Sivas Yöresel Örf Ve Adetleri

Nevreste

Bir garip yolcu
Yönetici
Editor
16 Ağustos 2010
290.045
595.772
42
Sivas'ta eski ramazan günlerinde uzun emeklerle ortaya çıkarılan tel helva, şimdilerde tamamen unutulmaya yüz tutan gelenekler arasında yer alıyor.

İnsanları birbirine yaklaştıran, toka açlığı, zengine yoksulluğu hatırlatan ramazan ayının gelenekleri, zaman ve yeniden biçimlenen yaşam alışkanlıkları doğrultusunda değişiyor.

Bu değişim sürecinde Sivas'ta da ramazan ayına özgü gelenek ve göreneklerde de değişiklik gözleniyor. Ramazan akşamlarında eşin dostun eğlence amacıyla bir araya gelerek yaptığı tel helvan bugünlerde unutulmaya yüz tutuyor.

Tel helvanın yapımına başlamadan önceden eşe-dosta haber verilerek, işi bilen kişilerin komutlarıyla helvanın yapımına başlanırmış.

"Tel helvanın, iki ölçü şekere, bir ölçü su katılıp ateş üzerinde karıştırılarak meyanesi hazırlanır. Rengi koyulaşan meyaneye limon sıkılır. Dibi yağlanmış bir leğene boşaltılan meyane, soğumaya bırakılır. Diğer yandan da tereyağında pembeleşinceye kadar un kavrularak hazır hale getirilir. İyice soğumuş olan meyane, bıçak yardımıyla tepsiden alınır. Akideleşmiş şeker, usta ve yardımcılar tarafından sıkıla sıkıla yumuşatılarak uzatılır. En az 10-15 kere yapılan bu işlemden sonra iki ucu simit gibi birleştirilerek yuvarlatılır. Kavrulmuş un ortaya getirilip, una batırılarak işe devam edilir. Odada bulunan usta helvacıların talimatıyla bir usta bir acemi olarak oturulan halkada çekile çekile büyültülen helva, leğene sığmaz hale gelince 8 şekli verilerek çevrilir. Yani yeniden küçültülür ve tekrar çevrilmeye başlanır. Kavrulmuş un, meyaneye yedirilir. Avuç içlerinin maharetli olması istenen helva çekme işinde, eğer incelmemiş helva parçaları olursa,buna kaşık sapı denilir ve helva çekene o sert kısım yedirilir. Yine tel dökmeyip bulgur bulgur olması da arzulanan bir şey değildir."

Sivasımızın Folklorik Değerleri

Sivas İli Gelenek-Görenekleri ve Yöresel Kıyafetleri

İlin geleneksel yapısı yeni yeni çözülmelere başlamıştır. Yaşama biçimi daha çok göçlerle belirlenmektedir. Giyim - kuşam ve beslenmede aynı özellikler görülür. Kırsal kesimde geleneksel yapı belirginken kentlerde ikili bir yapı gözlenmektedir.

Sivas'ta geleneksel el sanatlarının köklü bir geçmişi vardır, dokumacılık, bakırcılık, çubukçuluk, çorap örücülüğü, çakı-bıçak yapımcılığı günümüzde de sürdürülmektedir.


Selçuklular döneminden başlayarak bölgenin yönetim, ticaret, bilim ve kültür merkezi olan Sivas, dönemin mimarisi ve taş işçiliğini yansıtan özgün yapıtlarla doludur. Kent mimarisinde de o dönemin etkileri görülmektedir.

Sivas folklorunun özgünlüğü, renkliliği ve zenginliğiyle ülke folkloru içinde ayrı bir yeri vardır. Yöreden günümüzde de pek çok halk ozanı yetişmektedir.

Yerel ağız yörelere göre önemli ayrılıklar gösterir. Merkeze yakınlık, ulaşım ve pazar imkanları yerel ağız özellikleri üzerinde etkili olmuştur. Yöre folkloru, atasözleri, deyimler, tekerlemeler, bilmeceler, ninniler, alkış ve kargışlar yönünden de çok zengindir.

Sivas, halk müziği ve oyunları yönünden ilginç bir yöredir. İlk resmi derleme 1926'da, ikinci 1937'de gerçekleştirilmiştir. Türkü ve değişlerde, 10 zamanlıdan başlayıp 15 zamanlıya dek karma usullerin örnekleri vardır.

GİYİM KUŞAM

Sivas İli Gelenek-Görenekleri ve Yöresel Kıyafetleri Sivas İli Gelenek-Görenekleri ve Yöresel Kıyafetleri

Orta Anadolu'nun giyim-kuşam özellikleri Sivas yöresinde de belirgindir. Özellikle erkek giyimi her dönemde bu etkiye göre biçimlenmiştir.
Kadın giyiminde ise yerel özelliklerden kaynaklanan bir çeşitlilik görülür. Merkezlerde kimi değişmelere karşın, kadın giyim kuşamında geleneksel özellikler yer yer korunmaktadır.


Geleneksel Kadın Giyimi : Fes yörenin yaygın başlık türüdür. Önüne ipekli yemeni-krep dikilir yada bağlanır. Uçları yandan sallanır. Günlük giyimde her zaman fes kullanılmaz. "Değirmi" denen düz, "hindi" denen renkli ve desenli tülbentler bağlanır. "İşlik" denen iç giysileri de ak bezdendir, elde dikilir. Üstte omuzlardan ve belden "kırmalı" üç etek biçiminde "peşli" denen entarileri giyilir. Kollar geniş ve "dilmeli" dir. Peşlerin ikisi öne, birisi arkaya gelir, aradaki "sayvanlı" dır, (astarlı). Kara yünden yada ketenden yapılmış, nakışlı, çevresi oyalı önlükler bağlanır. Ayrıca madeni kemerler, el örmesi yün kuşaklarda kullanılır.

Bazı yerlerde kadife atlas üzerine sim işlemeli bindallılar giyilir. Kolların yırtmaçlısı da yırtmaçsızı da geniş ve sarkıktır. Entarilerin tümü yakasız, önden göğüs altına dek düğmelidir. Özel günlerde sırmalı ve işlemeli cepken de giyilir. Kadife üstüne sırmalılara "kadama" denir. Alta bel ve parçaları uçkurları "tuman" (şalvar biçimli, bol dikmeli don) giyilir. Parçalar çoraba dek uzanır. Renkli ve desenli çoraplar mevsimine göre ince yada kalın yünden örülür.

Dışarılık giysi olarak çarşaf, Cumhuriyet sonrasında da uzun süre kullanılmıştır. Günlük yaşamada tülbent, baş örtüsü kullanılmaktadır. Buna yaşmaklamak denir. Yaşlı kadınlar "namazlık" denen uzunca bir baş örtüsü kullanır. Son zamanlarda, atkı-manto biçimi üst giyiminde yaygınlaşmıştır. Kelik, yemeni, çarık geleneksel kadın ayakkabılarıdır. Bunların yerini giderek kara lastik ve plastik ayakkabılar almıştır. Kentlerdeyse kundura giyilmektedir.


Geleneksel Erkek Giysisi : Poşu yada "hindi" bağlanmış fes, erkek giyim-kuşamında da yaygın başlık biçimidir. İnce ak ipekten, ketenden yakası düz, omuzdan düğmeli "işlik" üstüne, kolsuz yelek giyilir. Bele şal bağlanır; kalçadan büzgülü "şayak" yada "zıvga" denen pantolonlar kalın kumaştandır. Ak-kara, kırçal çoraplar nakışlıdır. Tokalı çarık, kulaklı yemeni, yüksek ökçeli ve sivri burunlu "iskarpin" yaygın ayakkabı türleridir.
Gürün Şalları : Hint ve İran şallarının desen ve dokuma tekniğini, Türk kumaşlarının desen ve dokuma tekniğini , Türk kumaşlarının desen ve dokuma tekniğiyle birleşmiş, Avrupa’nın taklit şallarının özelliklerini Anadolu insanının zevk ve giyim ihtiyaçlarıyla kaynaştırarak orijinal bir sentez meydana getirmiştir.
Dokuma Tekniği ve Motifler : Gürün şalları el tezgahlarında dokunmuştur. Bu tezgahlar, Jakar tarafından ıslah edilmiş, Gürün'de de Jakar tezgahlarından yararlanılmıştır. 2.52 m. boyunda ve 1.20 m. eninde kesilme yerleri belli edilerek top halinde dokunmuştur.

