deremen, çaylık olabileceği gibi, ot keserken veya eğratluk da olabilirdi.

Kız kaçıracaklar mutlaka silahlı olurdu. Eğer bu işe bir kere karar verilmişse vazgeçmek olmazdı. Üzerlerine kimsede gelemezdi. Kız ne kadar çırpınsa da, dirense de, bağırsa da çağırsa da hiç fayda etmezdi. Oğlan kızı yakınlarından birinin evine götürür veya ıssız bir yerde, dağlarda gizlenir.

Tabi zorla kaçırmanın sonunda iki aile uzun süre birbirine düşmanlık ederdi. En sonunda taraflar barışırdı.

Bazen de kız, sevdiğine değil de istemediğine verilirdi. Bu durumda ;kız,sevdiği oğlan tarafından kaçırılmayı beklerdi. Bu kaçırma olayı aslında peşe gitmedir de işin ardında bazı aile büyükleri vardır bunlar da kızın istemediği tarafa verilmesini istemezler ve böyle bir tezgah kurulur. Karşılıklı haberleşilir, uygun bir vakit kollanılır her şey ayarlanır ve sözüm ona oğlan kızı kaçırmış olur. Burada kızın bağırıp çağırması rol gereği olur. Bir müddet sonra kızın çeyizi de gönderilir. Kız tarafı ikna edilir barış sağlanır.

* Eğratluk / Meci :

Gelenek ve göreneklerin önemli bir bölümünü evin dışındaki ortak çalışma, karşılıklı yardımlaşmalar oluşturur. Bunlara eğratlık ya da meci denir.

Komşular birbirlerinin işlerini ücretsiz olarak görürler. Komşuları kendi işinde çalıştırmaya (eğratlık etmek) bu yöntemle çalışan kişiye (eğrat) denir.Eğratlık eden, eğrata, kaç gün çalıştırmışsa o kadar borçlanır, başka bir deyimle onun işinde o kadar gün çalışır.

Eğrata sadece yemek verilirdi .Öğlene kadar çalışılır,topluca öğlen yemeği yenirdi. Menü ,lahana mancasi, minci, yoğurt, mısır ekmeği .Yoğur ğopeçiye kabakdan yapılan kap)konur , ağzıda kutuni ile kapatılırdı.

Eğratlık, meci çalışmaları aynı zamanda bir eğlencedir; bu tür toplantılarda horon edilir, atma türkü söylenir.
Ancak çay ekiminden sonra mısır, fındık dikimi, hayvancılık azaldığı için eğratlık ve meci gelenekleri de birer hatıraya dönüşmektedir.
Haçan yayladan celdum benum atum toy idi.
Aradum buldum oni suyun altina idi.

Eğratlık yöntemi aşağı detayları ile belirtildiği üzere değişik alanlarda uygulanırdı.

Mısır Mecisi:

Tarla kazmak, mısır fidelerini seyreklemek (fitra) yabancı otları temizlemek (çağan etmek) harman,mısır ayıklama gibi ürünün nihai olarak elde edilmesine değin her aşamadada eğratlık yöntemi uygulanırdı.
Mısır, iki defa çapalanır.( 1. kat /1. katı vurmak, ve 2. kat / 2. katı vurmak) Bu işler eğratlıkla yapılır.

Mısır Ayıklama

Mısır toplandıktan sonra bir odaya yığılır. Komşular çoğunlukla geceleri toplanarak birbirlerinin mısırlarını soyarlar. Buna mısır mecisi de denir. Mısır mecisi eğlence havası içinde geçer, türkü söylenir. Bir mecide söylenen türküden hatırlanabilen beyit şöyle:
ipler um yiğum dolmaz
Çözerim çile, olmaz.
Bazen mısırların içinden kırmızı mısırlar çıkar, onlara "BEY" veya “KİKİLİ” denilirdi.İki grup olunur ,en çok bey bulan grup diğer tarafı alt ederdi.Galip gelen taraf "KODUK SİZİ AĞIRA" diye hep birlikte bağırırdı, böylece işler oyun haline getirilirdi.İş bitiminde pişirilen koliva (haşlanmış mısır) ve kabaklar zevkle yenilir

Gübre Mecisi :

Evin altındaki ahırda bulunan gübre uzaktaki tarlalara gübre mecisi ile taşınır. Bunun için 30-40 kişi toplanır. Bu topluluk üçe ayrılır. Birinci topluluk yerdeki gübreyi sepetlere doldurur, ikincisi sepetleri yanlarından tutarak taşıyıcıların arkasına yükler; taşıyıcı olan üçüncü takımda gübreyi tarlaya götürür. Bu yöntem çok sayıda hayvan besleyen yukarı köylerde uygulanır.

