Kırşehir

roxett

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
12 Temmuz 2006
2.280
60
46
hey gidi KIRŞEHİR hey..ozanlar diyarı,ŞİRİN KIRŞEHİR....
Tüm kırşehrlilere selamlar:smile:

Ana vatanımsın baba yurdumsun
Ozanlar diyarı şirin Kırşehir
Uzak kaldım gurbet elde derdimsin
Hasretin bağrımda derin Kırşehir

Kimi engin, kimi yüksek evleriyinen
Kimi zengin, kimi fakir beyleriyinen
Kazaların, nahiyelerin köyleriyinen
Gönlümün içinde yerin Kırşehir

Feleğin yazdığı kara yazıynan
Çok yürüdüm bağrımdaki sızıynan
Kara kaşlarıynan, kara gözüynen
Aşık etti beni birin Kırşehir

Garibim engince gönüller alan
Aşkı feryadıynan sazını çalan
Ozanlar içinde pirimiz olan
Muharrem Ertaş’tır erin Kırşehir
Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!

Kırşehir 1867 yılında bucak, 1869 yılında ilçe, 1870 yılında sancak olmuş, Avanos, Keskin ve Mecidiye (Çiçekdağı) ilçeleri Kırşehir'e bağlanmıştır. 1921 yılında bağımsız mutasarrıflık, 1924 yılında il olan Kırşehir'e Avanos, Çiçekdağı, Hacıbektaş, Mucur ilçeleri bağlanmıştır. 1944 yılında ilçe olan Kaman, Kırşehir'e bağlanmıştır.

20 Temmuz 1954 tarihinde 6429 sayılı kanun ile Nevşehir il, Kırşehir'de Nevşehir iline bağlı bir ilçe haline getirilmiş Çiçekdağı ilçesi Yozgat'a, Kaman Ankara'ya, Hacıbektaş, Mucur ve Avanos da Nevşehir'e bağlanmıştır.

01 Temmuz 1957'de kabul edilen 7001 sayılı kanunla Kırşehir tekrar il haline getirilmiş, yeni ile Yozgat'ın Çiçekdağı, Ankara'nın Kaman ve Nevşehir'in Mucur ilçeleri bağlanmıştır.

TARİHTE KIRŞEHİR

KIRŞEHİR'İN ADI


Kırşehir tarihi, Hititler dönemi ile anılmaya başlar. Fakat, ilin adının o zaman ne ol*duğu henüz bilinmemektedir. İlin bir ara Aquae Saravenas (Akova-Saravena) adıyla (M.Ö.2.yy.) bilindiği anlaşılmıştır. Önceleri Makissos (Macissus) adıyla anılan kent, İm*parator I. Jüstinianos devrinde (527-568) yeniden kurulmuş ve Jüstinianopolis diye anılmaya başlamıştır.


Uçsuz bucaksız kırın ortasında yükselen bu kente Türkler "Kır şehri" adını vermiş*lerdir. Kır şehri zamanla halk dilinde "Kırşehir" oldu. Bu gün bile bazı köylerinde yaşa*yan halk, burasını Kır şehri diye anar. Kırşehir ismi Türkçe'dir. Bir rivayete göre de Timur'un Anadolu'ya gelişinde kendisine karşı koyan burada yaşayan halkı göstererek "kırın şehri" dediği, daha sonra bunun Kır şehri olarak değiştiği ve bu günkü ismini aldığı da söylenmektedir.

KIRŞEHİR'İN TARİHİ

1 - Tarih Öncesi Çağda Kırşehir (Tunç Dönemi M.Ö. 3000-2000)

Kırşehir ve çevresinde yapılan arkeolojik kazılarda Kırşehir'in tarih öncesi çağda,özellikle Tunç çağı döneminin etkisi altında kaldığı görülüyor. 1943'te Hashöyük kazılarında ilk Tunç çağı'na ait beş-altı tabaka tespit edilmiştir. Bu tabakalarda taş ve kerpiç yapı temelleri, siyah renkli seramik parçaları, çömlek ve çanaklar bulunmuştur. Bu ka*lıntılar bölgede ilk Tunç çağı döneminin (M.Ö. 3500-2000) yaşandığını açıklar. Hashöyük ve şehir merkezindeki Kale'de başlayan kazı çalışmaları ile Kaman'a bağlı Çağırkan kasabasında yapılan kazılardan yeni bilgiler de elde edilebilir.

Çağırkan kasabası yakınında bulunan Kalehöyük'ün tarihinin M.Ö. 1750-600 yıl*larına kadar uzandığı sanılmaktadır. Kazılar sonunda 25 metre yüksekliğindeki höyük ve buradan çıkarılan iki büyük küp ve diğer buluntular, yörenin tarih öncesi dönemini aydınlatır. Kırşehir'in kuruluşunu, ilk çağlarda Anadolu'yu kuzey-batıdan, güney-doğudan bir baştan bir başa kesen eski ve işlek bir anayolun ortasında bir durak ve yerleşme yeri olmasında, Asya'dan Avrupa'ya giden önemli karayolları üzerinde bulunuyor olmasında, ayrıca Kapadokya bölgesine de yakın olmasında arayan bilim adamları olmuştur.

2 - Hitit Dönemi (M.Ö. 1850-1200)

Kırşehir Hititler'in yerleşim yeri olan Kızılırmak yayı içinde olduğundan, Hititler döneminin Kırşehir'de yaygın bir şekilde yaşandığı kesindir. Kalehöyük'te yapılan kazılarda yerleşim alanının en alt tabakasını Hitit döneminin teşkil ettiği ortaya çıkmıştır. Bu kazılar sırasında erken ve geç Hitit çağlarına ait kalıntı ve eserler gün ışığına çıkarılmıştır. Resmi veya saray yapılarına ait olduğu ,sanılan duvar temelleri ile mühürler, takılar, seramik mutfak eşyaları ve Hitit çapına ait çivi yazılı bir tablet parçası da bulunmuştur.

