Güzelliğin Beş Para Etmez - Gülse Birsel [Hürriyet]

Aysar_

İçim Garip, Sıfır Huşu
Kayıtlı Üye
30 Ağustos 2014
1.195
5.176
Güzelliğin Beş Para Etmez...

10.04.2016 / Hürriyet - Pazar

"Medikal estetikçiler olmasa" diye tamamlıyorum başlığı. İşi daha da büyütmeye niyetliysek plastik cerrahları da bu gruba katabiliriz. Bu gün, canım karanlık gündeme girmek istemiyor. Onun yerine sizinle en delikanlı şekilde 'güzellik sırlarımı' ve estetik dünyasının bilinmeyen yönlerini paylaşmak istiyorum.

Beş altı yıl önce inanılmaz güzellikte genç bir kadın, arkadaşımız oldu.

Yazın, kendisinin de içinde bulunduğu bir grup arkadaş, hep birlikte tekne tatiline çıkıldı.

Bir gece o afet arkadaşımızın yorulup yatmaya giderken, sırasıyla takma saç postişlerini, takma kirpiklerini ve takma tırnaklarını çıkardığını, biz şaşkınlık çığlıkları atarken, dürüst ve samimi biri olduğu için, göğüslerinde silikon ve dudağında da dolgu olduğunu itiraf ettiğini hatırlıyorum.

Kanımca çirkin kadın yoktur, az bakım vardır.

Ya da, konu kadın güzelliğiyse, bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur.

Artık 19 yaşındaki kızlar bile, belki ileride gençlik fotoğrafları aleyhlerinde delil olarak kullanılmasın diye, tüm müdahalelerden faydalanıyorlar.

Burun estetiği, dudak dolgusu, kaşlara kalıcı makyaj, zaten standart.

Ekstra aksesuvarlar istenirse bazen dişler yaptırılıyor, vücut şekillendiriliyor, kirpik protezi yapılıyor...

HARBİ ‘GÜZELLİK SIRRI NEDİR?

Ben 19’ken, o yıllarda, bir tek burun yaptırılırdı.

Onu da ben tercih etmedim. Bu kararımı mantıklı bir sebeple açıklayamıyorum.

Ama bugün, ben dahil her ünlüye, çok güzel olup olmadığına bakılmadan ‘Güzellik sırlarının’ sorulduğu bir dönemdeyiz.

Merak ediliyor kardeşim.

Çünkü dünyanın hiçbir devresinde, güzelleşmek bu kadar mecburi olmamıştı!

Şahsen, ‘Güzellik sırlarım sorulduğunda’, yıllarca ‘Bol su içmek, sigara içmemek, iyi genler, gülsuyu’ filan dedim.

E bunun ‘sır’ tarafı nerede? Kimden gizliyorsun da sır oluyor?

Kanımca esas güzellik ‘sırları’ şunlardır: Lazer, botoks, dolgu, kök hücre enjeksiyonu, porselen diş, liposuction vs... Zira bunlar, hem (en azından çoğunlukla) güzelleştirir, ve de kimseye söylenmediği, saklandığı için, harbiden sırdır!

Şimdi burada, bakınız, delikanlı gibi açıklıyorum: Burnumda dolgu var, burnumun ucunda botoks var, arada yüzüme lazerli cilt güzelleştirme uygulamaları yaptırıyorum, ara ara vitamin iğnesi, birkaç kere de gözümün kenarına az miktarda botoks yapıldı, ayıp değil ya kardeşim?! Ha, bir de, üç hafta önce ömrümde ilk defa diyetisyene gittim, üç haftada 3 kilo verdim, mutlu ve gururluyum!

Yaa herşeyi söyledim bak.

Güzellik bende var mı yok mu sabaha kadar tartışırım.

Ama güzellik ‘sırrı’m var, ve bunlar. Yürek yemiş gibi herşeyi anlattım, tüm ünlüleri bu sosyal sorumluluk kampanyama beklerim!

