Blog

  • Ergenlikte diyet kemik erimesine neden oluyor!

    Ergenlikte diyet kemik erimesine neden oluyor!

    EÜ Çocuk Gastroenterolojisi Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aydoğdu: “Ergenlik döneminde erişkin diyetlerinin yapılması gençlerde kemik yapısının bozulmasına erimesine neden oluyor”

    Ege Üniversitesi (EÜ) Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Çocuk Gastroenterolojisi Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sema Aydoğdu, ergenlik döneminde erişkin diyetlerinin yapılmasının kemik yapısında bozulmalara neden olduğunu belirterek, “Çocuklar, ergenlik döneminde vücutlarında oluşacak değişimler konusunda mutlaka bilgilendirilmeli ve diyet yapmaları önlenmeli” dedi.

    Sema Aydoğdu, yaptığı açıklamada, halk arasında yaygın olarak uygulanan popüler diyetlerin, ergenlik dönemindeki gençler tarafından da tercih edilir hale geldiğini söyledi.

    Gelişme çağındaki çocuk ile gençlerin, vücutlarındaki değişimlerden endişe duyabildiğine işaret eden Aydoğdu, “Genç kızların yağ dokusu, ergenliğin başlamasıyla iki katına çıkıyor. Çocukların vücutlarına ilişkin endişeleri, ailedeki rol modeli, arkadaşları ve medyanın etkisi ile destekleniyor ve kontrolsüz biçimde kilo vermeye kalkıyor” dedi.

    Ergenlik dönemindeki gençlerin, erişkin diyetlerini uygulamalarının önemli sağlık sorunlarına yol açabileceğini vurgulayan Aydoğdu, şöyle konuştu:
    “Genç kızlarda 20, erkeklerde ise 25 yaşa kadar büyüme gelişme dönemi sürer. Bu dönemde beslenme çok önemli. Erişkinlerin günlük zayıflama diyetleri bin 200 ile bin 500 kalori arasındadır ama gelişme çağındaki bir çocuğun alması gereken kalori 2 bin 500. Hızlı çalışan bir metabolizmanın aldığı kaloriyi bin 200-bin 500’e düşürdüğünüzde gelişim dengesi ile hormonal dengeyi bozulur ve yaşamsal fonksiyonlar bundan son derece olumsuz etkilenir.

    Ergenlik döneminde erişkin diyetlerinin yapılması gençlerde kemik erimesine neden oluyor. Beden genç olduğu için kemik erimesi aranmıyor, kemik ölçümü alınmıyor. Sağlıklı kemik yapısının oluşmasında ergenlik dönemindeki beslenme son derece önemli. Ergenlikte oluşan kemik kapasitesini hayatımız boyunca kullanıyoruz. İlerleyen yaşlarda alınacak ilaç ve beslenme desteklerinin faydası yok. Bu nedenle beslenme ve sporla kemiğin sağlamlaştırılması son derece önemli. Çocuklar tam bu dönemde, ’Kilo aldım’ endişesiyle diyete başlıyor, hormonal dengesini bozuyor, kemik yapısı bozuluyor. Gençlerin diyete özenmelerine fırsat vermeden, doğal bir süreçten geçtikleri ve vücutlarının bir süre sonra normal yapısına kavuşacağı anlatılmalı.”

    “ÇOCUKLARIN KİLOSUNUN SORUMLUSU ANNE-BABALAR”
    Aydoğdu, kontrolsüz uygulanan diyetlerin her yaşta sağlığa zararlı olduğunu ancak ilk gençlik döneminde hatalı beslenmenin vücut üzerinde geri dönüşü olmayan yapısal bozukluklara neden olabileceğini dile getirdi.

    Erişkinlere yönelik popüler diyetlerin, tek yönlü beslenmeyi destekler yapıya sahip olduğunu anlatan Aydoğdu, “Popüler diyetler, karbonhidratın hayattan çıkarıldığı ve yağ ile protein ağırlıklı ağırlıklı beslenmeyi destekler. Oysa ki yüksek protein, çok erken yaşta böbreklerde yapısal bozukluklara yol açar. Böbrek hastalıkları sinsi ilerlediği için kişinin yıllarca haberi olmaz” diye konuştu.

    Obezite sorunu bulunan ergenlerin kilo kontrolünde en önemli rolün ebeveynlere düştüğüne dikkati çeken Aydoğdu, sözlerini şöyle sürdürdü:
    “Anne ve babaların beslenmelerine ve yaşam tarzlarına daha fazla dikkat etmesi gerekiyor. Çocuğunun kilo sorunu yaşamasını istemeyen bir ebeveyn, kendisinin nasıl yaşadığını mutlaka sorgulamalı. Obeziteye neden olan hazır yağ, rafine şeker ve karbonhidrat yönünden zengin ayaküstü gıdalardan uzak durulması gerekiyor. Çocuğun, evde pişen yemekle beslenmesi, yaşına uygun 2 bin 500 kalorisini alması ve mutlaka aktivite ağırlıklı bir yaşam tarzına yönlendirilmesi lazım. Popüler diyetlerin hiçbiri uygulanmamalı. Abur cubur, ayaküstü gıdalar, rafine şeker, gazlı ve şekerli içecekleri çocuğun hayatından çıkarırsanız zaten hiçbir şey yapmadan kilo verir.”
    AA

  • Genç odası hazırlama önerileri

    Genç odası hazırlama önerileri

    Çocuklarınıza, yaşlarını, sevdiği müzikleri, karakterini yansıtan objeleri, sevdiği renkleri düşünerek bir oda hazırlamalısınız. Çünkü bireylerin kendilerine ait somut anlamdaki ilk dünyaları kendi odaları olacaktır.

