Halkımız AKP'ye Değil "Sanal Refah"a Oy Veriyor

canndann

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
22 Nisan 2012
1.604
170

Halkımız AKP'ye Değil "Sanal Refah"a Oy Veriyor

30 Mart yerel seçimlerinin ardından çok şeyler yazıldı, değerlendirmeler, yorumlar yapıldı. Kimine göre sonuca saygı duymalıydı, Çünkü Millî İrade böyle buyurmuştu. Kimi halkı suçladı. Bu son kesimin yorumu genel olarak şöyleydi: Halkımız, çok zor koşullar altında geçimini sürdürmesine rağmen, nasıl oluyor da kendisini bu duruma mahkûm eden bir partiye oy vermekte ısrar ediyor? Sayıları milyonları bulan bu insanlar nasıl oluyor da böyle bir çelişkiye düşüyor, insan mantıklı hareket etmez mi? Haydi birkaç yüz bini, hatta bir iki milyonu etmedi, hepsi mi mantıksız davranıyor? Bir yazarımızın deyişiyle “mazoşist” mi bunlar?

Bana sorarsanız yanıtım şudur: Hayır AKP’ye oy verenler mazoşist değil, kendi açılarından mantıksız da davranmıyorlar. Çünkü mahkûm edildikleri yoksulluk koşullarından çıkışın bir yolunu bulmuşlar, daha doğrusu onların önünde böyle bir çıkış yolu birileri tarafından özellikle açılmış. Nasıl bir çıkış yolu bu? Kısaca ifade edeyim: Tüketici kredileri ve bir tür sadaka sistemi!… Aşağıda açıklıyorum.

1) Önce tüketici kredileri üzerinde duralım. 2012 tarihli bir makalemden[SUP] 1 [/SUP] özetliyorum:

Türkiye’de AKP iktidarının başta gelen işlerinden biri, tüketici kredileri ile kredi kartları kullanımında yarattığı büyük patlamadır. Böylece halkımız gelecekteki kazançlarını şimdiden harcamaya, ciddî ve tehlikeli bir şekilde borç altına girmeye başlamıştır. Gerçekten 2011’de Türkiye nüfusunun yarısından fazlası (yüzde 56’sı) bankalara borçlu durumdaydı. Bugün bu oran yüzde 80’e yükselmiş bulunuyor. Tüketicilerin büyük bir kısmı kredi ve kredi kartı borçlarını ödeyemediği için bankalar tarafından takibe alınmıştır.

Bu borçlanma furyası, yani “yurttaşların, henüz kazanmadıkları paraları harcamaları” olgusu; literatürde “sürekli borçlanma ekonomisi” başlığı altında inceleniyor. Uygulamanın önemli etkilerinden biri şu: Halk, örneğin Türk halkı; çiftçi, işçi ve memur reel gelirinde meydana gelen düşüşün etkisini kısa vadede daha hafif hissediyor, hatta hissetmeyebiliyor. Reel gelirler düşerken, tüketici kredisi ve kredi kartı kullanımı sayesinde yaşam standardını yükselten harcamalar bile yapabiliyor. Sonuçta yurttaş kendini mutlu hissediyor. Ne var ki uzun dönemli olarak bakarsak, aslında bu bir “yalancı mutluluk”tur, “yalancı bir refah artışı”dır, bedeli zamanı gelince pahalı ödenecektir. Çünkü o mutluluk da, refah artışı da kat kat geri alınacaktır.

***************​


Yukarda açıkladığım gerçekler göz önüne alınırsa, Türk halkının önemli bir bölümünün, en olumsuz koşullar içinde gırtlağına kadar borca batmış durumda olduğunu söylemek yanlış olmaz. Şimdi denebilir mi ki, bu tablo sadece ekonomik bir olaydır? Elbette hayır! Ağır borçluluğun çok önemli bir siyasal sonucu vardır. Bazı yazarlar AKP’nin 2007 seçiminde %47 gibi büyük bir oy oranına ulaşmasını, bu faktörle açıklamıştı. Söz konusu yazarlardan biri de iktisatçı Selim Somçağ’dır. Borçlanmanın döviz kuru ve faiz etkisine ağırlık veren analizi özetle şöyledir:

