- 4 Şubat 2009
- 3.972
- 943
- 363
- Konu Sahibi BinbirRenk
- #1
1973 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de bir bankaya giren 3 soyguncu 4 kişiyi rehin aldı. Bankanın çevresi polis tarafından kuşatıldı. Soyguncular teslim olmayı reddetti. Direniş tam 6 gün sürdü. 6 gün sonra polis soyguncuları yakalamak için bankaya girdiğinde inanılmaz bir olayla karşılaştı. Rehineler de soyguncularla birlikte polise direniyordu. Operasyon tamamlandı, soyguncular hapse atıldı ve dava süreci başladı. Rehineler, soyguncular aleyhine tanıklık etmeyi reddetti. Hatta para toplayıp, soyguncuların savunmalarına yardımcı oldular. Rehinelerden biri, soygunculardan biriyle daha sonra evlendi. Bu olaydan sonra psikolojide ‘Stockholm Sendromu’ deyimi kullanılmaya başlandı. Mağdur durumdaki kişinin kendisini kaçıran, rehin tutan, ezen güçlü kişiye boyun eğip sempati duyması ‘Stockholm Sendromu’ olarak adlandırıldı. Ama bu sendrom sadece rehine-soyguncu ilişkisinde değil, aşk ilişkilerinde ve evlilikte de kullanılır oldu.
***
‘Stockholm Sendromu’nda kurban baskı gösteren kişinin kendisini öldürebileceğinden korkar. Ölüm korkusu, kurbanın hayatta kalma isteğini arttırır. Bir süre sonra kurban, kendisine baskı uygulayan kişi karşısında iyice acizleştiğini hisseder. En küçük bir ihtiyacında bile ona bağlı olduğunu düşünmeye başlar. Baskı uygulayan kişinin zaman zaman ‘bir parmak bal’ misali yaptığı iyilikler, kurbanın gözünde inanılmaz şekilde büyür. Kurban artık, baskıcının şiddet eğilimini göz ardı etmeye başlamıştır. İçinde bulunduğu tehlikeyi de bilinçaltına itmiştir. Kurban tek bağının, hayatındaki tek olumlu şeyin, baskı uygulayan kişiyle arasındaki ilişki olduğunu düşünür. Bu ilişkiyi kaybetmek istemez. Artık baskıcıdan ayrılmak çok ama çok zorlaşmıştır. Buradaki şiddeti sadece fiziksel şiddet olarak algılamayın
***
‘Stockholm Sendromu’nda kurban baskı gösteren kişinin kendisini öldürebileceğinden korkar. Ölüm korkusu, kurbanın hayatta kalma isteğini arttırır. Bir süre sonra kurban, kendisine baskı uygulayan kişi karşısında iyice acizleştiğini hisseder. En küçük bir ihtiyacında bile ona bağlı olduğunu düşünmeye başlar. Baskı uygulayan kişinin zaman zaman ‘bir parmak bal’ misali yaptığı iyilikler, kurbanın gözünde inanılmaz şekilde büyür. Kurban artık, baskıcının şiddet eğilimini göz ardı etmeye başlamıştır. İçinde bulunduğu tehlikeyi de bilinçaltına itmiştir. Kurban tek bağının, hayatındaki tek olumlu şeyin, baskı uygulayan kişiyle arasındaki ilişki olduğunu düşünür. Bu ilişkiyi kaybetmek istemez. Artık baskıcıdan ayrılmak çok ama çok zorlaşmıştır. Buradaki şiddeti sadece fiziksel şiddet olarak algılamayın