Gürün şallarında sadelik ve zeminde beyaz renk hakimdir. İran (Acem) şallarında ise süs ön plandadır. Zemin dışında kırmızı-sarı veya kırmızı-mavi renkler bol miktarda kullanılmıştır. Yün iplikler bitki boyalarıyla boyanmıştır.

Gürün şalları konusunda en geniş çalışmayı yapan Prof. Kenan Özbel motiflerine göre bu şalları dört gurupta toplamıştır.

Sivas İli Gelenek-Görenekleri ve Yöresel Kıyafetleri

Serpme Motifli Şallar : Ana motifi badem veya pençe adı verilen motiftir. Bu motif halk arasında günümüzde "şal deseni" diye tanınmıştır. Bademler aralıklı veya verev şeklinde dizilmiştir. Bademlerin arasında küçük çiçekler ve yapraklar, dalcıklar seyrek olarak da çintemani motifleri doldurulmuştur. Bademlerin içi boş bırakıldığı gibi çiçekler ve yapraklarla da bezendiği olmuştur.

Sivas İli Gelenek-Görenekleri ve Yöresel Kıyafetleri

Motifleri Birbirine Bağlı Şallar : Bu tür şallara "sarmaşıklı şal" da denir. Badem motifleri kumaşa serpme olarak yerleştirilmiş, ancak bademler bir dalla birbirine bağlanmaya çalışılmıştır. Kadın elbiseleri genellikle bu şallardan yapılmıştır.

Motifleri birbirine geçme şallar : Motifleri asma dalları gibi birbirine geçmiş kavisli dallardan oluşmuştur. Bu yüzden halk arasında "Asma dalı desenli şal" olarak tanınmıştır. Kadın elbisesi yapımında tercih edilmiştir.

Çubuklu, yollu şallar : Çubukların enleri ve araları dokuyanına göre dar veya geniş tutulmuştur. Çubukların gerek içleri, gerekse araları serpme veya bağlı badem, çiçek, yaprak, asma dalı, koç boynuzu, saç bağı motifleriyle doldurulmuştur.

Sivas İli Gelenek-Görenekleri ve Yöresel Kıyafetleri

yaygın Gürün şalları bunlardır. Başlık ve kuşak olarak kullanılmıştır.

GELENEKSEL EL SANATLARI

Sivas'ta geleneksel el sanatları oldukça gelişmiştir. Dokumacılık, bakırcılık, gümüş işçiliği, çubukçuluk, çorap örücülüğü, ve çakı-bıçak yapımcılığı en köklü el sanatlarıdır. Bunlardan çorap örücülüğü giderek önemini yitirirken, diğerleri günümüzde de sürdürülmektedir. Sivas'ın çok zengin kompozisyonlu ve renkli dokumaları ile kara kemik saplı bıçakları ünlüdür.


lar döneminde başlayan dokumacılık sonraki yüzyıllarda gelişmiştir. Bunlardan bir dönem çok ünlü olan şal dokumacılığı günümüzde yapılmamaktadır. Sivas halılarının en önemli özellikleri tümüyle yün, sık dokulu ince havlı olmasıdır. Halının sık dokulu olması için kirkit oldukça sert vurulur. Bu arada esnekliği sağlamak için ilmikler iki tarandıktan sonra özel ayarlı makaslarla kesilerek hav yüksekliği ayarlanır. "Eriş" denilen çözgü ipliği çok bükümlü ve incedir.

Sivas İli Gelenek-Görenekleri ve Yöresel Kıyafetleri

Bu yüzden halılarda düğüm sayısı oldukça yüksektir. Selçuklu halılarındaki geometrik bir düzenle yerleştirilmiş motiflerin oluşturduğu kompozisyonlar, geliştirilmiş biçimleriyle günümüz Sivas halılarında da görülmektedir. "Çeşmi bülbül, çamurlu, kuçlu, lalezar, yılanlı" bunlar arasındadır. Desenlerin kimileri kent adları, kimileri de sayılarla anılır. Sivas halılarının bir başka özelliği de zıt renklerden özenle kaçınılmasıdır. Halılarda en az 12 renk görülür. Başlangıçta çok mat olan bu renkler kullanıldıkça canlılık kazanır. Lacivert, al ve tonları yaygındır.

Kilim dokumacılığı daha çok köylerde gelişmiştir. Seccade, divan, taban ve duvar tipi kilimler çok yaygındır. Ayrıca 6-7 m kare büyüklüğünde kilimlere rastlanır. Geçmişte Gürün, Şarkışla, Yıldızeli ve Kangal'da dokunan kilimler renk ve desen açısından farklılık göstermekteydi. Bunlarda geometrik motiflerin yanında çeşitli figüratif motiflerde kullanılırdı.

Sivas İli Gelenek-Görenekleri ve Yöresel Kıyafetleri

BÖLGE SANATÇILARI ve OZANLARI

Şüphesiz halk şairlerimizde diğer sanatçılarımız gibi birbirinden ayrı özelliklere sahiptir. Hiçbir şair, ötekine tıpa tıp benzemez. Ama hemen hemen hepsine aynı gelenek ve törelerden geldikleri için birbirine benzer yanlarıda eksik değildir.

Bazı şairlerin hepside şiirlerini sazla çalıp çağırırlar. Halk şairi ile sazını birbirinden ayıramayız. Keramet sazdamıdır, sözdemidir bilemeyiz? Aşık sazına gözü gibi bakar. Aşık Veysel'in;

"Ben ölürsem sazım sen kal dünyada , Gizli sırlarımı aşikar etme" deyişi elbette ki çok anlamlıdır.


Şairlerimizin hemen hepsi aşk, ölüm, hasret, yiğitlik, tabiat, din gibi temalar işlemişlerdir. Aşk konusu baş köşeyi tutmaktadır. Ölüm karşısında şairlerimizin uysal, teslimkar ama alabildiğine üzüntülüdür. Ölümün bıraktığı yıkımlar, kayıp olan güzellikler dostluklar terennüm edilir.

Sivas'ın şair ve aşıkları şunlardır:

Şemseddin Sivasi, Pir Sultan Abdal, Ruhsati, Kul Himmet, Suzi, Aşık Veysel, Zaralı Halil Söyler, Mesleki, Aşık Talibi, Recep Kamil, Şeyh Halit.

Diğer aşıklarımız ise; Sefil Selimi, Aşık Talibi, Gürünlü Aşık Rıza, Ali İzzet Özkan, Veysel Cehdi Kut, Kul Gazi, Feryadi, Belcikli Seyit, Karasarlı Seyit, Aşık İsmeti, Ali Dayı, Şükrani, Nuri Sivasi, Kul Himmet.

Tabiat teması da Sivas şairleri tarafından en iyi şekilde işlenmiştir. Şairlerimizin en zengin yanlarından birini teşkil etmektedir. Çeşitli hayvanlardan tasvir edilerek tabiat manzarasını tamamlar. Tabiatın güzellikleri yanında çeşitli afetlerde şairin, ozanın gönlünde dile gelmiştir. İşte o zaman şiir olmuş, destan olmuş, türkü olmuş. Anadolu yaylasına göz atıldığı zaman Sivas'ın aşıklar yatağı olduğu görülür. Sivas şairleri aynı zamanda Sivas büyükleridir . Hepside en duru en özlü Türkçe ile söylemişlerdir. Türküleri, deyişleri günlük müzik yaşantımıza girmiştir. Radyo ve televizyon programlarında hemen hemen hepsinin türkülerine yer verilir.