    Onlar kendi odalarında ilk kez düzen kurmayı, temiz olmayı, aradığını bulma hızının önemini, aitlik duygusunu tecrübe edecekler. Anne babalar eğer çocuklarını iyi gözlemlemezlerse onların mutsuz olacağı bir alan yaratabilirler.

    Oda hazırlığı için listenizde olup mutlaka bilmeniz, dikkat etmeniz gerekenler;
    Sevdiği renkleri sormalısınız.

    Asla kabul etmediği renklerden herhangi birini odada bulundurmamalısınız.

    Kitap okumayı mı sever yoksa daha ağırlıklı müzik dinlemeyi mi, duvar kâğıdını ve çalışma alanını ona göre organize edebilirsiniz.

    Alerjisi var mı, varsa seçeceğiniz tüm kumaş vs gibi aksesuarlarda buna dikkat etmeniz gerekir.

    Uyuma alanı yani yatağı koyacağınız yer konusunda mutlaka onun seçimini dikkate almanız gerekir.

    Özel eşyalarını kendisinin bulabileceği şekilde yerleştirmesine izin vermeniz gerekir.

    Kendisini yansıtan bir konsept fikri olup olmadığını mutlaka sorun.

    Odasında onun sevdiği bir kokunun olması gerektiğini ona iyi geleceğini anlatarak sadece fikir olarak önerin.

    Küçük bir alandan oluşuyorsa odası ona bu alanı en iyi şekilde kullanabilmesi için dolap önerilerinde bulunun.

    Odasında aile resimleri yerine sevdiği ünlülerin fotoğraflarını bulundurmak isteyebilir buna asla engel olmayın.

     

  • Sivilcelere iyi gelen maskeler

    Sivilcelere iyi gelen maskeler

    Sivilce günümüzde özellikle ergenlik çağının başlangıcında tüm gençlerin ortak sorunudur, bir çoğumuz hayatında en az bir kez sivilce ve akne sorunu yaşamıştır, genellikle yağ bezlerinin fazla çalışması nedeniyle oluşan sivilce beslenme alışkanlığına da bağlıdır, çok yağlı ve baharatlı gıdalar tüketildiğinde sivilcelerin de arttığı görülebilir.

    Bazı cilt tiplerinde hemen hiç sivilce görülmezken bazılarında yoğun şekilde görülebilir, bu tamamen cildimizin tipi ve yağ bezleriyle ilgilidir. Akve ve Sivilcelere iyi gelecek bir kaç maskenin nasıl yapılacağını sizlerle paylaşacağız.

    Sivilceli Ciltler İçin Tonik

    Malzemeler : Bir tutam biberiye otu, Bir tutam adaçayı, Saf alkol

    Hazırlanışı : Bir tutam biberiye otu ve bir tutam adaçayı kaynamış suya atarak demleyin. 15 – 20 dk bekletin. Temiz bir kaba süzerek içerisine bir kahve fincanı saf alkol ilave edin ve karıştırın. 15 – 20 gün temiz bir pamukla yada bezle yüzünüze uygulayabilirsiniz

    Sivilce Geçirici Krem

    Malzemeler :
    4 bardak gülsuyu
    2 elma (dilimlenmiş)
    2 çorba kaşığı kıyılmış rezene
    2 çorba kaşığı kıyılmış kereviz
    2,5 yemek kaşığı arpa unu
    3 yumurtanın akı
    1 tatlı kaşığı lanolin

    Hazırlanışı : Kaynayan suya oturtulmuş bir kasenin içinde gülsuyu, elma, rezene, kereviz ve arpa ununu pişirin. Kaynayan karışım lapa bir hal alınca buna iyice çırpılmış yumurta akını ve lanolini ekleyin. Süzün. Düzgün bir karışım haline gelinceye dek çırpın. Buzdolabında saklayın. Sivilceniz olduğunda üzerine sürün.

    Akne İçin Maske

    Malzemeler :

    1 adet portakal
    1 çay kaşığı kabartma tozu

    Hazırlanışı : Portakalın kabuklarını önce rendeleyin daha sonra havanda krem haline gelinceye kadar dövün. Üzerine 1 çay kaşığı kabartma tozunu ilave edin. Sivilcelerin üzerine sürün ve en az 30 dakika bekletin.

