esinti yazılar

değişim karşılıklı olduğunda anlamlıdır. Sen değişirken ben durağansam senin değişiminin bana faydası olmaz.
Zira seni anlayamam. Karşılıklı değişmemiz belki birbirimizi anlamamızı sağlar ama biraz tehlikeli olabilir.................
 
" gök gürlediğinde anlık bir irkilme duydu. uyanık olmasına rağmen bir düşten uyanır gibi irkildi. " ayakta mı uyuyordun be kuzum" diye dalga geçti kendiyle. işte en sevdiği \ sevmediği huyu. kendinle dalga geçebilme kabiliyeti \ enayiliği....

silecekler yağmura yetişmekte zorlanıyor kendisi de anıları yakalamakta. "ölecekmiyim yoksa bu Allah'ın unuttuğu yerde? ondan mı hayatım film karesi gibi akıyor gözlerimin önünden.
biraz gencim galiba ölmek için. ama tabi sen bilrsin. netice de ben basit bir kulum."

belkide en iyisi arabayı park edip güneşin doğuşunu beklemekti. bu, sadece keyfi isterse şaklayıp ortalığı şöyle bir aydınlatıveren şimşekler eşliğinde en azından bir hendeğe itilip kalmaktan daha iyi bir seçenekti.

sevmediği anıları kutularına koyup ağızlarını kilitledikten sonra, sayısı az ama hazzı yoğun anıların kucağına sokuldu. çare onların şefkatli kollarında uykuya dalmaktan öte bir şey olamazdı ...."
 
" melek yatağında zıplıyor. çılgınlar gibi. yatak bir o yana bir bu yana gidiyor. koca yatak , küçük melek. melek bunu nasıl yapıyor?
hayır melek değil bunu yapan. bu bir rüya da değil. bu çişin geldiğinde yatağa işemek gibi bi şey. hayır . yatak değil araba sallanıyor.................."
 
"hendeğe yuvarlanmak kaderinse bunu park halindeyken de yapabilirsin. güneşi beklmeke güzel bir seçenekti ama ekstra seçenekler akılda yokken. sarsıntıyla uyandığında bir depremin göbeğinde olduğunu anladı. şiddetli bir depremin. saat 04.03. araba galiba bir keçiyolunun kenarında park halinde idi. şiddetli sarsıntı ile şans eseri takla atmadan aşağıya kayıvermişti. güneş ışıklarını yavaş yavaş salmaya başladığında arabasında hasar tespit yapmkla meşguldü. 1 dönüm baba malı ve 5 anne yadigarı bileziğe mal olan şimdilik varı yoğu bu hurda adayı saplandığı yerden yardımsız çıkamayacak gibi duruyordu. "
 
X-Herkesin bildiği bir şeyi bilmek bana ne kazandırır? Ben kimsenin bilmediği bir şeyi bilmek istiyorum.
Y-Hiç kimsenin bilmediği bir şeyi bilirsen, hiç kimsenin hakkında fikir sahibi olmadığı bir şeyi öğrenmiş olursun. buda seni yalnız kılar
X-Bilinen şeylerle bilindik şeyleri konuşmaktansa, kimsenin bilmediği şeylere yalnızca bilmeyi tercih ederim.
Y-Sen Tanrı değilsin ki...........
 
Son düzenleme:
[video=youtube;Zt4colJbGQw]http://www.youtube.com/watch?v=Zt4colJbGQw[/video]
 
[video=youtube;2Vq1pdAHBcs]http://www.youtube.com/watch?v=2Vq1pdAHBcs[/video]
 
kelimelerimin içindeki ruha dokun. sana sözcükler saymak kolay değil benim için , hepsi çok basit ve sıradan. kendimize özgü bir alfabemiz olsun. ruhlar alfabesi. Uçuşan kelimeler. benden sana . sadece senin anlayabilceğin şeyler.
insanı zenginliştiren kurduğu hayaller. ve bu hayallerinde yaşattığı gerçek dışı gerçekler. işte ben bu dünyanın çocuğuyum. nevrotik? Hayır senkolik.
hep bi sen var. hep olması gereken yerde . hep olması gereken zamanda . senin içini ben dolduracağım. sen bana aitsin, benim hayalimin vücudusun. senin sahibin benim. sen bensiz hiç bir şeysin. ben senin olmasam bile.
 
