Uzun Yaşamın En Sessiz Formülü; Tanımadıklarımızla Kurduğumuz Bağlar!​

Sağlıklı ve uzun yaşam denildiğinde masaya genellikle aynı başlıklar konur, ne yiyoruz, ne kadar hareket ediyoruz, hangi takviyeyi aldık, kaç litre su içtik. Bunların hepsi doğru, hepsi gerekli. Ama bütün bu formüllerin üzerinde, çoğu zaman fark etmeden atladığımız çok güçlü bir başlık var, ilişkiler. Üstelik sandığımız gibi sadece ailemizle, arkadaşlarımızla, yıllardır hayatımızda olan insanlarla kurduklarımız değil, asıl etki daha geniş bir yerden geliyor.

uzun yasam sekilleri.webp

İnsan zihni ve bedeni, yalnızca yakın çevresiyle değil, temas ettiği her canlıyla bir bütün halinde çalışıyor. Sabah kapıyı tutan yabancı, sokakta göz göze geldiğimiz biri, marketteki kasiyer, parkta selam verdiğimiz yaşlı bir teyze, hatta mama verdiğimiz bir sokak kedisi, bunların hepsi bedenimizde ölçülebilir izler bırakıyor ve gerçekten ölçülebilir.

Bilim bugün şunu net olarak söylüyor, sosyal temas sinir sistemi için bir besin gibidir, ama bu temasın derin, uzun sohbetler olması şart değil. Bazen bir gülümseme, bazen kısa bir selam, bazen de bir hayvanın tüyüne dokunmak bile beynin güvendeyim sinyalini çalıştırır. Bu sinyal çalıştığında stres hormonları azalır, bağışıklık sistemi daha dengeli çalışır, kalp ritmi sakinleşir, yani vücut uzun yaşam moduna geçer.

İlginç olan şu ki, beynimiz bizden ve bizden olmayan ayrımını sandığımız kadar keskin yapmaz. Yolda yürürken yardım ettiğimiz biriyle, tanımadığımız bir köpeği sevdiğimizde ya da bir kuşa su verdiğimizde salgılanan oksitosin neredeyse aynıdır. Oksitosin dediğimiz şey de sadece sevgi hormonu değil, aynı zamanda iltihapla savaşan, hücre yaşlanmasını yavaşlatan, kalbi koruyan bir kimyasaldır. Yani bir anlamda, başkasına iyi davrandığınızda vücudunuz da size iyi davranır.

Modern hayat bizi fark etmeden küçülen çevrelere hapsetti aynı insanlar, aynı ekranlar, aynı mekanlar. Oysa insan bedeni çeşitlilikten beslenir, farklı yüzler görmek, farklı sesler duymak, farklı canlılarla temas etmek sinir sistemini esnetir, esnek sinir sistemi ise daha geç yaşlanır. Bu yüzden sadece “yakın çevrem iyidir” demek yetmez. Geniş ama hafif ilişkiler, yani beklentisiz temaslar, beden için şaşırtıcı derecede onarıcıdır.

Hayvanlarla kurulan bağın etkisi burada ayrı bir parantez hak eder. Bir hayvana dokunmak, onunla göz teması kurmak, hatta sadece yanında durmak bile kalp atım hızını düşürür. Bu etki meditasyonla kıyaslanabilecek kadar güçlüdür. Üstelik hayvanlar bizden bir rol beklemez, bir kimlik sormaz, geçmişimizi bilmez. Olduğumuz halimizle temas ederler, bu da zihnin yükünü hafifletir hafifleyen zihin, bedeni de hafifletir.

Tanımadığımız insanlarla kurulan küçük temaslar da benzer şekilde çalışır. Asansörde edilen kısa bir sohbet, kasada “kolay gelsin” demek, birine yol tarif etmek, bunlar küçük gibi görünür ama sinir sistemi için “tehlike yok, dünya güvenli” mesajıdır. Bu mesaj sıklaştıkça kortizol düşer, kortizol düştükçe uyku derinleşir, sindirim düzelir, bağışıklık güçlenir. Yani uzun yaşam bazen bir yabancıya söylenen tek cümleyle başlar.

Kadınlar için bu konu daha da hassas. Çünkü kadın bedeni sosyal sinyallere daha duyarlıdır. Yalnızlık, dışlanmışlık ya da kopukluk hissi kadınlarda hormonal dengeyi daha hızlı etkiler. Aidiyet duygusu, küçük de olsa bağlantılar, kadın bedeninde toparlayıcı bir dalga yaratır. Bu yüzden “herkesle mesafeli olayım” tavrı bazen sandığımızdan daha pahalıya mal olabilir.

Burada önemli bir nokta var, bahsettiğimiz ilişkiler fedakârlık, tükenme ya da kendini zorla açma hali değildir aksine, hafifliktir, beklentisizdir. Kimseye bir şey ispatlamadan, sadece temas etmektir. Bir bakış, bir selam, bir dokunuş, hayatın akışı içinde kendiliğinden olan şeyler.

