Türkiye’de sadece cadde üzerlerinde işportacı olarak gördüğümüz Afrikalıların Osmanlı hareminin muhafazasından sorumlu olduğunu biliyor muydunuz?
Osmanlı’yı resmeden bir tablo… Tabloda yer alan kişiler o döneme özgü kıyafetlerle tasvir edilmiş: Sırtlarında hilatları, başlarında kalpakları, ayaklarında çarıkları, bellerinde kuşakları… Fakat, bahsini ettiğimiz kişiler Afrikalı. İlk bakışta, siyahların Osmanlı ile ne ilgisi olabilir ki dedirten bu tablo, tarihin bilmediğimiz bir tarafını gözler önüne seriyor. Afrikalıların, bugün bile devam eden makus kaderi geçmişte de söz konusuydu. Bu coğrafyanın insanları tarih boyunca köle olarak alınıp satıldılar hep. Osmanlı sarayını tasvir eden portrelerde yer almalarına yol açacak serüvenleri de bu talihsiz kaderleri nedeniyle başladı.
İstanbul’daki köle pazarlarına getirilen Afrikalılar, hizmetli olarak çalıştırılmak için ya saraya alındılar ya da şehrin ileri gelenlerinin köşklerine. Ne var ki, sıradan siyahî bir köle olarak geçmedi onların adı tarihe. Çünkü daha çok Kenya, Sudan, Habeşistan ve Sahraaltı Afrika denilen bölgeden getirilen siyahlardan saraya girenler, dönemin önemli görevlerinden sayılan Dârüssaâde ağalığına kadar yükseldi. Hatta, sadece padişahların eş ve çocuklarının yaşadıkları Harem-i Hümayun kısmına bakmak üzere çıkartılmış olan Dârüssaâde ağalığı, 1600’lü yıllardan 1922’ye, yani Cumhuriyet’in ilanına kadar o dönemin adlandırmasıyla ‘kara ağalar’ın elinde kaldı. Tüm bu anekdotları göz önünde bulundurarak Afrikalı Osmanlıların bu topraklardaki hikâyesini araştırdık.
Yahudi tüccarlar tarafından İstanbul’a getirilen Afrikalı kölelerin hadım edilmiş olması sarayın dikkatini çekti. Zira, haremde görevlendirilmek için hadım erkeklere ihtiyaç vardı. Bu sebeple Afrikalı köleler saray tarafından satın alındı. Başlangıçta; acemi, nöbet kalfası, ortanca ve hasıllı gibi vazifelere yerleştirilen Afrikalılar, zamanla padişah musahibi, hazinedarı, oda lalası, hazine vekili, kiler ağalığı, oda ağası, küçük oda ağası, baş kapı oğlanı, hanedan kadınlarına namaz kıldıran imam, eski saray (bir önceki padişahın ailesinin yaşadığı yer) ağalığı gibi görevlere de yükseldi. Diğer görevlerde denenen siyahlar, gerekli eğitimlerden geçtikten sonra padişah ve sadrazamdan sonra üçüncü sırada yer alan Dârüssaâde ağalığına da hadım oldukları için getirildiler. Ve 300 yıl boyunca harem yönetimi siyahların eline bırakıldı. Tüm bu bilgiler gösteriyor ki, Afrikalıların göz ardı edilemeyecek bir statüleri vardı Osmanlı Devleti’nde.
Yeni padişaha görevini bildiriyorlardı
Hanedanın ‘kara ağa’ adını verdikleri Afrikalı saray görevlileri, aslında tartışması hiç bitmeyen Osmanlı hareminin en önemli şahitleriydi. Üzerlerine emanet edilen vazifenin gereği olarak, padişah ve valide sultan arasındaki haberleşme ve saraya yeni cariyelerin alınması onlar aracılığıyla sağlandı. Dahası, haremde suç işleyen cariyelere ceza uygulamak, ceza alan cariyeleri boğarak Haliç sularına bırakmak, nikah, sünnet ve doğum törenlerini düzenlemek de yine kara ağaların sorumluluğundaydı.
