Kalbimde sayısız cam parçaları...

Siyah_24

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
11 Kasım 2007
1.205
6
46
Az evvel bütün ıışıkların ardına baktım yoktun!!
Bu kentte senin lisanını konuşuyorum aşk boyu.. Lisanım var inanıyorum öyleyse bu gözümü alan sessizlik neden? Bu sağır özlemin failini göster bana.. Her gün yüreğimi ipe götüren bir cellatı arıyorum..
Gözlerimi gösteriyorum kalabalığa gören yok mu? Peki tanıyan celladı mı? Bir yol daha uzadı önüme, kıyısında sıra sıra meşe kolyesi.. Her meşenin gövdesine bir kelime yazıp geçmşim o yoldan..S enden başka kim başarabilirdi ağaçlardan cümle kurmayı...Ve beklediğim oldu ağaçların yolun sonu denize çıktığı..Ben seni denizsizken bilirim... Gözlerindeki son damla maviyi ellerinle saklardın her seferinde.. Daha engelleri aramızdan söküp karşımıza almadan gittin... Deniz sıçradı üzerine, tuza, yakamoza aldanıp gittin!!!



okuyamı şiiri ve düz yazıyı çok severim nette karşılaştıgım güzel yazıları buraya alıntılayacagım belki benim gibi okumayı sevenlerde vardır yerimseniben
 
Gitmelere dayanamıyorum...Yolcu etmelere...Vedalara...Her gidenin, benden bir şeyler alıp gittiğini düşünüyorum...Otobüs terminalleri, tren istasyonları, hava alanları inanılmaz hüzünler düşürüyor yüreğime... Canım acıyor; sallanan bir mendil, sarılan eller, akan gözyaşları gördükçe...

Oysa ne duyarsız biriydim ben bu konuda... O kavak yellerinin estiği, delişmen çağlarımda... Alıp başımı gitmek isterdim bir yerlere... Bedenim gitmese, ruhum dolaşırdı diyar diyar. Olmadı, düşlerim kanatlanıp uçardı...
Bütün şehirler, bütün ülkeler benimdi sanki... Özgür olabilmem için, kendimi bulabilmem için gitmem gerekti...

Ve neredeyse, bugüne kadar yaşadığım ömrün yarısı gitmelerle geçti... Uğurlanan hep ben oldum... Ardından mendil sallanan, gözyaşı dökülen...
"Güle güle git, güle güle gel!.." denilen.

Annem, gitmeme yarım saat kala hazırlardı bir kova suyu ardımdan dökmek için... Onu kapının önüne koymadan içi rahat etmezdi... Mutlaka ama mutlaka yerine getirilmesi gereken bir törendi bu O'nun için... Son saniyesine kadar koşuşturur: "Bir şey unutmadın ya?.. Bak, paran bitmeye yakın bizi aramayı ihmal etme. Sonra zor durumda kalırsın..." diye sıkı sıkı tembih ederdi...
Babam da, annem de vedalaşırken boynuma sarılır, uzun uzun koklarlardı beni. Kokum ben gelinceye kadar hep burunlarında kalırdı...

Elimde yalnızca küçük bir valizim olsun isterdim her gidişlerde...Ama ne mümkün!.. Ağır ağır koliler taşıdım. Herbiri annemin kendi elleriyle hazırladığı ağır ağır koliler... Neler yoktu ki içlerinde: Pastalar, börekler, reçeller, kuru yemişler, haberim olmadan alınmış giysiler, örülmüş kazaklar...

Oflaya puflaya, kıza kıza, söylene söylene taşırdım onları... Ne gerek vardı bütün bunlara... Hem ben başımın çaresine bakabilirdim!.. Artık bir yetişkindim... Düşünmesinler beni bu kadar, merak da etmesinler!.. Ama onlar vaz geçmediler... Ne öğrenciliğim süresince, ne işe başladığım zaman...Hep düşündüler, merak ettiler: Aç mıyım, açıkta mıyım, param var mı, sağlığım yerinde mi?

Gidişlerimde hüzne boğulan ev, dönüşlerimde şenlenirdi... Haber vermesem bile, annem geldiğimi anlardı. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama anlardı. Bir gün bile kapıyı çaldırmadı bana... Hep pencerenin önünde beni beklerken buldum O'nu... Gelmiştim ya artık, en sevdiğim yemekler pişirilir, bir dediğim iki edilmezdi... Edilmezdi ama, bedenime bile dar gelen ruhum, doğduğum şehre sığmazdı bir süre sonra... Gitmeyi özlerdim. Özgür olmayı. Kendimle baş başa kalmayı... Ve arkamda öylece bırakıp giderdim onları... Bilirdim ki onlar hiçbir yere gitmeyecekler ve hep beni bekleyecekler... GİTMEK BENİM HAKKIMDI KALMAKSA ONLARIN...

