- 10 Ağustos 2009
- 26.100
- 18.286
Dünyada hızla artan diyabet, kanser
gibi hastalıkların en mühim
nedeninin gıdalar olduğunu
belirten Fitoterapi Uzmanı Dr. Ümit
Aktaş, gıdaların bozulmasına ve
onlara konulan kimyasal katkı
maddelerine dikkat çekti.
‘Bitkisel Kürlerle İlaçsız Tedavi’ adlı
yeni kitabının tanıtım toplantısında
konuşan Aktaş, koruyucu
hekimliğin ilk basamağının
beslenme olduğuna vurgu yaptı.
Kimyasal ilaçları kullanmadan
birçok hastalıktan korunmanın ve
kurtulmanın olası olduğunu öne
süren Aktaş'a göre, hastalıkların
temelinde yatan etken; doğası
bozulan gıdalar.
Dr. Ümit Aktaş: Kimyasal tıp, fitoterapiyi kabul etmiyor fakat dağdan gelip
bağdakini kovuyor.
GDO'LU BUĞDAY DÜNYAYA YAYILDI,
HASTALIKLAR PATLADI
Bu konudaki en çarpıcı mesela
buğday olduğunu söyleyen
Fitoterapist (Bitkilerle bilimsel
tedavi uzmanı) Aktaş, “Aslında
buğday bir GDO’lu gıdadır” diyerek
şöyle devam etti: “Ama dünyadaki
hiçbir ülkenin besin yasası
buğdayın GDO’lu olduğunu
söylemez, yazmaz. 1943 yılında
Amerika’da buğdayı ıslah etmek
için kurulan enstitü, tüm dünyaya
bu genetiği değiştirilmiş buğdayı
yaydı. Bu buğday, şu anda
mücadele ettiğimiz hastalıkları
yarattı. Buğdayın genetiği
değiştirilene kadar dünyada çölyak,
gluten intoleransı gibi hastalıklar
yoktu. Ama şu anda sadece
Türkiye’de 5.5 milyon çölyak ve
gluten intoleransı hastası mevcut.”
“HASTA İÇİN İLAÇ DEĞİL, İLAÇ İÇİN
HASTA YARATTILAR”
“Önce gıdamızı bozdular, genetiği
ile oynanan gıdalar sağlığımızı
bozdu, sonra 'sağlığınızı geri
getireceğiz' diye ömür boyu
kullanacağımız kimyasal ilaçları
bize sattılar” diyen Dr. Aktaş’a göre,
tüm bu olan bitenin arkasında
kimya sektörü ve onun firmaları
mevcut:
“Kimya sektörü, 2. Dünya Savaşında
kazandığı parayı iki mühim alana
yatırdı. Birincisi besin ve ziraat,
ikincisi ilaç sektörü. Her şey kimya
sektörüne bağlı firmaların başının
altından çıktı, evvel gıdaların
ticaretini yapabilmek için içine katkı
maddeleri koydular, çünkü raf
ömrü gerekiyordu. Arkasından GDO
yaptılar ve bu gıdaları bize yedirip
hasta ettiler. Sonra da bizi ilaçlara
mahkum ettiler. Yani 20. yüzyılın
belası kimya sektörüdür.”
DİYABET KANSERDEN DAHA
TEHLİKELİ BOYUTTA
Günümüzde daha çok kanserin
konuşulduğunu ancak asıl
tehlikenin diyabet olduğunu
kaydeden Aktaş’ın verdiği rakamlar
bir hayli çarpıcı. ABD’de 1980’de %
6 olan diyabet görülme sıklığının
2009’da % 24’e çıktığını aktaran
Aktaş, Türkiye’de diyabetin 12
senede % 80 artış gösterdiğine
dikkat çekti.
Dr. Aktaş: Diyabet, çölyak, kanser,
romatizma, grip, astım, troid, kemik
erimesi, böbrek, prostat hastalıkları,
sedef, egzama, selülit ve daha
birçok hastalığın ilaçsız tedavisi
olası.
"30 YIL SONRA TÜM TÜRKİYE
DİYABET OLACAK"
Ülkemizde 10 milyonun üstünde
diyabet hastası olduğunu söyleyen
Aktaş’ın “Böyle giderse 30 sene
sonra Türkiye nüfusunun toplamı
diyabet olacak” tespiti ise kaygı
verici.
Bu artışın genetiği ile oynanan tam
tahıllı ürünlerin tüketilmesinden
sonra olduğunu dile getiren Dr.