    Akne Maskesi

    Malzemeler :
    1 adet ayvanın çekirdekleri
    1 tatlı kaşığı pudra

    Hazırlanışı: Ayvanın çekirdeklerinin üzerine su çıkacak kadar su ilave edip 2-3 dakika kaynatın. Kaynattığınız suyu 1 gün bekletin. Üzerine 1 tatlı kaşığı pudra ilave edip sivilcelerinize sürün.

    Normal Ciltler İçin Sivilceye Tonik
    1 su bardağı suda 2 poşet yeşil çayı demle. Her Gün cildini sil.

    Ergenlik Sivilcesi – Akne Maskesi

    Malzemeler :
    1 tatlı kaşığı kuru maya
    1 aspirin (öğütülmüş)
    1 çay kaşığı oksijenli su

    Hazırlanışı : Tüm malzemeleri karıştırın. 1 hafta her gün sivilceli bölgenizi bu karışımla yıkayın. 30 dakika bekletin. Yıkayın.

    Sivilce Lekeleri

    Gece yatmadan önce cildinizi temizleyin. Yarım limonun suyunu sıkın. Yüzünüze sürün. Sabah 1 tatlı kaşığı pak maya, 1 adet aspirini un haline getirin, içine 1 tatlı kaşığı oksijenli su koyup boza kıvamına gelince yüzünüze sürün. 20 dakika bekletip yıkayın.
    1 çay bardağı taze bakla içini haşlayıp ezin. 1 çorba kaşığı badem yağını ekleyip karıştırın. Ardından cildinize sürüp 20 dakika bekletin. Ilık suyla temizleyin. Bu karışımı haftada 1 gün tekrarlayın.
    Bir yumurta akını, bir çay kaşığı limon suyunu ve aynı ölçüde balı, iki yemek kaşığı pastane mayası ile karıştırın. 20 dakika cildinizde bekletip yıkayın.
    Sivilce oluşumu ve lekeleri

    Malzemeler :
    1 tatlı kaşığı kadar beyaz kil,
    1 tatlı kaşığı kadar kayısı yağı ( aktarlardan kolaylıkla bulabilirsiniz ),
    2 yemek kaşığı elma sirkesi

    Hazırlanışı : Malzemelerimizin tümünü cam kasede karıştırıyoruz. Akışkan bir kıvamı tutturunca cildinizdeki sivilce oluşan yada sivilce lekelerinin bulunduğu bölgeye sürüp nemli bir tülbent örterek 20 dakika kadar bekleyin. 20 dakika sonra yüzünüzü yıkayın hepsi bu kadar. İnşallah bu sefer sivilcelerden ve sivilce lekelerinden kurtulursunuz.

  • Alışveriş hastalık haline gelmeden yardım alın!

    Alışveriş hastalık haline gelmeden yardım alın!

    Alışveriş yapmak kuşkusuz kadınların en sevdiği aktivitelerden biridir. Hatta kadınların milli sporu bile denilebilir. Ancak alışveriş hayatın odak noktası haline gelirse, karşılanabilenden fazla harcama söz konusu olursa tehlike çanları çalmaya başlamıştır. Kadıköy Şifa Ataşehir Hastanesi Uzman Klinik Psikoloğu Merve Büyükkucak, neden tutkuyla alışveriş yaptığımızı, bu tutkunun altında yatan sorunların ve alışverişin nasıl hastalığa dönüşebileceğini anlatıyor.

    Özellikle endüstrileşmiş ülkelerde alışverişin cinsiyete dayalı olarak farklı bir aktivite haline geldiğini görebiliyoruz. Alışveriş daha çok kadının alanına giren bir şey ve erkek aslında daha çok parasal işlerle ilgilenir oluyor. Kadınların alışveriş aktivitesine erkeklere göre daha pozitif bir tutumu oluyor. Araştırmalar kadınların erkeklere oranla daha aktif alışveriş yaptıklarını, daha fazla ürün aradıklarını ve vitrin gezdiklerini gösteriyor. Zaten birçok erkeğin de alışveriş yapmayı sevmediğini dile getirdiğini biliriz. Erkeklerden farklı olarak birçok kadın alışverişi bir boş zaman aktivitesi olarak görür, tıpkı bir kafede kahve içme, yemek yeme, gezip dolaşma, hatta sadece yürüyüş yapma gibi. Alışveriş bazen de böyle keyifli bir aktivite yerine bir iş gibi görülebilir; örneğin ihtiyaç duyulan bir şeyi arama bulma ve sonunda satın alma gibi, net bir amaca yönelik olarak.

    Satın alma eylemi tatmin duygusu yaratıyor!

    Alışveriş eskiden ihtiyaçların giderilmesi anlamına gelirken son yıllarda artık birtakım duygusal ihtiyaçların giderilmesine de cevap verdiği anlaşıldı. Bu nedenle işin bir de duygusal boyutu var; çünkü yeni bir şey satın almak birçok insana kendini iyi hissettiren ve hayatın birçok alanında kolaylıkla hissedemediğimiz bir güç hissi verebiliyor. Satın alınan şeyden çok satın almanın yarattığı tatmin ön plana geçiyor aslında.

