Popüler Konu Mevlid Kandili

isabel

Kuzey Ege
Yönetici
Super Moderator
Anneler Kulübü
6 Mart 2012
17.731
27.748
48
Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimizin dünyaya teşriflerini müjdeleyen #MevlidKandili'mizi tebrik eder, bu mübarek gecenin ülkemize ve tüm insanlığa hayırlara vesile olmasını dilerim.

Mevlid Kandilimiz mübarek olsun



Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) 571 yılında Kameri aylardan Rebiü'l-evvel ayı'nın 12.gecesi doğmuştur.

Peygamberler zincirinin son halkası, ahir zaman Peygamberi diye bilinen Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz dir. O, hatem'ül-enbiyadır. Artık O'ndan sonra bir daha Peygamber gelmeyecektir. Kur'an-ı Kerim'in kesinlikle belirttiği üzere : O, Allah'ın elçisi ve Peygamberlerin sonuncusudur.

Peygamber Efendimiz, bütün Peygamberlerin manada ilki, madde de sonuncusudur .O'nunla, Peygamberlik zinciri hem tamamlanmış, hem de ilk halka ile bütünleşmiştir. O' aynı zamanda; kusursuzluğun, eksiksizliğin, mükemmelliğin ve kemalin eşsiz temsilcisidir. Kelimeler O'nu anlatmakta kifayetsiz, akıllar O'nu kavramaktan aciz kalmaktadır.

O, Alemlere Rahmettir. Kur'an-ı Kerim'de O'nun şanında : ''Biz seni,ancak alemlere rahmet olarak gönderdik'' buyrulmuştur.

Rahmet;hemen hemen bütün lügat kitaplarında;esirgeme,yarlıgama,koruma,acıma,şefkat,merhamet,anlamları ile kayıtlıdır.Dilimizde ayrıca mecazi olarak ''yağmur'' anlamında da kullanılmaktadır.

Kurumuş, çatlamış, yarılmış bir toprak için yağmur ne ise; korunacak, acınacak ve esirgenecek durumda olan insan toplulukları içinde Peygamberin gönderiliş sebebi odur.
Alemler için rahmet oluş, yani Rahmeten li'l-alemin olma vasfı, sadece son Peygamber (s.a.v.)'e bahşedilmiş bir özelliktir.

Peygamber Efendimiz; Kur'an-ı Kerim'de '' ümmi peygamber '' diye tavsif edilmiş, hemde bu durum,R esülullah Efendimiz'in seçkin özelliklerinden biri olarak tanıtılmıştır. Bu sıfat, özellikle Ramazan da teravih namazı aralarında ve bazı dini merasimlerde cemaatin hep bir ağızdan özel makamıyla söylediği '' salat-ı ümmiyye '' içinde de geçmektedir.

Arapça da ''ümm'' ana demektir. ümmi de ''anasından doğduğu gibi, doğduğu hal üzere,fıtrat-ı asliyesinde bir değişiklik olmamış ''
anlamına gelir. Bu sıfat; daha çok,bir kimsenin, okuma-yazma durumunu anlatma ve kültür seviyesini belirtme açısından kullanılır.

Ümmi; anasından doğduğu gibi kalıp, okuma-yazma öğrenmemiş, mektep-medrese yüzü görmemiş, bir hoca önüne diz çökmemiş kimse demektir.

Ümmilik, sıradan kimseler için bilgi eksikliğini ifade eden bir noksan sıfattır...O kimsenin tahsil ve terbiyesindeki eksikliği ortaya koyar.Aynı sıfat Peygamber Efendimiz'e nisbet edildiği zaman ise bir '' Kemal '' sıfatıdır. Peygamber Efendimizin bilgi ve davranıştaki mükemmelliği, okuyup-yazanları, mektep-medrese görenleri ve en yüksek ilim merkezlerinden bilgi alanları aciz bırakan bir seviyededir.Bu, O'nun Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber olduğunu; bunca bilgisi ve görgüsünü, devrinin Yahudi ve Hıristiyan alimlerinden, kahinlerinden ve bir kısım gün görmüş tecrübeli bilginlerinden öğrenmediğini; ne biliyorsa, ne söylüyorsa, ne öğretiyorsa bütün bunların, kendisine Allah tarafından verilmiş bir vergi olduğunun ifadesidir. Bu sebeple ümmilik vasfı,Hz. Peygamber için önemli bir mucizedir.

Salat-ı ümmiyye'nin metni şöyledir: ''Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin'in nebiyy'il-ümmiyyi ve ala alihi ve sahbihi ve sellim''
 
Son düzenleyen: Moderatör:
mucize11.jpg

Hz.Muhammed (s.a.v.) İbrahim’in oğlu İsmail’in soyundan gelmiştir. Mekke’de bulunan Kureyş Kabilesi’nin Haşimiler soyundandır. Dedesinin adı Abdulmuttalip, babasının adı Abdullah’dır. Annesi ise Vehb kızı Amine’dir.
Allah’ın Elçisi temiz ve şerefli bir soydan gelmiştir. Bu gerçeği sevgili Peygamberimiz şöyle açıklar: “Ben hep nikahlanarak evlenen kimselerin soyundan geldim. Soyumuzda hiç evlilik dışı ilişkiler olmamıştır.”
Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (s.a.v.)’in doğumu Rebiü'levvel ayının 12. günü Pazartesi gecesi tanyeri ağarırken olmuştur.
Yeryüzünün en kutsal şehri olan Mekke'de güneşin ilk ışıkları dünyayı aydınlatmaya başladığı bir zamanda Risalet güneşi doğmuştur. Ve nuru ile bütün zamanları ve mekanları aydınlatmıştı.