Fındık Toplama Mecisi :

Fındık, meci yöntemiyle toplanır. Topluluk üçe ayrılır; birinci takım fındığı daldan toplar; ikincisi sepetlere doldurur, üçüncü takım da evlere taşır.

Odun Kesme Mecisi :

Odun kesme mecisinde birinci takım odunu keser, ikinci takım taşınacak şekle getirir, üçüncü takımda evlere taşır .

*Hemşin de Yeni Yıl:

Her yeni yıl ,her yerde olduğu gibi Hemşin içinde yeni bir umuttur. Rumi takvime göre yeni yıl sabahı kimsenin evine gelişi güzel gidilmez. Çünkü o kişi uğurlu veya uğursuz sayılabilir. Yalnız, davet edilen küçük bir erkek çocuk davet edilen eve gider. Ona hediyeler verilir ve uğurlu sayılır. Hemşin yeni yıl akşamında başlamak üzere sabahleyin eve gelecek çocuklar için çeşitli mevsimlik yiyecekler hazırlar. Çocuklar gittikleri evde dileklerini dile getiren maniler söylerler."yeni yıl geceleri Devleti bacaları Bana bir şey vermeyenin Tez gelmez kocaları"Ahırında öküzü olan bazı aileler, uğur getireceği inancıyla evinin sağ kapısında içeriye alırlar.Yeni yıl akşamlan genç kızlar için ayın bir önem taşır. Bu akşam yörede tuzlu pelit, yedi evden gizlice alınan mısır unundan yapılan ve içine sadece o akşam için çok tuz katılan bir tür pasta, denilen peliti yerler rüyalarında kimin kapısından su içerlerse o eve gelin gideceklerine inanırlar. Bu gelenek yeni yıl dışındaki akşamlarda da yapılmakta ve bu gelenek ve inanış hâlâ devam etmektedir.

*Yaşayan hukuk:

Başka bir deyimle halk hukuku, yüzyıllar boyu bir arada bulunmaktan doğan hukuk kuralları, halk kültürünün önemli bir bölümünü oluşturur. Çeşitli alanları kapsayan bu kurallar yazılı değildir; kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar sözlü biçimde kuşaklar boyu akıp gider. Rize halk kültüründe değişik alanlarda uygulanan bu kurallar çoğunlukla anlaşmazlığa meydan vermeksizin taraflar arasındaki meseleleri çözümler. Bu kuralların çoğunluğu tarım, hayvancılık ve denizcilik konularına ilişkin olanlardır.

Yarıcılık:
tarımGeçmiş te Mısır tarlalarının ekimi için uygulanan yarıcılık da taraflardan biri toprak sahibi ikincisi yarıcıdır. Mısırın ekiminden ürünün toprak sahibinin evine taşınmasına kadar geçen sürede bütün malzeme ve işçilik yarıcıya aittir. Bu sözleşmeye yarıcılık ya da yarılığa vermek denir. Çay döneminden sonra mısır ekimi son derece azaldığından günümüzde yarıcılık çay tarımında uygulanmaktadır. Bahçe sahibi çaylığını yarılığa verir. Yarıcı bütün işlemleri yapar. Çay yaprağının satışından elde edilen paranın yarısı bahçe sahibine öteki yarısı da yarıcıya aittir.

Tarlalığa vermek :

Taraflardan biri fidanlık yada ağaçlık sahibi, öteki de kesicidir. Kesici fidanlığı ya da ağaçlığı keser, çıkan odunları arazi sahibine verir. Buna karşılık kesilen fidanlığın, ağaçlığın yerinde meydana gelen tarlayı bir yıl eker; elde edilen mısır, fasulye gibi ürünlerin tamamı kesiciye ait olur.