Yurttan sesler Korosunun kurucusu halk müziğinin derleme ustası Muzaffer Sarısözen'i anmadan geçemeyiz. Ayrıca masal üstadı Eflatun Cem Güney, Tevfik Aksoy Kayabeyzade, Memduh Bey günümüz şairlerinden Vehbi Cem Aşkun edebiyat dalında denemeler yapmış; radyo sanatkarlarından Ömer Altuğ, Emel Sayın ve Selehattin Erorhan da Sivas' ta yetişen Türk musiki ve halk müziği ses sanatçılarıdır. Halk şairlerimizin özelliklerini anlatan bazı ünlü değişlerini şöyle sıralayabiliriz.

AŞIK VEYSEL

Sivas İli Gelenek-Görenekleri ve Yöresel Kıyafetleri

1894 yılında Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde doğdu. Babası Karaca Ahmet, annesi Gülüzar Hatun' dur.

7 yaşına geldiğinde gözünün birini yakalandığı çiçek hastalığından kaybetti. Diğer gözüne perde indi. Çok geçmeden iki gözünüde kaybetti.

Oyalanması için babası Aşık Veysel'e bir saz aldı. Çamşıhlı Ali ve Molla Hüseyin adlı saz ustalarından dersler aldı. Önceleri Pir Sultan Abdal, Yunus Emre, Aşık Kerem, Aşık Erzurumlu Emrah gibi ustaların türkülerini söyledi. 1933 'te Cumhuriyetin 10. Yılı için yazdığı destanının yayınlanması ve Sivas Aşıklar Bayramındaki başarısı dikkat çekti. Ahmet Kutsi Tecer'in de yardımlarıyla Veysel kırk yaşından sonra kendi eserlerini vermeye başladı. Çeşitli Köy Enstitülerinde saz öğretmenliği yaptı. Aşık Veysel, İki kez evlendi. İki oğul, dört kız babasıdır. Şiirlerinde yurt sevgisi, kardeşlik, birlik ve okuma sevgisi işledi. 21 Mart 1973 tarihinde "Sadık Yarım" dediği kara toprakla kucaklaştı.

SİVAS HALK OZANLARINDAN DÖRTLÜKLER

Sivas ellerinde sazım çalınır
Çamlı beller bölük bölük bölünür

Yardan ayrılmışam bağrım delinir

Katip arzu halim yaz yare böyle.

Kadılar müftüler fetva yazarsa

İşte kement işte boynum asarsa

İşte hançer işte kellem keserse

Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.

Aşık Veysel



Kimse bana yaren olmaz yar olmaz
Mertlik hırkasını giydim giyeli

Dünya bomboş olsa bana yar kalmaz

İnsana muhabbet duydum duyalı

Çoğu bende kağıt, hüccet arıyor

Hal bilmeyen dip dedemi soruyor

Dostlar ölümüme karar veriyor

Sefil Selimi'yem dedim diyeli Sefil Selim.

Zaralı Halil


Karlı dağlar karanlığın bastı mı?
Kahbe felek ayrılığın vakti mi?

Karlı dağlar ne olur ne olur!

Asker ağam gelse yarelerim eyi olur!

Dünya dediğin bir dal yapraktır

Evvela ahirin kara topraktır

Bu dünyada benlik satan ahmaktır

Daim ölüm kuşu döner başımdan

Pir Sultan Abdal

SİVAS HALK OYUNLARI

Sivas halk oyunları çok zengin ve çeşitlidir. Sivas halay bölgesi içindedir. Oyunlara eşlik eden çalgılar, davul ve zurnadır. Zurnanın yerini bazı zamanlar klarnetin aldığı da görülmektedir. Ayrıca; Kaval, bağlama, tel, kemençe, kaşık, ruzba, saz, darbuka gibi çalgılar Sivas'ta kullanılmaktadır.

Sivas halay bölgesi olmakla beraber, zeybek ve bar oyunlarının da oynandığı bilinmektedir.

Erkeklerde; ayaklarda tokalı çarık veya yemeni bulunur. Aynalı çorap denilen sırmalı yün çorap takılır. Üzerine şalvar ve üzerine yakasız beyaz işlik giyilir.

Kadınlarda; başta fes bulunur. Bu fes 5-6 santimetre kadardır. Üstü düz olup bu kısma altın para döşenir. Önüne krep örtü dikilir ve uçları iki yana ve arkaya sallandırılır.

YEMEKLER (YÖRE MUTFAĞI)

İl mutfağı tarım ürünlerine dayanmaktadır. Harman sonunda (sonbahar) kışlık yiyecek hazırlıkları başlar. Un öğütme, bulgur dövme, çekme, erişte, kadayıf, salça yapımı, sebze kurutma, etlik kesimi bunların başlıcalarıdır.

Yöre yemekleri daha çok unlulara dayanmaktadır. Keş, peskütan, çökelek, süt ürünlerinden hazırlanan yiyeceklerdendir. Yöre yemekleri genellikle kırsal kesimlerde yazları ayranlı, pancarlı çorba, madımak, evelik, düğücek aşı gibi yemekler yapılır. Kışları ise tırhıt, sübüra, kelecoş, tarhana, içli köfte, hingel gibi hamurlu yemekler yenmektedir. Kentte genellikle sebze yemekleri yapılmaktadır. Sivas kebabı ünlüdür.

Tandırda kül çöreği, fotla, patates yada peynirle yapılan kömbe, kete, lavaş yörede yaygın ekmek çeşitlerindendir.

ALINTIDIR..
 
DOĞUM

Günümüz Türkiye'sinde yerleşim birimlerinin tamamında olmasa bile büyük bir bölümünde hastane sağlık ocağı gibi kurumlar mevcuttur ve genellikle doğum olayları buralarda gerçekleştirilmektedir. Ancak köylerde ve sağlık kurumu bulunmayan yörelerde doğum ebe ve ebe kadın deline yaşlı, tecrübeli kadınlar tarafından yaptırılmaktadır.

Doğum anında en yakın akrabalardan birinin getirdiği tekbir sesleri içerisinde çocuk doğar, doğumu yaptıran göbeğini keser. Eşi çabuk düşsün diye kadına sarımsak, limon veya soğan koklatılır. Çocuğun vücudu tuzla veya yumurtanın sarısı ile yıkanır. Çocuğun babasına verilen müjde karşılığında bir hediye yada para istenir. Çocuk erkekse aileyi coşkun bir sevinç kaplar. Hazırlanan suda ebe ve yakınları çocuğu yıkar. Burada dikkat edilmesi gereken konu çocuğun başına ilk kez su dökülüp yıkanacağı için bir kevgir içerisine altın konulup su bunun üzerinden dökülür. Bunun nedeni ziyarete gelen insanların çok olması, çocuğa göz değmemesi ve zengin olması amacıyla yapılır. Ayrıca kırk basmaz, çocuğun doğduğu günden sonraki 40 gün önemlidir. Çocuk yıkandıktan sonra kundaklanıp, yüzüne hafif bir tül örtülür. Başına bir nazarlık bağlandıktan sonra anasının koynuna yatırılır. Üç ezan sesi duyulmadıkça anne sütü verilmez.

Kundak:

Gömlek ve işlik giydirilerek başı bağlanan çocuk önceden hazırlanan üst tarafında kol bezi alt tarafında höllük bezi bulunan bohça içerisine yatırılıp elleri ve kolları hareket etmeyecek şekilde sarılır. Diz kapakları hizasında sırmalı bir bağ ile bağlanır. Kundağın en süslü yeri başıdır. İnce beyaz bir tülbent ile hafifçe bağlanıp nazarlık ve altınlar dizilir.