Sevgili Peygamberimiz'in doğduğu gece olağanüstü olaylar meydana gelmiştir. Bu olaylardan bazıları şöyledir:
İran hükümdarı Kisra’nın sarayı sallanmış ve l4 sütunu yıkılmıştır.
Mecusilerin (ateşe tapanların) tapındığı bin yıldır yanmakta olan ateş sönmüştür.
Kabe’de bulunan putlar yüzüstü yere yıkılmıştır.
Save Gölü kurumuştur.
Semave Deresi taşmıştır.
O gece Kabe’nin yakınında bulunan dedesi Abdulmuttalib’in kulağına gelen bir ses; “Şu anda oğlun Abdullah’dan bir çocuk dünyaya geldi. Onun varlığı alemlere rahmettir. Çocuğun adını Muhammed koy” denilmiştir.
Hz. Muhammed (s.a.v.) göbeği kesilmiş ve sünnet olmuş bir şekilde dünyaya gelmiştir.
O gecenin sabahında Medine’de bir Yahudi halka seslenerek: “Bu gece Ahmed’in yıldızı doğmuştur” demiştir.(Yahudiler ilimleri ile O'nun doğacağı günü bile biliyorlardı.Ama Yahudi neslinden değil de Arap kavminden doğduğu için aralarında "bu vallahi O'dur son Peygamberdir. Ama vallahi iman etmeyeceğim ona" diye konuştular.)
Yahudi ileri gelenleri ve Alimleri kitaplarında daha önce rastladıkları işaret ve müjdelerin açığa çıktığını gördüler. Kimsenin haberi olmadan en önce onlar bu müjdeyi verdiler.

O gece Yahudi alimleri semaya bakıp "Bu yıldızın doğduğu gece Ahmed doğmuştur" dediler.

Bir Yahudi İleri geleni Mekke'de Peygamberimizin doğduğu gece, içlerinde Hişam ve Velid bin Muğire, Utbe bin Rabia gibi Kureyş ileri gelenlerinin bulunduğu bir toplantıda,
- "Bu gece sizlerden birinin çocuğu oldu mu?" diye sordu.
- "Bilmiyoruz" diye cevap verdiler.
Yahudi,
-"Vallahi sizin bu ihmalinizden iğreniyorum!
-"Bakın, ey Kureyş topluluğu, size ne söylüyorum, iyi dinleyin.
-Bu gece, bu ümmetin en son Peygamberi Ahmed doğdu. Eğer yanlışım varsa, Filistin'in kudsiyetini inkar etmiş olayım. Evet, onun iki küreği arasında kırmızımtırak, üzerinde tüyler bulunan bir ben var" dedi.

Toplantıda bulunanlar Yahudinin sözünden hayrete düştüler ve dağıldılar. Her birisi evlerine döndüğünde bu durumu ev halkına anlattılar. "Bu gece Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'ın bir oğlu doğdu. Adını Muhammed koydular." haberini aldılar.

Ertesi gün Yahudiye vardılar:
"Bahsettiğin çocuğun bizim aramızda dünyaya geldiğini duydun mu?" dediler.
Yahudi;
-"Onun doğumu benim size haber verdiğimden önce midir, sonra mıdır?" dedi.
Onlar;
-"Öncedir ve ismi Ahmed'dir" dediler.
Yahudi;
-"Beni ona götürün" dedi.
Yahudi ile beraber kalkıp Hz. Amine'nin evine gittiler, içeri girdiler.
Pegamberimizi Yahudinin yanına çıkardılar. Yahudi Peygamberimizin sırtındaki beni görünce, üzerine baygınlık geldi, fenalaştı. Kendine gelip ayıldığı sırada,

"Ne oldu sana, yazıklar olsun" dediler.

Yahudi;
- "Artık İsrailoğullarından Peygamberlik gitti. Ellerinden kitap da gitti. Artık Yahudi alimlerinin kıymet ve itibarları da kalmadı. Araplar Peygamberleriyle kurtuluşa ereceklerdir.

"Ey Kureyş topluluğu, ferahladınız mı? Vallahi size, doğudan batıya kadar ulaşacak bir güç, kuvvet ve bir üstünlük verilecektir" dedi.
 
mucize12.jpg

Kainatın Efendisini dünyaya getiren bahtiyar annenin henüz çocuğu dünyaya gelmeden, Peygamber Efendimiz'e hamileyken rüyasında gördükleri çok manalıydı..

Peygamber Efendimiz'e hamileyken rüyasında, "Sen, insanların en hayırlısına ve bu ümmetin efendisine hamile oldun. Onu dünyaya getirdiğin zaman ''Her hasetçinin şerrinden koruması için bir ve tek olana sığınırım'' de, sonra ona Ahmed yahut Muhammed ismini ver."

Yine kendisinden çıkan bir nurun aydınlığında bütün doğu yu ve batı yı, Şam ve Busra saray ve çarşılarını, hatta Busra'daki develerin uzanan boyunlarını gördüğünü Abdülmüttalib'e anlatmıştı.

Aynı gece Hz. Amine'nin yanında bulunan Osman ibn As'ın annesinin gördükleri de şöyle:

"O gece evin içi nurla doldu, yıldızların sanki üzerimize dökülecekmiş gibi sarktıklarını gördük."

Rebiülevvel ayının 12.Pazartesi gecesi, yapılan hesaplamalara göre, Miladi takvime göre 20 Nisan'a denk gelen geceidi.
Dünyayı şereflendiren iki Cihan Serverinin üzerini o günün bir adeti olarak bir çanakla kapattılar.

Araplara göre o zaman, gece doğan çocuğun üzerine bir çanak koymak ve gündüz olmadan ona bakmamak adetti. Fakat bir de baktılar ki. Peygamber Efendimizin üzerine konulan çanak yarılarak ikiye ayrılmış, Efendimiz gözlerini gökyüzüne dikmiş, başparmağını emiyordu.

Evet, bu işaret her türlü küfrün, zulmün, şirkin ve her türlü batıl inanç ve adetlerin parçalanıp yok olması, imanın, nurun ve hidayetin kainatı aydınlatması için gönderilmiş bir Peygamber idi.

Aynı gece Kabe'de tapılmakta olan cansız putların çoğunun baş aşağı devrildiği görüldü.

Aynı gece Kisra sarayının beşik gibi sallanıp on dört balkonunun parçalanıp yerlere düştüğü öğrenildi.

Save'da mukaddes tanınan gölün suyunun çekilip gittiği görüldü.

Bin senedir yakılan ve söndürülmeyen mecusi ateşinin sönüverdiği müşahede edildi.

Bütün bunlar işaret ve alamettir ki, yeni dünyaya gelen zat ateşe tapmayı, puta tapmayı kaldırıp, Fars saltanatını parçalayarak Allah'ın izni olmadan kutsal tanınan şeylerin kutsallığını ortadan kaldıracaktır.

