• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Kıssadan Hisse

Mune

Nirvana
Yönetici
Super Moderator
12 Temmuz 2006
57.552
219.872
1.223
53
Günün birinde küçük ruh heyecan içinde Tanrı`ya gitti ve ona "Ben kim olduğumu biliyorum" dedi.
Tanrı, "Peki sen kimsin?" dedi.
Küçük ruh "Ben ışığım" dedi.
Ve Tanrı, "Doğru, sen ışıksın!" dedi.
Ruh bir an düşünür ve sonra "ama ben ışık OLMAK istiyorum."dedi. Tanrı, "Ama sen IŞIKSIN." dedi.
Ruh, "Işık olduğumu biliyorum, ama ışık OLMAK istiyorum. Işık olmayı kendim deneyimlemek istiyorum. Kendi deneyimlerimle bilmek istiyorum." dedi.
Tanrı, "Anladım, sen halihazırda olduğun şeyi deneyimlemek istiyorsun." dedi.
Küçük Ruh, "Evet, istediğim budur. Kendimi ışık olarak deneyimlemek istiyorum - sadece bilmek yetmiyor. Işık olmayı yaşamak istiyorum." dedi.
Tanrı dedi ki, "Bunu anlayabiliyorum, ancak bu çok zor bir iş. Çünkü yarattığım ışıktan başka bir şey yok ortada. Ve senin ışığın güneşin içindeki bir mum gibi. Sen orda milyarlarca ve milyarlarca başka mumların arasındasın ve hepiniz birlikte güneşi oluşturuyorsunuz. Bu mumlardan bir tanesi dahi olmasa güneş de olmaz. Işıkların arasında ışığını fark etmek istiyorsun ki bu oldukça karışık bir bilmece."
"ıyi ama sen Tanrı`sın, bir çözüm bulursun." dedi küçük Ruh. "Düşündüm ve buldum." dedi Tanrı. "Kendini ışıkların içinde bir ışık olarak farketmen imkansız olduğuna göre seni, senin olmadığın bir şeyle kuşatacağız. Birlikte senin olmadığın bir şeyi hayal edip seni onunla saracağız ve bunun adını karanlık koyacağız. Seni bu karanlıkla saracağız. Seni senin tam zıddın olan bir şeyle sararak senin ne kadar parlak bir ışık olduğunu deneyimlemeni sağlayacağız."
Küçük Ruh, "Tamam, ben karanlığı getirmeye razıyım, böylece ışık olabileceğim."
Tanrı, "Bunu senin için istedim. Seni karanlıkla kuşatacağım ama kendini karanlıkla kuşatılmış bulduğun an yumruğunu kaldırıp, göklere küfretme, sadece karanlığı aydınlatan bir ışık ol ki gerçekten ışık olduğunu bilebilesin. Ve dokunduğun yaşamların hepsi de senin ne olduğunu bilebilsinler. ınsanların önünde parlamalısın ki onlar kendi ışıklarının yansımalarını sende görebilsinler. Bunu sahip olduğun ilahi veçhelerin herhangi biri ile yapabilirsin. Şimdi yaşam formu içinde iken "ruh amacı" olarak seçtiğin ve yaşamlar boyunca seçmeye devam edeceğin veçhelerimden herhangi birini dikkatlice seç. ıyi ve akıllı bir seçim yap. Evet söyle bakalım önündeki yaşam için neyi seçiyorsun?" diye sordu.
Küçük Ruh büyük bir heyecanla, "Herhangi bir veçhen olabilirim." dedi.
Tanrı, "Evet ama bu senin seçimin olmalı, hangisi," diye sordu. Küçük Ruh, "Yani önümüzdeki yaşam için, mutluluk, neşe, akıl, barış, sevgi ya da bir başka şey olabilir miyim," diye sordu. "Haklısın," dedi Tanrı.
Küçük Ruh, "Seçtim!" diye bağırdı, "Seçtim. Ne olmak istediğimi, neyi deneyimleyeceğimi seçtim."
Tanrı, "Evet" dedi, "bu senin için büyük bir gün çünkü sen bağışlamayı seçtin, sen bağışlama olacaksın."
"Evet, evet" dedi küçük Ruh, "olmak istediğim bu. Kendimi bağışlama olarak deneyimlemek istiyorum."
"Kulağa hoş geliyor" dedi Tanrı. "Yalnız bir sorun var. Ortada bağışlanacak kimse yok!"
"Hiç kimse yok mu?" dedi küçük Ruh.
Tanrı yanıtladı: "Etrafına bir bak. Senden daha az mükemmel, daha az parlak kimse görüyor musun?"
Küçük Ruh döndü, evrenin dört bir yanından olan biteni seyretmeye gelen diğer ruhlara baktı. Tek görebildiği hepsinin de en az kendi kadar mükemmel, parlak ve bütün olduğu idi. Etrafındaki bu mükemmelliği gören küçük Ruh, "Etrafımda mükemmellikten başka hiçbir şey göremiyorum. O zaman ben kimi bağışlayacağım? Benden daha az mükemmel olan tek bir varlık yoksa ortalıkta ben mükemmelliği nasıl deneyimleyeceğim?"
Tam o sırada bir Ruh dostça kalabalığın önüne çıktı. "Üzülme, beni bağışlayabilirsin." dedi.
Küçük Ruh, "sen kimsin" diye sordu.
Dost Ruh, "Ben kalabalığın içinden herhangi biriyim, sadece bir adım öne çıkmayı seçtim. Sana önündeki yaşam süreci içinde bağışlanacak birisini temin edeceğim, sana öyle bir şey yapacağım ki sen de bağışlamayı deneyimleyebileceksin."
"Ne, ne yapacaksın? Nasıl yapacaksın?" diye sordu küçük Ruh.
"Bir şeyler düşünürüz," diye yanıtladı dost Ruh.
"Ama neden? Neden bunu yapacaksın, sen de en az benim olduğum gibi tam bir mükemmeliyetsin, bir güzelliksin, ışığın parlak kişiliğinin simgesi olarak parıldarken, niye böyle bir şey yapasın ki? Titreşimlerinin hızı sana öyle bir parlak kazandırıyor ki gözlerimi kamaştırıyorsun. Bu titreşim düzeyini yavaşlatmayy istemeni anlayamıyorum. Böyle korkunç bir şeyi yaparak kendini niye ağırlaştırasın ki?"
"Çünkü," dedi dost Ruh, "Çok basit. Bunu yapacağım, çünkü seni seviyorum. Öyle şaşırmış bakma bana. Hatırlamıyor musun, sen de benim için aynısını yapmıştın. Bu kadar çabuk mu unuttun? Bu dansı seninle birlikte, ikimiz daha önce de yaptık. Hatırlasana seninle her şey olduk. Yukarısına da çıktık, aşağısına da indik, soluna, sağına, öncesine, sonrasına gittik. Her şeyin iyi ve kötü yanları olduk. Her ikimiz de bir diğerimiz için bir diğer yanı oluşturduk. Mutlaka hatırlarsın, sen benim katilim, ben de senin katilin olmadık mı? Hatırlasana... Evet bir noktada haklısın. Titreşimi senin tanımladığın şekilde düşürmek hiç de kolay olmayacak. Kolay bir konu değil bu, ama olsun, ben de senden bir başka yaşam süreci için benzer bir şey isterim. .... yeter ki sen bağışlama olabil."
"Ne istersen yaparım" dedi küçük Ruh. "Kendimin ne olduğunu öğrenmek için ne gerekirse yaparım. Söyle, karşılığında ne istiyorsun?"
Dost Ruh şöyle dedi: "Sana vursam da, yüzüne tükürsem de, sana olabilecek en büyük kötülüğü yapsam da, aynı anda benim gerçekte kim olduğumu anımsa. Eğer beni şimdi olduğu gibi unutursan, ben de kendimi hatırlayamam. Daha da kötüsü sen de kim olduğunu unutursun ve ikimiz de unuttuğumuz zaman bize bunu hatırlatacak bir üçüncüye ihtiyaç duyarız..."