Ölür İtmez :

Hayvancılıkta uygulanan bu sözleşme şekli son derece dikkate değer bir nitelik taşır. Bu tür sözleşmenin tarafları hayvan sahibi ve bakıcıdır. Hayvan sahibi, belli sayıdaki hayvanını (inek, koyun gibi) öteki tarafa teslim eder. İkinci kişi, daha doğrusu bakıcı, hayvanların bakımını, korunmasını ve beslenmesini üzerine alır.

Sayı her zaman aynı kalacaktır; sözleşme sonunda bakıcı, hayvan sahibine teslim aldığı sayıda hayvan teslim edecektir; 100 koyun teslim almışsa yine 100 koyun verecektir. Onun için sözleşmeye (ölür itmez) denilmiştir. Ancak sözleşme süresince süt, yoğurt, yavru gibi elde edilecek ürün taraflar arasında yarı yarıya bölüşülecektir.

Denizcilikte de Ortaklık Sözleşmesi :

Geçmişte Çayeli'nle Rize arasında eşya ve yolcu taşıyan bir motor için şöyle bir ortaklık sözleşmesi yapılırdı; Motor sahibi ve gemiciler birlikte çalışırdı. Sağlanan gelirden ilkin masraflar çıkarılır; kalan kazanç, 3 payı motora, birer payı gemicilere ati olmak üzere bölüşülür; 4 gemici varsa kazanç 7'ye bölünür, birerden 4 pay gemicilere 3 pay da motora verilir.

Kamu İşlerinin Görülmesi:

Kamu işlerinin görülmesi hukuki esaslara bağlanır. Örnek olarak değirmeni alalım. Önce değirmeni işletmek için bir kişi görevlendirilir. Buna değirmenci denir; değirmenci Allah'a yakın, dine bağlı, namuslu, temiz, dili güzel olmalı, çevreyle iyi geçinmeli, eli uzun olmamalı. Görev süresi bir yıldır; değirmenci isterse süre uzatılabilir; değirmencinin ailesi, nöbet bekler, öğütülecek mısır varsa gecede çalışılır. Değirmenciye belli bir ücret veriler; bu ücret belli miktarda mısır olur. Bu miktar nüfus başına bölüşülür. Mısırın öğütülmesi işi sıra usulüne göre yürütülür. Ancak bazen komşu köylerden gelenlere öncelik tanınır.

Anlaşmazlıklar :

Yörenin saygın kişileri tarafından çözülür. Bu kişilere heyet ( dayı) denir.
Bir anlaşmazlık olduğu zaman dayılar bir araya gelir. Bir çeşit hakem kurulu oluştururlar. Böylece anlaşmazlıklar hakem yoluyla çözüme kavuşturulur.

*Gurbetçilik :

Tabiatın cömert olmayışı eski devirlerde Rizeliyi gurbete çıkarmak zorunluluğunda bırakmıştır. 1914 Harbinden önce daha çok dış memleketlere olan gurbete göç, İstiklal harbinden sonra Türkiye içine yönelmiştir. Bugün Samsunun köy ve merkez nüfusunun %30'u İstanbul'da 300, Ankara'da 150 bin civarında Rizeli bulunduğu meydandadır.

Buralarda ev, yurt ve ticarethane sahibi oldukları halde çoğu doğduğu diyarla bağını kesmemiştir. İzmit ve Sakarya vilayetlerinde, Yalova, İzmir ve Bursa çevrelerinde büyük topluluklar halindedirler.

Vilayet nüfusunun üç mislinden fazla Rizeli,Türkiye'nin çeşitli diyar, şehir ve kasabalarında yerleşmiştir.

Derinlemesine tetkike değ.er, başlı başına sosyal bir konu...

Gurbet elinden, zati ihtiyaçları dışında, memlekette kalan aile efradına, geçim parası biriktirmek ve göndermek zorunluluğu karşısında, gibi ne olursa olsun muvaffak olmak zarureti her tehlikeyi göze almak mecburiyetiyle karşılaşmıştır.

İcabında gemici, marangoz, kayıkçı,betoncudur; tüccar, armatör, fabrikatördür. Her işe atılır, şahsi bütün kabiliyetlerinden istifade eder. İstanbul'da deniz ticaret ve nakliyeciliğinde,kereste ticaretinde önemli yeri olduğu gibi endüstri alanında da başarılar sağlamış,birçok fabrikalarında sahibidir

Göç ettiği yerlerde, tarım alnında da başarılı olmuştur. Bu başarısını Samsun Vilayetinin, Marmara Havzasının, İç Anadolu'nun birçok yerlerinde hatta Van ve Tatvan'da izlemek kabildir.