O vahşet devrinde kainat ufkundan bir güneş doğdu. Bu güneş ahir zaman Peygamberi Hz. Muhammmed Aleyhissalatü Vesselam idi. Tarihin seyrini, hayatın akışını değiştiren bu eşsiz olay, dünyayı yerinden sarsan değişimlerin en büyüğü idi.
 
peygdoev.jpg

Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz'in doğduğu ev
dogumevi.jpg

Peygamberimiz'in Doğduğu Ev, Restore Edilmiş, Kütüphane Olarak Kullanılıyor
fuadyusufogluscreenhuntbc1.jpg

Peygamberimiz'in Doğduğu Ev
olcayasik_Image(036)(01).JPG

8Ayakizi2.jpg

11ib4.jpg

103100645738ke7.jpg

1ayakizi.jpg

Peygamber Efendimiz'in Ayak İzi
253dtoc6.jpg

sakaliseriff2.jpg

sakali-serif.jpg

09st0.jpg

sakaliserif4b.jpg

Peygamber Efendimiz'in Sakal-ı Şerif'i
saub2.jpg
 
Peygamber Efendimiz'in Hırka-i Şerifleri
Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz'in Giydigi Mübarek hırka'sının (Hırka-i Şerif) saklı olduğu altın sandık
Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz'in Giydiği Mübarek hırka'sının (Hırka-i Şerif) saklı olduğu altın sandık. Hemen altında da Ok'u ve Kılıç'ları.
Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz'in Yayı
77_7.jpg
Hz. Muhammed'in Kılıcı
Kılıç Kabzaları
kilic3b.jpg

Sahabe-i Kiram'ın (r.a.) kılıçları
kilic4b.jpg

Sahabe-i Kiram'ın (r.a.) kılıçları
 
Son düzenleyen: Moderatör:
Merhaba arkadaşlar
öncelikle hepinize teşekkür ediyorum güzel yorumlarınız için :)
ve hepinize canı gönülden bir gül gönderiyorum:KK16:
b-488092-gül.jpg

Bu konu başlığını 1 yıl öncesinde 25 şubat 2010 tarihinde yine aynı bu başlıkla ben açmıştım. Bu başlık altında hem Mevlid Kandili'ni, hemde 14-20 Nisan tarihleri arasında Sevgili Peygamberimiz'in doğum gününü bir çok arkadaşında yazmış olduğu mesajlarla kutlamıştık.Tarihler farklı olsa bile konu içerik olarak aynı, Peygamberimiz'in doğum gününü kutluyoruz.

Tarihlerin farklı olmasının sebebi; Miladi Takvim ile Rumi Takvim den kaynaklanıyor.ilerleyen zamanda bunu bir mesajla açıklayacağım Bütün bunları önceki açmış olduğum konuda açıklamıştım.Ancak kısa bir süre önce açmış olduğum bu konumun silindiğini gördüm ve üzüldüm.Bu üzüntümü dile getirdiğim, kim tarafından ve neden konuyu sildiğini öğrenmek için bir mesaj yazıp yönetime gönderdim.Aldığım cevap konu içerisinde bir mesajı silmek isterken, yanlışlıkla silinmek istenen mesajla birlikte konununda silindiği ve konuyu yeniden açabileceğim yönünde olumlu bir mesaj aldım :):KK71: Bu cevabı aldığım tarihte konuyu açmam uygun olmazdı. Bende sabırla bu günü bekledim ve gün geldi konuyu yeniden açtım.Elimden geldiğince Sevgili Peygamberimiz'i anlatmayı,Bilmediklerimi ise siz değerli arkadaşlardan öğrenmeği istiyorum.Konu silindiği için herşeye silbaştan sıfırdan başlıyoruz.

Konu başlığı bu şekilde çünkü;dediğim gibi tarihler farklı olsa bile içerik aynı, tek bir başlık altında konuyu ele almak istedim.Miladi Takvime göre; 14- 20 Nisan belli bir tarih - Rumi Takvime göre ise; her yıl bir önceki yıldan 11 gün önceye denk gelen ve değişken bir tarih Mevlid Kandili.. Bu sebeple genel bir başlık altında konuyu ele alıp, tek bir başlık altında mesaj yazmayı uygun buldum.
bir önceki yıl 8 mart 2010
bu yıl 14 şubat 2011
gelecek yıl 3 şubat 2012 mevlid kandili
Siz değerli arkadaşlardan bir ricam olacak, konuya eklemek istediğiniz şiirler olursa, bu şiirlerin sonuna kime ait olduğunu yazarsanız sevinirim.Yönetimde zor durumda kalmamış olur.:KK34:
 
İnsanlar geçmişte zamanı ölçerken ölçü aracı olarak Güneş 'i ve Ay ’ı kullanmışlar.
Güneş'i kullananlar; Dünya'nın Güneş etrafında bir tam dönüşünü esas almışlardır.
(365 gün 6 saat) Bu şekilde oluşturulan takvimlere ''Güneş Takvimi'' diyoruz.
Ay’ı kullananlar ise; Ay'ın Dünya etrafında 12 kez dönmesini (12 x 29.5 =354) esas almışlardır. Bu sekilde oluşturulan takvimlere ''Ay Takvimi'' diyoruz.
Arapça da Güneş: Şems... Ay: Kamer olarak geçer..

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) 571 yılında Kameri aylardan Rebiü'l-evvel ayı'nın 12.gecesi doğmuştur. Miladi takvime göre ise bu, 571 yılı Nisan ayı'nın yirmisi ne rastlamaktadır.

Hicri Takvim:
Ay yılını esas alır. Başlangıç olarak Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Mekke'den Medine’ye hicretini 622 yılını başlangıç kabul eden ve aya göre hesap edilen takvimdir. Hz. Ömer (r.a.) başlatmıştır. Bugün Ramazan,Mevlid'ler gibi dini günlerde bu takvimi kullanmaktayız. Hicri Takvim de Yılbaşı: 1 Muharrem dir.

Rumi Takvim:
kullanılmaya başlanıldığı tarih, miladi takvime göre 14 mart 1399 yılıdır..Osmanlı devletinde resmi ve mali işlerde kullanılmak üzere yürürlüğe giren takvimdir.Güneş Yılını esas alır..şuan ki kullandığımız miladi takvim ile rumi takvim arasında 13 günlük bir fark vardır.. çünkü; rumi takvim başlangıç ayı olarak 1 mart' ı esas alır.. Rumi Takvim de Yılbaşı: 1 Mart dır..