    Alışveriş sinir ve öfkeyi değil üzüntüyü hafifletiyor!

    Birçok araştırma alışveriş yapmanın sinir ve öfkeyi değil ancak o an için üzüntüyü hafifletici etkisi olduğunu gösteriyor. Sinir daha çok kontrol hissi ile ilişkilendirilen bir duygu ama üzüntü öyle değil. Üzüntü belki birçok duygudan daha da fazla olarak kontrol hissinin kaybı ile eşleştirebiliyor. Çünkü üzüntü yaşayan insanlar genelde üzüntülerin kaynağını başkalarıyla ya da şansla açıklamaya daha meyilli oluyorlar. Bu nedenle alışveriş de bu kaybedilen kontrol hissini onarma amacıyla kullanılabiliyor. Çünkü alışveriş nerede alışveriş edeceğiniz, hangi mağazadan satın alacağınız ve ne alacağınız gibi birçok kişisel seçimi ve dolayısıyla kişisel kontrolü içinde barındıran bir aktivite. Bunun yanı sıra yeniliğin her zaman canlandırıcı etkisi var; böylelikle sıkılmaya da bir alternatif aslında alışveriş. Özellikle kadınlar için alışveriş etmenin canlandırıcı bir etkisi olduğu bilinmekte. Alışveriş bir kadının stresini ve kaygısını azaltabilir, onda tatmin hissi yaratabilir. Özellikle de uygun fiyata bir ürün satın alındığında bir başarı hissi de buna eşlik edebiliyor.

    Kazanmak, sahip olmak seratonin seviyesini yükseltiyor!

    Beyin kimyası açısından baktığımızda ise alışveriş sırasında seratoninin katkısından da bahsetmek mümkün. Şöyle ki, mutluluk hormonu olarak da bilinen seratoninin yetersiz seviyelerde olması depresif duygudurumları ile eşleşmekte ve medikal destekle normal seviyelere çıkarılmaya çalışılmakta. Yaşamımızda birçok aktivite aslında bu seratonin etkisini yapabiliyor; örneğin: gün ışığı, egzersiz, masaj ya da mutlu olduğumuz anları düşünmek gibi. Aynı zamanda kazanmak, sahip olmak da aynı etkiyi yapıyor.

    Alışveriş yapmak ya da hediye vermek de aynı amaca hizmet edebiliyor. Depresif duygudurumunda daha çok kayıp hissi ön plandayken aslında almak ve sahip olmakla bu his tersine çevriliyor. Bu nedenle de birçok insan, en başta kadınlar sıkıldığında ya da depresif hissettiğinde alışverişe yönelebiliyor. Elbette kadınlar için işin bir de görsel yanı var. Evrim teorilerinden de bildiğimiz gibi kadın dış görünümü ve güzelliği erkek ise gücü ile ön planda olan bir varlık.

    Dolayısıyla dış görünümü güzelleştirmeye ve diğer kadın rakiplerinin arasından sıyrılmaya dair bir alışveriş merakından illa ki söz etmek mümkün, ancak burada alışveriş konusunu sadece dış görünümle kendini beğendirme isteği ile sınırlamak doğru olmayacaktır; evi için ya da ailesi için de kadınların sıklıkla alışveriş yaptığını biliyoruz. Burada da “iyi hissetme”ye dair motivasyonların ön plana geçebileceğini söyleyebiliriz. Aynı zamanda arkadaşlarla sosyalleşme, atmosfer değişimi, gibi stresi azaltıcı etkisi de oluyor.

  • Jean-Charles de Castelbajac İlkbahar Yaz Defilesi

    Jean-Charles de Castelbajac İlkbahar Yaz Defilesi

    Jean-Charles de Castelbajac İlkbahar Yaz Defilesi

  • Banyo Ayna 2013 modelleri

    Banyo Ayna 2013 modelleri

    Banyonun en önemli parçalarından biri olan banyo aynaları günümüzde pek çok farklı şekillerde ve ölçülerde, aydınlatmalı, raflı, etajerli ve daha pek çok modelde üretilmekte. Tüm bu model seçeneklerinin yanı sıra banyo aynasının şekli ve asıldığı nokta banyonun genel dekorasyonu ve havası üzerinde oldukça büyük bir etkiye sahip. Yanlış ayna seçimi ve asılışı banyonuzu küçük gösterirken doğru bir ayna şekliyle banyonuzu olduğundan daha ferah gösterebilirsiniz.

    Pek çok mobilya mağazası ve yapı markette bulabileceğiniz banyo aynaları arasında gezinmeye başlamadan önce banyonuzda nasıl bir model kullanacağınıza karar vermeniz size alışveriş sırasında vakit kazandırabilir. Oval mi, tam daire mi yoksa dikdörtgen bir modele mi ihtiyacınız var. Aynayı asacağınız duvarın ölçülerini almanız ve evdeki herkesin rahatça kullanması için ideal yüksekliği hesaplamanız size alışverişte kolaylık sağlayabilecek diğer etkenler.