Nazarlık:

Kuş tırnağı, yedi delikli mavi bir boncuk ve Kabe hurma çekirdeğinden yapılmış olan gümüş üzerine yazılmış bir maşallah, tazı boncuk vs. oluşur. Gelen altın hediyeler kundağın uygun yerin çatal iğne ile tutturulur. Kundak yapıldıktan sonra babası davet edilir. Büyük validesi veya yakın akrabalarından yaşlı bir kadın çocuğu babasının omzuna koyar ve sorar; Yükün mü ağır, sen mi ağırsın? Baba cevap verir : yüküm ağır.Çocuğun uzun ömürlü ve hayırlı evlat olması temenni edilir. Çocuk erkekse " Oğlan Helvası " yapılarak yakınlara ve komşulara dağıtılır.

İlk çocuk annesi loğusa kadın yatağında en güzel elbiseleri ile süslenmiş olarak yatar. Kırk gün evin sultanıdır. Bir dediği iki olmaz. Al karısı basmaması için gece ve gündüz yanı boş bırakılmaz. Al karısı zenci suratlı, kalın dudaklı, karmaşık uzun saçlı, kazma dişli bir zebani olarak tarif edilir. Bu zebanin en büyük düşmanları çocuklar ve gelinlerdir. Al karısı gelmemesi için çörek otu yakılır, loğusa kadının başına yorgan iğnesi sokulur, çocuğun ve annenin başına Kuran-ı Kerim asılır.

Göbek Akçası Ziyaretler:

Çocuk doğduktan sonra kadın ziyaretleri başlar. Önce yakın akrabalar loğusa görmeye gelirler ve hediye getirirler. Ebeye de bir miktar para verilir ki ona Göbek Akçası denilir. Çocuk için getirilen hediyeler, altın, para, çocuk kıyafeti veya çamaşırdır.

Kırk Basması:

Çocuk doğuran kadın ve ailesi kendilerine ziyarete gelenlere karşı ziyarette bulunmak isteseler de kırk gün ziyaret edemezler. Çünkü kırk basar yani loğusayı ziyarete gelen kadının evdeki loğusaya ağırlığı basar ve çocuk zarar görür. Kırk gün geçmedikçe ve kırkları çıkmadıkça ziyaret edemezler

Beşik Gönderme:

İlk çocuğu doğuran kadının baba evi torunlarına " Beşik Yollamak" mecburiyetindedir. Yorgan, şilte, yastık, yarlık ( yorgan üzerinden geçerek çocuğu beşiğe bağlayan kısım ) hazırlanır.

Ad Koyma:

Çocuğun adı doğumdan üç gün sonra konur. Köylerde doğan çocuğa aile büyüklerinin ismini koymak adettendir. Çocuğun babası, amcası veya aile büyüklerinden biri abdest alır çocuğun kulağına ezan okur, Kuran-ı Kerim'den bir ayet okur, okumuş olduğu ayetlerden tesadüf ettiği ilk kelimeden ilham alarak ismini çocuğun kulağına söyler böylece çocuğun ismi konmuş olur. Çocuğun göbeği düştükten sonra ayak değmeyecek bir yere gömülür veya evde saklanır. Düşen göbeği dışarıya atılan çocuk çok gurbet hayatı yaşarmış, sokağa atılan eşine köpek yerse çocuk büyüdüğünde hiçbir yerde durmaz ve daima gezer düşünceleriyle bu tür davranışlarda bulunulur. Tespit edilen bu adet ve ananeler çok eskiden beri süre gelmekte olup, tamamı olmasa bile kısmen günümüzde de yaşamakta ve yaşatılmaktadır

Sünnet

Erkek çocukların iki büyük geçidi vardır: Sünnet olmak, Evlenmek, ve ana,baba içinde alınacak iki evlat muradı vardır. Çocuğun sünnetini ve evlenmesini görmektir. Onun için sünnete büyük ehemmiyet verilir: Çocuk iyice süslenir. Annesinin çehizinde getirdiği altın, elmas gibi ziynet eşyası fesinin etrafına dizilir. Yeni elbisenin altına yelekten sonra bir entari giydirilir. Sazla hamama götürülür. Hamamdan çıkınca evde sünnetçi hazırdır. Kivrası tutar ve çocuk kesilerek, yeni annesinin gelinlik yatağına yatırılır. Kivralık mühimdir. Çocuk kivrasına yakın bir akraba kadar yakındır. Nikah düşmez çocuğa en mühim hediyeyide o verir.

Aşçılar gelir davetliler sofraya otururlar saz ahenk gece yarılarına, hatta sabaha kadar devam eder. Zira çocuğu o gece uyutmamak lazımdır. Sonra kesildiği zaman da soğan koklatılır. İki gün devam eden bu ahenkden sonra sünnet düğünü ile son bulur. Sünnet şekerlerinin kendine mahsus seleleri vardır. Sepet gibi yapılmış kısa kenarlı, renk renk boyalı kapalıdır. Şeker buna konduktan sonra bir pembe veya kırmızı krable de bohça biçimi sarılır. Davetliler getirdiği içinde para olan zarfları çocuğun yatağının yanındaki kutuya atarlar.

Evlenme

Sivas çevresinde evlenme ve düğün adetleri genellikle bir bütünlük gösterir. Bazen il merkezi ile ilçe ve köylerde farklılıklar ortaya çıkabilir. Kıza Bakma - Kız Beğenme:
Köylerde kıza bakma, kız beğenme adetleri pek yoktur. Çünkü köyde her aile birbirini en iyi şekilde tanır. Köy halkı aynı zamanda bir birine akrabadır. Bu nedenle köylerde akraba evliliğine daha çok rastlanır. Kız beğenme - kıza bakma daha çok şehir ve büyük ilçelerde ve ayrı köyler arasında bir gelenek halindedir. Evleneceği erkeğin anası komşuları ve akrabalarından birkaç kadın bir araya gelerek kız beğenmeye çıkarlar. Tavsiye edilmiş kızların evlerine tek tek giderek kızı bizzat görmeye çalışırlar. Eğer baktıkları kızlar arasında hoşlarına giden beğendikleri olursa kızın tutum ve davranışları ile ailesinin durumu çevresindeki bildik ve tanıdık vasıtasıyla tetkik ederler. Eğer bir sorun yoksa beğenilen kıza başka bir gün dünür gidilir. Dünür giden kişilere görücü denir. Görücüler kızı daha yakından tanıyabilmek amacıyla kızdan su isterler bu esnada kız karşılarında durur ve kızı iyice tetkik ederler.

Dünür Olma - Dünür Düşme:

Dünürlük erkeğin ailesi tarafından beğenilen kızın ve ailesinin çok yönlü araştırılıp soruşturulmasından sonra yapılır. Soruşturmada kızın ve ailesinin mazisi temiz olup, olmadığı, kızın ağırbaşlı, görgülü ve vücudunda her hangi bir sorun bulunup bulunmadığı araştırıldıktan sonra sıkı dünürlük başlar. İki dünürlük yine kadınlar tarafından yapılır. Erkeğin anası ve yakınlarından birkaç kadın bunun evine giderek kızın anasına durumu açar ve kızlarını beğendiklerini " Allah'ın izni Peygamberin kavli " ile dünür olduklarını söyler. Bu ilk dünürlükte kız tarafı genellikle araştırıp soralım Allah yazdıysa olur şeklinde yanıt verir. Kız tarafı da oğlan tarafını araştırmaya başlar, bütün bu araştırmalar gizli yapılır. Bir süre sonra dünürlük tekrarlanır. Eğer karşılıklı araştırmalarda bir sorun yoksa ve kızın verilmesi uygun görülüyorsa , Allah yazmış ne diyelim bir de babaları görüşsün şeklinde kadınlar yanıt verip iş erkek dünürlere bırakılır. İki tarafın erkekleri görüşerek söz kesme gününü kararlaştırırlar.