günah bedenime yapışmış adeta, çıkartıp atamıyorum Meryem. Sanki ateşten bir gömlek; yanıp kül olmama rağmen onun sıcağına mecburum.
Korkularımı ihtiyaçlarımın üzerinde tutmaya çalışıyorum. Ama bu ihtiyaç bir çıbanın sivrilip uç vermesi gibi canımı öylesine yakıp ön sıraya yerleşiyor ve tüm korkularıma öylesine gözü kara savaş açıyor ki kendimi onun boyundurluğu altına girip esiri olmaktan kurtaramıyorum. Tüm korkularımdan ve senden çok utanıyorum Meryem.
Ne olur beni affet
 
Bütün cemiyetler kendi iç dinamikleri ile kalkınlaşır
B.Altunkeser
 
hayat aslında perdelerden oluşuyo. kat kat . her perdenin arkasında farklı bir manzara. ve herkese farklı zamanlarda farklı nedenlerle açılıyor perdeler. bu yüzden birinin anladığı şeyi bir diğeri anlayamıyo. insan görmediği şeyi tahayyül edip yorumlayamıyo
 
dünya hayatı arzu ve istekler bir bataklık ibadetler ise bu bataklık bizi yutmasın diye tutunduğumuz bir dal. dünya hayatına duyduğumuz iştah arttıkça tutunduğumuz dal inceliyor, kırılma noktasına geliyor. Bataklıkta boğulup gitmemek adına ibadetlerimizi eksiksiz yerine getirmeli, tutunduğumuz dalı kuvvetlendirmeliyiz.
 
Dışarıda uçuşan ağaç polenlerine bakıyorum. Ne kadar hafif ve özgürler. Onların karşısında beton gibi ağır olduğumu kanıksıyorum. Varlığım ne kadar ağır.
Binalar, kamyonlar, kayalar.........beni onlardan ayıran ne? Beni , yere yapışıp kalmış bu ayakların içine hapseden ne? Bu tutsaklıktan kim kurtarıp, özgürelştirecek beni?
Ayaklarımın direksiyonu düşüncelerim mi? Hiç sanmıyorum........... Zira onlar da bu, taş, bina, kamyon kadar ağır..........
Hatta bizatihi onlar ayağıma prangayı vuranlar, beni, beyaz, uçuş uçuş polenler gibi uçmaktan alıkoyanlar. Varlığı kişiliğime tutanakla zimmetlenmiş düşüncelerim, düşünceleriniz, düşünceleri bir olup Niobe gibi taşlaştırdınız beni.....
 