22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde AKP nasıl olup da oylarını artırdı? Türkiye artık bir borçlular ülkesidir. Peki, bu ağır borçluluğun seçim sonucuyla ilgisi ne? Gayet açık: Gırtlağına kadar borca giren vatandaş, eğer döviz kurları veya faizler yükselirse, bankaya olan borcunun kendisini yutacak bir girdaba dönüşeceğini çok iyi biliyor. Şubat 2001'deki gibi bir kriz patlarsa evini, arabasını, tarlasını kaybedeceğini, bütün hayatının alt üst olacağını iyi biliyor. İnsanın ihtiyaçları hiyerarşiktir ve ilk kaygısı da hayatta kalmak, malını, mülkünü, işini, düzenini muhafaza etmektir. Seçim sonucunu işte bu ilk kaygı belirlemiştir. Geliri düştüğü için borçlanmak zorunda kalan vatandaş hayatıyla kumar oynadığının, bıçak sırtında yaşadığının farkındadır. Ancak mevcut düzenin aleyhinde oy kullanması için karşısına güvenilir bir siyasal seçenek çıkması gerekiyordu ki o seçenek çıkmamıştır.


Bundan başka ve daha önemlisi, AKP banka kredileri yoluyla halkı bir sanal refah dünyasında yaşatıyor. Halk bu sun’i refahı bozulmasın istiyor. Çalışmadan, kazanmadan, sadece borçlanarak ek tüketim sağlıyor, geçmişte hayal bile edemediği imkânlara kavuşuyor. Yakın gelecekte bunun bedelini ödeyecek, ancak farkında değil veya umursamıyor. Onu gereğince bilgilendiren de yok. Bir bakıma –yetersiz eğitim ve gelir düzeyi vasıtasıyla- böyle davranmaya da mahkûm edilmiş durumda.

***************

Yukarda sunduğum analiz –tüketici kredilerinin seçmen tercihi üzerindeki etkisi- elbette 12 Haziran 2011 seçimleri için de geçerliydi, son 30 Mart 2014 yerel seçimleri için de geçerlidir. Büyük olasılıkla ilk genel seçimlerde de durum fazla değişmeyecektir. Nitekim A&G Araştırma Şirketi’nin sahibi Adil Gür 30 Mart seçimleri öncesinde Cumhuriyet’e yaptığı değerlendirmede bakın, ne diyor: “AKP’ye oy verenlerin yüzde 80’i hayatından memnun olduğu için oy veriyor. Bugün Türkiye’de halkın yüzde 80’inin borcu var; ev borcu, araba borcu, kredi borcu, kredi kartı borcu var. Şimdi böyle bir ortamda seçmen huzuru bozulsun ister mi?”

Kanı’mca halkımız epeydir şöyle bir muhakeme yapıyor: Madem zorunlu ihtiyaçlarımı borçlanarak da olsa karşılayabiliyorum ve mademki iktidarda AKP var, öyleyse bu imkânı bana sağlayan AKP’dir. Aman, iktidardan gitmesin ki düzen bozulmasın, şu an ki rahatım bozulmasın. Öyleyse, ona oy vermeye devam edeyim.

İşte, ufak da olsa bu muhakemenin somut bir kanıtı:

12 Haziran 2011 seçimleri sonrası… Basında bir haber: HEPAR Genel Başkanı Osman Pamukoğlu, oyu yüzde 0,3'de kalan partisini kapatma kararı verdi. Bu habere bir seçmenin yaptığı yoruma bakın:

- Paşam, aslında ben de HEPAR’lıydım ama mecburen AKP’ye oy verdim. Çünkü ekonomik istikrar meselesi… Hepimizin bankaya borcu var, mecburuz, düzen bozulmasın diye… Neyse, emeğine sağlık...

**************


2) İş sadece banka kredileri ile bitse iyi… Ancak, öyle değil. Halkın AKP’ye mecbur oluşunu güçlendiren, yine geçim sorunuyla doğrudan ilgili olan güçlü bir faktör daha var: Bir tür sadaka sistemi, Özdemir İnce’nin deyişiyle sadaka ekonomisi ... AKP iş sahibi yapmadığı, sosyal güvenliğini sağlamadığı seçmenlere “yardım” adı altında “sadaka” dağıtıyor, hem de yıllardır! Vatandaş artık onuruyla çalışıp kazanma hakkını unutmuş, temel ihtiyaçlarının karşılanmasını AKP’den bekliyor! Kurulan “sadaka sistemi”nin içerdiği yardımların ana merkezi AKP ve hükümetidir. Ancak yardımlar -çoğu AKP’li olan- belediyeler, gönüllü kuruluşlar, kimi sivil toplum örgütleri tarafından da yapılıyor. Sonuçta başlı başına bir “yardım ekonomisi”, daha doğrusu bir “sadaka ekonomisi” doğmuş bulunuyor. Söz konusu yardımlar genel olarak şunlardır: Gıda yardımları, Kömür yardımları, şartlı nakit transferi, öğrenci yardımları, valiliklerce verilen öğle yemeği uygulaması, sağlık yardımları, barınma yardımları, ücretsiz taşıma uygulaması, doğal âfet yardımları…


