Kadınlar İçin; İş-Yaşam Dengesini Kurma Mücadelesi!​

Bir kadının gününün kaç saati kendi hayatına ait, hiç düşündün mü? Sabah uyanır uyanmaz başlayan o görünmez maraton, işe yetiş, çocukla ilgilen, markete uğra, akşam yemeği, faturalar, belki de biraz nefes almak için bir kahve molası, ve bütün bunların arasında, ben ne istiyorum? sorusu çoğu zaman sessiz kalır.

is ve yasam.webp

O sessizlik aslında yorgunluğun sesi, biraz da alışkanlığın yankısıdır. Kadın sabah gözlerini açar açmaz, daha güne adım atmadan onlarca düşünce sıraya girer zihninde, Çocuk ne giyecek?, Toplantıya geç kalmayayım, Bugün akşam ne pişirsem? Gün, bir görev listesi gibi akar gider, sanki görünmeyen bir el sürekli biraz daha dayan der. Aynada yüzüne bakan kadın, bazen kendi yansımasını bile tanımaz olur çünkü bir süre sonra kendinden önce herkesin hayatına yetişmeye çalışmanın adı rutin haline gelir.

Kahve fincanından yükselen buhar, kimi zaman tek kaçış anıdır. Belki birkaç dakikalığına kendi iç sesini duyar, belki de sadece sessizliğin tadını çıkarır. Fakat o kahve bitince dünya yeniden hızla dönmeye başlar, saat, takvim, sorumluluklar, hepsi birbiriyle yarışır.

Ve bütün bu koşuşturmanın ortasında, ben ne istiyorum? sorusu, kalabalık bir günün içinde en sessiz köşeye çekilir. Kimsenin duymadığı ama aslında en çok duyulmak isteyen bir ses olur. Çünkü kadınlar genellikle başkalarının mutluluğunu tamamlamak için kendi mutluluklarını ertelemeye o kadar alışmışlardır ki, ne zaman durup nefes alacaklarını bile unutur hale gelirler.

İşte tam da bu noktada devreye giriyor o sihirli ama bir türlü tam tanımlanamayan kavram, iş ve yaşam dengesi. Dışarıdan bakıldığında bir terim gibi görünür, ama aslında bir kadının kalbinin tam ortasına dokunan bir ihtiyaçtır bu. Denge, sadece zamanı paylaşmak değil kendine de yer açabilmek, günün sonunda aynaya bakıp bugün sadece başkaları için değil, kendim için de bir şey yaptım diyebilmektir.

Kadınlar için bu denge, bir terazinin iki kefesinden çok bir cambaz ipi gibi aslında. Bir yanda kariyer basamaklarını tırmanmak, ekonomik özgürlüğü kazanmak, ben de yapabilirim demek var, diğer yanda ise aile sorumlulukları, toplumsal beklentiler ve çoğu zaman yetişememe kaygısı. Kadınlar iş hayatında sadece rakamlarla değil, duygularıyla da yarışıyorlar. Yani mesele sadece mesai saatini bitirmek değil, aynı zamanda içsel enerjiyi koruyabilmek.

Kadın istihdamını etkileyen faktörlere baktığımızda tablo karmaşık ama tanıdık. Eğitim seviyesi, ekonomik fırsatlar, bakım yükü, toplumsal cinsiyet rolleri, hatta yaşanılan şehir bile bu denklemi etkiliyor. Türkiye’de hâlâ birçok kadın, çalışmak istiyorum ama kim çocuğa bakacak? ya da eşim izin vermez gibi cümlelerle kariyerinden vazgeçmek zorunda kalıyor. Oysa kadın emeği sadece evin içinde değil, toplumun her alanında değer üretmeye devam ediyor. Ne var ki bu değer, hâlâ hak ettiği kadar görünür değil.