Kör Mecburiyet ile Dilsiz İhtiyacın aşkı

Bir zamanlar çöl şehirlerinden birinde Mecburiyet adında kör bir kadın yaşarmış. Yirmibeş-otuz yaşlarında olan kör Mecburiyetin güzelliği dillere destanmış. Mavi duru gözleri, ak alnın ortasında hiç kapanmaz, yolunu kaybetmiş olanlara fener gibi ışıldarmış.
Kör mecburiyet körlüğünden şikayet etmez aksine bundan fayda sağlarmış. Mecburiyet kendini şehrinin bekar erkeklerine adamış. Tek gayesi onları mutlu etmekmiş.
"Gözlerim açık olsaydı onlarda kusur bulur, reddederdim, oysa şimdi böyle bir şikayetten mahrumum. O halde bu benim için bir lütuftur", dermiş. Bu yüzden evinden misafir eksik olmazmış. Hem bu kadar güzel oluşu hem kendini kayıtsız şartsız teslim edişi onu vazgeçilmez kılarmış.
Ancak hiç bir güzellik saklı kalamaz derler. Mecburiyetin bu davetkar özellikleri de fazla saklı kalmamış. Ünü yaşadığı şehri aşıp uzak diyarlara ulaşmış.
Önceleri yalnız ticaret maksadıyla bölgeye uğrayan yabancılar artık kör mecburiyete uğramadan şehri terk etmez olmuşlar. Hatta öyle ki bazıları ticareti bahane edip şehre geliyorlarmış. Bu aç gözlü tüccarları zamanla, siyasetçiler, sanatçılar izlemiş. Artık öylesine alışmışlar ki kör Mecburiyet'e, yöre erkekleri evin yakınına adım atamaz olmuş. Yabancıların her daim kabaran iştahları gözlerini korkutuyormuş.
Aslında Mecburiyet de durumdan rahatsızmış. Huyunu husunu bilmediği bu yabancılar, bitmek bilmeyen istekleri ile onu çok yoruyorlarmış. En başta da altı ay önce şehre bir ziyaret sebebi ile gelen ve kör Mecburiyeti gördükten sonra şehirden ayrılamaz olan komşu şehrin ünlü siyaset adamı Hırs mış kör Mecburiyet'i yoran. Önceleri onu başkalarıyla paylaşmaktan gocunmayan Hırs zamanla mecburiyeti sahiplenmeye ve kıskanmaya başlamış. Konuşmasına, gülmesine,oturmasına, kalkmasına her bir şeyine laf eder olmuş. Zaman zaman bir takım şeyleri bahane edip eve kilitlediği dahi oluyormuş.
En evvel Mecburiyetin aşıklarından ünlü tüccar Kibir fark etmiş bunu. Kendini bilirmiş Kibir, kendini bildiği kadar Hırs'ın da nasıl biri olduğunu çok iyi bilirmiş. Bu yüzden artık uğramaz olmuş Mecburiyet'e. Sonra Gıybet, ardından Haset .... bir bir uzaklaşmışlar kör Mecburiyet'in yanından. Hırs artık tek sahibiymiş kör Mecburiyetin. Efendisiymiş.

Mecburiyet içinse hayat artık katlanamayacak kadar zorlaşmış. Hırs her konuda elini kolunu bağlıyor, emrinden çıktığı anda ona türlü işkenceler ediyormuş. Bir gün öyle bir şey olmuş ki Mecburiyet ölümü pahasına ondan kaçmayı kafasına koymuş.

" Kör Mecburiyet'in evli erkeklere ilişki kurmadığını bilen yöre kadınları ona pek ilişmezlermiş. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, diyen bu kadınlar kör Mecburiyet'in arkasından konuşur ancak yüzüne hiç bir şey söylemez, hatasından ötürü ona nasihat etmez üstelik dost gibi görünmeye çalışırlarmış. Tevazu ise o kadınlardan farklıymış. Mecburiyeti dışlamadığı gibi ara sıra uğrar derdini dinler,nasihat eder, başı sıkıştığı anlarda yardımcı olmaya çalışırmış. Tevazu şehirde gani gönüllülüğü ile bilinen bir hanım olduğu için kimse onun Mecburiyet'e yardımlarında kötü niyet aramazmış.
Mecburiyet Hırs'ın kendisine yapıp ettiklerinden ötürü o kadar perişanmış ki bir gün Tevazu'yu kahve içmeye çağırıp, dertleşmek istemiş. Davete ikiletmeden icabet eden Tevazu komşusunun içler acısı durumunu görünce, dost acı söyler diyerek, ona tekrar nasihatte bulunmuş. Başına gelenlerin en büyük suçlusunun kendisi olduğunu, şimdi şikayet etmek yerine tövbe edip , kurtulmak için çare araması gerektiğini, söylemiş. İki komşu kahvelerini içip sohbet ederken, Gıybet durumu öğrenmiş. Tevazunun asıl niyetini bilmesine rağmen durumu Hırs'a bambaşka anlatmaya karar veren Gıybet, Hırs ile tevazuyu birbirine düşman edecek, bu düşmanlık onları oyalarken kendisi de Mecburiyet'i alıp oradan uzaklaşacakmış. Güya Tevazu Mecburiyet'i Hırs'a karşı dolduruyor, onu Hırs'ın elinden kurtarıp kendine hizmetçi yapmaya çalışıyormuş.Gıybet kurduğu bu oyun sayesinde hem Hırs'tan intikam almış olacak hem de Mecburiyet'i yeniden kazanmış olacakmış.
Gıybet'in anlattıkları ile kudurmuş köpeğe dönen Hırs soluğu Mecburiyet'in evinde almış. Tevazu'yu yaka paça dışarı atıp Mecburiyet'in elini kolunu bağlayarak onu odaya hapsetmiş.
Tevzu'nun düşmanlık beslemeyecek bir olduğunu anlayan Gıybet ise bu işten umduğunu bulamamış.