Yeşil kart sahiplerine bir güvenlik ihtiyacı olan sağlık hizmeti sunulmakta. Uygulama kapsamında ödeme gücü olmayan, hiçbir sosyal güvenlik sisteminden yararlanmayan vatandaşların tedavi giderleri -AKP’ye mal edilerek- devlet tarafından karşılanıyor. Sağlık, gıda, kömür, eğitim, giyim, para gibi birçok temel ihtiyaca yönelik olarak gerçekleştirilen yardımlar trilyonluk bütçelere ulaşıyor. Devlet yardımları -AKP görüntüsü altında- valilikler ve belediyeler tarafından yürütülüyor. AKP ülke çapında muazzam bir ağ örerek 21 milyon “kişi/aile”ye, 1 milyar 900 milyon (eski parayla yaklaşık 2 katrilyon) TL dağıtarak 12 Haziran 2011’de de 43 milyon seçmenden yarısının, 21 milyonunun oyunu aldı[SUP] 2 [/SUP] AKP, 2012 yılında da yurttaşlara dağıttığı yardımlar için 8,6 milyar TL (eski para ile 8,6 katrilyon) pay ayırmıştı. 2013 yılında yardımları yüzde 50 artırarak 12 milyar TL’ye (eski para ile 12 katrilyon TL’ye) çıkardı. Bu harcamadan, muhtaç durumda tuttuğu 19 milyon yurttaş istifade etti. İktidarda olduğu 11 yıl boyunca AKP yaklaşık 85 katrilyon TL’yi “seçim yatırım”ı olarak dağıtmış bulunuyor[SUP] 3 [/SUP].


****************

Peki, halkın, bir süredir yapısallaşmış olan bu davranışının teorik bir temeli, bilimsel bir açıklaması var mıdır? Şu bir gerçektir ki, AKP on bir yıldır süren icraatı ile ülkemize çok büyük zararlar vermiştir: Devlet ve milleti bölünme noktasına getirmiştir. İç ve dış borçlanmayı tehlikeli boyutlara taşımıştır. Millî servet, ulusal ekonomi; yabancı sermaye, özelleştirmeler, toprak satma yoluyla yabancı güçlerin eline geçmiştir. Doğal kaynaklar korkunç boyutlarda tahribata uğramıştır. Yolsuzluk, rüşvet ve iltimas alıp yürümüştür. AKP iktidarı eğitim düzenini bozmuştur. Devlet düzenini altüst etmiş, TSK’yı adeta dağıtmış, devlet ciddiyeti bırakmamıştır. Buna karşılık seçim sonuçları, AKP iktidarının, toplum ve devlete daha büyük zararlar verecek şekilde icraatını sürdürmesine tekrar yeşil ışık yakmış bulunuyor! Peki, seçmen kitlesinin yarıya yakınının bunlardan haberi yok mudur? AKP’ye, başlıca örneklerini verdiğim bu ağır sorunların müsebbibi olmasına rağmen, yeniden güçlü bir destek vermiştir?


1) Oldukça tatmin edici bir ilk yanıt, bence, ABD'li psikolog Abraham Maslow’un (1908-19070) ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisinde bulunabilir.

Önce şunu belirteyim ki, ülkemizde eğitim ve kültür düzeyi düşük: Halkımızın %80’i gazete okumuyor, %75’i eline kitap almıyor, 13 milyon insanımız ilkokulu dahi bitirmemiş, 4,5 milyon yurttaşımız okuma yazma bilmiyor (2011). Ve dikkat: Halkımız arasında, AKP’ye olan destek eğitim düzeyi düştükçe artıyor, eğitim düzeyi yükseldikçe azalıyor. Eğitim düzeyinin ise büyük ölçüde çalışma ile, gelir düzeyi ile paralel gittiği bilinen bir husustur. Ülkemizde sanayileşme durmuş, istihdam artmıyor; gelir düşük, gelir artışı zayıf oluyor. O zaman eğitim ve gelir düzeyi yetersiz olan halk katmanlarından nasıl oy alacaksınız? Eğer alıyorsanız, nasıl sağladınız bunu? İşte tam burada kurnazca düzenlenmiş bir mekanizma devreye sokulmuş görünüyor.

