Aşkta daha iyi olabilir miyiz?

Caddy

Guru
Pro Üye
28 Mart 2012
8.170
2.001
Alain de Botton ve John Armstrong’un yazdığı Terapi Olarak Sanat, ekim ayında Everest Yayınları’ndan çıkacak. Kitaptan tadımlık bir bölüm sunuyoruz.

asktan_daha_iyi_olabilirmiyiz.Jpeg


Aşkın hayatın zevkli kısmı olduğu söylenir; oysa başka hiçbir ilişkimizde birbirimizi bu kadar incitmeyiz ya da incinmeyiz. Âşıkların birbirlerine yaptıkları zalimlikler, değme düşmana taş çıkartacak cinstendir. Aşkın Güçlü bir mutluluk kaynağı olacağını umsak da aşk, bazen ihmaller, karşılıksız özlemler, kinler ve terk etmelerin yaşandığı bir mücadele alanına dönüşür. Huysuzlaşır, pireyi deve yaparız, sürekli kusur bulur, öfkeden kudururuz, nedenini ya da nasılını tam kavrayamadan, hayatımızı da, o bir zamanlar güya çok kıymet verdiğimiz ilişkimizi de mahvederiz.
tadim2.jpg


Sanat yardım edebilir mi?
XVII. yüzyıl Fransız ahlakçısı La Rochefoucauld, ünlü bir özdeyişte şöyle bir tespitte bulunur: “Bazı insanlar böyle bir şeyin olduğunu duymasaydı asla âşık olmazlardı.” Kölece kapıldığımız öykünmeci eğilimlerimizle alay etmekle birlikte özdeyiş, aynı zamanda bize aşkın dışında başka hususları göz önünde bulundurabileceğimiz gerçeğini işaret eder; çok çeşitli duygulara sahibiz ve bunların hangisini ciddiye alıp hangisini yok saymamız gerektiğine bireyselden çok toplumsal etkenlerle karar veririz. Dışarıdan aldığımız ipuçları bizi bazı duyguları özellikle önemsemeye sevk ederken, diğerlerini söndürmeye ya da umursamamaya yönlendirir. La Rochefoucauld ne söylerse söylesin, bu her zaman kötü bir şey olmak zorunda değildir. Örneğin XVIII. yüzyıl romantik şairleri kır gezisinin görünüşte önemsiz hazlarını, duyarlı ve iyi bir yaşamın başlıca deneyimlerinden biri saymıştır. XX. yüzyıl feminizmi, ataerkil davranışların kabul edilemez olduğunu bildirmiş ve bunların ilişkilerin her ânında görüldüğüne dikkat çekmiştir. 1960’larda Amerikan Yurttaşlık Hakları hareketi, ırkçı aşağılamayı sıradan bir tavır olmaktan çıkarıp bir kişinin sahip olabileceği en beter duygulardan biri haline getirmiştir. Romantizm, Feminizm ve Yurttaşlık Hakları eylemciliği, hepsi de farklı şekillerde, içimizdeki duygu yelpazesinin hangi kısmına aldırış etmemiz gerektiğine ve hangi kısmını çıkarıp atmamızın akıllıca olacağına dair fikrimizi kökten değiştirmiştir.

Duygularımızı yönlendirmenin uygar bir toplum yaratma sürecinin önemli bir parçası olduğunu kabul ediyorsak o zaman kültürü, siyasetle birlikte, bunu yapabileceğimiz ana mekanizmalardan biri olarak görmeliyiz. Dinlediğimiz müzik, izlediğimiz filmler, içinde oturduğumuz binalar ve evimizdeki resimler, fotoğraflar ve heykeller, bize inceden inceye yol gösteren birer eğitmen işlevi görür.
tadim3.jpg