Söz Kesme:

Kararlaştırılan günde erkeğin babası, yakın akraba ve komşularından 50 - 100 kişi köyün ve mahallenin imamı ile kız evine giderler. Kız tarafı da kendi akraba ve komşularından uygun gördükleri yakınlarını söz kesmeye çağırırlar. Akşam kız evinde toplanılır. Bir süre sohbet edildikten sonra imam veya yaşlılardan biri sözü asıl konuya getirerek dünürlük teklifini resmen açıklayarak " Allah'ın emri Peygamberin kavli " ile kızınız .... oğlumuz ... ya istemeye geldik. Der. Kız tarafının sözcüsü ise " Allah'ın emri ne diyelim bizi hısımlığa kabul etmeniz bizim için bir şereftir" şeklinde yanıt verildikten sonra çay kahve ikram edilir. Başlık miktarı kararlaştırılarak şerbet içilir. Söz kesme gecesinde kız evinden bardak, fincan gibi eşyalar çalınıp ertesi gün damat adayına verilerek kendisinden hediye yada ziyafet istenilir.

Nişan - Düğün

Şehir merkezinde nişan büyük bir salon veya evin her hangi geniş bir odasında yapılır. Geleneksel yanı yoktur. Ancak köylerde nişanın adı şerbet içmedir. Şerbet içme günü genellikle Perşembe veya Pazar günüdür. Nişana davet edilen erkek ve kız tarafının yakınları kız evinin büyük bir odasında toplanır. Ortaya bir tepsi içerisinde erkek tarafından getirilen çay, şeker ve sigaralar konur. Misafirlere hazırlanan şerbetler ikram edilir. Erkek ve kıza nişan takılır misafirler getirmiş oldukları altın, gümüş bilezikler ve paradan oluşan hediyeleri ortaya konan tepsiye bırakırlar.

Nişandan sonra şehirde Sini Göndermesi denilen bir gelenek vardır. Nişan takılan kıza oğlan evi tarafından süs ve giyim eşyaları büyükçe bir tepsi - sininin üzerine konarak kız evine gönderilir. Kız tarafı da yakın komşularını davet ederek gelen eşyaları onlara gösterir ve şerbet içilir. Aynı şekilde kız tarafı da oğlan tarafına alınan eşyaları iki sürahi şerbet ile bir tepsiye koyarak oğlan evine gönderir. Sini görmeye gelen misafirlere şerbet ikram edilir. Nişanlılık süresi kızın çeyiz hazırlıkları, oğlanın askerlik durumu nedeniyle birkaç yıl uzayabilir. Genelde köylerde nişanlılık 2 yıl sürer. Nişanlılık döneminde ramazanda kız tarafına iftarlık ve hediye gönderilir. Kurban bayramında da gönderilen bayramlıklarla birlikte birde kurban gönderilir. Kurban süslenir üzerine bayramlık hediyelerin takıldığı kartondan yapılmış bir semer yapılır. Gezdirilerek kız evine götürülen kurban genellikle koç olup, alnına bir adet altın takılır. Köylerde erkeğin nişanlısını görmesine pek izin verilmez, açıktan eve gidip gelmesi ayıp sayılır. Ancak iki aile arasında görüşmeler devam eder. Nişandan sonra düğünle ilgili konuların görüşülmesi için erkeğin babası kızın babası ile görüşür ve söz alma denilen düğün tarihi tespit edilir. Bundan sonra kıza alınacak çeyizler ve takılar ile buna benzer şeylerin alımı için pazara çıkmaya veya şehre inmeye Pazarlık Görme denir. Pazarlık görmeye kız ve erkek tarafı birlikte çıkar. Anne, baba, kardeş ve diğer akrabalar için hediyelerde alınır. Düğün günü tespit edildikten sonra köy içi sağdıç ve damat tarafından akşamları köylü düğüne davet edilir. Şehir merkezinde ise davetiye gönderilir. Artık düğün günü gelmiştir. Düğünden bir önceki gece gelin olacak kızın kınası türkülerle ve manilerle yakılır. Kız evinde toplanan köyün genç kızları gelinin etrafını çevirerek maniler söylerler. Bu maniler bir süre sonra yanık ve içli deyişlere yerini bırakır.

Her ne olursa olsun bu gecede gelin kız ve anası ağlatılmak istenilir. Gelin kınası uğur sayılır. Gelin kınası adeta bir şenlik havası içinde geçer. Ertesi sabah gelin almaya giden düğüncüler düğün odasından hareket ederler. Köye gelindiğinde düğüncüler kız evi tarafından düğün kahyası ve köy gençleri karşılar ve düğün süresince kalacakları evlere götürülürler. Çalgılar çalınır ve türküler söylenir. Düğün odasında kız tarafı ve düğüncüler tarafından çeyizdeki eşyalar tek tek isim ve değeri belirtilerek bir listeye yazılır. Çeyizi yazan yazıcıya ve davul ve zurnacıya uygun birer hediye verilir. Çeyiz başka bir köye gidecekse ertesi gün gelin alayı ile birlikte gönderilir. Gelin olacak kız akrabalarının birinin evindedir. Düğün kahyası ve düğün sahibi ile kadınlardan bir kaçı gelini davul zurna eşliğinde babasının evine getirirler. Ertesi günü sabah düğüncüler kız evinin kapısı önünde toplanırlar, gelinin bineceği at kapının önüne yaklaşır gelin evden bin bir naz ile çıkartılır. Bu esnada zurnacı gelin ata bindirme havasını " Cezayir " i seslendirir. Atın üzerine bir erkek çocuk bindirilmiştir düğün kahyası bahşiş vererek çocuğu attan indirir ve yüzü kapalı ve başı süslü olan gelin kendisine yardımcı olan yengelerin yardımıyla ata bindirilir. Gelin alayı oğlan evine yaklaşınca " Gelin attan inmiyor" şeklinde bağırılır. Bunun üzerine güveyin amcası veya dayısı insin attan kendisine sarı düveyi vaat ediyorum der ve attan inecek olan gelinin ayağının altına boş bir kazan ters çevrilerek konulur. Kazanın üzerinde ise bir adet tahta kaşık konulur. Gelin ayağını atın üzengisinden çekip kazan üzerinde bulunan tahta kaşığa ayağını basar ve kaşık kırılır, kaşığın kırılması uğurdan sayılır. Güvey yani damat elinde bulunan torbadan üzüm, leblebi, fındık, buğday ve para karışımından oluşan çerezi gelinin başından aşağı atar. Yengelerin yardımıyla attan indirilip kapı önüne getirilen gelinin avucuna bal sürülür gelinde balı kapı eşiğine sürer. Kapıdan sağ ayağı ile adım attığında eşiğin iç kısmında bulunan balta veya ocak demirinin üzerine basar. Kendisine sunulan şerbeti içer. Genç kızlar halay çeker ve davetlilere yemek ikram edilir. Düğünün önemli bir kısmı bitmiş sayılır. Gerdek yatsı namazıyla eş zamanlıdır. Güvey yatsı namazından sonra ilahiler okunarak evine götürülür burada güveyin sırtına yumruk vurularak evin içine itilir. Gelin odasında bulunan gelinin sağdıcı olan kadın gelin ve güveyi el ele tutturarak geline " Kurt isen kuzu ol" der, mutluluk dileyerek gerdek odasından ayrılır. Düğünün ertesi günü duvak açma günüdür. Konu komşu, hısım akraba gelinin evinde toplanırlar. İki kadın gelini ortasına alır ellerindeki oklava ile gelinin duvağını alttan oklavaya dolayarak kıvıra kıvıra başına kadar açarlar.
Askerlik-Gurbetlik (İlbeyli Yöresi)