Ama öyle olmadı!.. Ansızın sessizce, ardı sıra gittiler dönülmez bir yolculuğa... Haber bile vermediler bana!.. Bilsem uzun uzun koklamaz mıydım onları?... Dönüşleri gidişlerden çok özlemez miydim?... Bilemedim işte!..

GİTMELERE DAYANAMIYORUM ARTIK... YOLCU ETMELERE... VEDALARA... HER GİDENİN BENDEN BİR ŞEYLER ALIP GİTTİĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM...

Alıntı.....
 

Vakit geceyarısını henüz geçiyordu.

Son zamanlarda elimden düşürmediğim, aslında çok önceleri okuduğum, şimdilerde yine elimde gezinen kitabın kaldığım yerden sayfasını çeviriyordum ki bir ses duydum.

Dördüncü kattaki bir evden bu kadar yüksek bir ses ve bir bayan sesi dedim kendi kendime, hayret duyulabiliyormuş diye aklımdan geçirirken, malum kitabımın kaldığım sahifesine gelmiştim.

İlk paragrafı okudum, anlamadım. Tekrar baştan alıyordum ki, yine aynı ses yankılandı. Vakit buldukça pencere kenarı insanları izleme, sokaktaki hayatı seyretme hoşuma gitse de nedendir bilinmez kalkmak istemedim yerimden.

Yine anlamadığım paragraf ve bir üçüncü kez tekrardan sonra anladım ki, aklım sokaktaki sesin sebebini araştırmakta. Beynim kendi kendine bu gelgitleri konuşurken ses bir kez daha, bu kez hem acı, hem isyan, hem de nefretle "Dokunma banaaaaaaa" diye haykırıyordu..

Işığı söndürüp, perdeyi hafif araladım ve sokağımıza bakıyordum; karşı kaldırımda sokak lambasının ışığı altında, genç bir kadın kaldırım taşına oturmuş, bir iki metre ilerisinde ellerini ve kollarını çok iyi kullandığı malum bir adam ayakta bir şeyler anlatmaya çabalıyordu. Genç kadın sanki o naraları atan hiç o değilmişcesine başını önüne eğmiş dinliyor gibiydi. Bir müddet bu sahneyi izledim yada izlemeye çalıştım diyelim. Karşımdaki tabloya bakıyor ama yine beynim çok eskilerden bir başka tabloyu nazire yapıyordu bana. Orada, o şekilde, ne kadar durdum hatırlamıyorum.

Hafif aralı perdeden elimi çektim. Işığı yakmadım. Kitabımı okumak istemiyordum çünkü. El yordamıyla televizyonun kumandasını her zamanki yerinden, odanın ortasındaki sehpanın üstünden aramaya başladım. Aklım genç kadın ve gecenin bu saatinde buz gibi kaldırım taşının üstüne oturtandaydı hala ve benimle böylesine özdeşleşmesindeydi.

Kumanda elinde diye beynim mesaj gönderirken elime, içselliğimdeki bu manzaraya nağmeler eşlik ediyordu. Sıfırı tuşlarken elim, müzik odada yankılanıyordu:



sen varken gücüm olurdu,
zaman akmadan dururdu,
hatırlasana!
hani aşk seni yormuştu,
yolun sonuna koymuştu,
dokunma bana..

Kumanda elimde öylece kalakalmışım, kolumun ağırlığından kendime geldiğimde; bir kadın televizyonda bağıra çağıra "Dokunma Bana" diye şarkısını söylüyordu, bir kadın sokakta isyanını "Dokunma Bana" diye haykırıyordu ve bir kadın kirpiklerinde aynı lisandan bir hüzünle "Dokunma Bana" diye içini döküyordu..

Jet hızıyla düşünceler birbirini solluyordu. Biri hızlansa hemen bir diğeri onu yakalıyor, daha önceki bir acı, daha sonraki bir vedaya yol veriyordu.. Dörtlüleri yakıp, sağa çekilebilir miydi hayat?..

Hanidir nereye koyacağımı şaşırdığım kazanılmış acılarım vardı.. Hepi topu bir kere kullanılmışlardı.. Yepis yeniydiler ama yenilerine de yer açmak lazımdı.. Az kullanılmış "sevdiceğim"leri, "biriciğim"leri takas ediyordum "vazgeçtim senden"lerle...

Şimdi bir kadeh kırmızı şarap zamanı diye geçirdim içimden.. "Şerefe" denmeliydi sen'de unuttuğum ben'lere, "şerefe" denmeliydi bana bu siyah şehiri armağan eden sen'lere..

Yavaşça doğruldum yerimden, ışığı yaktım. Gözlerim kamaştı. Gittim bir kadeh doldurdum kendime, bu kez de mutfak camına yaslandım.. Dışarıda simsiyah bir yalnızlık akıyordu ve ben kırmızı bir tadla yudumluyordum yalnızlığı.. Cama dayalı siluetime baktım, sanki içime bakan bir başka "ben" vardı dışarıda.. Suratı asıktı, dik bakıyordu, kaşları çatıktı.. Belli ki memnun değildi ben'den.. Oysa ki o ben'i yapmak için çok uğraşmıştım. Şimdi bu tafralar da neyin nesiydi?..