Zira böyle açık konuşmak, bilgi vermek, güzelleşmek isteyen tüm kadınlara “sosyal sorumluluğumuz”!

Ama benim bu ‘Estetik dünyasının Polat Alemdar’ı’ tavrım, bu konudaki gevezeliğim, pek yaygın değil.

Dolayısıyla estetik merkezlerinde, muhteşem bir köşe kapmaca yaşanıyor.

Ünlüler, sosyetikler, hiçbiri olmayan ama sadece bir tanıdıkla karşılaşmaktan korkan hanımlar, hepsi bir arada bulunmalı, fakat birbirini görmemeli.

O yüzden, merkezler, labirent gibi yapılıyor.

Ne kadar çok oda, ne kadar çok bölme, o kadar iyi.

Paravanlar, seperasyonlar, çift kapılı odalar...

Girişte sizi beklettikleri odadan, bir kapıyla uygulama odasına geçiliyor mesela.

O esnada uygulama odasının ikinci kapısından işi biten hasta gizlice çıkarılmış oluyor.

Siz lazerinizi yaptırmış, kızarmış bir yüzle çıkmadan önce, bir asistan, koridoru, etrafı kolaçan edip, sonra kapıyı açıp size “Evet, şimdi!” diyor ve böylece kimseye görünmeden koşa koşa çıkabiliyorsunuz.

Benim gibi, bekleme salonuna uğrayıp, herkese gülücükler atıp selam vererek uzun uzun para ödeyen avanaklardan değilseniz tabii.


GÜZELLİK VE BAKIMIN GERÇEK YÜZÜ


Şimdi, ünlü ve/veya sosyetik kadın dilinde, aşağıdaki resmi söylemlerin, hangi gerçek güzellik sırrına tekabül ettiğini açıklıyorum.

- ‘Açıkhavada spor yapıyorum, oksijen çok önemli’: Dolgu yaptırmış.
- ‘Sadece yeşil sabun ve gülsuyu kullanıyorum, doğalım’: Lazer uygulamalarına girmiş.
- ‘Anneannemin cildi 90 yaşında hâlâ pırıl pırıldı’: Yüzünü gerdirmiş.
- ‘Bol sebze ve meyve yiyorum’: Kök hücre enjeksiyonu yeni bitmiş.
- ‘Yüz yogası yapıyorum’: Botoks var.
- ‘Pozitif bir insanım, yüzüme vuruyor’: Yukarıdakilerin hepsi!

Acı bir hakikati söylememe izin verin: yeşil sabun ve gülsuyuyla güzel kalabilen tek kadın Fatma Girik’tir. Gerisine inanmayın.

Şimdi, hazırsanız, dergi editörlüğünün, benden büyük arkadaşlarımın ve hayatın bana öğrettiği diğer acı gerçekleri ifşa edeceğim:

-Hiçbir krem mucize yaratmayacak, ama faydası olacak. Paranızı saçmadan, iyi ürünler kullanın.
-Her şeyden önce akla yakın, zarif bir kiloda kalmaya özen gösterin, zaten işin yarısı bitti demektir.
-Kendinizi kesseniz, estetik cerraha da kestirseniz olduğunuzdan maksimum 10- 15 yaş genç görünebilirsiniz, kabullenin.
-Ne yaparsanız yapın, bir noktada annenize benzeyeceksiniz, bununla da barışın.
-Bir de... Gülsuyu kullanın, aman ha gülsuyunu ihmal etmeyin!


kaynak: sosyal. hürriyet. com
 
+

Şu an diyeti bırakıyorsunuz, derhal!

Dünya başkentlerindeki yeni moda zayıflama kampları tam bana göre. Aşırı spor yok; şeker, hamur işi yok; et var, krema var, tereyağı var, bol uyku var! Böyle yaşayın, asla aşırı kilo almazsınız. Yav kendimden biliyorum!

Kalori filan saymayın Allah aşkına, kalori hesabı mı kaldı?

Hâlâ kızarmış kepekli ekmekle normal ekmek arasında sizin göbeğiniz açısından bir fark olduğunu mu sanıyorsunuz? Yapmayın, etmeyin.