Rumi Takvim Ayları:
1 mart,1 nisan,1 Mayıs,1 Haziran,1 Temmuz,1 Ağustos,1 Eylül,1 Teşrinievvel,1 Teşrinisani,1 Kanunuevvel,1 Kanunusani,1 şubat..

Miladi Takvim:
Hz. İsa’nın doğuşunu (sıfır) başlangıç olarak kabul eder..Miladi Takvim de Yılbaşı: 1 ocak resmi yılbaşı olarak kutlanır..

Hicri Takvim Ay yılını, Miladi Takvim Güneş yılını esas alır...Hicri Takvim de baslangıç tarihi Hazreti Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicret ettiği tarih olan 622 yılıdır.Miladi Takvim de ise başlangıç Hz. İsa’nın doğum tarihi ''0'' sıfır yılıdır...


Kutlu Doğum Haftası:1989 yılından beri kutlanmaktadır..Mevlid Kandili ilk defa 13. asırda Erbil Atabeği Muzafferüddin Gökbörü tarafından iki ay süreyle kutlanmaya başlandı. Mevlid Kandili münasebetiyle ilim adamları bir araya gelip ilmi, fikri sohbetler yapıyor, halk sokaklarda mevlidi bir bayram havasında kutluyordu...Süleyman Çelebi’nin kaleme aldığı Vesiletü’n Necat isimli şiirin, Mevlid adıyla, yüzyıllardır sevinçte, tasada, doğumda, ölümde okunması ve bu geleneğin bugün de canlı bir şekilde devam etmesi, Peygamber Efendimize duyulan sevginin,saygının,özlemin nedenli büyük olduğunun bir göstergesidir..Türkiye Diyanet Vakfı, yüzyıllar önce bir ilim ve kültür bayramı şeklinde kutlanan Mevlid geleneğini canlı tutup,devam ettirmek istemiş.. Bu düşünce ile Peygamberimizin doğum gününü içine alan haftayı, “Kutlu Doğum Haftası” olarak ilan etmiştir...
Bu sebeple her yıl Nisan ayı'nın 20 si Kutlu Doğum Haftası olarak kutlanır..
 
Hicri Takvimin Ayları:
1) Muharrem 1 muharrem: hicri yılbaşı.....10 muharrem: aşure günü
2) Safer: kaza bela ayı der büyükler.. bolca dua ederler...
3) Rebiülevvel 12 rebiülevvel: Mevlid Kandili Peygamberimizin doğduğu gün
4) Rebiülahir
5) Cemaziyelevvel
6) Cemazielahir
7) Recep 1 Recep: üç aylar'ın başlangıcı,Recep Ayı nın ilk cuma gecesi Regaip kandili,Recep ayı nın 27. gecesi Mirac Kandili
8) Şaban 15.gecesi Berat kandili
9)Ramazan 1 Ramazan: orucun başlangıcı,Ramazan Ayı nın 27.gecesi Kadir Gecesi
10) Şevval 1,2,3 Şevval, Ramazan Bayramı: 3 gün
11) Zilkade
12) Zilhicce 9 Zilhicce: Arefe Günü.....10,11,12,13 Zilhicce: Kurban Bayramı 4 gün..... 8,9,10 Zilhicce Hac Günleri..


Miladi Yılın Hicri Yıla Çevrilmesi
Miladi yıldan 621 rakamını çıkarınız. 2011 - 621 = 1390 (A sayısı)
A sayısını 33'e bölünüz. 1390 : 33 = 42.121 (=42) (B sayısı)
A sayısını B sayısı ile toplayınız. 1390 + 42 = 1432


Hicri Yılın Miladi Yıla Çevrilmesi
Hicri yılı 33'e bölünüz. 1432 : 33 = 43.393 (=43) (A sayısı)
A sayısını hicri yıldan çıkarınız. 1432 - 43 = 1389 (B sayısı)
B sayısını 622 ile toplayınız. 1388 + 622 = 2011


Miladi Yılın Rumi Yıla - Rumi Yılın Miladi Yıla Çevrilmesi
Miladi yıldan 584 rakamı çıkarılırsa Rumi tarih,
Rumi yıla 584 rakamı eklenirse Miladi tarih bulunur.


Şu Gün İtibariyle:
Miladi Takvim de: 14 nisan 2011
Hicri Takvim de: 11 cemaziyelevvel 1432
Rumi Takvim de : 1 nisan 1427 yılını göstermektedir..

Mevlid Kandili Tarihleri
8 mart 2009 pazar Mevlid Kandili
25 şubat 2010 perşembe Mevlid Kandili
14 şubat 2011 pazartesi Mevlid Kandili
3 şubat 2012 cuma Mevlid Kandili
 
bu güzel bilgiler için çok teşekkürler
bende sizlere teşekkür ederim :) zaman ayırıp konuyu okuduğunuz ve beğendiğiniz için:KK16: bugün itibariyle kutlu doğum haftası başladı..20 Nisan da sevgili Peygamberimiz'in doğduğu, dünyamızı şereflendirdiği gün :):KK69: o güne kadar, elimden geldiğince sizlerle paylaşımlarda bulunacağım, Allah izin verdiği sürece :)
 
Emegine saglik semus.. ancak cok uzundu hepsini okuyamadim.. belki ara ara bakar okurum...
Insallah ona layik ümmet oluruz..yapilabilecek ibadetleride eklersen sevinirim
 
Son düzenleme:
Seccadeden kumlardı...
....................................
Devirlerden, diyarlardan
Gelip göklerde buluşan
Ezanların vardı!

Mescit mü'min, minber mümin...
Taşardı kubbelerden Tekbir,
Dolardı kubbelere "amin!"

Ve mübarek geceler, dualarımız,
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler ki pırıl pırıl,
Kandillerin yanardı!

Kapına gelenler, ya Muhammed,
Uzaktan, yakından-
Mü'min döndüler kapından!

Besmele, ekmeğimizin bereketiydi;
İki dünyada aziz ümmet,
Muhammed ümmetiydi.

Konsun -yine- pervazlara
Güvercinler;
"hu hu" lara karışsın
Aminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatiha'lar, Yasin'ler!

Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi...
Nerde kaldın ey Resul,
Nerde kaldın ey Nebi?

Günler, ne günlerdi, ya Muhammed;
Çağlar ne çağlardı;
Daha dünyaya gelmeden
Müminlerin vardı...
Ve birgün, ki gaflet
Çöller kadardı,
Halime'nin kucağında
Abdullah'ın yetimi,
Amine'nin emaneti ağlardı!

