Günlük Hayatta Sanat; Kahve Lekesinden Evren Çizmek!​


Sanat bazen bir müzenin ağır kokusunda değil, mutfağın köşesindeki sıradan bir kahve fincanında gizlidir. Sabah uykuluyken elinle aceleyle bardağı masaya koyarsın, hafif bir kahve taşar ve masada yuvarlak bir iz bırakır. Normalde bu “aman silelim” diyecek bir görüntüdür ama biraz dikkatle bakınca, o halka, aslında bir gezegenin yörüngesi gibi görünür. İçinde küçük kahverengi noktacıklar, yıldız kümeleri. Hatta bazen o lekeler öyle tesadüfi desenler oluşturur ki, gökyüzünde gördüğün Samanyolu’na benzer bir şekil çıkar karşına. Sen hâlâ kahveni karıştırırken, farkında olmadan masa üzerinde bir galaksi yaratmışsındır.

İşte sanat dediğimiz şey tam da bu, günlük hayatın içindeki sıradanlıktan çıkan küçük mucizeler. Ve aslında evlerimiz, birer mini sanat galerisi.

hayal gücü.webp

Salonun köşesindeki o çiçek. Sen belki sadece pazardan alıp vazoya koymuşsundur ama gün ışığı tam üstüne düştüğünde, yapraklarının arasındaki damarlar bir ressamın fırça darbeleri gibi belirginleşir, gölgeler zemine minik desenler çizer. İşte o an Monet’nin tablolarını andırır, sanki empresyonist bir ressam gizlice evine uğrayıp ışığı senin için yerleştirmiştir.

Kitapların arasına sıkışmış mor bir ayraç. Aslında sadece birkaç liralık bir karton parçasıdır ama rengi, bulunduğu yer, sayfaların arasına kattığı canlılık, kendi başına bir sanat objesi haline gelir. Çünkü o ayraç, kitabın sessiz dünyasında bir vurgu işareti gibidir, gözünü oraya çekip hayatın içindeki küçük detayları fark etmeni sağlar.

Ve balkona astığın beyaz çarşaf. İlk bakışta sıradan bir ev işi gibi görünür ama rüzgâr onu hafifçe dalgalandırdığında, kumaşın kıvrımları gökyüzünün maviliğiyle buluşur. İşte tam o an, çarşaf yalnızca çamaşır olmaktan çıkar, sahnede dans eden bir balerinin zarif hareketlerine dönüşür. Kumaşın dalgası bir tül gibi süzülür, balkona yansıyan gölgeleri ise adeta bir sahne ışığı yaratır. Sen sadece çamaşır asıyorsundur ama aslında balkonunda küçük bir bale gösterisi başlamıştır.

Mutfak rafındaki baharat kavanozları. Başlı başına bir tablo gibidir. Kırmızı pul biber, sarı zerdeçal, yeşil kekik, kahverengi tarçın. Hepsi yan yana dizildiğinde bir renk paleti ortaya çıkar. Kapağı açıldığında yayılan kokular da işin içine katıldığında, mutfağın köşesinde bir ressamın tuvali yerine geçen baharat rafın vardır. Orası sadece yemek yapmak için değil, renklerin ve kokuların buluştuğu bir sanat köşesidir.

Kahvaltı masasındaki reçel lekesi. Ayrı bir hikâye anlatır, çataldan damlayan vişne reçeli beyaz masa örtüsünde küçük kırmızı bir leke bırakır. Bazen bir çiçek gibi zarif, bazen de bir damla kan gibi dramatik görünür. Belki sen sadece kahvaltını yapıyorsundur ama masa, kendiliğinden bir natürmort tablosuna dönüşmüştür. Reçelin etrafında duran tereyağı, peynir ve ekmek dilimleri de tabloyu tamamlayan yan karakterler gibidir.

Çocuk oyuncaklarının dağınıklığı. Yere saçılmış renkli legolar, aslında soyut bir sanat eserinin parçaları gibidir. Kırmızı, mavi, sarı blokların kaotik düzeni, Jackson Pollock’un fırçasından çıkmış gibi görünür. Oysa çocuk sadece oyun oynamıştır, sen ise odanın ortasında devasa bir modern sanat sergisinin içinde bulursun kendini.