Aktaş, diyabetteki bu dahil karartıcı
tablonun arkasında ise ekonomik
menfaat peşinde olan çevreler
bulunduğu görüşünde:
"HASTALIKLARIN BİTMESİNİ
İSTEMİYORLAR ÇÜNKÜ BU BÜYÜK BİR
PAZAR"
“Bu hastalara sadece tam buğdaylı
diyetler verilerek hastanın şekerinin
daha çok artması sağlanıyor. Bu
sadece ülkemizde değil dünyada da
böyle. Amerikan Diyabet Derneği,
1980’den itibaren diyabeti önlemek
için tam buğdaylı ürünler tavsiye
ediyor. Türkiye’de devlet
diyabetteki bu ürkütücü rakamlarla
ilgili ne yapıyor… Diyabet, hiçbir
ilaç, insülin veya oral antidiyabetik
kullanmadan tedavi edilebilir. Bu
hastaların % 95’i beslenmenin
düzenlenmesi, bazı bitkisel
takviyeler yani fitoterapi, ozon
terapi, hastanın egzersiz yapması
ve kilo vermesinin sağlanmasıyla
tam şifaya kavuşabilir ve
ilaçlarından kurtulabilir. Yani ilaçsız
tedavi mümkündür. Peki niye bunu
yapmıyoruz da ilaçlara mahkum
yaşıyoruz? Çünkü bu, çok büyük bir
pazar ve bundan yararlananlar
hastalığın bitmesine izin vermiyor.”
Fitoterapist Dr. Ümit Aktaş
Kanserde de aynı tablonun geçerli
olduğunu belirten Aktaş, Sağlık
Bakanlığı’nın verilerine atıfla,
“2002’de Türkiye’de kanserden
ölüm oranı % 12, 2012’de % 21.
Yani klasik kanser tedavileri
kanserden ölümleri engellemiyor”
dedi.
“HASTALAR AKTARLARIN KUCAĞINA
İTİLİYOR”
Aynı zamanda Bahçeşehir
Üniversitesi Fitoterapi Eğitim
Koordinatörü olan Dr. Ümit Aktaş,
kanser tedavisinin içinde mutlaka
fitoterapinin olması gerektiğini
söyledi ve şöyle devam etti: “Bunu
onkologlarla fitoterapistler beraber
yapmalı. Onkologlar hastalarını
azarlayarak, ‘Sakın hiçbir şey
kullanma’ diyerek onları aktarların
kucağına itiyor. Hastalar,
doktorlarından bu cevabı
alamadıkları için, aktarların veya
gibi hastalıkların en mühim
nedeninin gıdalar olduğunu
belirten Fitoterapi Uzmanı Dr. Ümit
Aktaş, gıdaların bozulmasına ve
onlara konulan kimyasal katkı
maddelerine dikkat çekti.
‘Bitkisel Kürlerle İlaçsız Tedavi’ adlı
yeni kitabının tanıtım toplantısında
konuşan Aktaş, koruyucu
hekimliğin ilk basamağının
beslenme olduğuna vurgu yaptı.
Kimyasal ilaçları kullanmadan
birçok hastalıktan korunmanın ve
kurtulmanın olası olduğunu öne
süren Aktaş'a göre, hastalıkların
temelinde yatan etken; doğası
bozulan gıdalar.
Dr. Ümit Aktaş: Kimyasal tıp, fitoterapiyi kabul etmiyor fakat dağdan gelip
bağdakini kovuyor.
GDO'LU BUĞDAY DÜNYAYA YAYILDI,
HASTALIKLAR PATLADI
Bu konudaki en çarpıcı mesela
buğday olduğunu söyleyen
Fitoterapist (Bitkilerle bilimsel
tedavi uzmanı) Aktaş, “Aslında
buğday bir GDO’lu gıdadır” diyerek
şöyle devam etti: “Ama dünyadaki
hiçbir ülkenin besin yasası
buğdayın GDO’lu olduğunu
söylemez, yazmaz. 1943 yılında
Amerika’da buğdayı ıslah etmek
için kurulan enstitü, tüm dünyaya
bu genetiği değiştirilmiş buğdayı
yaydı. Bu buğday, şu anda
mücadele ettiğimiz hastalıkları
yarattı. Buğdayın genetiği
değiştirilene kadar dünyada çölyak,
gluten intoleransı gibi hastalıklar
yoktu. Ama şu anda sadece
Türkiye’de 5.5 milyon çölyak ve
gluten intoleransı hastası mevcut.”