Bir daha derinlere dalacak oldum, siluetimdeki gözbebeği baktı bu kez içimin derunine.. Ve yalvarırcasına, sessiz bir feryat duydum yüreğimin orta yerinde "Lütfen artık.. DOKUN BANA.."

Çiğdem
 
Bitti sanmıştım, unuttum demiştim, ömrümün geri kalanını sensiz geçirebileceğim fikrine bile kendimi inandırmıştım!... En büyük yalan, insanın kendine söylediği yalanmış geç anladım. Kaleminden çıkan birkaç cümleyle gözlerimin karşılaşması, yüreğimin seni yeniden hissetmesi, beynimin içine kazınan kare kare resimlerin ve kalabalıklar arasında yaşadığım başıboş dalıp gitmelerim!...

Seninle yaşadığı bir günü, tüm geçmişine ve geleceğine denk tutan bir ruhu, mahşere kadar taşımak zor gelecek biliyor musun?...

Öyle ya bir yağmur da, bir göl kenarında, gözlerinden içtim yağmur ve gece kadar yoğun şarabı ben!... Gece senin derinliğindir ben de, yağmur benim yüreğimin sağanakları...

Aklıma düşmeye gör, en fırtınalı denizde yolunu kaybeden en acımasız dalga olur bakışlarım... Dalgalarımın kayalıklarla buluştuğu an çıkan sesleri duymanı hiç istemem! Canı çok acıyan bir deniz ağlıyor dersin eminim... Seni özledim, anlıyor musun, özledim!!!

Gördüğüm her kuşun kanadına gözlerimi koyuyorum, bulunduğun diyarlara gelirler de seni görürüm diye...


Sana "yara" diyorum, tüm sözlerimin öznesi oluyor
" yar' a"...

Yara giden yolda kocaman bir yaram var!!!

Ne diyeyim, yara yardansa akan kanım değil, onun için gözümü bile kırpmadan verebileceğim canımdır!!!...

alıntı
 
Ardından balkona çıktım. Hava soğuktu. Güneş yeni doğuyordu ve çok sessizdi her şey.

Sonra apartmanın kapısından çıkan seni gördüm, bir kez olsun dönüp bak istedim, darmadağın halde orada öylece dururken, sadece son kez seninle göz göze gelmeyi düşünebildiğime inanamadım sonra.

Hiç başını kaldırmadan arabana bindin ve sessiz sokakta kayboldun.

Ardından sadece baktım. Uzunca bir süre. Ne kadar olduğunu bilmediğim, ama sokağın güne hazırlandığını, insanların işlerine, okullarına yetişmek için koşturduğunu, dükkanların açıldığını görebilecek kadar uzun bir süre.

İçeri, birkaç saat önce seninle tartıştığım, senin kapısını vurup çıktığın ve hala çarpmanın etkisiyle sallanmakta olan kapının sesinden başka ses çıkmayan odaya döndüm. Koltuğa kıvrılıp beklemeye başladım. Ne beklediğimi bilmiyorum. Sen olamazdın. Çünkü gelmeyeceğini daha o anda bile biliyordum.

Ayaklarımı geceliğimle örterek ısıtmaya çalıştım, gözlerimden akan yaşlara engel olmaya çalıştım, sigara yakmaya, gidişini unutmaya çalıştım. Bundan sonra hep bir şeyleri yapmaya çalışacağımı düşünüp kendime acıdım. Ağladım. Ağladım.

Eşyalarını kutulara koyarken ağladım, fotoğraflarımızı çerçevelerden sökerken ağladım, telefonumdan numaranı silerken ağladım, ismini gördüğüm dükkan isimlerinde, isminin geçtiği şarkılarda, ismin geçmese de şarkılarda ağladım.

Ağlamak hiç geçmeyecek gibiydi.

Ama geçti.

Upuzun bir sessizlik başladı sonra.

Bir sakatlıktan çıkmak, uzun sürmüş bir hastalıktan kurtulmak gibiydi. Yüksek gürültünün içinden bir anda sessizliğe çıkmak gibiydi. Yeniden doğmak gibiydi.

Geçti.

Ihlamur kokulu apartman merdivenlerini kaplayan müzik sesi, kapıyı açmamla birlikte artınca, nefesim kesildi sanki. Ses çıkarmaya korkarak yürüdüm odaya, oradaydın. Öne eğdiğin başını ellerinin arasına almış, oturuyordun. Göz göze geldik. Çıplak ayaklarımda hissettiğim balkon taşlarının soğukluğunu hissettim ayaklarımda yine, son bir kez seninle göz göze gelmekten başka bir şey düşünemediğim o darmadağın halime döndüm.

"neden geldin" diyebildim sadece.

"gelmesem olmazdı" dedin.

"gitmesen" dedim.

"gitmesen olmaz mıydı"

NHR
 
X