Kadınların Tiyatrodaki İzleri; Sahnenin Görünmeyen Kahramanları!​

Tiyatro, insanlık tarihinin en eski sahnelerinden günümüze uzanan bir yolculuktur. Antik Yunan’da başlayan bu yolculukta tiyatro, sadece eğlence değil, toplumun aynası,ritüellerin ve inançların yansımasıydı. Dionysos tapınağında düzenlenen festivallerde, tragedyalar ve komedyalar şehrin halkına hem ders verir hem de keyifli vakit geçirmelerini sağlardı. Ama bu sahnelerde uzun yıllar boyunca kadınlar yoktu. Sahneye çıkan herkes erkektir ve kadın karakterleri erkekler canlandırırdı. Bu erkek oyuncular, yüzlerine maskeler takar, kostümlerle ve jestlerle kadınların duygularını, öfkelerini, sevinçlerini sahneye taşımaya çalışırlardı. Maskeler sadece karakteri simgelemekle kalmaz, aynı zamanda sesin tonunu ve mimiklerin ifadesini abartarak izleyiciye aktarmak için kullanılırdı.

tiyatro.webp

Tragedya oyunlarında, Medea’nın öfkesini ya da Antigone’nin direnişini izleyen seyirciler, sahnedeki karakterin bir erkek tarafından canlandırıldığını bilerek izlemek zorundaydı. Komedyalarda ise kadın karakterlerin duygusal incelikleri, erkek oyuncuların abartılı jestleriyle sunulurdu, bazen bu hem komik hem de ironik bir durum yaratırdı. Böylece tiyatro, kadınların hayatlarını ve toplumdaki rollerini anlatan bir mekan olurken, bu hayatların temsilcisi her zaman erkek olmuştu. Sahne ve seyirci arasında, maskeler aracılığıyla kurulan bu karmaşık ilişki, tiyatronun hem büyüsünü hem de adaletsizliğini gözler önüne seriyordu.

Roma tiyatrosunda durum çok da değişmedi, sahneye kadın çıkması yasaktı, kadın karakterler hâlâ erkekler tarafından oynanıyordu. Ortaçağ Avrupa’sında tiyatro kilise kontrolüne girdi, sahneler açık hava minyatürleri gibi tasarlanırken, kadınlar hâlâ sahneye alınmıyordu. Kadınlar için tiyatro sahnesi, hayal edilemez bir lüks gibiydi.

Ama İngiltere’de 16. yüzyılın sonlarına doğru bir devrim başladı. Shakespeare’in oyunlarının sahnelendiği dönemde, kadın karakterleri hâlâ erkekler canlandırıyordu, ta ki Margaret Hughes sahneye adım atana kadar. Evet, İngiltere’de Margaret Hughes, 1660 civarında sahneye çıkan ilk kadın oyuncu olarak tarihe geçti. Alkışlar arasında sahneye adım atan bu cesur kadın, sadece bir rol oynamıyor, kadınların sesini sahneye taşıyordu.

Fransa’da ise 17. yüzyılın ortalarında, Comédie-Française kuruldu ve sahnede kadın oyuncular kendilerine yer bulmaya başladı. Kadınlar artık sadece hikâyelerdeki ilham perisi değil, aynı zamanda hikâyenin yaratıcısı ve anlatıcısı haline geldi. İtalya’da ise Commedia dell’arte gruplarında kadınlar, maskesiz ve doğal halleriyle sahneye çıktılar, dönemin İtalyan kadın aktrisleri büyük ilgi gördü.

Türkiye’de ise durum biraz daha sancılıydı. 19. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı tiyatrosunda sahneye çıkan kadın yoktu. Kadın karakterler erkekler tarafından canlandırılıyordu ve sahnede bir kadın görmek neredeyse imkânsızdı. Ta ki 1920’lere kadar işte o dönemde, Afife Jale sahneye cesurca çıktı. İstanbul’daki Darülbedayi sahnesinde Emel rolünü oynayan Afife Jale, Türkiye’de sahneye çıkan ilk Müslüman kadın oyuncu olarak tarihe geçti. Onun cesareti, sadece kendi kariyerini değil, Türk tiyatrosunun kadınlar için açılan kapısını da simgeliyor. Afife Jale’nin ardından, Türk tiyatrosunda sahneye çıkan ilk kadınlar, erkek egemen bir dünyada kendi seslerini duyurmak için büyük mücadele verdi. Bu kadınlar, sahnede sadece rol oynayan değil, aynı zamanda topluma ayna tutan sanatçılardı.

Tiyatroda kadın oyuncuların unvanı aktrisdir. Latince actrix kelimesinden gelir yani oynayan kadın. Aktrisler, sadece karakteri canlandırmaz, duyguyu taşır, hikâyeyi yaşatır, bazen bir bakışla tüm sahneyi ele geçirir. Sahne ışıklarının altında ya da sahne arkasında fark etmez, her kadın oyuncu, tiyatronun büyüsünde görünmeyen bir kahramandır.

Sahne arkasında ise bambaşka bir dünya vardır. Kostümler uçuşur, replikler fısıldanır, ışıkçılar kablolarla uğraşır, sahne amiri nefesini tutar. Bu gizli emek, oyunun gerçek kahramanlarını oluşturur. Kadınlar, yalnızca sahnede değil, sahne arkasında da tiyatronun her alanında aktif rol almaya başlamışlardır. Yönetmenlik, dramaturji, dekor, kostüm tasarımı. Hepsi tiyatronun görünmeyen ama büyüyü yaratan yüzüdür.

Bugün, sahneye çıkan her kadın, tarih boyunca mücadele etmiş kadınların sesini taşır. Afife Jale’den Margaret Hughes’e, Flaminia Raquelini’den günümüzün güçlü aktrislerine.Her bakış, her tirat, her alkış kadınların tiyatrodaki varlığının bir kutlamasıdır. Ve işte bu yüzden tiyatro büyüleyicidir. Çünkü sahnedeki ışık, kadınların gözlerinde bir kez yandığında, tarih ve sanat bir araya gelir, izleyenlerin kalbine dokunur.

Ve işte tiyatronun büyüsü burada gizli, sahneye adım atan her kadın, tarihin sessiz kahramanlarının mirasını taşır. Antik Yunan’da maskelerin ardında susturulan sesler, Avrupa’da cesur kadın oyuncuların sahneye çıkışıyla yankı buldu ve Türkiye’de Afife Jale’nin cesaretiyle bir kez daha hayat buldu. Her bakış, her tirat ve her alkış, kadınların tiyatroya kattığı ruhun birer kanıtıdır.

Bugün sahnede kadınlar sadece rol oynayan değil, aynı zamanda hikâyeyi yazan, yöneten ve büyüten sanatçılar. Sahne ışıkları onların gözlerinde yanıyor ve bize gösteriyor ki tiyatro, kadınların varlığıyla tamamlanıyor. Her oyun, her sahne, her alkış, kadınların tarih boyunca süregelen cesaret ve yaratıcılığının bir kutlamasıdır. Ve işte bu yüzden tiyatro, sadece izlemekle kalmayacağınız, hislerinize dokunan bir sihirli yolculuktur.
  • Beğen
Reactions: Berrfeelinda