Uzun yaşam bazen tabağımızda değil, adımlarımızın arasında gizlidir. Kiminle göz göze geldiğimizde, hangi canlıya iyi davrandığımızda, hangi anlarda kalbimizi biraz yumuşattığımızda. Çünkü bedenimiz yalnızca yediklerimizi değil, ilişkilerimizi de sindirir. Ve belki de sağlıklı yaşamanın en az konuşulan ama en güçlü formülü şudur, dünyayla kurduğumuz her küçük bağ, hücrelerimize “burada kalmaya değer” mesajı verir.

Bir de işin görünmeyen ama bedende çok net hissedilen bir tarafı var. İnsan yalnızca ilişki kurarak değil, ilişki kurma ihtimali sayesinde bile hayatta kalma refleksini güçlendirir. Yani kalabalık bir caddede yürümek, bir parkta oturmak, bir kafede etrafımızda insanlar varken sessizce çay içmek bile beden için bir mesajdır, “yalnız değilim.” Bu mesaj, fark etmesek de sinir sistemini gevşetir. Evde tek başımıza otururken hissettiğimiz yorgunlukla, kalabalık içinde ama kimseyle konuşmadan oturduğumuzda hissettiğimiz yorgunluk aynı değildir. Çünkü beden, potansiyel temasları da gerçek kabul eder.

Uzun yaşamın sırrı bazen bu yüzden rutinde gizlidir. Her gün aynı saatte yürüyüşe çıkmak, aynı fırından ekmek almak, aynı park bankında oturmak,tanıdık yüzler, tanımadık hayatlar zihinde güven duygusu yaratır. Güven duygusu oluştuğunda beden savunmadan çıkar, onarıma geçer, onarım modunda olan bir beden ise yaşlanmayı yavaşlatır. Bu etkiyi ne bir vitamin kapsülü ne de pahalı bir takviye tek başına sağlayabilir.

Modern dünyada en çok zarar gören şeylerden biri de dokunma. Oysa insan bedeni dokunmak için tasarlanmıştır. Bir hayvanın başını okşamak, bir çocuğun elini tutmak, yaşlı birine koluna girerek yardım etmek, bunların her biri beyinde sakinleştirici bir dalga yaratır. Dokunmanın eksik olduğu hayatlarda kaygı artar, uyku bölünür, beden sürekli tetikte kalır. Sürekli tetikte kalan beden ise hızlı yaşlanır, bu yüzden temas bir lüks değil biyolojik bir ihtiyaçtır.

İlginçtir, iyilik yapmanın etkisi de benzer şekilde çalışır. Birine yardım ettiğimizde, karşılık beklemeden küçük bir iyilik yaptığımızda bedenimiz bunu kendi başarısı gibi kaydeder. Kalp ritmi düzenlenir, nefes derinleşir. Hatta bazı araştırmalar, düzenli olarak başkalarına yardım eden insanların daha uzun yaşadığını ve kronik hastalıklara daha geç yakalandığını gösteriyor. Yani iyilik, sadece ahlaki değil, fizyolojik olarak da bizi ayakta tutan bir eylemdir.

Hayvanlarla ilişkide ise zaman kavramı değişir. Onlar acele etmez, geçmişe takılmaz, gelecek kaygısı taşımaz. Onlarla kurulan bağ, insanı şimdi´ye getirir. Şimdi’de olan zihin, bedeni yormaz. Bu yüzden hayvanlarla vakit geçiren insanların tansiyonu daha dengelidir, kalp damar sistemi daha sağlıklıdır. Bir kedinin yanımıza kıvrılması ya da bir köpeğin sevinçle yaklaşması, aslında sinir sistemimize verilen doğal bir sakinleştiricidir.

Sonuç olarak uzun ve sağlıklı yaşam bazen büyük kararlar, keskin değişimler ya da kusursuz planlar istemez. Bazen sadece dünyayla temas halinde kalmayı, kabuğumuza fazla çekilmemeyi, gözümüzü kaldırıp etrafımıza bakmayı ister. Tanımadığımız insanlara, sokaktan geçen hayvanlara, hayatın içindeki küçük karşılaşmalara kapıyı kapatmadığımızda bedenimiz bunu bir güven hali olarak algılar, güven ise hücrelerin en sevdiği duygudur.

Gerçek sağlık, yalnızca ne yediğimizde ya da ne kadar hareket ettiğimizde değil, kime gülümsediğimizde, kime dokunduğumuzda, hangi canlıyla bağ kurduğumuzda gizlidir. Çünkü insan, ilişkiler içinde iyileşir, ve bazen bir selam, bir bakış, bir patinin değdiği an, yıllara eklenen en sessiz ama en güçlü armağandır.

Belki de uzun yaşamanın sırrı, hayatla bağımızı koparmadan, küçük temasların büyük iyileştirici gücüne izin vermekte saklıdır!