Kör Mecburiyet Hırs ve onun gibilere karşı tedbirini en başta almadığı için acılar içinde hayıflansa ne olur... Kader onun gözünü kör etmişken kimin gücü açmaya yeter!

Günlerce zifiri karanlık oda da aç susuz kalan Mecburiyet önceleri çaresizlik içinde kıvransa da bir müddet sonra Tevazu'nun söylediklerini hatırlayıp kendini toplamış. Bir an evvel el ve ayaklarındaki iplerden kurtulmanın çaresini aramaya koyulmuş. Onu karanlık odaya hapsetmek gerçekten aciz bir aklın düşüncesiymiş. Karanlık kör için sorun olur mu ?Kucağına doğup büyüdüğü bu dünyanın kaşifidir o. Karanlık ancak gördüğünü sanan tuzak kurucular için,takılıp düşecekleri bir tuzaktır.

Çabaları sonuç vermiş mecburiyet'in, ipler sürtünmekten aşınmış. Elleri kan revan içinde kalan Mecburiyet bağlarından kurtulmuş. El yordamıyla yoklamış sağı solu. Tanımış hemen odasını. Hırs'ın onu başka bir odaya kilitlemeyişine gülmüş kıs kıs. Zira odasını en kuytu köşesine kadar tanırmış.
Hemen birkaç parça eşya, biraz yiyecek alıp kapıya yönelmiş. Kapıyı iter itmez açılmış. Kör Mecburiyet şaşkın. "Gözümde büyütmüşüm bu Hırs'ı, kapıyı kilitlemeyi dahi akıl edememiş. Böyle bir insanı neden daha önce alt edememedim", diye hayıflanmış durmuş.
Ancak vakit bekleme vakti değilmiş. Apar topar yola koyulmuş Mecburiyet, gecenin karanlığında bir yıldız gibi kayıp gitmiş.
Çöle vurmuş kendini. Yokluğunu anlayan Hırs peşine düşerse, çölün ateşi onu bu işten vazgeçirsin diye. Ancak yolculuğu tahmin etmediği kadar rahat geçiyormuş Mecburiyet'in. Hava düşündüğü kadar sıcak değil, yollar beklediği kadar engebeli değil. Suyu bitmiyor, katığı tükenmiyormuş. Bir müddet sonra bir şehre ulaştığını anlamış. Kılık kıyafetinin perişan olduğunu tahmin ediyormuş. "insanlar belki beni dilenci sanıp dışlarlar" diye düşünmüş, çekine çekine bir han sormuş sesini duyduğu insanlara. Belkemediği sözler işitmiş. İnsanlar onu hor görmediği gibi gayet naziklermiş. Tarifler sonunda bir hana ulaşmış Kör Mecburiyet. Hancı kem küm etmeden bir oda ayarlamış ona. Elindeki üç kuruşa dahi itiraz etmemiş. Ne yüce gönüllü insanlar varmış dünyada.