Banyo aynasındaki buhar. Evin en kısa ömürlü sanat eserlerini saklar. Duştan sonra aynaya parmağınla çizdiğin kalp, küçük bir yüz ya da sadece birkaç dalgalı çizgi. Birkaç dakika içinde buhar kaybolur, eser silinir. Ama o kısacık süre, sanatın en saf ve en dürüst halidir. Seni gülümsetir ve sonra sessizce kaybolur. Tıpkı bazı anıların kısa ama unutulmaz izler bırakması gibi.

Ve pencere camındaki yağmur damlaları. Damlalar aşağıya doğru süzülürken birbirine karışır, bazısı ince bir çizgi gibi akar, bazısı küçük bir desen çizer. Güneş aradan sızdığında, her damla minik bir prizmaya dönüşür, ışığı kırar ve camı suluboya resim gibi boyar. Dışarıda sıradan bir yağmur yağarken sen içeriden bakınca aslında gökyüzünün sana hediye ettiği bir tabloyu izliyorsundur.

Aslında her kadının hayatında böyle küçük sanat anları var. Sabah telaşıyla seçilen kıyafet kombinleri bile, günün renk paletini belirleyen bir ressamın tablosu gibidir. Bazen cesurca kırmızı bir ruj sürersin, bazen sade beyaz bir gömlek, farkında olmadan kendi gününün moda manifestosunu yazmış olursun.

Mutfakta tabağa konan kahvaltılıklar da bambaşka bir natürmorttur. Balın yanındaki kaymak, yan yana dizilmiş peynirler, yanında domates ve salatalıkların renk dengesi. Tüm bunlar aslında Van Gogh’un masasından fırlamış bir tabloyu andırır. Sen sadece kahvaltı hazırladığını sanırsın, ama o masa bir ressamın en doğal sahnesine dönüşmüştür. Bir de mutfak penceresi var ki, aslında başlı başına bir sanat perdesi. Sabah güneşi camdan süzülürken, masa üzerine düşen ışık desenleri adeta bir vitray çalışması gibidir. Renkli perdelerden süzülen ışık gölgeleri ise modern bir tabloya benzer. Bazen soyut, bazen geometrik, bir bakıma, güneşin evdeki gizli ressam olduğunu gösterir.

Yatak odasında sandalyenin üzerine rastgele atılmış bir şal veya kazak. İlk bakışta dağınıklık dersin ama aslında kumaşın kıvrımları ve gölge oyunları, heykelsi bir estetik yaratır. Modacılar defilelerinde saatlerce uğraşarak o rastgele ama şık görüntüyü elde etmeye çalışırken, senin sandalyen kendiliğinden bir tasarım atölyesine dönüşür.

Ve çayın ya da kahvenin buharında dalgalanan minik bulutlar. İşte onlar, gündelik hayatın en şiirsel sanat eserlerinden biri. İncecik kıvrılarak yükselen buhar, bir anlığına gökyüzüne benzer bazen bir ejderha, bazen de bir kuş şekline bürünür. Göz açıp kapayıncaya kadar kaybolur ama izlerken sana bir ressamın hayali eskizlerini seyrediyormuşsun gibi hissettirir.

Ve belki de en güzeli şu; günlük hayatta sanat, ciddiyetle çerçevelenmiş bir tablo olmak zorunda değil. Tam tersi biraz çılgın, biraz eğlenceli, bazen de beklenmedik olmalı. Masanın üstüne dökülen kahve lekesinden evren çizmek, makasla keserken yamuk çıkan kağıdı bir origamiye çevirmek ya da mutfakta tencere kapaklarını davul gibi çalmak. İşte bunların hepsi sanatın hayatımıza sızdığı küçük kaçamaklar.

Sonuçta biz, farkında olmadan her gün sanat üretiyoruz. Kahve lekelerimizden modern tablolar, dağınık odalardan enstalasyonlar, buharlı aynalardan kısa ömürlü ama unutulmaz çizimler. Belki de mesele, sanatçı olmayı beklemek değil, zaten sanatın içinden geçtiğimizi fark etmek. Çünkü gizli sanatçılar sandığımız kadar uzakta değil. Aynaya bakınca gördüğün kişi, aslında her gün kendi sergisini açan sanatçıdan başkası değil.
  • Muhteşem
Reactions: ASSOSyal