ALINTIDIR
 
Son düzenleme:
Ders alınacak bir yazı. Bu güzel paylaşımın için teşekkürler munecim...
 
İndra, Hint Mitolojisin deki Tanrılar’dan biridir. Bir gün çamur banyosu alan domuzları gördü ve domuzlar bundan ne zevk alırı merak etti. Diğer Tanrılar’a da sordu ise de cevabını bulamadı.

Bir zamanlar Tanrılar’ın kralı İndra pislikler içinde yaşayan bir domuzun bedenine girdi ve Tanrı olduğunu unuttu. Domuz bir eşi ve çok sevdiği yavruları oldu, yaşamından çok mutlu idi. Sonra bazı Tanrılar o’nun bu halini gördüler ve yanına gelerek, ‘sen bütün Tanrılar’ın kralısın, bütün Tanrılar senin emrin altında olduğu halde, sen neden buradasın’ diye sordular. Fakat İndra ne domuz hayatını, ne de domuz yavrularını bırakmak istemedi. Tanrılar ne yapacaklarını şaşırıp, İndra’yı geri döndürmek için bütün domuzuları öldürmeye başladılar. Bütün domuzlar öldüğü zaman, İndra ağlamaya ve yas tutmaya başladı. O zaman Tanrılar o’nun domuz bedenini yırtıp açtılar ve İndra dışarı çıktı.

Ne kadar kötü bir rüya gördüğünü, Tanrılar’ın kralı olan kendisinin, bir domuz olduğunu ve bir domuz gibi yaşamanın tek yaşam şekli olduğunu kabul ettiğini anladığı zaman, gülmeye başladı. Hatta o dönemde, bütün evrenin kendisinin ki gibi bir domuz yaşamı sürmesini dilediğini hatırladı…

Göğe döndüğü zaman İndra başından geçen bu serüvene çok güldü ama domuzların balçığı neden sevdiğini hiç bir zaman anlayamadı….

Atman da kendisini doğa ile özdeştirdiği zaman, saf ve sonsuz olduğunu unutur. Atman sevmez, çünkü o sevginin kendisidir. Atman var olmaz, çünkü o varlığın kendisidir. Atman bilmez çünkü, bilginin kendisidir. Atman’ın sevdiğini, varolduğunu veya bildiğini söylemek yanlıştır. Sevgi, var olmakve bilgi Atman’ın nitelikleri değil, özüdür. Onlar bir şeyin üzerine yansıdıkları zaman, onlara ‘ o şeyin nitelikleri ‘ adını verebilirsiniz.Ancak kendi ihtişamı içinde oturan, doğumu veya ölümü olmayan sonsuz Atman’ın nitelikleri yoktur, çünkü tüm oluşumlar o’nun özüdür.
 
TARİHTEKİ DRACULA: VLAD III TEPES, 1431-1476

Çoğu kişi, Bram Stoker' ın ölümsüz klasiği Dracula' yı yaratırken, gerçekten yaşamış olan tarihsel bir figürden etkilendiğini bilir: Vlad III Dracula ( Tepes );15.yy' da yaşamış, Basarab ailesinden gelen bir Eflak prensi. Eflak, Romanya' nın bir eyaletiydi ve kuzeyinde Transilvanya ve Moldavya ile, doğuda Karadeniz' le, güneyde de Bulgaristan' la çevriliydi. Eflak, 13.yy' da, Doğu Roma İmparatorluğunun yıkılmasından sonra Balkanlarda dalga dalga yayılan karmaşa sırasında ilk politik varlığını göstermiş bir bölgeydi. İlk Eflak prensi (veya voyvoda da denir) Dracula' nın atalarından Büyük Basarab' dı.(1310-1352) Ailenin iki düşman klana bölünmesine rağmen, Osmanlıların bir eyaleti oluncaya kadar, Eflak prensliğini Basarab ailesinin üyeleri yönetti. Dracula, özgür Eflak' ın son prensiydi.



Vlad Dracula' nın hayatını anlamak için, öncelikle Eflak toplumunun ve siyasetinin yapısını anlamak gerekir. Eflak tahtı miras yoluyla yeni sahibine geçerdi; ama bu babadan oğula olmazdı. Soylular, kraliyet ailesinden uygun birini voyvoda olarak seçerdi. Orta çağdaki pek çok seçimli monarşide olduğu gibi, merkezi yönetim, kraliyet ailesi üyeleri taht için yarışırken, soyluların arasında paylaşılmış gibiydi. Ayrıca Eflak siyaseti oldukça kanlıydı. Suikast, rakipleri elemenin yaygın bir yoluydu ve pek çok voyvoda erken yaşta ve vahşice öldürüldü. 15.yy sonlarında, Basarab ailesi ikiye bölündü. Prens Dan' ın takipçileri ve yaşlı prens Mircea' nın (Dracula' nın büyükbabası) takipçileri. Kraliyet ailesinin bu iki dalı, birbirlerine rakiptiler. Hem Dracula hem de babası Vlad II Dracul, tahta çıkana kadar Danestilerden ortaya çıkan rakiplerini öldürdüler.


Eflak siyasinde önemli bir etkisi olan ikinci faktör güçlü komşulardı. İslamiyetin yaklaşık olarak binyıl kadar Avrupa' ya girmesini engelleyen Bizans' ın son kalıntıları, 1453' te Fatih Sultan Mehmet' in Konstantinapol' ü fethetmesiyle yıkılmıştı. Konstantinapol' un düşmesinden çok çok önce Osmanlılar Balkanların derinliklerine girmişti. Dracula' nın büyükbabası, Yaşlı Mircea, 15.yy' ın başlarında Sultan' a vergi ödemek zorunda kalmıştı. Eflak' ın kuzeyi ve batısını çevreleyen Macaristan İmparatorluğu, 15.yy da gücünün doruğuna erişmişti ve Hıristiyanlığın koruyucuğu görevini, yıkılan Konstantinapol' den devralmıştı. 14. ve 15. yy boyunca Eflak prensleri, sadakatlarını, sürekli olarak bu iki güçlü komşu arasında değiştirerek, belli belirsiz bir bağımsızlık elde etmeye çalıştılar.



Dracula, üç defa Eflak prensliği tahtına oturdu. İlki, 1448' te, Türk' lerin yardımıyla oldu. Bu ilk seferde, sadece iki ay yönetebildi. Macaristan destekli Danesti oyunu ile tahtından indirildi ve sürgüne gönderildi. Birkaç yıl sonra, bu sefer Macar' larların yardımıyla, Danesti prensi Vladislov II' yi öldürerek tekrar tahta oturdu. Dracula' nın bu ikinci yönetim dönemi 1456 -1462 yılları arasındaydı. Dracula' nın Türk' lere karşı en ünlü askeri kahramanlıklarını ve aynı zamanda en korkunç canavarlıklarını gerçekleştirdiği dönemdi.


1462' de, Türk orduları Eflak' ı işgal ettiğinde, Dracula Transilvanya' ya, Macar Kralından yardım istemek için kaçmak zorunda kaldı. Beklediği yardımı almak yerine, Macar Kralı tarafından hapse atıldı. Bir kaç yıl, Macar Kralı Matthius Corvinus' un esiri olarak yaşadı. Dracula' nın yokluğunda Eflak' ı, kardeşi ve aynı zamanda Osmanlı Sultanı' nın kuklası olan Yakışıklı Radu yönetti. 1474-1475 gibi Radu ölünce, Sultan Danesti klanının bir üyesi olan Yaşlı Basarab' ı prens olarak atadı.