Sağlıklı besleneceğim diye eti, köfteyi, kebabı filan bıraktınız mı gerçekten? Ah be gülüm.

Oysa yağları yakabilmek, sabit kiloda kalmak ama lezzetli şeyler yemeye devam etmek için çok uygun, yepyeni, aslında da çook eski bir beslenme şekli bulundu! Ve ben doğduğumdan beri aşağı yukarı öyle besleniyorum! Zaten 15 yıldır ekrandan takip ediyorsunuz, hayatımda hiç dramatik biçimde kilo almadım. Yazın 2-3 kilo verir, kışın hava soğuyunca geri alırım. 23 yaşında bugünkü halimden sadece 3 kilo daha inceydim. Muhtemelen ekim geldiğinde, sıcaklardan mütevellit yine o kiloda olacağım.

Oysa ben sürekli köfte, pirzola filan yerim. Kebap müptelasıyım. Kaymağa, tereyağına, zeytinyağına bayılırım! Öyle pek spor yapmam. O gün 35-40 dakika yürüyebildiysem kendimi tebrik ederim. Uykuyu severim, en az 8 saat uyurum.

Öte yandan ekmekle hiiç aram yoktur, çoğu zaman kahvaltıda bile yemem. Poğaça, simit meraklısı değilimdir. Kahvaltı gevreklerine, kurabiyelere, bisküviye yüz vermem. Tatlının bile unsuz çeşitlerini tercih ederim.



Ve Financial Times’ın bir muhabirine 4 aylık programını denettirerek haber yaptığı Londra’daki Grayshott SPA’ya göre, bunlar tam da yapmanız gerekenler! Bu SPA’nın kuralları şunlar: Hayatınızdan şekeri, sütü, buğdayı, kafein ve alkolü çıkartıyorsunuz. Uzun vadede makarna, pirinç gibi rafine karbonhidratlar yememeye alışıyorsunuz. Turşu, yoğurt, kefir gibi fermente gıdaları hayatınıza sokuyorsunuz. Ama en önemlisi, bu SPA’da kaymak, krema, tereyağı ve kırmızı et yeniyor! Daha da ilginci, iyi uykunun egzersizden biraz daha önemli olduğu söyleniyor!

Bu program, son 50 yılın empoze ettiği beslenme şekline aykırı. Ama aslında ondan önceki bütün dönemlerde yaşayan insanların kilo verme yöntemine çok benziyor. Doktorlar 30’lu, 40’lı, 50’li yıllarda, hatta 18’inci yüzyılda bile, kilo vermek isteyenlere “Şekeri, hamur işini kes” derken ve diyabet ender görülen bir hastalıkken, 70’lerden sonra aniden bir ‘yağsız iyidir’ akımı dünyayı istila ediyor. İstila, diyabet, romatizma, yüksek tansiyon ve düşük enerji salgını olarak kendini gösteriyor.

70 ve 80’lerin gıda endüstrisi destekli ‘yağ yemeyin’ kampanyaları birkaç yıldır darmaduman olmuş vaziyette. Yüksek protein, yüksek yağ, düşük karbonhidrat diyeti birçok hastalığın çözümü.


Ve artık yeni SPA’larda meyve suyu yasak ama tereyağlı etler ikram ediliyor!

Ha diyeceksiniz ki, “Tamam da yüksek kolesterol işini ne yapsak?” O zaman hemen çok ama çok yeni ve bomba bir başka haberden bahsedeyim. Bu, İngiltere ve Avrupa’da et ve iyi yağların serbest olduğu diyet merkezleri çoğalmaya başladıktan sonra çıkmış, 20 Temmuz 2017 tarihli bir haber: İngiltere’deki Kraliyet Eczacılık Derneği, ‘kalp hastalığının sebebinin kolesterol olduğunu iddia eden teorinin ölmüş olduğunu’ açıkladı!

