Pancake Kokulu Bir Sabahın, Küçük Mucizesi!​

Sabahın o yarı uykulu yarı uyanık saatlerinde evin içinde dolaşan minik ayak sesleriyle uyandığımda, henüz günün başlamaya niyetli olmadığı bir sessizlik vardı. Perdelerin arasından sızan gri ışık odanın içinde süzülürken, yanımda uyuyan küçük insanın yüzüne baktım. Saç telleri alnına yapışmış, dudakları hafif aralıktı, belli ki rüyasında ya koşturuyor ya da bir şeylere kızıyordu. Anneliğin en sevimli anlarından biri tam da buydu, sanki hayat bana “bak, her şey sandığın kadar karmaşık değil” diye fısıldıyordu. Ben de her sabah olduğu gibi, önce bu küçük mucizeyi izleyerek güne başlamayı seçtim.


Bir süre sonra o meşhur hareket başladı. Önce ayaklarını uzatıp gerdi, sonra ellerini yumruk yapıp kollarını havaya kaldırarak esnedi. Ardından göz kapakları titredi ve yeni güne hazır olmayan bir yetişkinin bütün direnciyle kapanmayı denedi. Tabii ki başaramadı, birkaç saniye sonra gözlerini açtı ve o ufacık, biraz şaşkın, biraz uykulu bakışıyla bana döndü. “Anne, kahvaltıya pancake yapalım mı?” İşte o an “günaydın” yerine geçen, her sabah benim için resmi açılış cümlesiydi.

Uyku sersemi halde mutfağa yürürken, arkamdan pijamalarının sürtünerek çıkardığı sesle beni takip edişine içten içe gülüyordum. Mutfağa adım attığımız anda, kendimi MasterChef jüri üyesi gibi değerlendiren bir bakışla karşılaştım. Tava, çırpma kabı, spatula, hepsini sırayla sayıp “anne eksik yok ama senin kahve kupanı unutmuşuz” dedi. Çocuklar bazı konularda o kadar haklı ki, kahve kupası olmadan hiçbir anne doğru çalışmaz. Törenle kupayı masaya koyduk ve pancake hazırlığı başladı. Tabii hazırlık dediğime bakmayın, işin çoğunu ben yapıyorum ama o hâlâ kendisinin katkısının kritik öneme sahip olduğunu düşünüyor. “Anne ben karıştırayım mı?” cümlesi duyulduğu an, mutfaktaki her yüzeyin risk altında olduğunu bilirsin zaten.

Karıştırma görevi ona geçince, etrafa sıçrayan karışım ve tavana doğru savrulan bir iki damla benim için sürpriz olmadı. Ama onun yüzündeki gurur, işte ona paha biçilemez. Sanki dünya pancake karıştırma olimpiyatları düzenlese altın madalyayı o alacak. Ben de onun bu özgüvenini bozmamak adına, tavanın kenarına doğru gelen hamuru toplarken, “harika gidiyorsun!” demeyi ihmal etmedim. İçimden “harika gidiyoruz evet, birazdan tüm mutfağı temizlemek için de olimpik bir çaba göstereceğim” demediğim sürece sorun yoktu.

Pancakeler pişerken o tabakları hazırladı. Daha doğrusu, bir tabağa dizdiği çatal bıçakların yanına oyuncak ayısını oturttu. Çünkü ayıcık kahvaltıya davetliydi. Kahvaltı masasında üçüncü bir sandalye hep ona ayrılır. Ayıcık sessiz ama sofranın vazgeçilmez üyesi. “Ayıcık bugün çilekli ister” dediğinde hiç itiraz etmiyorum. Çocuğun hayal dünyasına ayak uydurmak bazen insanın kendi hayal gücünü de onarıyor.

Kahvaltımız başladıktan sonra, her lokmada ayrı bir sohbet açıldı. Çocuklar neyse ki hayal güçlerini saklamıyorlar, akıllarına geleni anında söylüyorlar. O da tam olarak bunu yaptı. Bir anda ciddi bir yüz ifadesiyle bana döndü ve sordu: “Anne, büyüyünce neden insanın yüzü buruşuyor?” O kadar doğal bir soruydu ki pancakeleri bir süreliğine unuttum. Bir yandan gülümsedim bir yandan da onun saçlarını düzelttim. “Çünkü çok gülüyoruz, çok seviyoruz, çok düşünüyoruz. Her iz biraz hikâye demek.” dedim. O da ciddiyetle kafasını salladı. Sonra ekledi, “o zaman benim yüzüm de çok buruşacak anne. Çünkü ben seni çok seviyorum.” O an tarif edilemez bir sıcaklıkla kalbim titredi. Bu minicik insan, koca bir duyguyu üç cümleyle aktarıyordu.

Kahvaltı bittikten sonra oyuncak ayısının karnını doyurduğumuzdan emin olduk. Bunu yapmadan sandalyeden kalkmak yasaktı. Sonra salona geçtik ve günün en önemli etkinliği olan dans gösterisi başladı. Müzik açtım ve o anki neşesine göre uydurduğu dans figürlerini izlemeye başladım. Eller havada, ayaklar yanlış ritimde ama yüzündeki mutlulukla öyle güzel görünüyordu ki, anneliğin en tatlı anı belki de buydu. Bir çocuğun kendi dünyasında özgürce savrulduğu, hiçbir şeye aldırmadan mutlu olduğu o anları izlemek.

Tabii ki gösteri bitmedi, çünkü gösteri asla bitmez. Tekrarlar, sahneye çıkışlar, alkış istemeler, sonunda yorgun düştü ve gelip kucağıma oturdu. Başını omzuma yasladı, bir süre sessiz kaldık, ne konuşmak gerekiyordu ne de bir aktivite, sadece oradaydık. Aynı anda, aynı huzuru paylaşıyorduk.

O an düşündüm, anneliği tarif etmek istesem kelimeler hep eksik kalacak. Çünkü annelik bazen mutfak tezgahına sıçrayan pancake hamuru, bazen oyuncak ayısının sofradaki yeri, bazen de minicik bir başın omzuna yaslanma cesaretiydi. Bazen çok yorucu, bazen inanılmaz komik, bazen de hiç beklemediğin kadar derin bir iz bırakan dakikalarla dolu. Ama her ne olursa olsun, her gün bir şekilde gülümsetmeyi başarıyor.

İşte o günün sonunda, mutfağı temizlerken aklımdan geçen tek şey şuydu, belki gün planladığım gibi ilerlemedi, hatta belki temizliğe ayırdığım zaman biraz fazla kaçtı ama, omzuma yaslanan o küçük baş, sabah uykulu gözlerle bana baktığında söylediği o ilk cümle ve dans sırasında kahkahalarla savrulan o minik beden, tüm yorgunluğa değerdi, her seferinde de değecek.

Ve belki yıllar sonra, bu küçük hikâye sadece tatlı bir anı olarak kalacak ama bugün, tam olarak bugün, benim için dünyanın en anlamlı hikâyesi buydu. Çünkü anne olmak, bazen sadece bir sabah pancake hazırlarken bile koca bir ömürlük mutluluğu hissettirebiliyor.

Her yeni gün, küçük bir adımın kalpte bıraktığı kocaman bir izle başlar!