Modern dünyada kadınların iş hayatında karşılaştıkları sorunlar artık yalnızca fiziksel yorgunlukla sınırlı değil, duygusal yorgunluk, tükenmişlik, sürekli mükemmel olma baskısı da en az mesai kadar yorucu. Ofisteki performans kaygısı eve taşınıyor, evdeki sorumluluklar işe sızıyor. Kadınlar bu iki dünyanın arasında gidip gelirken, çoğu zaman kendi sınırlarını çizmekte zorlanıyorlar. Belki de en büyük sorun bu, sınır koyamamak.

Toplumsal hayatta kadınların karşılaştığı zorluklar da iş dünyasından çok uzak değil. Kadının sesi hâlâ birçok yerde arka fonda kalıyor. Karar mekanizmalarında az temsil edilmek, cinsiyet temelli ücret farkları, işe alımda önyargılar, hatta kadınsı davranışların bile eleştirilmesi. Bütün bunlar, kadınların sadece çalışmakla kalmayıp var olma mücadelesi verdiğini gösteriyor. Bir kadın çalışıyor ama aynı zamanda toplumsal bir duvarı da her gün biraz daha aşmaya çalışıyor.

Ama bütün bunlara rağmen, kadınlar hâlâ üretmeye, öğrenmeye, dayanışmaya devam ediyor. Çünkü kadın olmak biraz da yeniden başlamanın adı. İş ve yaşam dengesi aslında bir hedef değil, bir süreç. Her sabah biraz daha dengeye yaklaşmak, bazen tökezleyip tekrar ayağa kalkmak, bazen de bugün hiçbir şey yapmayacağım diyebilmek.

Kimi kadın için bu denge, sabahın erken saatlerinde içilen bir kahveyle başlıyor, kimi için akşam çocuklar uyuduktan sonra kendi kitabına ayırdığı yarım saatle. Kimi kadın işte kendini buluyor, kimi evdeki sessizlikte. Aslında önemli olan, o dengeyi başkalarının çizdiği kalıplarda değil, kendi ritminde bulabilmek. Çünkü her kadının dengesi, kendi hikayesine özgü.

Belki de asıl mesele, hayatın içindeki dengeyi bulmaktan çok, o dengeyi koruyabilmekte. Çünkü bir kadının dünyası hep hareket halindedir, kalbiyle aklı arasında, istekleriyle sorumlulukları arasında, yapmalıyım´larlaistiyorum´lar arasında salınır durur. Denge, bazen saatlere bölünmüş bir plan değildir, bazen bir bakış, bir nefes, bir susuş, bir bugün biraz yavaşlayacağım cümlesidir.

Kadınlar çoğu zaman sessizce ama büyük bir güçle taşırlar hayatı. Kimse fark etmez belki ama her gün yeniden kurarlar düzeni, yeniden şekillendirirler umudu. Ve o umudun içinde, kendi varlıklarını hatırlamak, kendine yer açmak, en az çalışmak kadar, üretmek kadar değerlidir.

İş ve yaşam dengesi, bir hedef çizgisi değil, kalbin ritmini fark etmeyi öğrenmektir. Dünyanın gürültüsü içinde iç sesini duymak, o sesi susturmamaktır. Her şeyin mükemmel olmasını beklemeden, eksiklerle barışmayı bilmek, bazen sadece var olmanın bile yeterli olduğunu anlamaktır.

Bir kadının hikâyesi, çoğu zaman dışarıdan görülenin çok ötesindedir. O hikâyenin içinde direniş vardır, sevgi vardır, sabır vardır. Ve belki de en önemlisi, yeniden başlama cesareti vardır. Çünkü bir kadın, düşse de yeniden kalkar, yorulsa da devam eder. Her sabah yeniden doğar, kendi dengesini bulmak için yeniden başlar.

Ve belki de kadınların bu çağdaki en büyük başarısı, mükemmel olmaya çalışmaktan vazgeçip, gerçek olmaya cesaret etmek.