A. Maslow’un teorisine göre insan önce bireysel ihtiyaçlarını, bunların arasında da ilk iki ihtiyacını, fizyolojik ihtiyaçları ile güvenlik ihtiyaçlarını tatmin etmeye yönelir. Genel eğilim olarak davranışlarını, örneğin politik davranışını da bu ihtiyaçlara göre ayarlar. Buna göre, her şeyden önce karnı doysun, sırtı pek olsun ister. Güvenli bir yerde barınmak, sağlıklı olmak, geleceğe güvenle bakmak ister. Eğer açsa, çıplaksa, barınacağı bir konutu yoksa, sağlıksızsa, geleceğini karanlık görüyorsa; insan hakları, özgürlükler, düşünce özgürlüğü, ülke sorunları lafta kalır. Birey; düşünce özgürlüğüne, haklarının bilincine, ülke sorunlarının varlığına ihtiyaç tatmininin üst basamaklarına tırmandıkça, özellikle son basamakta ulaşır. Aç ve çıplak olan, yurtsuz, sağlıksız olan, özgür olamaz; haklarının farkına varamaz, yurt sorunlarıyla ilgilenemez.

AKP hükümeti kurnaz…, bir çıkış yolu bulmuş veya bir yerlerden akıl almış. Seçmenin çaresizliğini politik bir fırsata çevirmiş: İş sahibi yapmadığı, zorunlu ihtiyaçlarını karşılama imkânı tanımadığı seçmenlere “yardım” adı altında “sadaka” dağıtıyor! Sayın Özdemir İnce’nin terimiyle bir “sadaka ekonomisi” yaratmış.[SUP] 4 [/SUP]


Böyle bir sürecin en önemli sonucu şudur: Milyonlarca seçmen bir siyasal parti tarafından, onun kadroları tarafından, hem de devamlı olarak tutsak alınmış oluyor. Yurttaş iş bulmaktan, yeterli bir gelirden, sosyal güvenceden umudunu kesmiş, “aman bu yardımlar kesilmesin de ne olursa olsun, isterse dünya yıkılsın” diyecek hale itelenmiş, oyunu yine aynı partiye, AKP’ye hiç sonunu düşünmeden veriyor. Çünkü iradesi ağır bir baskı altına alınmıştır, saptırılmıştır. Ne serbestçe düşünebiliyor, ne muhakeme edebiliyor.

2) İkinci açıklama şekli eğitim düzeyi ile çok daha ilişkilidir. On bir yıldır devam eden AKP iktidarının, Türkiye’yi hangi felaketlere sürüklediğini, hangi ağır sorunlarla karşı karşıya bıraktığını yukarda belirttim. Bu sorunlar esas itibariyle makro nitelikte (toplum düzeyinde kendini gösteren) sorunlardır. Halk ise bireylerden oluşur. Yoksul ve eğitimsiz olan birey –genel eğilim olarak- bunları fark edemiyor, bu sorunların yol açtığı büyük yıkımları göremiyor, çünkü bunların bilincinde değil. Gerekli kavramlar, olgular arası ilişkiler yok zihninde… Eğitim düzeyinin düşüklüğü ve yaşadığı yoksulluk koşulları sebebiyle sadece mikro (birey düzeyinde kendini gösteren) olgularla ilgililer, bu sonuncuların dışına çıkamıyorlar. Mikro nitelikte sorunlar; halkın, birey olarak iş, aş, eş, giyim, barınma, konut, sağlık, güvenlik gibi sorunlarıdır. Bu konuları iyi biliyor, kavrıyor, takip ediyor. AKP iktidarı, halkın bu zihin yapısının farkındadır ve onun, kesin öncelik verdiği bireysel ihtiyaçlarını tatmin edici ölçüde karşılamanın yollarını bulmuştur. Bu sebeple başarılıdır, seçimde de ödülünü almıştır. Ne yazık ki, bu partinin de Türkiye’nin felakete sürüklenmesi umurunda değildir.

****************************

AKP öyle bir sistem kurdu ki halkımızın en az yarısını kendine mahkûm etti, tıpkı bir tarikat örgütlenmesi gibi… Adam 20 milyonu aşan seçmenimizi neresinden tutmuş? Tam boğazından, tam yaşam kanalından...