Sonunda Dracula, Macar Kralı' nın desteğini kazanmayı başardı. 1476' da Eflak' ı yeniden ele geçirdi. Küçük ordusu, az sayıda sadık Eflak'lı, kuzeni Moldavya prensi Büyük Stephen tarafından gönderilen Moldavya' lılar ve Transilvanya prensi Stephen Bathory' e bağlı Transilvanyalılardan oluşuyordu. Müttefikler, Basarab' ı ülkenin dışına gönderdiler ve Dracula' yı da tahta oturttular.(Kasım 1476) . Bununla birlikte, Dracula bir kez daha kontolü eline almış olsa da, Stephen Bawory Dracula' nın ordusunun çoğunu da yanına alarak Transilvanya' ya döndü. Türkler, daha güçlü bir orduyla karşı saldırıda bulundu ve Dracula, Aralık 1476' da Bucherest yakınlarında Türklerle girdiği savaşta öldü. Kafası İstanbul' a gönderildi ve Sultan kafayı, Kazıklı' nın öldüğüne kanıt olması için bir kazığa geçirip sergiledi.

 
canım emeğine sağlık çok güzel bir paylaşımdı. özellikle bu bölümüne hayran kaldım.
Atman da kendisini doğa ile özdeştirdiği zaman, saf ve sonsuz olduğunu unutur. Atman sevmez, çünkü o sevginin kendisidir. Atman var olmaz, çünkü o varlığın kendisidir. Atman bilmez çünkü, bilginin kendisidir. Atman’ın sevdiğini, varolduğunu veya bildiğini söylemek yanlıştır. Sevgi, var olmakve bilgi Atman’ın nitelikleri değil, özüdür. Onlar bir şeyin üzerine yansıdıkları zaman, onlara ‘ o şeyin nitelikleri ‘ adını verebilirsiniz.Ancak kendi ihtişamı içinde oturan, doğumu veya ölümü olmayan sonsuz Atman’ın nitelikleri yoktur, çünkü tüm oluşumlar o’nun özüdür.
 
çok ilginç doğrusu, bu kadar detayını bilmiyordum. sayende öğrendim. emeğine sağlık...
 
Zeus her zamanki gibi gene güzeller peşinde koşuyordu. Bir gün İnakhos'un mavi gözlü güzeller güzeli kızı İo'yu gördü ve ona aşık oldu. Onunla buluşabilmek için gizlice Olympos'tan aşağıya iniyordu. Bir gün İo'nun yanında her zamankinde fazla oyalanınca Hera durumu fark ederek kıskaçlık ateşiyle yanarak hızla dünyaya indi. Karısının Olympos'tan ayrıldığı haberini alınca Zeus, sevgilisini karısı Hera'nın öfkesinden koruyabilmek için beyaz bir ineğe çevirdi. Hera bu nadir bulunan beyaz ve sevimli ineği görünce hayran kaldı ve onu beraberinde Olympos'a götürmek istedi. Karısının şüphelenmesinden korkan Zeus buna karşı çıkamadı, böylece Hera ineği yanına aldı.

Fakat hala bir takım şüpheleri vardı, bu yüzden ineği gözlemesi için yüz tane gözü olan sığırtmaç Argos'u başına nöbetçi koydu. Argos öyle bir nöbetçiydi ki hiç uyumazdı, başının çevresini saran gözleri her yeri rahatça görebiliyordu. Bu yüzden Zeus bir türlü sevgilisinin yanına gidemiyordu. Gittiği taktirde Argos onu görecek ve Hera'ya haber verecekti. Ama Zeus sevgilisinin çektiklerine artık dayanamaz olmuştu.

Zeus son çare oğlu Hermes'ten yardım istedi. Hermes yüz gözlü Argos'u uyutabilmek için gecenin oğlu olan uyku tanrısı Hypnos'tan uyku ilacı aldı. Ve bir gece rüzgar gibi İo ile Argos'un bulunduğu yere girdi. Argos daha ne olduğunu anlayamadan rüzgarla birlikte gelen sihirli ilaçla uykuya daldı.

İo kurtulmuştu fakat kıskanç Hera onun peşini bırakmadı, büyük bir sığır sineği göndererek hayvanı göğsünden ısırttı. Hayvan can acısıyla koşmaya başlamıştı. Hiç durmadan koşuyor koşuyordu. Dağları denizleri aştı buna rağmen koşmaya devam etti. Zeus onu Nil nehrinin kıyılarında yakalayarak göğsüne yapışan sineği çekip aldı ve onu eski, mavi gözlü güzeller güzeli İo haline geri getirdi.

Argos'a gelince Hera onu cezalandırmak için gözlerini alıp onlarla tavus kuşunun kuyruğunu süsledi.
 
Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki oğlunu kapının önünde beklerken buldu.Çocuk babasına,-''Baba 1 saatte ne kadar para kazanıyorsun'' diye sordu..Zaten yorgun gelen adam,''Bu senin işin değil'' diye cevap verdi.
Bunun üzerine çocuk''Lütfen babacığım,bilmek istiyorum''diye üsteledi.
Adam:-''İlla da bilmek istiyorsan 20 milyon''diye cevap verdi.Bunun üzerine çocuk ''Peki bana 10 milyon borç verir misin''diye sordu.Adam iyice sinirlenip,''Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok.Hadi,derhal odana git ve kapını kapat'' dedi.Çocuk sessizce odasına çıkıp kapısını kapattı. Aradan 1 saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşmişti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü,''Belki de gerçekten lazımdı''...Çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı.Yatağında olan çocuğuna,''Uyuyor musun'' diye sordu.Çocuk ''Hayır''diye cevap verdi.
-''Al bakalım,istediğin 10 milyon.Sana az önce sert davrandığım için özür dilerim ama yorucu birgün geçirdim'' dedi... Çocuk sevinçle haykırdı,''Teşekkürler babacığım''..Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı.Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı.
Bunu gören adam iyice sinirlenerek,''Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?...Benim,senin saçma oyuncaklarına ayıracak vaktim yok''diye azarladı.Çocuk:-''Param vardı ama yeterince yoktu'' diyerek yüzünde mahçup bir ifadeyle paraları babasına uzattı;-İşte 20 milyon...
-''Şimdi 1 saatini alabilir miyim babacığım?.....
 
Aaron Hacker'in emlak bürosunun önünde New York plâkalı kırmızı, spor bir araba durdu. Arabadan inen şişman adam büroya doğru yürüdü. Sıcaktan ter, ince elbisesinin üstüne kadar çıkmıştı. 50 yaşında görünüyordu.Yüzü heyecandan kızarmış, fakat kısık gözlerindeki kararlı, donuk bakış değişmemişti. İçeriye girince başıyla Aaron'a selâm verdi. "Bay Hacker?" Aaron gülümseyerek "Evet benim, sizin için ne yapabilirim?" diye sordu. Şişman adam, "Dili" diyerek kendisini tanıttı. "Zamanım çok az, hemen konuya girsek iyi olacak!" dedi, "Benim için de iyi olur Bay Dili. İlgilendiğiniz belli bir yer var mı?" "Doğrusunu isterseniz, evet. Kasabanın kenarındaki eski bina." "Sütunlu ev mi?" "Tâ kendisi. Yanılmıyorsam üzerinde SATILIK tabelâsı var." Aaron kuru bir sesle, "Evet!" dedi, "Bizim satış listemizdedir." Kalınca bir defterin yapraklarını karıştırdı. Sonra daktiloyla yazılmış bir sayfayı işaret etti: "760 yıllık bina. 8 odası, 2 banyosu, otomatik gaz fırını, geniş terasları, çevresinde ağaçları var. Çarşıya, okula yakın. 750.000 dolar!"diye okudu ve ekledi: "Hâlâ ilgileniyor musunuz?" Adam oturduğu yerde rahatsız olmuş gibi kıpırdandı: "Neden olmasın? Olumsuz bir yanı mı var?" Aaron, "Aslına bakarsanız..." dedi, "Bu evi defterime yalnızca yaşlı Sade Grim'in hatırı için kaydettim. Ev asla onun istediği kadar etmez. Uzun zamandır onarım görmemiş çok eski bir binadır. Kirişlerden kimi birkaç yıl içinde çökecek durumda. Bodrumu yılın yarısında suyla doludur." "Öyleyse sahibesi neden bu kadar çok istiyor?" Aaron omuz silkti. "Herhalde kendisi için manevi değeri olacak. Çok eskiden beri ailesine aitmiş." Şişman adam gözlerini yerde gezdirdi. "Bu çok kötü!" dedi. Başını kaldırıp Aaron'a baktı ve çekingen şekilde gülümsedi: "Hoşuma gitmişti. O, nasıl söylesem bilemiyorum, tam aradığım evdi." Aaron güldü. "100.000 dolara belki iyi bir alışveriş olurdu ama 750.000 dolara... Sanırım Sade'in düşüncesini de anlıyorum. Hiçbir zaman fazla parası olmadı. Kendisine şehirde çalışan oğlu bakıyordu. Sonra adam 5 yıl önce öldü. Onun için ev satmanın akıllıca bir iş olacağını biliyor. Fakat gönlü bir türlü evden ayrılmaya razı olamıyor. Bu yüzden eve kimsenin almaya yanaşamayacağı bir fiyat koyuyor. Böylece kendini avutuyor.1' Üzgün bir ifadeyle başını salladı. "Dünya ne kadar garip değil mi?" Dili soğuk bir sesle "Evet!" dedi. Sonra ayağa kalktı: "Kendisini bulup fiyatı biraz düşürmesini isteyeceğim" Otomobilini Bn. Grim'in evinin önündeki yıkık dökük ve çürümüş tahta parmaklıkların önüne parketti. Evin çevresini bütünüyle yabanî otlar kaplamıştı.