Hatice'nin koncası,
Aişe'nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği,
Göklerin resulüydün...
Elçi geldin, elçiler gönderdin...
Ruhunu Allah'a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke'de bunalırsan
Medine'ye göçerdin.

Biz dünyadan nereye
Göçelim ya Muhammed?
Yeryüzünde riya, inkar, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
(Ebu Leheb öldü) diyorlar:
Ebu Leheb ölmedi, ya Muhammed;
Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!

Neler duydu şu dünyada
Mevlid'ine hayran kulaklarımız:
Ne adlar ezberledi, ey Nebi,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kabe'ne siyahlar
Yakışmamıştır, ya Muhammed,
Bugünkü kadar!

Haset, gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi...
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği...
İyiliğin türbesine
Türbedar oldu iyi!

Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına.
İyilikler getir, güzellikler getir
Adem oğullarına!

Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Taif'tir, kimi Hayber'dir...
Fethedemedik, ya Muhammed,
Senelerdir!

Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi...
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi...
Günahın kursağında
Haramların peteği!

Bayram yaptı yabanlar:
Semave'yi boşaltıp
Save'yi dolduranlar...
Atını hendeklerden -bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar...
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman'lar!

Gözleri perdeliyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı...
Yere dökülmeyecekti, ey Nebi
Yabanların gözünde kalacaktı!

Konsun -yine- pervazlara
Güvercinler;
"hu hu"lara karışsın
Aminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatiha'lar, Yasin'ler!

Ne oldu, ey bulut,
Gölgelediğin başlar?
Hatırında mı, ey yol,
Bir aziz yolcuyla
Aşarak dağlar taşlar,
Kafile kafile, kervan kervan
Şimale giden yoldaşlar?

Uçsuz bucaksız çöllerde,
Yine, izler gelenlerin,
Yollar gideceklerindir.

Şu Tekbir getiren mağara,
Örümceklerin değil;
Peygamberlerindir, meleklerindir...
Örümcek ne havada,
Ne suda, ne yerdeydi...
Hakkı göremiyen
Gözlerdeydi!

Şu kutu, cinlerin mi;
Perilerin yurdu mu?
Şu yuva-ki bilinmez,
Kuşları hüdhüd müdür, güvercin mi, kumru mu?-
Kuşlarını, bir sabah,
Medine'ye uçurdu mu?

Ey Abva'da yatan ölü
Bahçende açtı dünyanın
En güzel gülü;
Hatıran, uyusun çöllerin
Ilık kumlarıyla örtülü!

Dinleyene hala,
Çöller ses verir:
"Yaleyl!" susar,
Uğultular gelir.
Mersiye okur Uhud,
Kaside söyler Bedir.
Sen de, bir hac günü,
Başta Muhammed, yanında Ebubekir;
Gidenlerin yüzbin olup dönüşünü
Destan yap, ey şehir!

Ebubekir'de nur, Osman'da nurlar...
Kureyş uluları karşılarında
Meydan okuyan bir Ömer bulurlar;
Ali'nin önünde kapılar açılır,
Ali'nin önünde eğilir surlar.
Bedir'de, Uhud'da, Hayber'de
Hak'kın yiğitleri, şehid olurlar...
Bir mutlu günde, ki ölüm tatlıydı;
Yerde kalmazdı ruh... kanadlıydı.

Konsun -yine- pervazlara
Güvercinler;
"hu hu"lara karışsın
Aminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatiha'lar, Yasin'ler!

Vicdanlar, sakat çıkmadan,
Ya Muhammed, yarına;
İyiliklerle gel, güzelliklerle gel
Adem oğullarına!

Yüreklerden taşsın
Yine imanlar!
Itri, bestelesin Tekbir'ini;
Evliya, okusun Kur'an'lar!
Ve Kur'an'ı göznuruyla çoğaltsın
Kayışzade Osmanlar!

Na'tini Gaalip yazsın,Mevlid'ini Süleyman'lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan'lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!

Gel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar ardında saklı
Aminlerimiz vardır!..
Hacdan döner gibi gel;
Mi'raç'tan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!

Bulutlar kanad, rüzgar kanad;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Ayetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad...
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilal-i Habeşi sustuysa
Ezanlarını Davud okusun!

Konsun -yine- pervazlara
Güvercinler;
"hu hu"lara karışsın
Aminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatiha'lar, Yasin'ler!


Arif Nihat Asya
 
Sevgili!
Sen gitmiştin...
Koyup bir başımıza, bırakıp pak ellerimizi, gurbetlerine salmıştın bizi.
Yetim kaldık, öksüz kaldık ve ellerimiz kirlendi yokluğunda...
Sen gitmiştin...
Ayrılıkların dilini hece hece ağlıyoruz şimdi.
Akşamlar iniyor dağlara ve hasretimiz yankılanıyor yamaçlarda.

Sevgili!
Nasıl iltica edelim sana ;
huzuruna nasıl varalım, yalvaralım?!.
Ve duyurabilsin mi sesini!?.
Efendim, duyar mısın sesimizi?..

Sevgili!
Sen aşk ikliminde sultan, sen güzellik şahikasında dolunay, sen vefa göğünde
hilal.
Biz bir bakışının dilencisi,
biz dolunay tutkunları,
biz bayramı gözleyen oruçlar.
Güzellik ordusunun hakanı sen, gam ruzigârinda gedalar biz.
Sen imrenme, biz ayıplanma.
Sen özüsün varlığın ve biz varlık iddiasında küstah yoksullar.
Sen sabah yıldızlarının ışığı, biz gaflet uykusunda kervancı.
Dert ve keder denizinde çığlık çığlığayız biz,
kumrular ve bülbüller seni bestelemekte oysa.
Çığlıklarımızı bestelere karıştırıver efendim,
düşkünlerine, savrulmuşlarına kulak ver.
İtivermezsin elinin tersiyle bizi, değil mi efendim?..