Gittiği her yerde siyasi sahalarda partilerin bütün kademelerinde, birinci planda yerleri elde ettiği, bütün siyasi teşekküllerin kurultaylarına, Türkiye'nin bir çok vilayetlerinden delege temsilcisi olarak gönderildiklerini görmek mümkündür.

Hayatta gözü pek olmadıkça başarı elde edilmez kanısındadır. İyi bir kolonizatör olduğunu, yerleştiği bazı illerde ispat etmiştir.Rize'de iken, kendisinde mevcut aile, kabile bağlılıklarının yanı sıra dışarıda da hem şehri olarak da birbirlerini çok tutarlar, tesanüt bu defa tamdır.

Rize dahil, şark vilayetlerinden büyük şehirlere, İstanbul'a ve sanayi mıntıkalarına, gurbetçi akınları olduğu ve devam ettiği bir hakikattir. Burada belirtilmek istenen nokta Karadeniz ve Rize halkının göç hareketinde başka güdülerin varlığını açıklamaktır. Orta Anadolu yerlisinin belki satın alma gücü, nakit parası yoktur, hiç olmazsa, buğdaya, hayvana, yani ekmeğe, süte, ete, gıda maddelere bir nebze sahiptir, açlık korkusu yoktur.

Ürün kaynakları, 3-4 aylık yiyecek ihtiyacını ancak temin edebildiğinden Rize köylüsü ; İstanbul da , Kasımpaşa da oturandan ve / veya çalışandan farklı durumda değildir. O da İstanbullu gibi günlük ekmeğini, sebzesini, yağını, tuzunu, giyeceğini satın almak zorunluluğundadır.
Yani ne köylüdür, ne de şehirli. Köyde otururmasına rağmen, şehirli gibi çalışıp kazanması lazımdır.

Gurbetçilik ; bugün çay bölgesi olan sahil kısmında çok azalmış ise de, diğer bölgeler halkı hala bu yoldan geçim temini peşindedir.

İş mevsiminde eli kolu tutan işe gider, 100 haneli köyde, bazen 7-10 ihtiyar erkek kalır. Erkeğin ayrılışı, bütün aile işini kadınlara yükler.

Kaynak:
"Türkiye'de Çaycılık ve Turistik Sosyal Kültürel Ekonomik Rize" Y.Müh Rahmi ARER

* Kara Koncula :

Kara koncula, kışın en soğuk ve en çok kar yağan dönemidir. Bu mevsimde dışlarıda gezmenin tehlikesini telkin için şu hikeyeyi anlatırlardı. Kara koncula korkunç bir canavardır. Yolda karşılaştığı insanları önce bir sınavdan geçirir. Sınavı geçenleri serbest bırakırlardı. Sınavı kazanmak için bütün sorulara "Kara" ile başlayan cevap vermek gerekirdi. Şu sualleri sorardı:
- Benum adum Kara Koncula, senun adun nedur?
- Benum da adum Kara Ahmet.
- Nereden celursun?
- Karayerden
- Nereye cidersun?
- Kara yere
- Ne yemeğu yersun?
- Kara lahana
- Ne yemuş yersun?
Karayemuş

Sınav bu sorularla devam edermiş. Sınavı kazanırsan kurtulursun ve sana:
- Haydi culer cule der ve seni uğurlarmış.
Büyükler veya çocuklardan birisi evde “Kara Koncula” olur ,bu oyun oynardı.

*Çakal Düğünü :

Her hangi birini çakal ısırdığında 40 gün düğün yapılırmış. Sebebi de çakalın ısırdığı kişiyi 40 gün uyanık tutmakmış. Kuduz çakal tarafından ısırılan kişi 40 gün uyanık tutulabilirse kudurmaktan kurtulurmuş.
Çakal düğününde şöyle yapılırmış: Köyün ortasında büyük bir ateş yakarlar, delikanlılar bu ateşin etrafında horon kurup oynarlarmış. Horona genç kızlarda katılırmış. Bu şekilde şenlik kurulup eğlenmeye "çakal düğünü" derlermiş.
Daha sonraları gençler bir araya toplanıp sebepsiz yere sırf eğlence olarak, yaptıkları bu tip eğlencelere de "çakal düğünü" demeye başlamışlar.
Bazen çakallarda bu bağrışmalara karşılık veririmiş. Bu da şakalaşmalara neden olurmuş.