Yaklaşık iki yüzyıl sonra Oscar Wilde, o günlerin en gözde ressamından bahsederken dile getirdiği bir özdeyişte, La Rochefoucauld’nun aşkla ilgili fikrini sanata uyarlar: “Whistler resmini yapmaya başlayıncaya kadar Londra’da sis yoktu.” Wilde, İngiltere’nin başkentinin ortasından geçen nehrin üzerinde biriken yoğun dumanları kimsenin fark etmemiş olduğunu söylemez; demek istediği sadece, sisi görme deneyiminin, bir sanatçı ona itibar kazandırma becerisini gösterinceye dek, ilginç ya da heyecan verici bulunmamış olduğudur (56). Büyük sanat eserlerinin bizi Amerika’da yol üzerindeki lokantalarda akşam yemeği yemenin çekiciliğine (Edward Hopper); kadife kumaşın tenle karşıtlığındaki zenginliğe (Tiziano); modern endüstrinin ihtişamına (Andreas Gursky) ya da kır manzarasında ustaca dizilen taşların titreşimine (Richard Long) duyarlı kılma gücü vardır.

Sakin bir öğle sonrası, bulutlar tepenizde seğirtirken, Amsterdam yakınındaki bir nehirde olduğunuzu farz edin (57). Ruysdael’e rastlamayan bir izleyici, böyle bir sahnenin çekiciliğini hiç hissetmez demiyoruz; zaman zaman belirsiz ve geçici bir hisse kapılmış olabilir ama bunu unutmuş ya da umursamamıştır. Ruysdael’in tablosu, dikkatimizi narin bir deneyime yoğunlaştırıp odaklar, ona daha büyük bir saygınlık kazandırır. Bu tür bir atmosferin de önemli olduğunu söyler ve bunun nedenini kavramamıza yardım eder.
tadim4.jpg


Gökyüzünün hayatımızdaki önemi artmaya başlar; böyle havalarda kendimizden bir parça bulur, bunun farkına varmamızı sağlayan kişinin adını saygıyla anarız.

Sanata özel bir görev tanımlayacaksak ödevlerinden biri, bize iyi birer âşık olmayı öğretmek olacaktır: nehirlere âşık, göklere âşık, otoyollara âşık ya da taşlara âşık (58). Ve –burası çok önemli– her daim insanlara âşık.

Sanatın aşkla ilgili tedavi edici özelliklerini kanıtlamak için, bir kimseyi sevmeye çalışırken takınmamız gereken tavırları öne çıkaran belirli eserleri –bir kitapta, bir dizi kartpostalda, bir internet sitesinde ya da bütün bir müzede– sistemli bir şekilde dizmeyi düşünebiliriz.

tadim5.jpg
Bize sevgiliye şükran duymanın nasıl bir şey olduğunu gösteren bir eserle başlayabiliriz; örneğin Nicola Pisano’nun eserinde bu meziyetle ilgili birçok ipucu vardır. Daphnis ve Khloe’sinde Pisano, ötekinin sevimliliğini ve zarafetini son derece yoğun bir şekilde duyumsadığımız aşkın başlangıç ânını canlandırır (59). Khloe, Daphnis’in gözünde o kadar kıymetlidir ki ona dokunmaya kıyamaz. Ona tüm kalbiyle bağlıdır, onu sevmekten kıvanç duyar, geleceğe umutla bakar. Onu hak etmek ister, kendisini sevip sevmediğini bilmez ve bu kuşku ona olan zaafını pekiştirir. Onun gözünde Khloe kesinlikle çantada keklik değildir. Bu resim, sevilen bir kişiye nasıl düzgünce değer verileceğinin bir temsilidir. Bir felsefi metinde sözcüklerle tasvir edilmiş olsa çok fazla ciddiye almayacağımız bir tutumu; resmin güzelliği sayesinde görüp benimseriz. Bir kişiyle yıllarca aynı evi paylaştığımız, haliyle ister istemez cinsellik, para, çocukların bakımı ve tatiller konusunda çatışmalar yaşadığımız uzun süreli bir ilişkide, alışkanlıkların ağır basmasıyla aşkın büyüsü tamamen kaybolur; üzülerek de olsa unuttuğumuz o şefkat duygusunu yeniden hatırlatabilecek olan bu resim, bu nedenle bize çok daha anlamlı görünür.
 
X