Sen bunun dışında ne yaparsan yap fayda etmez; istediğini vaat et, istediğin kadar uyar, ne bir tepki alırsın, ne bir sonuç. Başka hiçbir şey etkilemez seçmenlerin büyük bir bölümünü: Ne vatan, ne millet, ne laiklik, ne egemenlik, ne bağımsızlık, ne bölünmez bütünlük, ne yolsuzluk, ne rüşvet...

Kısa vadede halkımızın en az yarısından, ulusal çıkarlar adına fazla bir şey beklememek gerektiği gün gibi âşikâr…

Mevlânâ’nın dediği gibi: İnsan, neyin peşinde ise odur!


http://www.guncelmeydan.com/pano/ha...h-a-oy-veriyor-prof-dr-cihan-dura-t37274.html
 
Bu konuyu herkes okumalı,çok bilgilendirici bir yazı olmuş.


Merhaba

Bana da öyle gelmişti . : )

Okuduğunuz için ve siz de öyle düşündüğünüz için, paylaşmış olmaktan dolayı mutlu oldum, teşekkürler.

Daha önce de bir kaç kez okumuştum ve sayenizde bir kez daha tekrar okudum.
 
Öncelikle yazıyı çok beğendim.

Kredi meselesi, borçlanma meselesi Erdoğanla ilgili değil. neoliberal ekonominin olayı borçlanmadır. Biz bu sisteme biraz geç girdik. Düya çok öncesinde neoliberalizmin etkisine girip tasarrufa dayalı ekonomik yapıdan çıkmış borçlanmaya dayalı sistemin kölesi oluvermişti. 90'larda malum çok başka problemlerimiz vardı. Sonra karaoğlan geldi o zaten böyle şeylerin yolunu asla açmazdı. Onun bu konularda daha katı bir tutumu vardı. Ecevit yüzünden gerek 74 barış harekatında olsun gerek 2001 de olsun çok bedel ödendi. Ama gerekli bedellerdi. Hayatta bazen bir şeylerden ödün vermemek için hepimiz bir takım bedeller ödüyoruz. Ben Ecevit'in siyasetini tamamen böyle değerlendiriyorum. Erdoğan'ın bu sistemn yolunu açmasından doğal bir şey göremiyorum ben bu durumda. Eveeet artık başbakanımız sağolsun en pahalı tvleri cep telefonlarını alabiliyoruz. Ne güzel! Buna sevinen insanlar dünyanın ekonomik düzenini Erdoğan'ın değiştirmediğini göremiyorlar mı acaba?

Sadaka gelecek olursak islamiyetin temelinde var olan bir olgu. Ben bunu hep eleştiriyorum ama burada dine girmek istemiyorum. İnsanların karnını doyuracak kadar sadaka vermek ne seni fakir yapar ne de onu zengin. Sadece onun kendini sana karşı borçlu ve muhtaç hissetmesine sebep olur. Bu da herkesin işine gelir. Bir ülkede iş ortamı sağlamadan insanlara kömür makarna dağıtmak işte onları hükümete karşı bu hale sokuyor. Para kazanamadıkları için aynen yazıda belirtildiği gibi hak özgürlük arama gibi işlere girmiyorlar. Tabiri caizse horozlanmıyorlar. Sadece sadakanın devamı gelsin diye oy vermeye devam ediliyor.
 
Öncelikle yazıyı çok beğendim.

Kredi meselesi, borçlanma meselesi Erdoğanla ilgili değil. neoliberal ekonominin olayı borçlanmadır. Biz bu sisteme biraz geç girdik. Düya çok öncesinde neoliberalizmin etkisine girip tasarrufa dayalı ekonomik yapıdan çıkmış borçlanmaya dayalı sistemin kölesi oluvermişti. 90'larda malum çok başka problemlerimiz vardı. Sonra karaoğlan geldi o zaten böyle şeylerin yolunu asla açmazdı. Onun bu konularda daha katı bir tutumu vardı. Ecevit yüzünden gerek 74 barış harekatında olsun gerek 2001 de olsun çok bedel ödendi. Ama gerekli bedellerdi. Hayatta bazen bir şeylerden ödün vermemek için hepimiz bir takım bedeller ödüyoruz. Ben Ecevit'in siyasetini tamamen böyle değerlendiriyorum. Erdoğan'ın bu sistemn yolunu açmasından doğal bir şey göremiyorum ben bu durumda. Eveeet artık başbakanımız sağolsun en pahalı tvleri cep telefonlarını alabiliyoruz. Ne güzel! Buna sevinen insanlar dünyanın ekonomik düzenini Erdoğan'ın değiştirmediğini göremiyorlar mı acaba?