* Ev Yapanlara Hediye :

Eskiden ev yapanlara hediye getirirlerdi. Bu hediye evin bahçesine bir meyve ağacı dikmek şeklinde olurdu. Bazen de değişik dokumalar hediye edilirdi. Ev tamamlanıp sıra çatı yapmaya gelince omuz ağaçları çakılır ve çatının tam tepesine beyaz bir çarşaf asılırdı. Usta keserini daha hızlı vurur ve bu vuruşların sesi ta uzaklardan duyurulurdu. Bu sesleri duyan ve çarşafı gören komşular bez cinsinden hediye götürür bunlar çatının bir ucundan diğer ucuna asılırdı. Çatı tamamlana kadar bunlar bunlar asılır, sonunda ustanın olurdu.

*Cami Yemeği:

Cami hocasına her hane sıra ile öğlen ve akşam yemek getirirdi. Halk genellikle hocaya yemeğin en iyisini gönderir, bir şey eksik etmemeye çalışırdı. Mıhlama, pilav, yoğurt, baklava, ev makarnası, cırağta
Hoca yemeği ile ilgili şöyle bir fıkra
Oflu Hoca bir gün kabağın cennet meyvesi olduğundan ve kabak yemenin faziletlerinden bahseder. Bu vaazdan sonra hocaya her gün kabak yemeği gelmeye başlar. Hoca, kabak yemekten bıkar. Öğle kabak akşam kabak. Hoca, kabak yemekten bıkar. O kadar bıkar ki bir gün ezanı şöyle okur:
"Eşhedü En Lailahe İllallah
Sabah kabak, akşam kabak bezdik ya resulallah"
Cemaat toplanıp hocaya gider,derler ki:
-Hoca sen ne yaptın, sen bize kabağın faziletinden bahsetmedin mi?
-Bizim yaptığımız sana iyilik olsun diyedir. Hiç cennet taamından bıkılır mı?
-Sana kabak yemeği getirmekle hem sen, hem de biz sevap kazanıyorduk.
Hoca kendini şöyle savunur:

-"Ola uşaklar ? Kabak cennet taamı dur deduk ama bu fakir fukara taamı dur.
-Hacı hoca yemeği değil dur.
-Hoca yemeği hoşaf ile baklava dur."

*Bunları Unuttunuz mu?
Kapandı Gitti Çağı

Şaravaz, pepeçura, kastaniça kabağı
Sacayak, pelki, hosti, kapandı gitti çağı,
Kunci, minci, korkota, koloti unutuldi,
Malahtara, likmene hasret kaldı gazyağı.
Burma, mabeyin, darni, kot, tereteri, hopeçi,
Gerdel, lahmi, pulama, küpun ağzında peçi,
Çali, çupi, kutuni, davli ve kondaridan,
Şimdi bahsettuğumde güleyi bizum paçi.
Lağus, şokali, lobya, pafuli, perçem, andi,
Metuşi, sehter, çiten altındakiler yandi.
Zimbilaçi tikeni, kardaşi hamduspara,
Benum gibi fukara, sirgan yedi uyandi.
İşkemi, seke, konsol, evun temele taşı,
Çiçili, kolistavra, langonanun kardaşi,
Furnesi, tumurlisi, çumuşi, çilbur yerken,
Paluzenun yanında dururdi etmeğaşi.
Hurtuli ve şurtuli, muncur, sumsuk, zibidi,
Pifoli, koso, muşi, kurçeli bizum idi.
Pasmanika, lohtiko, zuzuli ve çimidi,
Fundukla fitrukayi acep hangimuz yedi.
Murmurisle mamuris uyuturdi bizleri,
Pumburi, şepidinun hala bende izleri.
Çilipuli ve puli, karatağuk, çişona,
Alemidiye donuk makoçinun gözleri.
Geçen zaman içinde, değişti bizdeki dil,
Şimdi bu sözcükleri, ister oku, ister sil.
Rizeli arkadaşum, anam, babam, kardaşum
Alem bilmezse bile, ne deduğumi sen bil.

ALINTIDIR..
 
Son düzenleme:
X