Bu konu hakkında ben de saatlerce kafayı yiyecek seviyede düşünmüşümdür.Hatta ölüm anksiyetesi oluşturmayı başarmıştım bi ara.Kendimce cevaplar bulmaya çalıştım ancak hep bi noktada tıkanıyor, ben de artık düşünmemeyi seçtim. Ancak düşündüğüm zamanlarda şöyle açıklamalar buldum:
Ölümü, materyalist düşünce ile açıklarsak bu hayata gelmeden önceki halinizi, annenizin karnındaykenki düşüncelerinizi ve varlığınızı hatırlayabiliyor musunuz? Cevabınız hayır olacaktır. Bizi şuanki bedende kendimiz yapan sahip olduğumuz bilincimiz, bunu da sağlayan beynimizin ürettiği sinirsel yolaklar, sinir iletimleri, bu iletimler sonucu oluşan düşüncelerimiz. Bilinç, doğduğumuz anda bile henüz oluşan bir kavram değil. Öldüğümüzde de maddi bedenimiz işlevini tamamlayacak, beynimiz sinirsel ileti üretimini durduracak, kalbimiz artık kan pompalamayacak, organlarımız, dokularımız, mitokondrilerinde ATP kullanıp enerji üreten minik hücrelerimiz işlevini kaybedecek ve ölüm gerçek anlamıyla başlayacak. İşte bilimsel mantıkla bakacak olursak evet teorikte “yok oluş” bekliyor bizi, çünkü ölenler ölüm anında ve sonrasında neler yaşadıklarını bize gelip bildirmiyorlar.Bu kısım meçhul. Sonsuz bir bilinçsizlik hali, karadelik.
İşi materyalist bakış açısından çıkarırsak inancımızın gerektirdiği şekliyle manevi boyutuyla ele alırsak; maddi bedenden öte, 5 duyu organımızla algılayamadığımız, bizim beynimizin işleyişini aşan boyutlarda yaşanan birtakım olaylar var, bu inanışa göre maddi bedenimiz artık işlevsiz kalıyor ancak ruhani ve manevi boyutta olagelen şeyler devreye giriyor. Bir noktada bence insan yok olabileceğine inanmayı istemediği için ruhani kısma inanışını daha çok benimsemektedir. Bu açıdan baktığımızda, manevi olarak yok olmayacağız. Cismani beden ölecek ama ruhani beden ölümsüzlüğe intikal edecektir.
Benim kendimce mantık çerçevesinde oturmaya çalıştığım açıklamalar bunlar.
Ancak öldüğümüzde ölü olduğumuzun bilincinde olmayacağız o nedenle şimdiden bunları düşünüp strese girmenin hiçbir anlamı yok. İnançlıysak inancımızın gerektirdiklerini layıkıyla yaşayıp gerisini Allah’a bırakmak, teslim olmak gerekir.
Ben artık şöyle düşünüyorum: herhangi bir zamanda ve herhangi bir yerde dünyaya gelebilmiş olmak çok büyük bir mucize, trilyonlarca ihtimal içerisinden bu mucizenin bana, size, ona, buna denk gelmiş olması şöyle bir durup düşündüğünüzde hayretlere gark ettiriyor kişiyi. Bu hayata hiç gelmeyebilir, dünya ve yaşam nedir, hakkında hiçbir şey bilmiyor olabilirdiniz.
Bu dünyaya gelmek bana bahşedildiyse benim bir görevim olmalı.
Bu hayatta maddi bedenimi sürdürdüğüm sürece bir bitkiye, bir insana, bir hayvana yapabileceğim, dokunabileceğim maksimum iyiliği gerçekleştirmeyi hedeflemem gerek.
Birilerinin hayatına dokunabilmek bence yaşamın ve yaşamda olmanın asıl anlamı.
Koskoca gezegende, bu hayatta ve bu bedende ve şuan burdaysak oturup düşünecek tek bir saniyemiz bile yok, biz mucizemizin farkında değiliz. Bu dünyaya gözlerimizi hiç açmayadabilirdik.
Böyle düşününce bile tüm ego savaşları, tüm hırslar, kavgalar, size yapılan kötülükler o kadar anlamsız hale geliyor ki.
Kaç yılım daha kaldı yaşayacak, hayat bunları takmak için çok kısa. Görevine odaklan.
Özün sözü; ölümle ilgili bazı noktaları aklımız almıyor, sınırlı vaktimizde yapacaklarımız sınırlı, o an geldiğinde burda düşündüğümüz kadar kompleks olmayacak hiçbir şey, doğum anımız gibi ölüm anımız da göz açıp kapayıncaya kadar geçecektir.