Sadaka gelecek olursak islamiyetin temelinde var olan bir olgu. Ben bunu hep eleştiriyorum ama burada dine girmek istemiyorum. İnsanların karnını doyuracak kadar sadaka vermek ne seni fakir yapar ne de onu zengin. Sadece onun kendini sana karşı borçlu ve muhtaç hissetmesine sebep olur. Bu da herkesin işine gelir. Bir ülkede iş ortamı sağlamadan insanlara kömür makarna dağıtmak işte onları hükümete karşı bu hale sokuyor. Para kazanamadıkları için aynen yazıda belirtildiği gibi hak özgürlük arama gibi işlere girmiyorlar. Tabiri caizse horozlanmıyorlar. Sadece sadakanın devamı gelsin diye oy vermeye devam ediliyor.


Merhaba

Ben de sizin yorumunuzu çok beğendim. : ) Özellikle de ''Hayatta bazen bir şeylerden ödün vermemek için hepimiz bir takım bedeller ödüyoruz.'' kısmını da çok çok anlamlı buldum. Yaşamın her alanında hem bireysel hem de toplumsal boyutta olan/olması gereken bir durum. Ancak; üstteki yazıyla ilintili olarak düşündüğümde, şu an içinde bulunduğumuz duruma göre; Bir yandan böylesi rehavet içindeyken, korkarım bazı meselelerde hem verdiğimiz ödünler çok, hem de buna rağmen ödeyeceğimiz bedeller ileride -çok çok ağır olacak- gibi duruyor.

Üretim yoksa ya da -şu an güya üretim olarak nitelenen faaliyetlerdeki üretim girdilerinizin neredeyse tamamına yakınını dışarıdan temin ediyorsanız- bunun sonucunu görebilmek veya tahmin edebilmek için, sanırım ekonomist olmaya gerek yok. Tarım-ziraat-eğitim ve daha bir sürü habire değişen politikaları ve düzenlemelere hiç değinmeyeceğim bile.

Diyelim ki; Üç yıllığına - beş yıllığına veya her ne kadarsa, küçük ve orta ölçekli işletmeler vb. lerine krediler verildi. Paramızın sıfırlarını attık, eyvallah. Ancak geri ödemesi ve yukarıda belirttiğim gibi üretim girdileriniz dışarıdan ve yabancı paraya endeksli ise zaten mevcut durumda görünmez bir develüasyon etkisiyle bire bir karşı karşıya değil miyiz? otomatikman. 3- 4 yıl önceki döviz kuru ve şimdikini karşılaştırabiliriz mesela fikir olsun diye. : )

Banka normal faiz oranlarıyla, kredi kartlarında uygulanan faiz oranları da gözden geçirilebilir mesela mukayeseli olarak aynı şekilde.

Tam olarak hatırlayamayabilirim ancak şuna yakın bir söz var aklımda; ''Bir banka açmanın yanında, bir banka soymak ne ki?'' gibi bir şeydi.

Mesela çok çok canımı yakan ve beni üzen, herkesin rahatlıkla fark edebileceği bir başka husus daha var. Madem koca koca dev marketler, dev alışveriş merkezleri, yavaş yavaş her mahallede bakkal amcamızın yerini alacaktı, o zaman neden onu yerinden ettiler? Oysa, bir dayanışmaydı bakkallar ve küçük esnaf. Veresiye defterleriyle verirlerdi, hem de şu an aldığımız ürünlerin en küçük boylarını alıyor (sürümden dolayı şu ankinin binde biriydi ancak kazançları belki de) olmamıza rağmen, kredi kartı istemiyor, deftere yazıyorlardı. Olur da maaşını, haftalığını alamayan ya da ekstra bir zaruret nedeniyle parası kısıtlı olanı da -daha gözünden anlar tüm mahalleli ve bakallar, sözünü bile ettirmeden evin çocuğunun eline sıkıştırır günlük ihtiyaçlarını veresiyeye devam ederlerdi. Kimi komşular usulcacık toplanır, birlikte hesabı kapatırlardı. Hangi bir yiten değerlerimizi yazayım ki? sayfalar yetmez.

