Mümtaz’er Türköne: Hilafeti modern dünyaya ancak ‘başkanlık’ olarak tercüme edebilirsiniz
Cumhurbaşkanına örtülü ödenek yetkisi verilmesi, devletin cılkının çıkması demek.
Padişahların özel bütçesi olan ‘ceb-i hümayûn’ bile bu kadar keyfî bir harcama kalemi değildi; üstelik ‘yetkisiz ve sorumsuz’ bir cumhurbaşkanına bu yetkiyi vermenin hukuk ve akıl içinde hiçbir açıklaması yok. En zoru da ‘devlet bu şekilde nasıl yönetilir?’sorusuna bir cevap bulabilmek. Açıklamayı galiba başka yerlerde, özel siyasî jargonda aramamız lazım.
Erdoğan, son zamanlarda sık sık ‘ben siyasî hareketin lideriyim’ sözünü söylüyor; Parti’de ve Hükümet’te ona destek verenler ‘o siyasî hareketin lideri’ diye bu sözü tekrarlayarak bağlılıklarını vurguluyor. Cumhurbaşkanı’nın Parti ve Hükümet’le yetki çatışması yaşadığı zaman yaptığı bu vurgu çok derin anlamlar içeriyor olmalı.
‘Siyasî hareketin lideri’ sözü, “aday listeleri Parti’de mi, yoksa Saray’da mı hazırlanacak?” sorusu gibi AK Parti’nin kurumsal kişiliğini ve Davutoğlu’nun başbakan ve parti başkanı sıfatıyla sahip olduğu anayasal yetkilerini sorgulayan bir cevap niteliği taşıyor. Deniyor ki, “Elbette son söz Erdoğan’ındır, çünkü o bu siyasî hareketin lideridir.” ‘Manevî liderlik’, ‘onursal başkanlık’, ‘saygın bir kişilik’ değil de fiilen bugüne ve yapılacak işlere dair bir karar mercii ve otoriteden bahsediliyor.
İşin içinde sadece siyasî parti ve onun kararları olsa belki de anlaşılır bir niteleme; Putin-Medvedev ilişkisi gibi herkesin bildiği bir mutabakat da değil, bu ‘lider’ vurgusunun doğrudan ‘führer’,‘duçe’, ‘millî şef’ gibi bir anlam taşımaktan başka çaresi yok. Yoksa bu laf neden edilsin? Peki o zaman anayasa, yasalar, yasal olarak sorumluluğu üstlenmiş başbakan ve parti genel başkanı ve yetkili kurullar ne olacak?
İslâm siyasî geleneğine göre yönetici ile yönetilenler arasındaki ilişki bir sözleşmeye dayanır. Bu sözleşmeye ‘biat’ adı verilir. Yönetilenler, ‘ehli hal ü akd’ yani temsilciler-önde gelenler aracılığıyla yöneticiye itaat edeceklerini ilan ederler ve böylece bütün siyasî hak ve yetkilerini kayıtsız-şartsız ona devrederler. Yöneticinin adalet içinde yönetmek, yönetilenlerin ise kayıtsız şartsız itaat etmek görevi iki tarafın sınırlarını çizer. Yetkisini biat kurumundan alan devlet başkanına ‘halife’ adı verilir. Hilafeti modern dünyaya ancak ‘başkanlık’ olarak tercüme edebilirsiniz.
Siyasî hareketin liderliği acaba ‘halife’ sıfatıyla mı sürüyor?
http://www.diken.com.tr/mumtazer-tu...ancak-baskanlik-olarak-tercume-edebilirsiniz/
Cumhurbaşkanına örtülü ödenek yetkisi verilmesi, devletin cılkının çıkması demek.
Padişahların özel bütçesi olan ‘ceb-i hümayûn’ bile bu kadar keyfî bir harcama kalemi değildi; üstelik ‘yetkisiz ve sorumsuz’ bir cumhurbaşkanına bu yetkiyi vermenin hukuk ve akıl içinde hiçbir açıklaması yok. En zoru da ‘devlet bu şekilde nasıl yönetilir?’sorusuna bir cevap bulabilmek. Açıklamayı galiba başka yerlerde, özel siyasî jargonda aramamız lazım.
Erdoğan, son zamanlarda sık sık ‘ben siyasî hareketin lideriyim’ sözünü söylüyor; Parti’de ve Hükümet’te ona destek verenler ‘o siyasî hareketin lideri’ diye bu sözü tekrarlayarak bağlılıklarını vurguluyor. Cumhurbaşkanı’nın Parti ve Hükümet’le yetki çatışması yaşadığı zaman yaptığı bu vurgu çok derin anlamlar içeriyor olmalı.
‘Siyasî hareketin lideri’ sözü, “aday listeleri Parti’de mi, yoksa Saray’da mı hazırlanacak?” sorusu gibi AK Parti’nin kurumsal kişiliğini ve Davutoğlu’nun başbakan ve parti başkanı sıfatıyla sahip olduğu anayasal yetkilerini sorgulayan bir cevap niteliği taşıyor. Deniyor ki, “Elbette son söz Erdoğan’ındır, çünkü o bu siyasî hareketin lideridir.” ‘Manevî liderlik’, ‘onursal başkanlık’, ‘saygın bir kişilik’ değil de fiilen bugüne ve yapılacak işlere dair bir karar mercii ve otoriteden bahsediliyor.
İşin içinde sadece siyasî parti ve onun kararları olsa belki de anlaşılır bir niteleme; Putin-Medvedev ilişkisi gibi herkesin bildiği bir mutabakat da değil, bu ‘lider’ vurgusunun doğrudan ‘führer’,‘duçe’, ‘millî şef’ gibi bir anlam taşımaktan başka çaresi yok. Yoksa bu laf neden edilsin? Peki o zaman anayasa, yasalar, yasal olarak sorumluluğu üstlenmiş başbakan ve parti genel başkanı ve yetkili kurullar ne olacak?
İslâm siyasî geleneğine göre yönetici ile yönetilenler arasındaki ilişki bir sözleşmeye dayanır. Bu sözleşmeye ‘biat’ adı verilir. Yönetilenler, ‘ehli hal ü akd’ yani temsilciler-önde gelenler aracılığıyla yöneticiye itaat edeceklerini ilan ederler ve böylece bütün siyasî hak ve yetkilerini kayıtsız-şartsız ona devrederler. Yöneticinin adalet içinde yönetmek, yönetilenlerin ise kayıtsız şartsız itaat etmek görevi iki tarafın sınırlarını çizer. Yetkisini biat kurumundan alan devlet başkanına ‘halife’ adı verilir. Hilafeti modern dünyaya ancak ‘başkanlık’ olarak tercüme edebilirsiniz.
Siyasî hareketin liderliği acaba ‘halife’ sıfatıyla mı sürüyor?
http://www.diken.com.tr/mumtazer-tu...ancak-baskanlik-olarak-tercume-edebilirsiniz/