Askerlik görevi, İlbeyli yöresi halkının gözünde önemli ve kutsal bir görevdir. "Asker ocağı peygamber ocağıdır" denilerek, askerlik ortamının ne denli kutsal bir ortam olduğu vurgulanır. Ayrıca askerlik görevi yapmamış kişilere mazereti ne olursa olsun iyi gözle bakılmaz. Vatanı ve milleti korumanın şeref ve gurur verici bir iş olduğunu bilen halkımız, ayrıca askerlik görevinin kişiyi eğitip olgunlaştırdığına da inanır.
Gerçekten de askerlik görevi Anadolu genci için bir ufuktur. Çoğunlukla köyünden dışarı çıkmamış olan delikanlıya, Memleket-yurt görme, gurbutu alışma, değişik insanlarla tanışma ve kaynaşma, kısacası hayatı daha iyi tanıma ve kavrama şansı verir. Bu yüzden askerliğini yapan bir gencin, çok daha olgunlaşmış ve pişkinleşmiş olduğu düşünülür. Hatta kız verilirken bile askerliğini yapmış gençler tercih edilir. Yine kadınlar arasında yaygın olarak konuşulan şu nasihat oldukça ilginçtir.
Dur, dur, durmuşa var !
Askerden gelmişe var !
Karısı ölmüşe var !
Bazı köylerde ufak tefek farklılıklar olsa da, ana çizgileriyle, askere uğurlama geleneğinin başlıca ana safhaları şunlardır:
Askere Gidecek Gençlerin Eve Çağrılması ve Harçlık Verilmesi:
Eve çağırma, yemeğe davet etmek demektir. İlbeyli yöresinde askere gidecek genç mutlaka yemeğe davet edilir. Bu davette ikram edilen yemekler, ayrı özellikte olmayıp, günün şartlarına göre ev hanımının hazırladığı yemeklerden ibarettir. Davetler askere gencin yola çıkacağı günün üç beş gün öncesinden başlamak üzere, bir gün öncesinin yatsı vaktine kadar devam eder. Askere zbir ilik Düğme) dahi olsa harçlık verilmesinin uğur getireceğine inanıldığından , davet sonrasında , azına çoğuna bakılmaksızın gence mutlaka harçlık verilir.

Asker Kurbanı Kesilmesi:

Tüm Köylerde yaygın bir gelenek olmamakla birlikte , yine de yer yer yaşayan bir gelenektir. Askere Gidecek Gencin Bir gün Önceden "Allahaısmarladık"a çıkması: Askere gidecek gencin yakın akrabalarını tek tek gezerek "Allahaısmarladık" demesi gelenektir. Böylece hem herkesle helalleşmiş, hem de askere gideceğini haber vermiş olur.

Asker Uğurlama Töreni İçin Köylünün Toplanması:

Askere gidecek gençleri uğurlamak üzere bütün köy erkekleri köy meydanında toplanırlar. Evde ailesiyle helalleşen genç köy meydanına gelir ve topluca köyün çıkışına giderler. Asker Uğurlama Duasının Yapılması: Köyün 40-50 adım dışına çıkıldıktan sonra Tüm cemaat saf tutarak kıbleye döner ve dua yapılır.

Askerlerin Gözlerinden Öpülerek Uğurlanması:

Askere gidecek genç, duanın hemen arkasından, kendisini uğurlamaya gelenlerin hepsiyle teker teker vedalaşır. Yaşıtlarıyla kucaklaşır. Kendinden büyük olanların ellerini öper, Büyükler de karşılık olarak onun gözlerinden öperler. Askere uğurlananları gözlerinden öpmek ise, eskiden beri sürüp gelen bir gelenektir. Vedalaşma bittikten sonra delikanlı bavulunu alarak yola çıkar. B u sırada cebinde aynası olanlar onun arkasına (Gidiş yoluna) ayna tutarlar. Yine yakınları tarafından burada da onun yoluna bir kova su dökülür. İzine gelen askere köyün en yaşlısı dahi hoş geldine giderler. Askerlik görevini bitiren gencin evine göz aydına gidilir. Askerden gelen genç dönüşünde bol miktarda kına getirir ki, buna asker kınası denir. Asker kınası ikişer üçer kaşık, tüm akraba, komşu ve göz aydına gelenlere dağıtılır. Eğer, delikanlı askere çıkarken ailesi: "Sağ salım dönerse, Allah rızası için bir kurban keselim" gibi sözler sarf ederek bir kurban adamışsa, bu kurban, genç teskeresini alıp döner dönmez hemen kesilir.

Ölüm

Sivas'ta ölüm olayı oluştuğunda derhal komşuluk ve akrabalık ilişkileri devreye girer. Komşulardan biri veya bir kaçı cenaze masraflarını yapar. Mezar yeri ve cenaze malzemelerini temin eder. Cenaze sahibine belirli bir süre için destek sağlar. Yardımlaşmanın en ilginç tarafı da cenazesi olan evde üç gün süreyle yemek pişmesidir. Komşular sırayla öğünlere göre yemek verirler. Yemekler, et yemeği çorbası, pilav, tatlı vs. olmak üzere yedi çeşittir. Cenazenin defnedildiği akşam aile efradı ve yakınlar komşular tarafından açılan taziye evinde oturur, başsağlığı dileklerini burada kabil ederler. Cenazeden 40 gün sonra ailesi tarafından kabir ziyareti yapılır ve ölümün 40 günü nedeniyle ölen insana hayır ve sevap olsun düşüncesiyle mevlidi şerif ve hatim okutulur. Akraba ve komşulara daire şeklinde ortası boş üzerinde çörek otu bulunan " Kırk Gilikleri" ve mevlit şekerleri dağıtılır. 52 gün nedeniyle de mevlit okutulup yemekler yedirilir. Ölenin yakınları için ilk dini bayram yas bayramı olarak kabul edilir. Bu bayramlar eş, dost, tanıdık bayramın birinci günü yas evini ziyaret eder. Bu adet günümüzde halen devam etmektedir.

Ramazan Bayramı

a. Giyinme, Süslenme:
Ölüsü olan evler için bayram "yas bayramı" olsa da diğerleri için bayram "süs bayramı"dır. Bir gün önceden tüm aile fertleri şifalı olduğuna inandıkları "arife suyu" ile yıkanırlar. Erkekler akşamdan tıraş olur, bıyığını sakalını düzeltir; kadınlar ise ellerine kına yakarlar. Bayram sabahı, erkekler en temiz elbiselerini giyerek camiye giderler. Kadınlar ise al yeşil giyinir, gözlerine sürme çeker ve olabildiğince süslenirler.

b. Erkekler Tarafından Bayram Namazının Kılınması ve Mezarlığın Ziyaret Edilmesi:
Herkes mümkün mertebe sabah namazını camide kılmaya çalışır. Çoğu kez bayram namazının kılınacağı saat herkes tarafından bilinmediğinden, namaza birkaç dakika kala köy bekçisi caminin önüne çıkarak bağırır: "Bayram namazı kılınacak ha!". Erkenden camiye gelmemiş olanlar bu sesi duyar duymaz vaktin yaklaştığını bilir ve acele abdestini alarak camiye koşar. Bayram namazının nasıl kılınacağı hoca tarafından cemaate açıklandıktan sonra namaza durulur ve iki rekat bayram namazı cemaatle kılınır.