Sarayda, hem bulundukları makamın hem de siyahların nüfuzunu onlar artırdı. İlk başlarda kapı ağasından daha da aşağı bulunan Dârüssaâde ağalığı, siyahlarla birlikte önem kazanmaya başladı. Bu da orantılı olarak siyahların sarayda nüfuz sahibi olmasını sağladı. 17. yüzyıldan itibarense padişahın huzuruna rahatça çıkabilme ve sıkıntıları ifade edebilme yetkisini kazandılar. En önemlisi ise tarihte statünün bir parçası sayılan samur kürkü Afrikalı harem ağalarının da giyme hakkı kazanması.
Tüm bunlar siyasette söz sahipliğini beraberinde getirdi. Mesela kayıtlara geçen 77 kara ağadan biri olan Dârüssaâde Ağası Hacı Beşir, 1717’den 1746’ya kadar tam 29 yıl bu görevde kaldı. Bu süre boyunca da Sultan I. Mahmut’un sözüne itimat ettiği, fikrini danıştığı bir isim oldu. Hacı Beşir’in, padişaha istediğini sadrazam yaptırırken, istemediklerini vazifeden azlettirmesi, kara ağaların ehemmiyetini gösterir nitelikte.
Görüldüğü üzere Afrikalılar Osmanlı’da hayli etkin. Üstelik tek vazifeleri haremin sorumlusu olmak değil. Sarayda başka görevleri de mevcuttu. Padişahın huzurunda gerçekleşecek tüm törenlerin ilk yetkilisiydi onlar. Surre emininin giydirilmesi, surre hediyelerinin hazırlanması, surre keselerinin taşınması, Hırka-i Saadet ziyaretleri için hazırlık yapılması gibi pek çok vazifeleri vardı. Hırka-i Saadet ziyaretlerinde Kur’an-ı Kerim tilaveti dahi yaparlardı. Yeni doğan şehzadenin müjdesini vermek, evlenecek padişah kızlarının nikah vekilliğini deruhte etmek, şehzadelerin ilk ders talimlerini yaptırmak bile siyahların göreviydi. Üstlendikleri tüm bu vazifeler içinde Osmanlı’daki yerlerini zihnimizde canlandıracak bir misyonları daha vardı. Kara ağalar, padişah ölünce yahut tahttan indirilince tahta çıkacak şehzadeye bu haberi bildirir, böylece şehzadenin cenazeye hazırlanmasını sağlardı. Kılıç kuşanma merasiminde de sadrazam yeni padişahın sağ koluna, Afrika kökenli Dârüssaâde ağası ise sol koluna girerdi.
s.senturk@zaman.com.tr
Kurtuluş Savaşı’nın siyahî kahramanları
Kara Kıta’dan Anadolu’ya gelenlerin Osmanlı’daki macerası, sadece saray içi ile sınırlı değildi. Onlar, Ege ve Akdeniz olmak üzere bu coğrafyada çeşitli bölgelere yerleşip kendilerine yeni hayatlar kurdu. Vatandaşlık görevlerini sonuna kadar yerine getirdiler. Biz pek bilmesek de onlar Kurtuluş mücadelesi içinde yer alıp, cepheden cepheye koştular. Hatta Çanakkale Savaşı’nda 19. Tümeni siyah gençler oluşturuyordu. İçlerinden kahramanlıkları destanlara konu olacak çok genç çıktı. Aslen Sudanlı olan, gençliğini Osmanlı ordusuyla cepheden cepheye koşarak geçiren Zenci Musa, tarih kitaplarının adlarını yazmadığı o kahramanlardan sadece biri. Ömrünün sonlarında vereme yakalanan Zenci Musa, Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi’nde Hakk’ın rahmetine kavuştu. Ardında bıraktığı bavulundan Osmanlı Devleti haritası ile kefenden başka bir şey çıkmayan Musa, ‘Borazancı’ adı verilen askerlerin yetiştirilmesinde görevliydi. Ama ona kahramanlık payesini asıl kazandıran, Yemen’deki 7. Ordu’nun ihtiyaç duyduğu 300 bin altını binbir sıkıntıya girerek, düşmana rağmen yerine ulaştırmasıydı