Kapıya çıkan kadın kısa boylu, beyaz saçlıydı. Yüzündeki hatlar küçük inatçı görünüşlü çenesine kadar iniyordu. Havanın sıcak olmasına rağmen sırtında kalın, yün bir örme hırka vardı. "Bay Dili olmalısınız!" dedi, "Aaron Hacker buraya gelmekte olduğunuzu telefonda söyledi. İçeri girmez misiniz?" Dili "Dışarısı korkunç derecede sıcak!" diye söylendi, "Öyleyse içeri girin. Buzluğa Jbiraz limonata koymuştum. İçeriz." İçerisi loş ve serindi. Pan-curlar kapatılmıştı. Eski tarz geniş koltuklarla döşenmiş büyük bir salona girdiler. Yaşlı kadın ellerini sıkı kenetleyerek sallanan bir sandalyeye oturdu. Şişman adam öksürdü: "Bn. Grim! Az önce emlakçınızla konuştum." Kadın "Hepsinden haberim var!" diye sözünü kesti, "Aaron fikrimi değiştirebileceğiniz düşüncesiyle sizi buraya yollamakla akılsızlık etmiş. Doğrusunu isterseniz amacımın bu olduğuna da pek emin değilim." "Bn. Grim! Sizinle biraz konuşabileceğimi sanmıştım!" Bn. Grim sallanan sandalyesini gıcırdatarak arkasına yaslandı. "Konuşmak için para alınmaz, ne istiyorsanız söyleyin." "Evet, haklısınız!" Adam beyaz bir mendille yüzünün terini sildi: "İzin verirseniz anlatayım. Bir iş adamıyım. Bekârım. Uzun yıllar çalıştım ve iyi bir servet yaptım. Artık dinlenmeyi hakettim. Hayatımın sonlarını geçirebileceğim sakin bir yer arıyorum. Burayı sevdim. Birkaç yıl önce Albany'ye giderken buradan geçmiştim. O zaman birgün buraya yerleşebileceğimi düşünmüştüm. Bugün kasabadan tekrar geçerken burayı gördüm. Tam istediğim yerdi." "Burayı ben de severim Bay Dili. Böyle oldukça yüksek bir fiyat isteyişimin sebebi de bu zaten." Dili gözlerini kaldırıp yaşlı kadına baktı. "Oldukça yüksek bir fiyat değil mi? Kabul etmelisiniz ki Bn.Grim, bu günlerde böyle bir ev en fazla..." "Yeter!" diye bağırdı İcadın: "Bay Dili! Bu konuda sizinle asla tartışmak istemiyorum. Eğer istediğim parayı vermeyecekseniz, üzerinde durmayalım." "Fakat Bn. Grim..." "İyi günler Bay Dili." Adamın da aynı şeyleri yapmasını belirten bir tavırla ayağa kalktı. Fakat adam kalkmadı. "Bir dakika bayan, delilik olduğunu biliyorum ama istediğiniz parayı ödeyeceğim!" Yaşlı kadın uzun süre adama baktı. "Emin misiniz Bay Dili?" "Katiyetle, yeterince param var. Eğer evi satmanızın tek yolu buysa, parayı alacaksınız." Grim hafifçe gülümsedi. "Sanırım limonata iyice
soğumuştur. Size getireyim. Siz içerken ben de evi anlatırım." Kadın elinde tepsiyle geriye döndüğünde Dili yine mendille alnındaki terleri siliyordu. Limonatayı zevkle yudumlamaya başladı. Yaşlı kadın sallanan sandalyesine yaslanırken "Bu ev..." diye söze başladı, "1902''den beri aileme aittir. Kasabadaki en sağlam ev olmadığını da biliyorum. Oğlum Michael doğduktan sonra bodrumum su bastı. O günden bu yana da bir türlü kurutamadık. Aaron bazı yerlerin çürüdüğünü de söylüyor. Yine de bu eski evi severim. Bilmem anlatabiliyor muyum?" Dili "Evet!" dedi. "Michael 9 yaşındayken babası öldü. Ondan sonra sıkıntılar başladı. Michael belki de benden çok babasını özlüyordu. Çok vahşî ve haşin bir çocuk olmuştu. Liseyi bitirince kasabayı terkedip şehre gitti. Çok hırslı bir insandı. Şehirde ne yaptığım bilmiyorum. Fakat başarıya ulaşmış olmalıydı. Bana düzenli para gönderirdi." Gözleri nemlenmişti. "Kendisini 9 yıl görmedim. 9 yıl sonra geldiğinde başı dertteydi. Zayıf ve yaşlanmış durumda bir gece yarısı çıka-geldi. Yanında ufak, siyah bir valizden başka bir şey yoktu. Valizi elinden almak istediğim zaman bana vurdu. Bana, annesine vurdu. Ertesi gün birkaç saat için evi terketmemi söyledi. Ne yapmak istediğini açıklamadı. Döndüğümde valiz ortadan yok olmuştu." Şişman adam gözlerini limonata bardağına dikmiş öylece dinliyordu. "O gece evimize bir adam geldi. İçeriye nasıl girdiğini bilmiyorum. Michael'm odasından sesler duydum. Oğlumun içinde bulunduğu tehlikenin ne olduğunu öğrenmek istiyordum. Kapının arkasından dinlemeye çalıştım. Fakat yalnızca bağrışmalar tehditler ve..." Bir an durakladı. Omuzları sarsılıyordu, "...ve bir silah sesi duydum!" diye devam etti: "İçeriye girdiğim zaman yatak odasının penceresi açıktı ve yabancı gitmişti. Michael'im da yerde yatıyordu. Ölmüştü. Bütün bunlar 5 yıl önce oldu. Ondan sonra polis bana olanları anlattı. Michael ve tanımadığım o adam birçok suç işlemişler. Bir sürü yerlerden birkaç milyon dolar almışlar. Michael parayı alıp kaçmış. Parayı bu evde, hâlâ bilemediğim bir yerde saklamıştı. Sonra diğer adam hissesini almak için oğlumu arayıp bulmuştu. Paranın yok olduğunu görünce de oğlumu öldürmüştü." Başını kaldırıp adama baktı, "İşte o zaman evimi 750.000 dolara satışa çıkardım. Birgün oğlumun katilinin döneceğini biliyordum. O, birgün gelip fiyat ne olursa olsun evi almak isteyecekti. Bütün yapacağım, yaşlı bir kadının köhne evine bu kadar çok para vermeye razı olacak adamı buluncaya kadar beklemekti." Sandalyesini ağır ağır sallıyordu. Dili bardağı yere bıraktı, diliyle dudaklarını yaladı. "Uf!" dedi, "Bu limonata çok acı..." Bakışları canlılığını kaybetti, hafif titremeyle başı omuzunun üzerine cansız düştü.
 