    Özellikle banyo aynaları için yapı marketlere gidecekseniz farklı duvar malzemeleri için değişik montaj elemanları ile satıldıklarını unutmayın. Yani ahşap, beton ya da alçı için farklı çivilere ve diğer aksesuarlara ihtiyacınız olacaktır. Bu tip bağlantı elemanları aynayla beraber satıldığı gibi ayrı olarak da satılabilmektedir.

    Yazımızın devamında yapı market ve çeşitli mobilya markalarından derlediğimiz basit ancak hesaplı banyo aynaları modellerini bulabilirsiniz. Seçtiğimiz aynaların 100 TL altında fiyatlarda olmasına özen gösterdik.

  • Gözaltı morluklarından kurtulmanın yolları

    Gözaltı morluklarından kurtulmanın yolları

    Aşırı tuz tüketimi, stres, yorgunluk, uykusuzluk gözaltı morluklarının en önemli sebeplerindendir. Krem, kapatıcı gibi birçok kimyasal ürünleri kullanırız ama gözaltı morluklarından kurtulmak isterken cildimizi riske attığımızı unuturuz. Bitkisel çözüm hem kısa sürede etkili sonuç almanızı sağlar hem de cildinize bir zararı olmaz. İşte bitkisel çözümler:

    Gözaltı morluklarından kurtulmak istiyorsanız ilk önce beslenme düzeninize dikkat etmelisiniz. Çünkü gözaltı morlukları vücutta birikmiş toksinlerden oluşur. Bu yüzden kahve, alkol ve sigara gibi zararlı alışkanlıklarınızı azaltmalısınız. Sabah kahvaltılarını düzenli yapmalı ve sağlıklı yiyeceklerden yemelisiniz.

    Her gün, düzenli olarak su içmelisiniz. Su, vücuttaki toksinlerin kolayca dışarı atılmasına yardımcı olur. Cildi gençleştirir ve cilt lekelerinin kaybolmasını sağlar.

    Sallama poşet çaylarını ya da demlediğiniz çayların çöplerini sakın atmayın. Çünkü çay, gözaltı morluklarının en önemli bitkisel çözümlerinden biridir. Çay çöplerini ya da sallama poşet çayları soğuduktan sonra, 10-15 dakika gözlerinizde bekletin.

    Göz bölgenize aşırı makyaj yapmaktan kaçının. Böylece cildinizin hava almasını sağlamış olursunuz. Ayrıca sürdüğünüz nemlendirici kremleri, pamuk yardımı ile gözaltlarınızda iyice dağılmış olmasına dikkat edin.

    Sıcak suyu bir kovaya koyun ve yüzünüze buhar banyosu yapın. Hem gözaltı morluklarınızın azaldığını hem de yüzünüzdeki gözeneklerin açıldığını göreceksiniz. Bu sayede kolaylıkla yüz temizliğinizi de gerçekleştirebilirsiniz.

    Gözaltı morlukları olan kişiler, bol meyve ve sebze tüketmelidir. Özellikle C ve E vitamini bakımından zengin yiyecekler gözaltı morluklarını geçirmek için önemlidir.

    Gözaltı morluğuna iyi gelen önemli besin patates ve salatalıktır. Çiğ patates ve salatalığı göz kapaklarınıza koyarak, 15 dakika uygulayacağınız doğal maske ile gözaltı morluklarından kolaylıkla kurtulabilirsiniz.

    Gözlerinize soğuk su ya da buz ile kompres uygulayın. Böylece hem gözlerinizi rahatlatmış hem de gözaltı morluklarından kurtulmuş olursunuz.

  • Patatesli içli köfte tarifi

    Patatesli içli köfte tarifi

    Patatesli içli köfte nasıl yapılır ? Patatesli içli köfte malzemeleri nelerdir ? Patatesli içli köfte tarifi…

    Malzemeler:
    500 gr esmer bulgur
    250 gr irmik
    150 gr kavurma
    4 adet patates
    2 adet soğan
    1 adet yumurta
    2 yemek kaşığı tereyağı
    1 tatlı kaşığı salça
    1 çay kaşığı kırmızı toz biber
    Pul biber

    Yapılışı:

    Dış harcı için; yarım kilo esmer bulgur sıcak suyla ıslatılır, 1 çay kaşığı tuz serpilip demlenmeye bırakılır. İçi için; 4 adet patates haşlanıp soyulur ve ezilir. 2 adet soğan küçük küçük doğranır. 150 gr kavurma tavaya alınır ve soğanlar pembeleşene kadar sotelenir. 1 tatlı kaşığı salça ve 1 çay kaşığı kırmızı toz biber katılıp ezilmiş patatesler eklenir. iç harç tüm malzemeler özleşene kadar harmanlanıp ocaktan alınır.
    Dış harcı için; ıslatılan bulgura 1 yumurta kırılır, 250 gram irmik katılıp yavaş yavaş su dökülerek hamur gibi yoğrulur. Yoğrulan harçtan bezeler kopartılır ve çanak gibi açılır. Patatesli kavurmalı içle doldurulup yuvarlanır. Derin bir tencerede su kaynatılır içine 1 tatlı kaşığı tuz serpilip içli köfteler atılır. Köfteler suyun yüzeyne çıkmaya başlayınca alınır. 2 yemek kaşığı tereyağında pul biber kızdırılır ve içli köftelerin üzerine dökülür.
    Patatesli İçli Köfte servise hazırdır.