“HASTA İÇİN İLAÇ DEĞİL, İLAÇ İÇİN
HASTA YARATTILAR”
“Önce gıdamızı bozdular, genetiği
ile oynanan gıdalar sağlığımızı
bozdu, sonra 'sağlığınızı geri
getireceğiz' diye ömür boyu
kullanacağımız kimyasal ilaçları
bize sattılar” diyen Dr. Aktaş’a göre,
tüm bu olan bitenin arkasında
kimya sektörü ve onun firmaları
mevcut:
“Kimya sektörü, 2. Dünya Savaşında
kazandığı parayı iki mühim alana
yatırdı. Birincisi besin ve ziraat,
ikincisi ilaç sektörü. Her şey kimya
sektörüne bağlı firmaların başının
altından çıktı, evvel gıdaların
ticaretini yapabilmek için içine katkı
maddeleri koydular, çünkü raf
ömrü gerekiyordu. Arkasından GDO
yaptılar ve bu gıdaları bize yedirip
hasta ettiler. Sonra da bizi ilaçlara
mahkum ettiler. Yani 20. yüzyılın
belası kimya sektörüdür.”
DİYABET KANSERDEN DAHA
TEHLİKELİ BOYUTTA
Günümüzde daha çok kanserin
konuşulduğunu ancak asıl
tehlikenin diyabet olduğunu
kaydeden Aktaş’ın verdiği rakamlar
bir hayli çarpıcı. ABD’de 1980’de %
6 olan diyabet görülme sıklığının
2009’da % 24’e çıktığını aktaran
Aktaş, Türkiye’de diyabetin 12
senede % 80 artış gösterdiğine
dikkat çekti.
Dr. Aktaş: Diyabet, çölyak, kanser,
romatizma, grip, astım, troid, kemik
erimesi, böbrek, prostat hastalıkları,
sedef, egzama, selülit ve daha
birçok hastalığın ilaçsız tedavisi
olası.
"30 YIL SONRA TÜM TÜRKİYE
DİYABET OLACAK"
Ülkemizde 10 milyonun üstünde
diyabet hastası olduğunu söyleyen
Aktaş’ın “Böyle giderse 30 sene
sonra Türkiye nüfusunun toplamı
diyabet olacak” tespiti ise kaygı
verici.
Bu artışın genetiği ile oynanan tam
tahıllı ürünlerin tüketilmesinden
sonra olduğunu dile getiren Dr.
Aktaş, diyabetteki bu dahil karartıcı
tablonun arkasında ise ekonomik
menfaat peşinde olan çevreler
bulunduğu görüşünde:
"HASTALIKLARIN BİTMESİNİ
İSTEMİYORLAR ÇÜNKÜ BU BÜYÜK BİR
PAZAR"
“Bu hastalara sadece tam buğdaylı
diyetler verilerek hastanın şekerinin
daha çok artması sağlanıyor. Bu
sadece ülkemizde değil dünyada da
böyle. Amerikan Diyabet Derneği,
1980’den itibaren diyabeti önlemek
için tam buğdaylı ürünler tavsiye
ediyor. Türkiye’de devlet
diyabetteki bu ürkütücü rakamlarla
ilgili ne yapıyor… Diyabet, hiçbir
ilaç, insülin veya oral antidiyabetik
kullanmadan tedavi edilebilir. Bu
hastaların % 95’i beslenmenin
düzenlenmesi, bazı bitkisel
takviyeler yani fitoterapi, ozon
terapi, hastanın egzersiz yapması
ve kilo vermesinin sağlanmasıyla
tam şifaya kavuşabilir ve
ilaçlarından kurtulabilir. Yani ilaçsız
tedavi mümkündür. Peki niye bunu
yapmıyoruz da ilaçlara mahkum
yaşıyoruz? Çünkü bu, çok büyük bir
pazar ve bundan yararlananlar
hastalığın bitmesine izin vermiyor.”
Fitoterapist Dr. Ümit Aktaş
Kanserde de aynı tablonun geçerli
olduğunu belirten Aktaş, Sağlık
Bakanlığı’nın verilerine atıfla,
“2002’de Türkiye’de kanserden
ölüm oranı % 12, 2012’de % 21.
Yani klasik kanser tedavileri
kanserden ölümleri engellemiyor”
dedi.
“HASTALAR AKTARLARIN KUCAĞINA
İTİLİYOR”
Aynı zamanda Bahçeşehir
Üniversitesi Fitoterapi Eğitim
Koordinatörü olan Dr. Ümit Aktaş,
kanser tedavisinin içinde mutlaka
fitoterapinin olması gerektiğini
söyledi ve şöyle devam etti: “Bunu
onkologlarla fitoterapistler beraber
yapmalı. Onkologlar hastalarını
azarlayarak, ‘Sakın hiçbir şey
kullanma’ diyerek onları aktarların
kucağına itiyor. Hastalar,
doktorlarından bu cevabı
alamadıkları için, aktarların veya