Nick, manevra sahasında çalışan güçlü, sağlıklı bir işçidir. Arkadaşlarıyla ilişkisi iyi ve işini tam yapan güvenilir bir adamdır. Ne var ki, acayip derecede motivasyonsuz ve kötümser biridir. Herşeyin kötüsünü bekler ve başına kötü şeyler geleceğinden korkar. Bir yaz günü tren işçileri ustabaşının doğum günü sebebiyle bir saat önce serbest bırakılırlar. Tamir için gelmiş olan ve manevra alanında bulunan bir soğutucu vagonun içine giren Nick, yanlışlıkla içeriden kapıyı kapatır. Kendini soğutucu vagona kilitler. Diğer işçiler Nick'in kendirinden önce çıktığını düşünürler. Nick kapıyı tekmeler, bağırır ama kimse duymaz. Duyanlar da bu tür seslerin devamlı geldiği bir ortamda oldukları için pek kulak asmazlar. Nick vagonda donarak öleceğinden korkmaya başlar. "Eğer buradan çıkamazsam, donacağım!" diye düşünür, içeride bulduğu yarısı yırtılmış bir kanon kutunun içine girer, titremeye başlar. Eline geçirdiği bir kâğıda da karısına ve ailesine son düşündüklerini yazar: "Çok soğuk, bedenim hissizleşmeye başladı. Bir uyuyabilsem! Bunlar benim son sözlerim olabilir." Ertesi gün soğutucu vagonun kapısını açan işçiler Nick'in donmuş bedenini bulurlar. Üzerinde yapılan otopsi onun donarak öldüğünü göstermektedir. Fakat bu olayı olağanüstü yapan, soğutucu vagonun soğutma motorunun çalışmıyor olmasıdır. Vagonun içindeki ısı 18 derecedir ve vagonda bol hava vardır. Nick'n korkusu ve kötümserliği, böyle bir sonuca yol açmıştır.
 
Bazan öyle talihsiz insanlar vardır ki, her işleri ters gider, şansları gülmez mânâsında kullanılan bir deyim.
Ziya Paşa'nm dediği gibi:
Bîbaht olanın bağına bir- katresi düşmez
Baran yerine dürrü güher yağsa semadan
Halk şairleri de bu konuda şöyle demişler:

Kara bahtım kem talihim
Taşa bassam iz olur
Ağustosta suya girsem
Balta kesmez buz olur.
Bu deyime konu olan hikâyenin kahramanı da, böyle talihsiz, bahtı gülmezin biriymiş. "Tıkandı Baba" takma adıyla anılan, şanssız olduğu kadar saf, başına konmak isteyen devlet kuşlarım daha havada iken ürkütüp kaçıran bir adamcağızmış.
Sultan I. Mahmut devrinde, Üsküdar'da yaşayan bu şanssız kişi, yorgancılık yaparmış. Kısmetsizliği, daha çocukluğunda başlamış. Testiyi eline verip çeşmeye yollasalar, bir kurbağa gelir, musluğu tıkarmış. Boş testi ile evine döner, babasına: "Tıkandı baba..!' dermiş. Çarşıya gönderseler, "Tükendi" diye eli boş dönermiş.
Şanssızlığı ile o kadar ün kazanmış ki, Sultan Mahmut'un kulağına kadar gitmiş. "Şeyhi" takma adı ile şiirler yazan, ince ruhlu hükümdar, Tıkandı Baba adı ile anılmaya başlayan bu bahtsız kişiyi kendisi görmek için, Lalasını da yanına alıp, kıyafet değiştirerek Üsküdar'a gitmiş.
Hallaç dükkanına varıp, kendisi ile konuşmuş. Bu adamın saf gönlü ve cilveli kaderi hoşuna gitmiş. Bu garibi sevindirmeye karar vermiş.
Yapılacak yardımın, kendi ihsanı olduğunu da sezdirmek istememiş. Bir tepsi baklava yapılmasını ve her dilimi altına bir altın yerleştirildikten sonra bir zengin konağından armağan olarak verilmiş gibi adamın dükkanına gönderilmesini istemiş.
Tepsiyi göndermişler. Adamcağız çok sevinmiş ya, bir tepsi baklavayı yiyip bitirmektense, satıp parası ile dükkana gerekli bazı şeyleri almanın daha doğru olacağını düşünmüş.
Padişah, saf adamcağızın baklava tepsisini sattığını öğrenince üzülmüş. Bir kaç hafta sonra, nar gibi bir tavuk göndermiş, içinde de altın doluymuş. Bu kez adamın komşusu, tavuğu kendisine satmasını ister. "Sen fakir bir adamsın, vereceğim para ile bir hafta geçinirsin" der. Bu durumu haber alan Sultan Mahmut, öfkelenir. Adamı Saraya getirmelerini ister.
Tıkandı Baba neye uğradığını şaşırır. "Bir kabahat işledim" sanarak tiril tiril titrer. Korkudan yarı baygın bir halde, apar topar padişahın huzuruna çıkarılır.
Sultan ona güler yüzle korkmamasını söyleyerek, olup bitenleri anlatır. Tıkandı Baba hayretler içinde kalarak Padişahın ayaklarına kapanır hem ağlar hem de dua ve şükürler eder.
- Bu böyle olmayacak... der Sultan Mahmut.
Seni şimdi bir yokuşun başına götüreceğim, eline bir çember verecekler, o çemberi hızla yokuş aşağı yuvarlayacaksın. Çember nerede durursa, yokuş başından, durduğun yere kadar olan araziyi, etrafındaki binalarla birlikte sana vereceğim... der.
Padişah, maiyetindekiler ve heyecan içindeki Tıkandı Baba Topkapı Sarayından
Saltanat arabalarıyla, Mercan Yokuşunun başına gelirler. Haberi duyan halk etrafa toplanır. Muazzam bir meraklı kalabalığı önünde Tıkandı Babanın eline kalbur kasnağından yapılmış büyücek ve ince bir çember verirler.
Padişah:
- Haydi bakalım Mahmut, fırlat şu çemberi, kır şeytanın bacağım diye emreder.
Zavallı o kadar şaşkın ve telaşlıdır ki, çemberi tam doğrultusunda fırlatamaz, yana kaçırır.
Sekiz, on arşın gittikten sonra yol kenarındaki bir ağaca çarparak, yaylanıp geri döner ve Tıkandımın tam alnına hızla çarpar.
İki üç defa tekrarlanan bu çember tecrübesinin de her seferinde bir aksilik çıkarak geri teper.
Uzun uzun "La havle, Yâ sabur" çeken Padişah nihayet onu alıp Saraya götürür ve Hazineye sokar. Eline kocaman bir kürek verirler, yığın halindeki altın ve elmasları gösteren Padişah:
- Haydi, der, Daldır şu küreği, daldırıp dolduracağın kürek ne kadar altun alırsa hepsi senin olacak.
Tıkandı Baba bu sefer de küreği ters daldırdığından küreğin kubbesinde ancak bir iki tane altın kalır.
Şair ve ince duygulu Padişah hayretle içini çeker ve:
- Vermeyince Mabud, ne yapsın Mahmut... der.
 
kendimi çok iyimser görür ve yanlış yaptığımı düşünürdüm
ama bu yazıdan sonra ben aynen devam edeyim en iyisi:uhoh:
 
kesinlikle doğru!! beyin gücü ile herşey ama herşey yapılabilir...

insanlar düşünce gücü ile hasta olmadıkları halde hastalık yaşayabiliyolar...

ya da pozitif düşünerek bir çok kötü hastalıktan kurtulabiliyorlar...


tşkler mune paylaştıgın için....
 