  • Tükenmişlik Sendromu

    Tükenmişlik Sendromu

    “Geçmiş olan dünden hiç yâd etme, yarın da gelmemişken feryat etme, düşünme geleceği de geçmişi de, şimdi şen ol da yaşamı berbat etme…”
    Ömer Hayyam

    “Kendinizi sürekli yorgun, halsiz, bitkin ve tükenmiş mi hissediyorsunuz?”, “Artık canınız sevişmek veya seks yapmak istemiyor mu?”, “Yaşam enerjinizin hızla tükendiğini mi fark ettiniz?”, “Belli bir nedeni olmaksızın kendinizi huzursuz, sabırsız ve mutsuz mu hissediyorsunuz?”, “Üzerinizde çok yoğun bir baskı olduğunu mu düşünüyorsunuz?” Tüm bu sorulara “Evet!” yanıtı veriyorsanız tükenmişlik sendromu yaşıyor olabilirsiniz… Kendini tekrarlayan mesleklerde oldukça sık rastlanan tükenmişlik sendromu, daha çok yoğun çalışan, az dinlenen, tüm yaşam enerjisini iş hayatına aktaran, başka alanlarda duygusal ve bedensel beslenmeyi göz ardı eden, sosyal yaşamı güçlü olmayan, kendine vakit ayırmayan, aşırı hırslı ve başarı odaklı kişilerde görülen oldukça rahatsız edici bir durumdur. İş kaybından aile içi ilişki sorunlarına, psikosomatik hastalıklardan alkol, madde veya sigara kullanımına, uykusuzluk ve depresyon gibi ruhsal hastalıklardan cinsel sorunlara kadar uzanan çok çeşitli ciddi durumlara zemin hazırlayan tükenmişlik sendromu; (1) yaşam enerjisinde azalma, yorgunluk ve bitkinlik, (2) cinsel isteksizlik, (3) unutkanlık, dikkat eksikliği, algılama eksikliği, öğrenme ve ezberleme zorlukları gibi konsantrasyon ve motivasyon eksiklikleri, (4) diğerlerine karşı negatif tutum takınma, (5) aktif olarak diğerlerinden geri çekilme ve yalnızlaşma, (6) işe geç gelme veya işi bırakma, (7) hayal kırıklığı ve ümitsizlik, (8) tahammülsüzlük, kronik sinirlilik hali ve çabuk öfkelenme, (9) huzursuzluk, umursamazlık ve sabırsızlık, (10) yetersizlik ve değersizlik algısı, (11) boşluk ve anlamsızlık hissi, (12) baş, boyun, bel ve sırt ağrıları gibi psikosomatik belirtiler ile kendini gösterebiliyor.

    TÜKENMİŞLİK SENDROMU, YAŞAM ENERJİSİNDE TÜKENME HALİDİR!
    “Yaşam enerjisinde tükenme hâli” olarak tanımlanabilen tükenmişlik sendromu; insanın tüm yaşamına yayılabilen ruhsal ve duygusal bir durumdur. İnsanın doğasına uygun yaşamayı reddedip, çok büyük idealler ve hedeflerle temel insani ihtiyaçları arasında sıkışıp kaldığında, kendine, ruhuna ve bedenine kötü davrandığında veya bir şekilde kendine yalan söylediği durumlarda ortaya çıkabiliyor.

    SIKLIKLA DEPRESYONLA KARIŞTIRILIYOR…
    Ruhsal bir bozukluk veya bir hastalık olarak görülmemesi gereken tükenmişlik sendromu, sıklıkla depresyonla karıştırılıyor. Ancak depresyondan farklı olarak tükenmişlik sendromunda kişi yaşadığı ortamdan uzaklaşıp farklı bir ortama geçtiğinde duygulanımı kolaylıkla değişebiliyor ve sıkıntıya düşen yaşamsal fonksiyonları normale dönebiliyor.