Bayram namazı kılındıktan sonra, camide bir ön bayramlaşma yapılır. Burada sadece küsülü olanlar barıştırılır. Bu bayramlaşmayı herkes beklemez. Çünkü esas bayramlaşma bayram yemeğini yedikten sonra başlayacaktır. Bayram namazından çıkanlar topluca köy mezarlığına giderler. Mezarlığın kıyısında herkes toplanır ve imam dua okur. Daha sonra herkes mezarlığın içerisine dağılarak kendi yakınlarının mezarları başında dualar okur.

c. Bayram Yemeğinin Yenilmesi ve Sülâle Arası Bayramlaşma:

Mezardan eve gelinir. Şimdi sıra sülalenin en yaşlı ve hatırı sayılır kişisinin evinde bayram yemeği yemeye gelmiştir. Kadınların akşamdan hazırlamış olduğu bayram yemekleri bir tepsinin üzerine konularak doğruca yemek yenecek eve gidilir. Hazırlanan yemekler genellikle bir kişinin taşıyamayacağı kadar çeşitli olduğundan ailenin erkek fertleri yemek taşımaya yardım ederler. Yemek yenilecek evde de hazırlıklar vardır. Misafir odasına sofra bezleri serilir. Bezlerin üzerine sini ayakları ve onun da üstüne büyük siniler konulur. Gelecek kişilerin sayısına göre sofra sayısı fazla olur. Sofranın üzerine önce yufka ekmekleri ve çörekler konulur. Bir kişi ayaktadır ve gelen yemekleri alarak pencere önü, masa üzeri gibi uygun yerlere dizer. Gelenler yaş durumlarına göre kenardaki minderlere oturup sırtlarını halı yastıklara dayarlar. Yaşlılar odanın en üst tarafında, orta yaşlılar biraz daha aşağısında, gençler ve çocuklar ise kapıya yakın otururlar. Herkes gelinceye kadar bir süre böyle beklenir. Sülale büyüğünün "Haydi buyrun!" demesiyle herkes sofraya oturur. Bayram yemeği yenildikten sonra bir kişi dua eder. Ötekiler ellerini kaldırarak "amin" derler. Karnı doyan kenara çekilip oturur. Gençlerden birkaç kişi hemen sofraları toplar. Sofra bezi toplanıp taban süpürüldükten sonra bayramlaşma başlar. Önce sülalenin en yaşlısından başlamak üzere herkes kendisinden büyük olanın elini öper. Büyükler, "Her daim bu güne yet!" diyerek ellerini öpen kişilerin yüzlerini öperler. Yüzü öpülen kişi ikinci kez o büyüğün elini öper. Sülalenin erkekleri arasındaki bayramlaşma bu şekilde devam edip biter. Sülale büyüğü oradakilere bayram şekeri ve çay ikram eder. Daha sonra herkes kendi evine dağılır.

d. Ev Halkı ve Konu Komşuyla Bayramlaşma:

Bayram yemeğinden evine dönen erkekler, ebe (babaanne), anne gibi evin büyük kadınlarının ellerini öperek bayramlaşırlar. Yaşlı kadınlar ellerini öpen erkeklere: "Yüzün olsun yavrum. Çoluğununan çocuğununan nice bayramlar göresin. Pir koca olasın" gibi dualar ederler. Bu arada evde bulunan küçük kızlar, bayram yemeğinden dönen erkeklerin ellerini öperek bayramlaşırlar. Aile reisi, yaşlı kadınlar veya diğer büyük erkekler elini öpen çocuklara bayram harçlığı verirler. Böylece ev halkıyla bayramlaşma sona erer. Şimdi sıra komşularla bayramlaşmaya gelmiştir. Kendiliğinden oluşan küçük guruplar halinde önce yakın komşulardan başlamak üzere tüm mahalle gezilir. Eller öpülür, büyüklerin hayır duaları alınır. Sonra, uzak mahallelerdeki akraba ve hısımlarla bayramlaşılır.

e. Yas Yerlerinin (Evlerinin) Gezilmesi:

Üzerinden bir bayram geçmemiş, ölüsü olan evleri bayramda gezmek gelenektir. Sadece köy halkı değil, uzak köydeki tanıdık erkekler de gelerek yas evini ziyaret ederler. Yas evlerini gezme gruplar halinde olur. Giden grupların içinde ya bir hoca ya da Kuran okuyan bir kişi bulundurulur. Yas evinin misafir odasına selam verilerek girilir. Önce orada bulunan misafir ve diğer kişilerle bayramlaşılır. Konuşmalar fazla uzatılmadan hemen Kuran okunur. Kuran okuyan kişinin ".Fatiha!" demesiyle birlikte herkes birer fatiha okur ve " Geçenlerinize Allah Rahmet Eylesin!" der. Ev sahibi: "Amin, Allah cümlenizin geçenlerine rahmet eylesin" der.

Kuran okunduktan sonra ortaya büyük bir sini konur. Sininin ortasına içi siyah üzüm hoşafı dolu büyük bir çorba tası yerleştirilir. Ev sahibi veya hizmet eden kişi: "buyurun" der. Herkes sofraya oturarak birkaç kaşık hoşaf alır ve daha sonra: "Geçmişlerinizin canına değsin" diyerek kalkar. İlbeyli yöresinde ölünün arkasından hoşaf yapmak gelenektir. Bu gelenek bazı köylerde bozulmadan yaşatılırken, bazı köylerde de paket meyve suyu dağıtmak şeklinde değişikliğe uğramıştır. Odaya başka bir grubun girmesiyle içerdeki grup hemen ayağa kalkar ve onlarla bayramlaştıktan sonra odayı terk eder. Yas evlerinin ziyareti bu şekilde devam eder. Yas evleri yine kadınlar tarafından da ziyaret edilir.

f. Hasta ve Yaşlıların Ziyaret Edilmesi:

Yurdumuzun diğer yerlerinde olduğu gibi bayram Sivas yöresinde de gerçek bir dayanışma, yardımlaşma ve moral günü olur. Akraba veya yakın komşu olup olmadığına bakılmaksızın köydeki tüm yaşlı ve hastalar bayram günü ziyaret edilir. Bunlarla bayramlaşılarak hatırları sorulur ve duaları alınır. Bayram Yemekleri: Meymalaş (Meyveli aş)- Çirli Çorba- Meyveli Çorba adıyla bilinen çorba, bayramın vazgeçilmez ilk yemeğidir. Onu, baklava, börek, sütlaç, bulgur pilavı, bulamaşı (yayla çorbası), patates yahnisi, et yemeği, etli köfte, taze fasulye, patlıcan gibi yemekler ile değişik çorbalar takip eder. Son günlerde kek ve salata da yaygınlık kazanmaktadır.

Kurban Bayramı

Kurban bayramında bayram geleneklerinin büyük bir kısmı yukarda açıklanan Ramazan bayramında olduğu gibidir. Bu bayramdaki farklılıklar, kurbanın kesilmesi, etlerin paylaşılması ve kurban etinden fakirlere pay dağıtılmasından ibarettir.

a. Kurbanın Kesilmesi:

Kurban, bayram yemeği yenilip ev halkıyla bayramlaşıldıktan sonra kesilir. Pay sahipleri bir araya gelirler. Önce kurbanlık yatırılarak ayakları bağlanır. Kurbanı kesecek kişi pay sahiplerine: "Vekiliniz ben miyim?" diye sorar. Onlar da: "Vekilimiz sensin" derler. Toplu olarak üç kez tekbir getirildikten sonra kurban kesilir. Pay sahipleri yardımlaşarak hemen hayvanı yüzer ve etlerini parçalara ayırırlar. Bu arada kadınlar da kurbanın işkembesini ve bağırsaklarını temizlerler.Daha sonra erkekler tarafından, kurbanın kemikleri küçük parçalara ayrılır. Son olarak, yürek, karaciğer, böbrekler, akciğerler, çıkan yağ ve sakatat pay sayısı kadar eşit parçalara ayrılır.

b. Kurban Etinin Paylaşılması:

Çıkan et önce ortaya yığılarak, kuvvetli bir kişi tarafından elle iyice aktarılıp karıştırılır. Pay sahiplerinin sayısınca leğen hazırlanıp yan yana dizilir. Ortaya bir terazi konulup ilk tartıma başlanır. İlk kaba kaç kilo tartılıp konmuşsa diğerlerine de aynı miktarda et tartılıp konulur. Bunu bir sonraki turlar izler. Her kaba eşit ağırlıkta et koymak şartıyla tartma işi et bitinceye kadar sürdürülür. Burada bir konu daha vardır ki onu kaydetmeden geçmek mümkün değildir. O da derinin paylaşılmasıdır. Eskiden ayakkabı olmadığı için, kurban derisi de bölüşülür ve bu deriden çarık yapılarak giyilirdi.

c. Kurban Etinden Fakirlere Pay Dağıtılması:

Kurban etinden en az 7 fakire pay gönderilir. Buna "Pay dağıtma" adı verilir. Paylar yaklaşık 1 kiloya yakın etten meydana gelir ve çocuklar tarafından kurban kesemeyen evlere dağıtılır.