Nostradamus kimdir? Nostradamus (Michel de Nostredame) 14 Aralik 1503 tarihinde Renee ve Jacques de Nostredame'in oglu olarak dünyaya geldi. Babası St.Remy şehrinde noterdi. Michel de bunun sayesinde varlıklı ve sosyal bir çocukluk yaşadı. Michel'in büyükbabaları fizikçi idiler. Onların yanında Michel edebiyat, tarih, tıp, astroloji, matematik, simya konularında bilgiler edindi, Yunanca'yı, Latince'yi ve İbranice'yi öğrendi.


14 yaşına geldiğinde Michel büyükbabası tarafından eğitimini sürdürmesi için bir önceki yüzyılda Papalığın başkenti olan Avignion'a gönderildi. Burada eğitiminin yanı sıra boş zamanlarında astroloji ve gizem bilimleri ile ilgileniyordu. 1522'de Montpellier üniversitesine tıp okumaya gitti. Büyükbabalarından almış olduğu ön eğitimin yardımıyla Michel üniversitedeki eğitimi bile yetersiz bulmaya başlamıştı.

Tıp diplomasını aldıktan sonra, mesleğini yürütmek için taşraya, meraklı gözlerden uzağa gitmeyi tercih etti. Kısa süre sonra köy köy dolaşarak, tüm ülkeyi kasıp kavuran şarbon illetiyle savaşmaya başladı. Fransızlar karşılarında görmeye alışık olmadıkları bir doktorla tanıştılar. Kısa boylu, çevik ve kuvvetli, ciddi bakışlı, pembe yanaklı, genç, sakallı bir adam... Nostradamus alışılmışın dışında hastaların arasında uzun zaman harcıyor, onlara temiz hava ve suyu tavsiye ediyor, bitki tedavileri uyguluyordu. Herkesin şaşırdığı bir başka nokta ise, genç doktorun diğerlerinin aksine hiç kimsenin damarlarını açıp kan akıtmamasıydı.

O koca pencerenin ardında, titrek mum ışığında Astronomik takvimlere danışır, burçların rotasını çıkartırdı. Bu denizcinin kullandığı yıldızlar ve güneşler onu bambaşka bir denize, zamanın sularına götürüyordu. Durumun uygun olduğunu görürse, bu sefer, ağzına kadar doldurulmuş pirinç kaseyi karşısına alıp, pirinç üç ayaklı sehpa üzerinde çalışmaya başlardı. Kendisini bütün düşüncelerden arındırır ve ince bir aleve yoğunlaşırdı. Daha sonra bir transa girer ve kasede kaynayan suyun sihirli kabarcıkları arasında yüzler şekiller ve yerler görürdü. Bu gördükleri Fransa'nın yaşayacağı dini bir savaşın gölgeleriydi. Bu uğursuz işaret, kahinin hayatında, kaderin sularına atılmış, gittikçe büyüyen dalgalar yaratan büyülü bir taş etkisi yaptı.

Daha sonra Nostradamus saraya çağrılıp saray bilgini ilan edilmiş ve kahinlik kariyerinin üst noktalarına ulaşmıştı.

Nostradamus 1566'da Salon'da öldü. Kehanetlerinin bazıları dünyanın çeşitli yörelerindeki uzmanlar tarafından uyarlandı. Kahinin kehanetleri her uzmanın kendi yorumlarına bağlıdır ve birkaç örnek dışında hiçbir zaman genelleştirilememiş ve tam anlamıyla çözülememiştir. Bunlardan bazıları aşağıdakilerdir.

Los Angeles, San Francisco veya Seattle'de büyük bir deprem ya da patlama olacak.
Yorum: Önemli kaynak olan "Uyuyan Kahin" Edgar Cayce'e göre, içinde bulunduğumuz dönem yani 1998-2004 arası depremlerin,volkanik patlamaların ve kasırgaların artış dönemidir.Nostradamus'da benzer kehanetlerde bulunmuştur. Fakat ilgili dörtlükte (1.87) "Arethusa" adli bir yerden de söz etmektedir. Bu isim Yunan Mitolojisi'nin ünlü bir su perisinin (Nymph) adıdır ve heykeli bugün İtalya Siracusa'da bulunmaktadır yanı Etna Yanardağı'nın yakınındadır. Ve ABD'nin batı kıyısında da Etna isimli bir yer vardır. Ama bazı yorumculara göre kastedilen yer ABD değil,İtalya'daki Etna'dır.

Kuzey İtalya, Londra ve İngiltere'nin önemli bir bölümü dev depremlerle sarsılacak hatta Britanya Adası'nın bir bölümü denize batacak.
Yorum: Yoruma göre İtalya'da depremin merkezi Mortara yani Milano'nun üç mil kuzeybatısı. Aynı anda Güney İtalya'da sarsılacak ve Floransa büyük zarar görecek. Sismik zincirleme reaksiyon sonucunda İngiltere'de etkilenecek, iki St. George Adası olan Cornwall ve Scilly Adaları batacaklar. Nostradamus'un kehanetinde (9.31) Mortara ve St. George Adaları ismen geçiyorlar. Ama bir de "Easter Day" yani Paskalya sözcüğü var. O zaman 2001 veya 2002'nin Paskalyaları'ndan söz ediliyor da olabilir.

Prenses Diana yüzlerce tanığın önünde görünecek ve özel bir mesaj verecek.
Yorum: Yorumculara göre Diana bir alev şeklinde görünecek. Nostradamus'un (4.24) no'lu kehanetine göre yorum yapılıyor; "Kutsal yerden Lady'nin zayıf sesi gelecek-İlahi ses insani ateş gibi parıldayacak-Bunun nedeni kanı yerde kalmaması için olacak-Kutsal tapınak kirletilip, zarar görecek." Peki acaba bu olay kahramanı Diana'mı? Yoksa bir simge mi? Bazı yorumcular bunu cinayetin içyüzü aydınlanacak, şeklinde yorumluyorlar. Kutsal tapınak ise kilise yani komplonun içinde din adamlarının da yer almaları.

Sonia Gandhi veya Priyanka Gandhi Vadra Hindistan Başbakanı olacak.
Yorum: Nostradamus'un 2/54 no'lu kehanetinde Avrupa'dan uzak bir ülkede "Romalı" yani İtalyan kanı taşıyan bir kız lider olacak. Sonia Gandhi, öldürülen eski Başbakan Rajiv Gandhi'nin İtalyan eşinden olma kızıdır. Ama Sonia'nın kızı 27 yaşındaki Priyanka Gandhi Vadra'da yarı İtalyan'dır. Fakat görüldüğü kadarıyla genç kız Nehru-Gandhi mirasına gönüllü değildir. Fakat bir milyardan fazla Hintli'ye göre genç kızın olağanüstü karizması lider olması için yeterlidir ve desteklenmektedir. Ve yorumlara göre 2001 Ocak ayı içinde durum açıklık kazanacaktı.
 
Japon mitolojisine göre birbiriyle hem kardeş, hem karı-koca olan Gök (İnazagi) ile Yeryüzü (İnazami) kaostan ayrıştıktan sonra gökyüzünün yüzen köprüsünden, tanrısal mücevherlerle süslü bir mızrakla okyanusu karıştırarak, ilk kara parçalarını yaratırlar. Sonra bütün Japon adalarını ve diğer tabiat Tanrılarını doğururlar. Japonya'da 8 milyon ilah vardır. Dağ, ırmak, ateş, gök gürlemesi, fırtına, yağmur, vb. ilahlar dışında her meslek sahibinin de ayrı bir ilahı vardır.