    HAYATLA KAVGA ETMEYİN, KEYİFLE YAŞAYIN…
    Tükenmişlik sendromuna yakalanmamak için kişi kendisine ve yaşamına pozitif bakmalı, öncelikle ruhunu beslemeli, stres oluşturan durumlardan uzaklaşmalı ve her ne yapıyorsa yapsın yaşamdan keyif almayı öncelikli olarak görmelidir. Sevilmek, değerli olmak, önemsenmek, dinlenmek, spor yapmak, seyahat etmek ve hafta sonu tatili gibi değişiklikler yapmak, dostlarla keyifli vakitler geçirmek, sevişmek, düzenli beslenmek, destekleyici vitaminler kullanmak gibi ruhsal ve bedensel ihtiyaçlarını karşılamayı kişi asla ihmal etmeden, yaşamla kavga halinde olmadan, sosyal ilişkilerini canlı tutmalı ve hayatını keyifle yaşamalıdır. Ayrıca kişi kendi hayatına dışarıdan bakmayı öğrenmeli, yaptıklarının hangilerini eleyebileceğine ve hangi işleri devredebileceğine karar vermelidir. “Ne kadar az insan, ne kadar az eşya o kadar huzur ve mutluluk!” felsefesiyle kişi yüklerinden kurtulmalı, hem kendisinden hem de başkalarından olan beklentilerini en aza indirmelidir. Bunların işe yaramaması durumunda kişi psikoterapiye başvurulabilir.

  • Çocuktan sonra evlilik ilişkisi

    Çocuktan sonra evlilik ilişkisi

    Çiftin hayatına bir bebeğin girmesi tüm ilişki dinamiğini değiştiren çok önemli bir yeniliktir. Psikolog Gonca Şenözen bu yeniliğin, evlilik ilişkisini ‘bebekten önce’ ve ‘bebekten sonra’ diye iki döneme ayırdığını belirtiyor. Bebeğin gelmesi ile birlikte çift, hayatının neredeyse her alanında bir değişim yaşar; evdeki her türlü düzen (uyku, yemek, hobiler, eve girip çıkan kişiler), akrabalık ilişkileri, sosyal roller, beklentiler, hedefler, cinsel yaşam ve özellikle kadınlar için fiziksel görünüm temelden etkilenir.

    Bu yazıda iki tarafında hayatında olan değişimleri ve bu değişimleri en iyi şekilde yaşamak için neler yapılması gerektiğini bulacaksınız. Unutmayın, ikili ilişki (karı-koca) ne kadar sağlam temellere oturursa, üçlü ilişki de (anne-baba-çocuk) o kadar sağlıklı olur.

    Bir bebeğin, erkeğin dünyasında yarattığı değişimi anlayabilmek için bebeğin, öncelikle kadının dünyasında yarattıkları anlamak gerekir:

    Hamilelik ile birlikte kadının fiziksel görünümü değişir. Birçok kadın doğumdan hemen sonra eski formuna kavuşmadığı için dış görünüşü ile ilgili bir güven kaybı yaşayabilir.

    Bebek ile birlikte çiftin sorumluluk duygusu artar. Bebeğin beslenmesi anne tarafından sağlandığı için bebek anneye daha bağımlıdır ve bu da annenin üstlendiği iş yükünü çok daha fazla arttırır. Bu tip bir sorumluluk, kadının şimdiye kadar kendi hayatı ile ilgili almış olduğu tüm sorumluluklardan daha farklıdır ve kimi zaman anne bu sorumluluğun yarattığı “mükemmeliyetçilik-suçluluk” kısır döngüsüne kapılır. Anne, ne yaparsa yapsın bebeğin ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamadığı kaygısını yaşar ve hep daha fazlasını ve daha iyisini yapmaya çalışır. Anneliğinin kusursuz olmasına çalışır ki, bebeğinin bir eksiği kalmasın. Fakat anne-bebek ilişkisinde kusursuzluk mümkün değildir ve sadece anneye ait bir fantezi olarak kalır. Bebeğinde sıkıntılar farkeden anne, kendi annelik becerileri ile ilgili şüpheye düşer ve yetersizlik, suçluluk duyguları yaşamaya başlar. Anne ne kadar mükemmel olmaya çalışırsa, o kadar suçluluk duyma eğilimine girecektir. Bu kısır döngü, annenin yüksek dozda kaygı yaşamasına ve bu kaygının uzun sürmesi halinde de depresif bir moda yaklaşmasına neden olur.

    Annenin iş yükü belirgin şekilde artar. Normalden daha az ya da kalitesiz uyur. Bakım önceliği bebeğe ait olduğu için kendi bakımını ihmal edebilir. Sonuçta kendini yorgun ve bakımsız hissedebilir.

    İlk aylarda kadın evde ve erkek iştedir. Bu durum geleneksel kadın-erkek rollerini ve iş bölümünü ortaya çıkartabilir. Eğer kadın aktif bir iş yaşamına alışkınsa bu tip bir rolde zorlanabilir ve kendi ile ilgili tanımlamalarda kafa karışıklığı yaşayabilir. Eğer bu dönem annenin beklediğinden uzun sürerse anne, eve ve annelik kimliğine hapsolmuş hissedebilir ve bu durumdan sıkıntı duymaya başlar.
    Bebeğin yoğun ihtiyaçlarından dolayı kadın, kendi kimliğini sadece annelik ile özdeşleştirme ve buna indirgeme yanılgısını yaşayabilir. Bu sebeple kendi kadınlık ihtiyaçlarını göz ardı edebilir.