Sadaka hususunda da katılıyoruma yakınım diyebilirim. Şöyle ki;

Aslında sadece insan olarak değil, yeryüzündeki veya yeraltındakiler, su yüzünde ve su altındakiler de dahil olmak üzere, dünya hepimizin müşterek yaşam alanı ve kaynakların da -bizimle birlikte tüm canlı türlerinin de kullanım hakkının en az bizim kadar olduğu- gerçeğinden hareketle -bu anlamda biz insanoğlunun affedilir veya kabul edilebilir yönümüz yok zaten.

İnsanlar arasında uçurumlar, haksızlıklar, herkesin çok daha iyi yaşayabileceği büyük paraların silahlanmaya ayrılması, doğal ortamı ve dengeyi bu denli bozup tahrip etmesi vb. hususlar, ne yazık ki -insanoğlunun kendini, haddini bilmemezliğinden, ilkelliğinden ve vahşiliğinden başka bir şey de değil.

Yardımlaşma, paylaşma, şeklindeki bölüşmeye karşı değilim. Ancak bunun -birinin bir diğerine göre muhtaç durumda olması şeklinde vukuu bulması- bir insanın vicdanını ve kalbini en çok yaralayacak şey diye düşünüyor ve öyle hissediyorum. İster istemez kendimizden daha zor durumda olan kimselerle paylaşmak durumundayız insan ihtiyaçlarını, gücümüz yettiğince. Ama, inanın bir çocuğun çok sevindiğine tanıklık etmek bile yetmiyor, karınca kararınca böyle bir katkıda bulunmak durumunda olunca, insana çok ağır geliyor çok, paylaşmak bile -ortada karşı tarafın mağduriyeti ve ihtiyacı olduğunu görmekten, bilmekten ve (en azından o an için öyle) daha iyi imkanlara sahip olmaktan ötürü.

Bu konu tamamen insan olmakla ve vicdanla alakalı bir mesele tabii ki. Öncelikle bu düşüncemi belirterek devam edeyim istedim.

Benim şu ana kadar edindiğim bilgilere göre; aslında islamiyette hak-hukuk ve özellikle Beytül-mal yani kamu malı, gelir ve giderlerinde -kesinlikle adalet ve eşitlik ilkesi mevcut. Hz. Ömer'in -kamu varlıklarının hesabını çok çok iyi tuttuğu, kaynakları çok iyi ve adil değerlendirmesi, adil ve yerinde pay edip kullanması, kayıtlarındaki titizliği, örnek teşkil edebilecek boyuttadır mesela.

Öyle ki; kendi bireysel işi olarak kabul ettiğinden, gelen ve selam verene karşılık esnasında, kamunun kandilini söndürüp, kişisel kandilini yakacak kadar hassasiyet göstermiş, önem vermiştir. Yine tarih kaynaklarında; insanlar O'nun adaletine bu denli güvendikleri için; bir savaş sonrasındaki galibiyet sebebiyle, savaşa katılanlara ancak yarım giysilik kumaş dağıtılabilmiş olduğu için, bir müddet sonra Hz.Ömerin üzerinde yeni bir giysi gören halk, hemen sorgu sual etmişler, nasıl kendine tam giysilik pay ettin? diye. Hemen cevap vermiş, Vallahi oğlumun yarım giysilik hakkıyla kendiminkini bir etmek suretiyledir üzerimdeki, buyurmuştur.

Kamu kaynakları ve harcamaları, devlet bütçesi -çok dikkatli- olunması gereken bir mevzu. Hani tüyü bitmemiş yetim hakkı denilen şey, dahası buradaki ihtimamsızlık üzerinde milyonların hakkı bulunmakta. Mesela, benim çocuğumun okul kitaplarını karşılayabilecek olmama rağmen, yıllarca her yıl hanemize devlet bütçesinden bedava kitap almış olmam, apaçık bir nevi menfaat, yolsuzluk veya hırsızlık sayılabilir, elimde olmadan ve zaruri olarak hem de.

Haa, tabii ki devlet gücü yetiyorsa-bunu temin etsin. Ona sözüm yok.