Sevgili!
Sen gitmiştin...
Yokluğunda kaybettik önce varlığımızı ve sonra yok eyledik aklımızı da.
Hasretinle akan zamanlarda cevherimiz özden, madenimiz mıknatıstan ayrıldı.
Sen gitmiştin...
Gönüllerimiz billur kadehler gibi çalındı sengsarlara;
ırmaklarımız mecralarında susuzluğa mahkum edildi.
Sen gitmiştin...
Çelik mermere çarptı, iradeye ateş düştü yokluğunda.
Hasretinden akıllar yitirildi efendim,
gönüller gölgelere düştü.
Kucak kucağa güneşlerimiz söndü,
dudak dudağa denizlerimiz kurudu
ve sen gitmiştin efendim.
Sen gitmiştin...
Seninle birlikte her şeylerimiz gitti.
Şehitlerimiz kefenlerinden sıyrıldı senden sonra;
kanlarımız sahralar doldurdu.
Kelimelerimiz anlamlarını yitirdi,
kutlu erlerimiz tutsak oldu nefis ordularına...
Hiçbir şey kazanmadık ayrılığında, efendim,
hiç kâr elde edemedik.
Aldandık, hep aldandık.
Delilimizi yitirdik, delillerimizi yitirdik.
Dillerimiz dilim dilim edildi efendim.
Bize sevmeyi unutturdular ilkin;
sonra sevginin ne olduğunu...
Kendi gönlüne ihanet edenlerimiz, gönlün kendisine ihanet ediyorlardı artık.
Vurgunlar yedik pes pese efendim...
Ve sen gitmiştin.

Sevgili!
Sen gitmiştin...
Biricik sığınağımız, varlığımızın övüncü, yüz akımızdın.
Hayırları söyleyip gitmiştin,
biz ser işler olduk.
Uzun uzun emellere kapıldık,
kapılanıp kaldık umutların kapısında.
Yolunda yürümekten üzerimize düşen,
baş kaldırdık önce ve sonra yıkılışlar gördük hep efendim.
Ellerimiz vardı açıldıkça dolan, uzandıkça verilen;
böğrümüzde kaldı ellerimiz.
Hanım idik halayık olduk;
bay idik köle edildik.
Sen gitmiştin...
Yanmış igsilerle kara bahtımıza kara resimler çizdiler.
Aşk dervişleri avare, pejmürde, hercâyî rüzgârlara kapıldılar,
dönüşlerinin ahengini kırdılar.
Bölük bölük kadınlarımız,
grup grup erlerimiz,
demet demet çocuklarımız,
kimi güler, kimi ağlarken yitirdiler kendilerini.
Ve sen gitmiştin efendim...
Sevgili!
Hani bir aşk idin, bir güzellik idin sen, güzellikle askın kesiştiği
prizmada.
Güzelliğin cihanı gösteren bir ayna;
aşkın o aynanın cilası idi hani.
Güzelliğin olmasa efendim,
aşkı hiç bilmeyecekti cihan;
aşkın olmasa güzelliği hiç anlamayacaktı.
Aşk pazarında mezat hep güzelliğine; güzellik yurdunda yollar hep aşkına
durmuştu efendim...
Ve sen gitmiştin...
Sevgili!
Derd ile ağlayandın; hem derde salandın!..
Gönül yurdunda çaresizlerin çaresi, hastaların merhemiydin.
Saadetle yasamış, saadet çağını yaşatmıştın.
Suretleri ve canları iman ile sen şekillendirmiş,
"Lâ" ile "Illa"yi i'câz ile sen dillendirmiştin.
Sen gidince, ey sevgililer sevgilisi, güvercinlerimiz tuzaklara esir düştü;
Hüdhüdlerimizin mil çekildi gözlerine.
Artık düşmanlarımız dostlar arasında;
dostumuz düşman içinde.
Divanelere döndük, yaya kaldık yolunda.
Kendimizi unuttuk, seni bilmez olduk...
Sana muhtacız!..
Sana en fazla muhtacız.
En fazla sana muhtacız.
Uyandır bizi uykumuzdan...
Gel ey sevgili!
Bir gelişle gel, bir gülüşle gel.
Doğ ufkumuza, sar dünyamızı, gir gönlümüze yeniden...
Sana muhtacız...

Sana en fazla muhtacız...
Şiir: İskender Pala
 
Güllere vurgunum güllere sevdalı,
Bana güller derin kırmızı güller verin
Kan rengi hüzünlü şehit edalı,
Bana güller derin kırmızı güller verin

Gül yüzlü şehadet güller derin,
Gül kokulu yâre gönderin
Ölsem ölsem yine dirilsem derim,
Bana güller derin kırmızı güller verin

Gün olur yaprağı düşer güllerin,
Bu can ten evinden çıkar giderim
Sevdam güle döner ben de gülerim,
Bana güller derin kırmızı güller verin

Güller ağlar bana bu derdi güller anlar
Bana güllerimi güllerimi verin

Şiir: Mehmet Emin Ay
 
Es-salâtu ves’selâmu aleyke yâ RasûlALLAH”

Yine ben geldim...
Yine sana geldim...
Ne çok hayal kurdum sana dair, gerçek olmayacağını bile…
Ama hep umutla kurdum hayallerimi...

Hani bu dünyada olmasa bile ahirette olur inşALLAH dedim, kendi kendime...
Büyüklerimizden birisi anlatır: “Gül bahçesine gitmiştim, gülistanı geziyordum, gül fidanının dibinde bitmiş bir ot gözüme ilişti.

Sordum ona: “Ey ot senin ne şeklin var, ne kokun ne güzelliğin, nede kıymetin var. Acaba şu gül fidanının dibinde bitmekle bir şeref kazandın mı? Değer buldun mu?”

Gül fidanının dibinde biten ot ağlayarak lisan-ı haliyle: “Her ne kadar renksiz, tatsız ve kokusuz isem de nihayet ben o gül bahçesinin bir otuyum. Eğer benim kokum yoksa, eğer benim şeklim şemailim yoksa bir güzelliğim kıymet ve şerefim yoksa da, o gül bahçesinde bitmiş bir otum ya, gül bahçesinin otuyum ya, gül bahçesinin otu ismini taşıyorum ya bu bana kafidir.. O ismi taşımam bana yeter...”

Bizim durumumuzda bu örnekte olduğu gibidir işte. Bizler ne kadar renksiz, kıymetsiz, kötü isek de Senin ismin üzerimizde ya, Senin ismin hürmetine o Gül Yüzünün hatırına inşALLAH bizlerde ümmet bahçende bir gül olarak kabul görürüz…

Seni düşünürken hep gülümserim kendi kendime ve salâtlar selamlar dualar yollarım Senin için, Sana vardırmak için. O Gül Yüzün, Nurdan Ellerin, o ceylan bakışların olur hayalimde, Seni görmesem de hayalinle bile mutlu olmak yetiyor bana...