    Bebek ile birlikte akrabalık ilişkileri daha sıklaşır. Evin içine dışarıdan müdahaleler artabilir. Doğum öncesinde eşlerin ailesi ile yaşanan sıkıntılar bu dönemde artabilir.

    Kadında yaşanan tüm bu değişimlerin erkek üzerinde direk etkisi vardır. Erkek de eşiyle birlikte:
    Uykusuzluk ve yorgunluk yaşar.
    Günlük sorumlulukları artar.
    Yaşama ait öncelikleri yeniden şekillenir
    Ebeveyn kimliği öne çıkar.
    Müdahaleci akrabalara maruz kalır.
    Kendine daha az bakan ve daha kaygılı bir eşle karşı karşıya kalabilir. (Bu durum eşinin, annelik deneyimini nasıl aldığına göre değişir)
    Eşinin cinsel ilgisinin azalması ile birlikte cinsel yaşamı daha az aktif hale gelir.
    Çocuğun gelişinin pozitif karşılandığı durumlarda, eşle ilişki daha derinleşir, köklenir; gelecek planları daha netleşir; birliktelik hissi perçinlenir.
    Hem baba, hem anne kendi ebeveynleri ile ilişkilerini tekrar ele alırlar.

    Eğer mükemmeliyetçi ve yoğun kaygısı olan bir anne söz konusu ise baba, bebek ile ilgilenirken eleştirilere maruz kalabilir ve bebeğe bakma becerisinde yetersizlik hissedebilir. Bu durumda baba kendini anne-bebek ikilisinin dışında tutacak ve soyutlayacaktır. Baba bunu yaptıkça anne, babanın ilgisizliğinden yakınır ve bu durum anne-baba arasındaki ilişkinin yıpranmasına kadar gidebilir. Bebeğin doğumundan sonra eşler arasındaki ilişkinin kalitesini belirleyen en önemli faktör, doğumdan önceki ilişkinin kalitesidir. Eğer kadın-erkek arasında açık, dürüst, destekleyen, yapıcı, hedeflerin net konduğu bir ilişki söz konusu ise eşler doğumla ortaya çıkan değişimleri daha rahat tolere edebilir ve anne-baba rollerine daha kolay adapte olabilirler. Bu hem evlilik ilişkisini hem de eşlerin ayrı ayrı çocukla ilişkisini olumlu yönde etkiler ve daha sağlıklı çocuklar yetişmesine yardımcı olur.

    Bebeğin gelişinin evlilik ilişkisini zedelememesi için bunları uygulayın:
    Bir bebeğin sadece anneye değil, aynı zamanda bir babaya da ihtiyacı vardır. O yüzden baba, anne kadar iyi ilgilenemiyorsa bile çocuğun onunla vakit geçirmesine fırsat vermek gerekir. Böylece hem anne biraz dinlenmiş olur hem de baba ile çocuğun ilişkisinin gelişmesi sağlanır.

    Bebek tüm vakti alsa da anne-babanın bebek dışındaki bir konudan da sohbet edebilmeleri çok önemlidir. Bu durum çiftin sadece anne-baba değil, karı-koca olduğunu da hatırlatan bir durumdur. Çiftin karı-kocalık ihtiyaçlarını besler. O yüzden gün içinde en azından 15-20 dakikayı böyle bir sohbete ayırmak ilişki için çok faydalı olacaktır.

    Anneler eski yaşam şekillerini bebekten sonra devam ettiremezler; ama minimum da olsa kendilerine vakit ayırabilecek fırsatlar yaratmaları hem kendilerini iyi hissetmelerine neden olur, hem de aile içi ilişkileri daha sağlıklı tutar. Mükemmel anne olma fantezisi yüzünden birçok anne bu noktayı gözden kaçırmakta ve böylece hem kendilerini, hem eşlerini ilgiden mahrum etmektedirler. Böylece evlilik ilişkisinin yıpranmasına sebebiyet vermektedirler.

    Karı-koca yaşadıkları değişimleri ve sıkıntıları mutlaka açık şekilde birbirleri ile paylaşmalı ve en çok hangi noktada desteğe ihtiyaç duyduklarını birbirine söylemelidir. İkili ilişki (karı-koca) ne kadar sağlam temellere oturursa, üçlü ilişki de (anne-baba-çocuk) o kadar sağlıklı olacaktır.

    Kadınlar doğumdan sonra kendilerini eskisi gibi çekici hissetmeyebilir ya da cinsellik için enerji bulmakta zorlanabilirler. Oysa cinsel hayatın, evlilik kurumunu besleyen önemli kaynaklardan biri olduğunu unutmamak gerekir. Anne kimliğine saplanıp, cinselliği ve cinsel kimliği unutmanın ne kadına ne de erkeğe yararı vardır.

    Anne olmak demek kendi ihtiyaçlarımızı inkar etmek demek değildir. İyi anne, kendine de iyi bakabilen kişidir. Kendimize iyi bakmanın içinde eşimizle ilişkimize özen göstermek, eş ve kadın kimliğimizi unutmamak yatar.