Zira yaptıkları araştırmalarda kolesterol düşürücü ilaçların kalp hastalığına hiçbir klinik fayda sağlamadığı net olarak görülmüş. Hatta habere göre dernek, ‘etik olarak kolesterol ilaçlarının yan etkilerinin tartışılması gerektiği’ sonucuna varmış!

Kolesterol ilaçlarından para kazanan insanların derneği söylüyor bunu, dikkatinizi çekerim!

Daha da meraklı olanlar varsa, şu an kalp hastalığı konusunda çok bahsedilen iki teori var. Biri, kalp sıkıntılarına insülin direncinin; diğeri de C vitamini eksikliğinin sebep olduğu üzerine.

Ama sağlıklı beslenme şekli ve kolesterol konusunda en taze haberler, son eğilim, yıllardır Karatay Hoca’nın anlattıklarının benzeri! Şu kadını kimse üzmesin artık gözünüzü seveyim yav.

Bana bir daha sokakta diyetisyendi, spor tavsiyesiydi; bir şey sormayın. Yiyin etinizi, tereyağınızı, yumurtanızı, uyuyun uykunuzu. Acık da yürüyün. Birkaç ay sonra konuşalım!


Gülse Birsel

[6 Ağustos 2017 - Hürriyet Pazar]
 
+ +

Yediğin içtiğin senin olsun ne soluduğunu anlat !



Enerjimiz düşük, uykumuzu alamıyoruz, kronik yorgunluk kol geziyor.


“Avokado yiyin, iyi yağlardan bol tüketin” deniyor, yok efendim chia tohumu furyası başlıyor, “Vücudunuza ekmek-şeker sokmayın” tavsiyesi veriliyor, spiraluna gibi yosundan yapılmış “süper gıda” hapları bile rağbet görüyor.

Sıkıntı sadece yiyip içtiğimizde olmayabilir mi?

Gıdamız yerinde ama oksijenimiz eksik olabilir mi?

2 gün önce Hürriyet’te çıkan araştırmanın haberi hem mecazi hem gerçek anlamda nefes kesiciydi.

Türkiye’de 2010-2016 arasında solunum sistemine bağlı ölümler incelenmiş. TUİK verilerine göre bu 6 yılda solunum sistemi hastalıklarına bağlı ölümlerde yüzde 99 artış saptanmış! En fazla artış 15-44 yaş arasında.

Yani genç insanlar gittikçe daha çok solunum sistemi hastalığı geçiriyor.

Şehre basan tuhaf sislerin, özellikle sis varken arada durup dururken öksürdüğünüzün farkında mısınız? Yani esas tehlikenin farkında mısınız?


Soluduğumuz hava berbat. İstanbul’da ve büyük kentlerde, kentsel dönüşüm kaynaklı inşaat tozları, termik santraller, fosil yakıtlar, filtresiz bacalar ve yoğun trafikten neredeyse oksijen kalmamış. Türkiye’de havası temiz sadece 6 il var: Artvin, Bitlis, Eskişehir, Yozgat, Kırşehir ve Kırıkkale. Kirli hava elbette solunum enfeksiyonlarına sebep oluyor. Üzerine koy bir de farklı topraklardan göçlerle gelen bağışıklık sistemimizin yabancı olduğu virüsleri...

Araştırmanın yapıldığı 6 yılda insanların öldüğü solunum sistemi hastalıkları, öyle karmaşık, duyduğunuzda korktuğunuz türden şeyler değil. Grip ve zatürre! Yani sağlıklı, genç bir insanın dinlenme ve tedaviyle kısa sürede atlatacağı rahatsızlıklar. Ama işte, hava rezalet, akciğerler ne yapsın?

Aslına bakarsanız egzoz, kömür dumanı ve inşaat tozuyla dolu, kapası kapalı bir garajda 24 saat oturup, “Öğlende somon ve avokado yiyelim, çok sağlıklı” diye sohbet ediyoruz. Son yıllarda hayat hikayemiz bu!


Gülse Birsel

(10 Ocak 2018 - Hürriyet / köşe yazısından bir bölüm)

 
X