Ama bir yandan tüm okul sıralarına bu kitaplar bedava bırakılırken, öte yanda -çocukların afedersiniz tuvalet temizliği, okulların bir dolu ihtiyaçları eksik kalıyor, vatandaş desteğini zorunlu kılıyorsa, merkezi sınavla yerleştirilen (OKS idi benim çocuğumun döneminde) bir okula kayıt aşamasında, artı takip eden yıl branşta dal ayırımında gibi. 350 - 500 liralar gibi ödeme yapmak durumunda kalıyorsa vatandaşlar ve ben de dahil tabii, ne anlamı var bedava kitap dağıtmanın. Hiç olmazsa, sadece ihtiyaç sahipleri belirlenerek, muhtarlık ve okul işbirliğiyle teyitlenir ve sadece o ailelere sosyal bir destek olarak bedava verilmesi -çok daha ilkeli ve çok daha adil olmaz mı? Bütçemiz ve kaynaklarımız -her şeye yetene kadar en azından. Her yıl yepyeni yepyeni yerine, çocuklara bunun kamuya ait olduğu için, dikkatli kulanmaları, kendisinden sonra aynı sınıfa giden başka arkadaşları veya kardeşlerinin kullanacağı anlatılıp uygulanmış olsa, bu çocukları otomatikman zaten büyük ölçüde vatansever ve devlet bütçesinde hassas birer birey olmaları da sağlanmış, bu bilinç verilmiş olmaz mı aynı zamanda.

Üniversite mezunu bir genç, iş bulma, yarınlara güvenle bakabilme gibi bir durumda değil. Olmadığı gibi; kpss peşinde ruh yaşı 40 yaş olmuş kadar yoruluyor zaten. Şaibeli sınavlar, ha belki de üç beş yıl sonra zaten sözleşmeli statüde olunca şimdiki gibi -iş garantisi ve hayatını kurtarmış olma- yönünü de yitirecek muhtemelen büyük ihtimalle, tüm bunlar yetmezmiş gibi okurken aldığı kredi nedeniyle ortalama 14 - 17 bin liralık borçla mezun oluyor çocuklar. Eee, bu durumda kaynakların öncelikle bu eğitimin daha ucuz olması yönünde kullanmak mı? İstihdamı geliştirmek, AR-GE vb. harcamalara yönlendirmek mi? yoksa bedava tablet dağıtmak olarak mı kullanılması daha doğru, daha adil ve mantıklı, daha yerli yerinde olur acaba?

Görmediğim, bilmediğim, telaffuz edemediğim rakkamlardaki usulsüzlük, yolsuzluk gibi şeyleri değerlendiremem, neye güveneceğimizi hepten şaşırtan bir sürü farklı haber ve bilgiden hangisine itibar edeceğim hususunda da yanılabilirim belki.

Lakin, kendi çapımdaki verileri ve değerlendirmelerimi baz alarak, neticelerin -artan oranda aynı yönde olduğu gibi bir olasılığa ulaşıyorum doğal olarak, ülke kaynakları bakımından. göz önüne aldığımda.

Bunlar benim şahsi kanaatlerim ve tespitlerim, yanılıyor da olabilirim, göremediğim yönleri de varsa bilemiyorum tabii ki ama aklım ve vicdanımı objektif olarak dinlediğimde, bu sonuca ve bu doğrularıma çıkıyorum.

Çevre - kıtlık - susuzluk - yenilenebilir enerji gibi hayati başkaca şeylere zaten hiç değinmeyeceğim, çünkü hepimizce malum, sayfalar yetmez.

Sanırım ben büyütüyorum galiba, çünkü herkes hayatından gayet memnun ve insanların ailelerinde, yakınlarında, etraflarında -bu bahsettiğim meseleler gibi bir sorun hiç yok sanki gibi davranıyor insanlar. İnşallah ben yanılıyor, ben negatif düşünüyor olayım da keşke, gelecek nesiller için iyi günler gelsin yeter ki.

Bir çok söylenmiş manidar sözlerle birlikte, Victor Hugo'dan bir söz geldi hemen aklıma, ister istemez.

''Siz yardım edilecek yoksullar istiyorsunuz, biz ise ortadan kaldırılmış yoksulluk...''
demiş.


Dr. Yankı Yazgan'ın "Devlet Baba, Tabiat Ana" adlı kitabının bir bölümünde -beni çok etkileyen bir yazısını yanılmıyorsam geçmişte bir yerde paylaşmıştım diye hatırlıyorum kendi konularımda... Bulabilirsem onu da link olarak eklesem, forum kurallarına göre sorun olur mu acaba?

Neyse, yerini bulabilirsem eğer, bir aşağıya eklerim. Bulamazsam şayet, ilk fırsatta kitabın aslından yerini bulup, kitap üzerinden yazarım buraya.
 
X