imtihan akannehir
zenginliğiyle meşhur bir adam vardı. Söz döndü-dolaştı bunun zenginliğine geldi. 80`inin üstünde ama zinde birisi. Onun malından mülkünden konu oldu; soyulan kuyumcu dükkanından yağmalanan minik şatosundan
Birisi '.... amca sizin dükkanı ilk soyduklarında kaç kilo altın çalmışlardı?' diye sordu. '36 kg'.
- İkincide?
- 24 kg.
- Evi soyduklarında ne almışlardı?
- Yatak odasında gizli bir dolap vardı onu neredeyse çocuklar bile bilmiyordu. Üç maskeli silahları başımıza dayayıp ordan 49 kg altını alıp kaçtılar.
Aslında bu mevzuya onun yaşlılığından bahisle gelindi; 'falan oğluma şu kuyumcu dükkanını bıraktım. Falan kızıma bu katı falancıya şu yatı... Benim hiç bir şeyim yok ben fakirim. Beni şimdi evden atsalar yatacak yerim yok' diyerek kendine acındırma pozisyonuna bile geldi.
Bu dağıttığı serveti anlatırken bir dilenci kadın çıkageldi.
Olacak ya... 'Allah rızası için bir sadaka...' Hemen bu zengin adam kadını azarlar bir eda ile 'hadi hadi hadi ordan! Ben seni tanıyorum.....' (Acaba nesini/ne kadar tanıyor?)
İşte insan bir anda perçeminden yakalanırcasına sıcağı sıcağına imtihana tabi tutulur. Hem de herkesin gözleri önünde. 'Servetin var/vardı da ne yaptın ne yapıyorsun? Bu kadar serveti sayıp-dökerken daha bir dilencinin gönülünü bile alamadın. Öyleyse bu serveti saymak neyin nesi?' Servet sayıp dökmek için değil gönül almak için verildi.
Bu arada en pahalı sigaranın birini söndürüp diğerini yakıyor. kaydirigubbakcemile
(alıntı)