Bu yalan dünyada hayalin bile bu kadar mutlu mesut ederken ya ahirette...
Ahirette seni gerçekten görünce halimiz nice olur!..

Tam 1400 yıl geçmiş bu aşkın üstünden ama sevdamız hala yeni açmış bir gül misali ve o gülün kokusu sarıyor her yanımızı buram buram...

Sevdan hala kor ateş sinelerde. Yakıyor, yakıyor, yakıyor…

Sevdan dur durak bilmiyor Efendim (s.a.v). Sahabe Ukkaşe (radiyALLAHu anh) kadar cesaretim yok Sana gelmeye, onun kadar yürekli değilim işte. O Sana gelip kısas yapmak, Senden hakkını almak bahanesiyle ve sırtını açtırıp doyasıya sarılıp öpmüştü. Hani Sen de müjdelemiştin onu, cennetteki arkadaşımı görmek isteyen Ukkaşe’ye baksın demiştin.

Ama… Umutluyum ve her daim umutlu olacağım Sana kavuşmak için.
Sevdamın adı gül, adı can…
Bu can yoluna kurban.

”Allâhumme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âl-i seyyidinâ Muhammed.
Kemâ salleyte ve bârekte alâ İbrâhîme ve alâ âl-i İbrahîm. İnneke hamîdun mecîd.”

Gülistanın en güzel Gül’üne olsun vuslatımız.
..


alıntı
 
Gül kokulu yollarına düşmüş yüreğim
Ey Sevgili! En Sevgili! Aşkımın tahtına oturan, naz makamının efendisi.
Dünya insanının Sana muhtaç anları, nisan sabahlarıydı. Senin olmadığın iklimlerin yağmurları bulanıktı.
Ötelerden bir rahmet düşmüyor, gönül yamaçları baharı bilmiyordu.
Kâinata teşrifinle gönüller, cennet yamaçlarının rengini aldı ve hayat çeşmesinin ufukları damla damla görünmeye başladı.
Ne büyük şerefti Seni bilmek. Seni bize bildiren Rabb’e şükürler olsun.
Adını, konuşmaya başladığımız zaman öğrendik. İlk ezberlediğimiz, belki Senin ismindi.
Gönül heybemde gözyaşlarım, yürek tezgâhımda işlenen sancılarım ve Senden dilendiğim şefaatin var dilimde.
İçim, en derin yerinde sızlıyor. Öyle bir
sızı ki sese versem, kim bilir deli divane derler. Varsın kimse
duymasın hıçkırışımı.
Bu hicranımı Sana ulaştırmak istiyorum ben.
Ey kendisine yollanan selamları işiten vefalı dost!
Sana ümmet olmak için Seni sevmek yeterse eğer, işte ben seviyorum. Elbette seviyorum. Mutlaka seveceğim. Nasıl sevmem?
Kalbimin bütün zincirleriyle nasıl bağlanmam sana? Kimler Seni ölesiye sevmedi ki Ya ResulALLAH?
Hz. Bilâl’e kızgın kumlar üzerine dayanma gücü veren, Sana olan bağlılığı ve sevgisi değil miydi?
Hz. Ebubekir’e, “Anam babam Sana feda olsun Ya ResulALLAH!” dedirten bu sevgi değil miydi?
Kendisini bıraktığını düşünüp Hz. Musab,
Sana olan sevgisi yüzünden Cenab–ı Hakk tarafından şehadet mertebesiyle
ödüllendirilmemiş miydi?
Nasıl sevmem?
"Elbette seviyorum ve seveceğim. Bir ömür boyu.
 
Gül Efendim,

Sonsuz selam, sonsuz salat, sonsuz muhabbet ve ihtiram sana.

Elimin müjdesi, dilimin muştusu,

Gönlümün hakikat ruhu, ufkumun kahramanı, dünyamın zimamdarı,

Hilkaten fatiham, Nübüvveten hatimem, ezelen ve ebeden Efendim.

Varoluş varlığım, gül çağında gül ıtırım,

Gül Efendim.

Canların cananı, güllerin gülistanı,

Sonsuzluk aşkımın nur-u ummanı, gönül dünyamın mihveri,

Hayat eksenimin odağı, en mühim nokta-i nazarım,

Her halükarda başvuru kaynağım, rehberi furkanım,

Yegane sığınağım, barınağım ve limanım,

Gül Efendim.

Tesellim, bahar iklimim,

Hayatıma hayat sunan biricik modelim,

İnsanlığın iftihar tablosu Hazreti Peygamberim,

Âlemlere rahmet olarak gönderilen,

İnsanlığa armağan olarak vazifelendirilen,

İlâhi ikramım, canım, cananım,

İnsanlığa, insanlığı ve imanı soluklayan muhbir-i sadıkım

Gül Efendim.

Teri gül kokan, gönlü gül kokan, ömrü gül kokan,

Gül Efendim.

Tebliğden önce temsil gücüm,

Korkutmayan, ürkütmeyen, nefret ettirmeyen, sevdirenim,

Zorlaştırmayan, kolaylaştıran, iyilikle, güzellikle davrananım,

İnsanlık âlemine nümune-i imtisalim,

Muhabbetiyle, hoşgörüsüyle, yaklaşımıyla,

Eşsiz özellik ve güzelliğiyle yaşayan Kur’ân’ım,

Gül Efendim.

Başlara baş, kalplere ilaç, ruhlara ışık ve ufuk,

Rengime renk, çizgime çizgi, ölçüme ölçü,

Renk, renk, huy, huy, çizgi, çizgi, yol, yol izdüşümler halinde,

İçimde, metafizik yönümde yaşayanım,

Gül Efendim.

Ahengim, rengim, özümde biçimlenen irfanım,

Hayat seyrimin fethi, damarlarında dolaşan imanım.

Kafa, kalp ve ruh bütünlüğümde şekillenen Sultanım,

Beni nice ümitlerle hülyalandıran hayalim, gerçeğim,

Düşüm, gülüşüm.

Gül Efendim.