İnazagi ve İnazami ilk olarak Hiruko'yu doğururlar. Çocuk sakat olduğu için ondan iğrenir ve onu bir teknenin içine koyup sulara terk ederler. Yeni çocuklar doğurmaya başlarlar. Ateş Tanrısı Kagutsuchi doğar. İnazagi'nin sol gözünden Güneş Tanrıçası Amaterasu, sağ gözünden Ay Tanrısı Tsukiyomi, burnundan Fırtına Tanrısı Susanowa doğar.

Güneş Tanrıçası Amaterasu mitolojide önemli bir yere sahiptir. İzanagi, Amaretasu'ya inci bir gerdanlık armağan etmiş ve ona Kami'lerin oturduğu Takamagahara'nın sorumluluğunu vermiştir. 'Kami' kelimesi üstün, yüce anlamına gelmekte olup Japon mitolojisinde Tanrılara verilen addır. Denizler Fırtına Tanrısı Susanowa'yun yönetimi altına girmişti. Susanowa kız kardeşi Amaterasu'nun sarayında taşkın davranışlarda bulunmuş ve bu nedenle cennetten kovulmuştu. Daha Susanowa'nun oğlu Okuni-Nushi bütün ülkenin Tanrısı olur. Amaterasu'nun torunu Ninigi ile ülkeyi paylaşır. Dinsel işlerin yönetiminden Okuni-Nushi, siyasal işlerden de Ninigi sorumlu olur.

Ukemoçi no Kami Yiyecek Tanrıçasıdır. Yiyecek, Giyecek ve Barınak Tanrısı Tayuke okami ile birlikte anılır. Sukunahikona, dünyayı kurmak ve hastalıklarla vahşi hayvanlara karşı korunma çarelerini bulmak için Okuni-Nushi'ye yardım eden Cüce Tanrıdır. Amenouzume dansçıların koruyucu Tanrıçasıdır. İnari pirinç üretiminin koruyucu Tanrısıdır.

Yedi Şans Tanrıları (Shichi Fukujin) mitolojide önemli yere sahipler. Ebisu balıkçıların ve tüccarların koruyucusudur. Daikoku zenginlik Tanrısı ve çiftçilerin koruyucusudur. Bişamon doğruların ve savaşçıların koruyucusudur. Fukurokucu saflığı ve bilgeliği, uzun yaşamı simgeler. Benten edebiyat, müzik, zenginlik ve dişilik Tanrıçasıdır. Hotei çocukların eşlik ettiği, neşe saçan, halinden memnun bir Tanrıdır. Jurojin uzun yaşam ve mutluluk Tanrısıdır.

Fuji-Yama Dağı kutsal dağlar silsilesinin en önemlisidir. O-Ana-Mochi - bu kutsal dağlarda kriterlerin efendisidir. Gongen Japon mitolojisinin Dağ Tanrısıdır. Ruhu yeniden vücut bularak insanların içlerinde yaşar. Shinto inancına göre Buddha enkarnasyonudur. Dağ tırmanıcıları onun bilgeliğini ele geçirebileceklerine inanırlar.

Japon mitolojisinde her yıl Tanrılar kutsal Izumo tapınağında bir araya gelip toplantı yaparlar. Orada insanların aşkla ilgili alın yazgısı belirlenir. Tanrılar hangi insanın hangisini sevmesi gerektiğine inanırlar. Uba ("yaşlı kadın, yağmur hemşire") mitolojide çam ağacının ruhudur. O ve kocası Jo ("sevgi") evlilikteki aşkı ve sadakati sembolize ederler.
 
Eski Romalılar ilk önce Predeist bir çağ yaşamışlar. Bu çağda Romalılar hiç bir Tanrıya tapmamışlar. Buna rağmen iyilik ve kötülük anlayışına sahiplermiş ve büyü ile uğraşırlarmış. Zamanla inançlarında ölümsüzler Lar'lar ile Penat'lar ortaya çıkmıştır. Her Roma ailesinin bir Lar'ı, birkaç tane de Penat'ı vardı; bu Tanrılar, yalnız o ailenin olur, kendilerine tapınaklarda tapılınamazdı. Bütün şehri koruyan Larlar ile Penatlar da bulunurdu ayrıca.

Artan savaşlar, ulusların kaynaşması ile birlikte Tanrı inancı Roma'ya da gelmiş. Böylece Yunanların Olimpos Tanrılarını Romalılar da kabul etmiş, yalnız adlarını değiştirmişler. Jupiter (Zeus), Neptunus (Poseidon), Vesta (Hestia), Iuno (Hera), Mars (Ares), Vulcanus (Hephaistos), Minerva (Athena), Venus (Aphrodite), Mercurius (Hermes), Diana (Artemis) isimleri verdikleri Tanrılara inanmışlar. Hades'e Pluton, Dionysos'a Bakkhos demişler, Apollon adını değiştirmemiş olduğu gibi kullanmışlar.

Abeona - Roma mitolojisinde çocukların koruyucusu Tanrıça.

Abundantia - Roma mitolojisinde fazla etkin olmayan bolluk, başarı ve şans Tanrıçası.

Aequitas - Roma mitolojisinde adil işlerin ve anlaşmaların Tanrısı.

Alemonia - Henüz doğmamış çocukları besleyen Tanrıça.

Anna Perenna - Yeni yıl Tanrıçası. Onun festivali Mart ayının 15 de kutlanırdı. Romalılar amnis perennis ("sonsuz akıntı") kelimesine çeşitli anlamlar vermişler

Antevorte - Roma mitolojisinde geleceğin Tanrıçası.

Appiades - Appian su kemerinin yakınlığında tapınakları bulunan beş Tanrıçaya verilen genel ad. Bu Tanrıçalar: Concordia, Minerva, Pax, Venus, ve Vesta idi.

Aurora - Şafak Tanrıçası. Yunan mitolojisinde ona Eos demişler.

Bellona - Romalı'ların Zafer Tanrıçası. Kapadokya Tanrıçası Ma ve Yunan Tanrıçası Nike ile aynı özellikleri taşımaktadır.

Bubona - Roma mitolojisinde atların ve büyükbaş hayvanların Tanrıçası.

Camenta - (Egeria) Romalıların Doğum Tanrıçası.

Caca - Romalıların Ocak Tanrıçası ve Gigant Cacus'un kızakardeşi.

Concordia - Romalıların Barış Tanrıçası.

Concus - Eski Roma Tanrılarından biri. Gizlemek, örtmek, saklamak Tanrısıydı.

Copia - Servet ve bolluk Tanrıçası.

Dea Dia - Büyüme ve gelişme Tanrıçası.

Dea Tacita - Kelime anlamıyla 'Sessizliğin Tanrıçası'. Roma mitolojisinde Ölüm Tanrıçası.

Diana - Doğa, verimlilik ve çocuk doğum Tanrıçası. O Capua yanındaki Tifata dağında çalışır ve aynı zamanda Ay Tanrıçası görevini de üstlenmiş. Latinlarin de Tanrıçasıydı.

Disciplina - Roma mitolojisinde Disiplin ve düzen Tanrıçası.

Dius Fidus - Ant ve Yemin Tanrısı. Sabine kökenli bir Tanrıydı.

Duellona - Roma Tanrıçası.

Edusa - Küçük çoçuklara beslenmeyi öğreten Tanrıça.

Egeria - Doğum Tanrıçası. Roma'nın kurucusu Romulus'un koruyucusu.

Eventus Bonus - (Bonus Eventus)'İyi Akşamlar'. İş yaşamında başarı Tanrısı. Ayrıca Hasat Tanrısı olarak da bilinir. Heykeli Roma'da, Jupiter tapınağının yanında konulmuştur.

Genius - Roma Tanrısı. Bir nevi koruyucu melek görevini görüyordu. Her insanın kendine ait bir Genius'u olduğuna inanılırdı.

Grazia'lar - (Graces) - Letafet perilerinin Roma mitolojisindeki isimleri. Yunan mitolojisinde Kharit'ler olarak geçerler. Doğadaki güzellik ve neşe insanların da, Tanrıların da kalplerinde duygukları, güzellik hayranlığı onların eseridir.