Odasına varınca eşyalarını bir köşeye bırakıp yatağa uzanmış Mecburiyet. Öylesine yorgunmuş ki bir müddet sonra derin bir uykuya dalmış. Rüyasında eski güzel günlerini, o güzel günlerde onu ziyarete gelen delikanlıyı görmüş. Hep çiçeklerle gelirmiş o delikanlı. Hiç konuşmazmış. Kör Mecburiyeti dizlerine yatırır, şefkatle saçlarını okşarmış. Diğerleri gibi kaba saba değilmiş. Rızası olmadan almazmış koynuna. Mecburiyeti yumadan, saçlarını taramadan ayrılmazmış evden. Mecburiyet yolunu gözlermiş o delikanlının.

Birden aynı çiçek kokularıyla uyanmış mecburiyet. Şaşmış kalmış rüyasından nasıl olup ta bu kadar etkilendiğine.
"Ne güzel bir han" diye iç geçirmiş, " Pencereden çiçek kokuları geliyor." Pencereye yanaşmak için el yordamıyla kalkmaya çabalamış. Yatağın ucunda , yumuşak, serin bir şeye dokunmuş parmakları. Kadife gibi bir gülmüş bu. Koklamış, şaşırmış.Gülün az ötesinde bir şey daha varmış. Bir el. Değince ürpermiş Mecburiyet. Bu o delikanlının, dilsiz İhtiyaç'ın, eliymiş. Başparmağındaki derin yaradan tanımış onu. Fakat delikanlının nasıl olup da onu orada bulduğuna anlam verememiş.Ancak ona dokunmaktan da kendini alıkoyamamış. Önce eller sonra bedenler birleşmiş.
O anda gözü açılmış kör Mecburiyet'in. İplerden nasıl kurtulduğunu, Hırs'ın neden peşine takılmadığını. Çöl sanıp yürüdüğü yolları, ekmeğin bitmeyişini, suyun tükenmeyişini, hepsini tek tek anlamış. Üzerine bakınca sultanlar gibi kuşandığını, karşısına bakınca gözleriyle konuşan Aşığı Dilsiz İhtiyacı görmüş. Koşup aynaya bakınca ise yürek hoplatan güzelliğini...........

Ancak bir müddet sonra durulmuş coşkun akan nehir. Aşığının gülüp, mutlu olacağını sanan Dilsiz İhtiyaç Mecburiyetin yanağından akan billur taneleriyle neye uğradığını şaşırmış. Bir müddet susmuş iki aşık, odada yalnız Mecburiyetin hıçkırıkları. Neden sonra konuşmaya başlamış mecburiyet. Bir yandan ağlamış bir yandan anlatmış :

"Bunca yıl kör gözümle, nefsim için, pireleri dağ , fareleri ağa sandım. Çapulcuya bey, yolsuza efendi dedim. Kendimde olanı başkasında aradım. Kendime yakıştıramadığımı başkasına yakıştırdım. vay bana. vaylar bana. Sense yıllarca, sırf bana olan ihtiyacından ses etmeden yanımdan ayrılmadın. Her şeyime katlandın. Keşke çekip vuraydında, beni bu kör mecburiyetten kurtarydın. Yıllarca körlüğümden ötürü, günü kurtarma telaşıyla mecbur kaldığım tüm iğrençliklerle, bundan sonra göz göre göre, bana muhtaç olduğunu bilerek yaşayacağım güzel günler aynı kefededir. Benden sana yar olmaz." demiş ve masada duran elma bıçağın böğrüne saplayıp oracıkta , dilsiz ihtiyacın kollarında can vermiş.

Sevdiğinin kollarında kızıl bir güle döndüğünü gören Dilsiz İhtiyaç ne büyük bir yanlış yaptığını anlamış anlamasına ama iş işten geçmiş. Ateşinin sönmesinden korktuğu için , onun önüne gelen her şeyi yakmasına ses etmeyen, lakin yağan yağmura da gücü yetmeyen, pervane misali, sönen ateşi ile oda sönmüş.

İki kızıl gül olup mahşerde hesaplaşmak üzere toprağa karışmışlar.
 
X