Hıdrellez (Eğrilce)

Mayıs ayının ilk haftaları Zara ve Hafik yörelerinde daha başka, tam anlamı ile şiirdir bu mevsim. Hıdrellez kutlamaları genellikle 6 Mayıs günü yapılır. Eğrilce günü herkes kırlara çıkar. Bir dere boyunda otlu, ağaçlı bir kenarda toplanırlar. Köyde, kentte, evde tek kişi kalmaz. Herkes eğrilceye gider. Bugün evde kimseler kalmaz. Kimse iş yapmaz. Delikanlılar ve genç kızlar ağaçlara, taşlara adak adar, ziyaretlerde kurban keserler. Eğrilce dilek kapılarının açık olduğu gündür. Bugün tüm dilekler kabul olur. Hıdrellez'le ilgili bazı inançlar vardır. Bugün iş yapanların doğacak çocukları yedi yıl beladan kurtulamaz, ya da ömrü kısa olurmuş. Eğrilce günü çalışanların inekleri buzağılayacaksa doğan dananın gözü kör olurmuş. Tıraş bile olunmaz. Çünkü o yıl evdeki hayvanların doğan kuzularının ayakları topal olur. Köfte yapan ananın çocuğunun ayakları sakat doğar. Bu gibi batıl inançlar Hafik ve Zara tarafındaki halkı bu eğlenceye mecbur eder. İş yapmak mecburiyetinde olanlara şöyle bir kolaylık da bulunur: Hafik'liler Eğrilceden bir gün evvelki ikindi namazını müteakip üç gulhü bir elham suresini okur da bir avuç mısır, yahut fasulye ekerse tüm gada ve belaların bu ekinlere geleceğine inanır ve eken bu sıkıntılardan kurtulmuş olur. Yalnız bunlar asla yenmez. Çok işi olanlar bu kaçamak yola ender başvururlar. Eğrilce günü yemekler kırda yenir. Etliler, börekler, baklavalar, kavurmalar v.s. Yemekler ister günlerce önce evde yapılsın, ister kırda, sırtlarında nevale taşıyan binlerce insan o gün hep yoldadır. Kadınlar renk renk kadifeler, renk renk allar, şallar giyerler. Türküler söyleyerek halaylar çekerler ve maniler söylerler. Daha sonra kadınlar hep birlikte oturup yemeklerini yerler. Akşama doğru Hıdrellez şenlikleri sona erer. Hıdrellez kutlamalarını genellikle kadınlar yapar. Eğrilce günü bir dini bayram kadar kutsaldır. Bugünün akşamı düğün adetlerimizde olduğu gibi kız evine nişanlılı oğlan yakınları bayramcalık da sunarlar.

Nevruz (Sultan Nevruz)

İki genç kız ev ev dolaşıp, Sultan Nevruz'a katılıp katılmayacaklarını sorarlar. Eğer müspet cevap alırlarsa o evin genç kız ve gelininin yüzüklerini isterler. Ayrıca buğday, mısır ve fasulye de toplarlar. Yüzük ve yiyecek işi bitince sıra su toplamaya gelir. Gene o iki genç kız kaynak, kuyu, ırmak, çeşme vb.yerlerden birer miktar su alıp küpün içine doldururlar. Yüzükler bu küpün içine atılır. Eğlenceye katılacak olan genç kız ve gelinler birleşip köyün yakınındaki ağaçlık veya çayırlık bir yerde toplanırlar. İçlerinden birisi başına beyaz bir çarşaf örtüp küpün başına oturur. Diğerleri etrafına sıralanır. Halaylar çekilir sıra türkülere gelir. Bir türkü söylenirken küpün başındaki genç kız, elini küpe daldırıp bir yüzük çıkarır. O yüzük kiminse o türkü de onun olur. Yüzükler bitinceye kadar türküler ve maniler devam eder. En sonunda yemekler yenilir.

Eğlenceye katılmayıp köyde kalan kadınlar da daha önceden toplanmış olan un, bulgur, nohut ve kemikleri bulgur kazanlarında pişirip ev ev dağıtırlar. Bir ölçek tahıl da şenlikteki genç kızlara gönderilir. Onlar beraberce, bir ırmak kenarına gidip ölçekdekileri balıklara dökerler. Burada da oynanır, eğlenilir ve dua edilir. Genç kızlar eğlenirken delikanlılar da boş durmazlar. Onlar da ayrı eğlenceler tertip ederler. Harmanın iki yerine ateş yakar, üzerinden atlarlar. Bazen de güreş tutar, horon teperler. En sonunda getirilen yiyeceklerle karınlarını doyururlar.

ALINTIDIR...
 
NELERİ İLE ÜNLÜ:

Buruciye Medresesi, Gök Medrese, Kangal Çoban Köpeği, Kangal Balıklı Kaplıcası, Divriği'nin Demiri, Pir Sultan Abdal ve Aşık Veysel, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifa, Çifte Minareli Medrese, Sızır Şelalesi ( Gemerek ),Tödürge Gölü (Zara).

İL İSMİ NEREDEN GELİYOR?

Sivas Bölgesinin M.O. 7000 - 5000'li yıllardan itibaren (Neolitik Dönem) iskan edildiği anlaşılmaktadır. Bölge coğrafi yapısı gereği arkeoloji literatüründe Doğu Kapodokya'diyede adlandırılır. Anadoluda M.d. 1800 lü yıllarda ilk siyasi birliği kurarak imparatorluğa geçen Hititler'in yerleşim alanları içerisinde bulunan Sivas, Firigyalıların, Lidyalıların, Romalıların ve Bizanslıların egemenliğinde, Diapolls ve Sebastgibi isimler de almıştır. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah'ın komutanlarından Emir Danişment 1071 de Sivas'ı fethederek Danişrnent Beyliğini kurmuştur. Sultan İzzettin Keykavus Sivas'ı 1220 yılında Selçuklu Devletinin başkenti yapmış, 1343 8217 te Eratna Devleti, de Kadıburhanettin Devleti Sivas'ta kurulmuş.... 1413 yılında Sivas Osmanhılar'ın egemenliğine girdikten sonra Eyalet-i Rum adı altında Amasya, Çorum, Yozgat, Divriği, Samsun ve Arapkir şehirlerini kapsayan geniş bir bölgenin eyalet merkezi olmuştur. Milli mücadelenin en önemli tarihlerinden biri olan 4 Eylül da Büyük Atatürk'ün BaşkanIığında Sivas Kongresi Sivasımızda toplanmış ve yeni Türkiye Curnhuriyeti'nin temelleri Sivasta atılmıştir. Kısa Genel Bilgiler: Sivas Adı!... Rivâyete göre Sivas kurulmadan önce ulu ağaçlar altında kaynayan üç pınar varmış. Bu pınar Allahü teâlâya şükür, ana ve babaya minnet ve küçüklere şefkat duygularını ifâde edermiş. Bu üç pınara "Sipas Suyu" denirmiş. Zamanla mukaddes sayılan bu üç pınarın etrâfında küçük bir yerleşim merkezi kurulmuş ve "Sipas" ismi verilmiştir. Diğer bir rivâyete göre ise Sivas ismi eski kavimlerden"Sibasipler"den gelmektedir. Başka bir rivâyete göre "Ogüst şehri" mânâsına gelen "Sebast" kelimesinden gelmektedir. Sivas ilk çağlarda Talavra, Megalapolis, Karana ve Diyapolis isimleriyle anılmıştır. Sivas ismi için en kuvvetli rivâyet, Selçuklu Oğuz Türklerinin lehçesinde "üç değirmen" mânâsına gelen "Sebast" kelimesinden gelmiş olmasıdır. Sebast ismi zamanla halk dilinde Sivas olarak yerleşmiştir
ALINTIDIR..
 
X