Fabulinus - Bebeklerin Tanrısı. Efsaneye göre, bu Tanrı Romalı çocuklara konuşmayı öğretirdi.

Faunus - Vahşi doğanın ve verimliliğin Tanrısı. Nasihatçı olarak da tapınım ve saygı görmüştü. O Yunanların doğa tanrısı Pan ile aynı özellikleri taşımıştır, boynuz ve yeleleri varmış. Büyükbaş hayvanların da koruyucusu olarak bilinmiştir. Ona Roma Kır Tanrıları Faun'lar eşlik ederlermiş. Faun'lar Yunan mitolojisinde Satyr'ler olarak yerlerini almışlar. Faunus'un bayan benzeri Fauna'dır. Kurt suratı, çelenk ve kadeh Faunus'un simgeleridir.

Febris - Telaş ve paniğe karşı koruyucu Tanrıça. Febris ("heyecan") antik Roma'da üç tapınağa sahipti. Bu tanınaklardan biri Palatine ve Velabrum arasında yer almıştı.

Flora - İlkbaharın taze çiçeklerinin Tanrıçası. Quirinalis yakınında tapınağı vardı. Dördüncü yüzyılda bu Tanrıçanın şerefine, 28 Nisan - 1 Mayıs tarihleri arasında Floralia festivali kutlanırdı. Flora Yunanların Chloris'i ile özdeşleştirilmiştir.

İanus - (Janus) - Romalıların inancına göre İanus, evlerin kapılarını bekleyen bir Tanrıydı.

Junon - (Iuno) Romalıların baş Tanrıça Hera'ya taktıkları ad.

Jupiter - Romalıların baş Tanrı Zeus'a verdikleri ad.

Juturne - (Juturna) Romalıların Su Kaynakları Tanrıçası. Jupiter onu periye çevirmiş ve Latium yakınlığındaki Lavinium'da bir su kaynağını ona armağan etmişti. O Fontus (Fons)'un annesi ve Janus'un karısıydı.

Juventus - Gençlik Tanrıçasının adı. Romalılar gençlik çağına giren delikanlılara bu adı koyardı.

Kybele - Roma ve eski Anadolu mitolojisinde Tanrıların anası. Onun karakteri Phyrgia'da ortaya çıkmış, daha sonra Yunanistan'a kadar yayılmıştır. Yunanlarda Rheia onun yerini almıştır.

Lar - Romalıların ocakbaşı Tanrısı.

Larv'lar - Roma inançlarına göre tehlikeli ve insanlara bela olan ruhlar. Anlatılanlara göre, Larv'lar ellerinde uğursuzluğun sembolü olan birer baykuş taşırlardı.

Libitina - Roma da ölüler için yapılan merasimi koruyan Tanrıça

Lima - Başlangıçlar Tanrıçası.

Luna - Romalıların Ay Tanrıçasına verdikleri ad. Yunanlar ona Selene derler.

Lucina - Kadınlara doğumda yardım eden ve sancıları azaltan Tanrıça. Sonraları 'çocuklara ışık bahşeden' anlamına gelen Juno adını almıştır.

Maia - Mayıs ayına adını veren Tanrıça. Bu ayda ona kurbanlar verilir, adaklar adanırdı. Mitolojide Maia Vulcan'ın yardımcısıydı. Bazen Fauna ve Ops ile eşit tutulurdu.

Mars - İlk başlarda bitkilerin köklerini besleyen bir Tanrı olmasına rağmen daha sonra Yunan mitolojisinden etkilenerek Savaş Tanrısı sıfatını kazanmıştı. Yunanlıların aksine Romalılar onu severlerdi. Onlara göre ise Mars üstün, soylu bir görünüşü olan hiç yenilmeyen bir Tanrıydı.

Mater Matuta - Romalıların şafak Tanrısı.

Minerva - (Minerve) Romalıların Zeka Tanrıçası Athena'ya verdikleri isim.

Moneta - Başarı Tanrıçası.

Nascio - Roma mitolojisinde Doğum Tanrıçalarından biri.

Necessitas - Zaruret, Zorunluluk Tanrıçasıydı. Kader Tanrıçası olarak da bilinmekteydi. Romalılar onun insan şeklinde olduğuna inanırlardı. Yunanlardaki ismi Ananke idi.

Neptun - Romalıların Deniz Tanrısı Poseidon'a verdikleri ad.

Nerio - Romalılarda savaş Tanrısının karısı olup, kahramanlığı temsil eder.

Nundina - Roma mitolojisinde yeni doğan bebeğe isim takıldığı dokuzuncu günün Tanrıçası.

Occator - Acı ve üzüntü Tanrısy.

Orcus - Ölüm ve yeraltı dünyasının Tanrısı. Bazen çok zalim ve korkunç, bazense oldukça iyi bir Tanrı olarak tanımlanmıştır. Yunan Tanrııs Hades'le aynı özellikleri taşımıştı.

Pales - Romalıların koyun sürülerini koruyucusu olduğuna inandıkları Tanrı.

Parkae - Romalıların Ralih Tanrıçalarına verdikleri ad.

Penat'lar - Romalıların Ev Tanrılarına verdikleri ad.

Pilumunus - Yeni doğan çocukları koruyan Roma Tanrıçası.

Poena - Roma mitolojisinde ceza Tanrıçası

Pomona - Romalıların Meyve Tanrıçası.

Puta - Ağaçlar ve asmaları budamakla ilgili olan Roma Tanrıçası.

Romulus ile Remus - Roma mitojisinde ikiz kardeşler. Mars ile Rea Silvanın oğulları. Küçük yaşta Tiber nehrine bırakılan ikizler, dişi bir kurt tarafından bulunmuş, onun sütüyle beslenmişlerdi. Sonra onları Picus adında bir çoban keşfetmiş, evine götürüp besleyip büyütmüştü. Kardeşlerin kaderinde Roma şehrinin temelini koymak vardı. Büyüdükten sonra iki kardeş arasında şehri hangisinin kuracağı konusunda tartışma çıkmış ve bu tartışma Remus'un ölümüyle sonuçlanmıştı. Romulus Roma şehrinin kurucusu ve ilk kralı oldu. Roma'nın kurucusu Romulus da tanrısallaştırılmıştı.

Salus - Romalıların Sağlık Tanrıçası.

Saturnus - Roma Tanrısı Satürnüs çiftçilerin Tanrısı olarak görülmüştür. Mitolojiye göre Satürnüs ve karısı hasat Tanrıçası olan Ops ekincileri korurmuş. Yunan mitolojisinin etkisi ile sonraları Satürnüs Kronos kişiliği kazanmıştır. Satürnüs'ün İtalya'yı yönettiği devre 'altın çağ' adını vermişler.

Silvanus - Romalıların Orman, Bağ - bahçe Tanrısı.

Summanus - Romalıların gece çakan Şimşek Tanrısı.

Tellus - Romalıların Yunan mitolojisindeki Toprak Ana (Gaia) ya verdikleri ad.

Terminüs - Romalıların sınır taşı Tanrısı.

Vacuna - Sabinelilerin Tarım Tanrıçası. Vacuna'ya kutsal orman Reate'nin bulunduğu bölgede tapınılmıştır.

Velovis - Bir Roma Tanrısı. Yer altı Tanrılarından sayılmakta, volkanlar ve balıkları bunun idare ettiğine inanılır.

Veritas - Adalet ve Gerçek Tanrıçası. Satürnüs'ün kıız.

Vesta - Aile ocağı Tanrıçası

Virtus - Roma mitolojisinde cesaret ve savaş gücünün Tanrısı

Vulcanus - Ateş Tanrısı. Demircilik ve sanatla da uğraşır. Onun dökümhanesi Etna dağındadır. Burada o yardımcıları ile beraber Tanrılara ve kahramanlara silah yapardı. Yunan mitolojisinde bu Tanrı Hephaestus adını almıştı.
 
Back
X