Gecelerimin ışığı dolunayım, gül baharım,

Nazenin fidanlarımın üstünde çiçek çiçek açıverenim,

Şafak serinliğimi, bakış derinliğimi dupduru sularıyla yıkayanım,

Kutlu zaman dilimim, ölümsüz bahar atmosferim,

Sevgi oymağımda sevincim, sevgilim,

Hiç başımı yastığımdan kaldırmadan, gözümü kırpmadan,

Asırlarca sürüp gitmesini istediğim tatlı rüyam,

Misk-i anberim, solmayan boyam,

Dimağımda elvan elvan lezzetim, izzetim, şerefim,

Gül Efendim.

Ahmedim, Mahmudum, Muhammedim,

Halık-ı Yezdanımdan, Sultan-ı Müeyyedim.

Gül Efendim.

Hayatımın siyeri, vasfımın şemaili,

Yakınlığına yakınlığımın ifadesi hilyem,

Şanına layık mi’racım, namına layık mesnevim,

Terennümlerim üzerine bestelenmiş ilahim,

Kağıt kağıt, kalem kalem, kitap kitap, söze layık, kelama layık,

Aşkım, vecdim, muhabbetim,

Gül Efendim.

Gönlümün gülü, sinemin sünbülü,

Yüreğimin bülbülü, derdimin dermanı, ruhumun fermanı,

Nazlı ve nazenin gözbebeğim, nur-u dilaram,

Andelib-i Zişanım, sevda iklimim, güzel kokan mevsimim,

Rahman ve Rahimin kudretiyle, İbrahimce, Ahmedi nefesli yarim,

Gül Efendim.

Güneşim, yıldızım, ışığım,

Medine’deki nurum, ak kalbime Banu Cihanım,

Güçsüzlüğümün gücü, çaresizliğimin çaresi, şanım,

Gül Efendim.

Sonsuz selam, sonsuz salat, sonsuz muhabbet ve ihtiram sana

Gül Efendim.

Senin olmadığın yıllarda,

Çölün ortasında alevler almış başını gidiyordu.

Küfürler kavurarak, har vurup harman savuruyordu.

Gündüzler anlamını yitirmişti.

Geceler büsbütün yalanları solukluyordu.

Dalga dalgaydı nefesler, kısılmıştı, titrek titrekti sesler

Gündüzler de, geceler de hiç yaşanma imkanına erişemediler,

Yetimdi sözcükler ve sevgiler, acılar besteliyordu yürekler

Cahilce işleniyordu cinayetler, kızlarını diri diri toprağa gömüyorlardı babalar.

Cinnet karargahına dönmüştü kalpler, hırpalanmıştı bünyeler,

Hor hakir görülüyordu, insandan bile sayılmıyordu kadınlar,

Çarmıha geriliyordu masum ve narin kelebekler,

Hayat hakkını bulamıyordu bebekler, körpeler

Güçsüzlerin gücünü emerek güçleniyordu güçlüler,

Dünyaya dünya olduğunu hissettirmediler,

Özleminle dolup taşıyordu özlem yüklüler,

Senin olmadığın yıllarda, zamanlarda,

Gül Efendim.

Ah keşke ne olur hep aşkınla oturup aşkınla kalkabilsem,

Ruhların yükselişleri gibi ufuklarında dolaşabilsem,

Ne yapıp edip de taa iç dünyalarına derinlemesine akabilsem,

Mecnun gibi arkandan yorulmadan koşabilsem,

İçime bir kor gibi düşerek, ocaklar gibi yanabilsem,

Sensiz geçen her türlü acılardan ah bir kurtulabilsem

Gül Efendim.

Yine karanlıklar bastı, ışıklar kesildi, ipler gerildi,

Bulutlar üstümüze karargah kurdu, çıkmaz sokaklar çoğaldı,

Yollar çatallandı, insanlar yoruldu, daraldı, bunaldı,

Varlık içinde yokluk çektiriliyor can taşıyanlara,

İmdat çığlıkları dağlar boyunca dalgalandı,

Kara çizgiler belirdi kara bahtımızda,

Yitirdik kendimizi, senin aşkını yitirdik.

Tuzakların esaretinde inlemekte kulaklarımız.

Feri kesildi gözlerimizin, tesiri kalmadı sözlerimizin,

Divanelere döndüğümüz muhakkak, yaya kaldığımız muhakkak.

Kendimizi unuttuğumuz muhakkak, Seni bilmez olduğumuz muhakkak.

Gül Efendim.

Sana her zamankinden daha muhtacız Efendim,

Uyandır gaflet uykularından bizleri Efendim,

Yeniden içime, gönlüme, metafiziğime doğ Sen

Ey Sevgili.

Gül Efendim.

Öyle bir doğuşla doğ ki, öyle bir gelişle gel ki,

Öyle bir sarışla sar ki; dünyam başkalaşsın, gönlüm yenilensin,

Ufkumda ısı ve ışık yüklü güneşler doğsun.

Gecelere renk veren aylar semalarımı kaplasın,

Yıldızlar saf saf etrafımda dizilsin, hakikatler sezilsin.

Bilinmesi gerekenler bilinsin, derilmesi gereken güller derilsin.

Gül Efendim.

Gel ey aşk ikliminin Sultanı,

Gel ey güzellik şahikalarımın dolunayı,

Gel ey vefa ve safa göklerinin hilali, cemali,

Gel ey güzellikler ordusunun hakanı, varlık aleminin özü, kemali.

Gel, gel de dağıt şu zulmeti. İkram et, yitirdiğimiz cenneti.

Deriver içimize layık gülleri, sünbülleri,

İtiverme ne olur elinin tersiyle bizleri.

Aklımıza sun akılları, basiretleri,

Gül Efendim.

Gel, kine kilitlenenlerin kilidini kırmak için,

Nefrete odaklananların nefretini ortadan kaldırmak için,

Düşmanlığa sadık kalanların, zavallı ruhların,

Boyunlarındaki zincirleri çözüp açmak için,

Gül Efendim.

Gel, Senin sevginle sevgilerimizi, Senin merhametinle merhametimizi,

Senin şefkatinle şefkatimizi, Senin sinenle sinelerimizi,

Senin muhabbetinle muhabbetimizi,

Senin hoşgörünle hoşgörümüzü

Coştur Efendim, bizleri koştur Efendim

Gül Efendim.

İçimize bir gül, gönlüzüme bir gül, özümüze bir gül,

Gül Efendim.

Sonsuz selam, sonsuz salat, sonsuz muhabbet ve ihtiram sana


Gül Efendim.

لا
Aşk SuskunLugum OLdu Benim...
[/QUOTE]


alıntı
 
X