Kırşehir'e bağlı Sevdiğin Köyü'nün 10 km. kadar kuzeydoğusunda bir Hitit Prensi'nin adının geçtiği yazılı taş blok bulunmuştur. Bu taş blokun bir yol işareti olduğu ve yakınlarından Hitit dönemine ait bir yolun geçtiği sanılmaktadır.


Kırşehir'de Hitit dönemi tarihi için önemli bir belge olan ve "Malkayası" olarak bili*nen bir yazıt bulunmuştur. Prof. Dr. H. Th. Bossert bu yazıtı incelemiş ve bunun bir yol levhası olduğunu açıklamıştır. Malkayası yazıtının bir yol levhası olması Kırşehir'in de Hattuşaş’tan güneye inen yol üzerinde bulunması ilin Hititler döneminde önemli bir mer*kez olduğunu açıklar. Bunun dışında yine Hitit döneminden kalma önemli bir eser de Öküztaşı olarak bilinen Hitit Sunağı'dır. Bu sunak, üzerinde bir adak havuzunun yer al*dığı kare prizma bir gövde de iki öküz başının bulunduğu bazalt taşından yapılmıştır.

1950'de yapılan Merkez Kalehöyük'deki araştırmada Hitit dönemine ait çanak *çömlek parçaları bulunmuştur. M.Ö. 1600'lerden M.Ö. 1200'lere değin Hititlerin yaşadığı bu yöre M.Ö. 675'e kadar Frig'lerin yönetimi altına girmiştir.

3 – Frig Dönemi

Hititlerin zayıflayıp gücünü yitirmesi üzerine yöreye Frigler hakim olmuştur. Kızılırmak ve Tuz Gölü'ne kadar sınırlarını genişleten Frigler, M.Ö. 1200'den itibaren başta Batı ve Orta Anadolu olmak üzere geniş bir alana yayılmışlardır.

Kimmerler Frigler'i yenilgiye uğratınca Lidyalılar Anadolu'nun batı kısımlarını ele geçirdiler ama Kırşehir'e kadar ilerleyemediler. Kırşehir daha sonra M.Ö. VIl.yy.da Medlerin egemenliğine sonra da Persler'in egemenliğine girmiştir.

4 - Pers Dönemi (M.Ö 546-332)

Med Devleti, M.Ö. 550'de Persler tarafından yıkılmış ve ardından Anadolu Pers hakimiyetine girmiştir. Kırşehir, Perslerin Katpotukya (Kapadokya) yani "Güzel Atlar Ül*kesi" adını verdikleri bölgenin batısında yer alıyordu. Persler, vergi yoluyla yöreye hakim olmuştur. Yöre halkı ise, ağır vergiler altında ezilince çeşitli kaleler yapmak zorunda kalmıştır. Kırşehir ise bu çabaya girmemiştir. Çünkü toprakları çok kıraçtı. Persler ise M.Ö. 334'de Büyük İskender'in ordusuna yenildiler ve Makedonlar Kırşehir'i ele geçirdiler. Yöre halkının ayaklanmasından sonra Kapadokya kralı olarak M.Ö. 332'de Ariarates bağımsızlığını ilan etmiştir

5 - Kapadokya Krallığı Dönemi (M.Ö. 333-M.S. 18)

Kapadokya (Kappadokia) krallığı M.Ö. 333'de kurulmuştur. Bu krallık döneminde Kırşehir ve yöresi yoğun bir baskı yaşamıştır. Komutan Evmenes ve Antipatos dönem*leri ise bu kişlerin Kapadokya bölgesini ele geçirme istekleri yüzünden savaşlarla geç*miştir. Ariarates öldü. Büyük iskender'in ordusunu yenilgiye uğratan ii. Ariarates ise Kır*şehir'in kuzeyine egemen olmayı başarmıştır. Daha sonra bu bölge toprakları Orta Av*rupa'dan Galat (Kelt) topluluklarının akınına uğramıştır. (M.Ö. 220-163) M.Ö. Il.yy. son*larında Pontus Kralı Mithradaset buraları denetimine almıştır. Bu dönemde yöre "Aqu*aesaravenea" adıyla anılıyordu.

iı M.Ö. 85 yılında Roma egemenliğine girmiştir. Kapadokya yöresi M.Ö. 18'de Ro*ma imparatoru Tiberius tarafından Roma'ya bağlanmış ve Tiberius burayı eyalet yapmıştır. Kırşehir sınırları içinde Kapadokya krallarına ait sikkeler bulunmuştur.


6 - Roma Dönemi (M.S. 18-395)

Kapadokya, Roma eyaleti haline geldikten sonra yörede Hristiyanlık hızla yayılma*ya başlamıştır. (3.yy.) Buna karşılık Roma İmparatoru'nun desteklediği puta tapan rahip*lerle Hristiyanlar arasında büyük bir mücadele olmuştur.

Kapadokya bölgesinde III. ve IV. yy.lara ait Hristiyanların sığınmak ve korunmak amacıyla yaptıkları pek çok yeraltı şehri bu sebeple ortaya çıkmıştır. İlimiz ise bu döne*me ait; Mucur yeraltı şehri, Dulkadirli inli Murat yeraltı şehri, Aşıkpaşa yeraltı şehri, Küm*betaltı yeraltı şehri gibi on tane yeraltı şehri bulunmaktadır. Kırşehir 395'e kadar Ro*ma'ya bağlı kalmıştır. İlimizdeki höyüklerin bir kısmında Roma dönemine ait çanak-çöm*lek parçaları ile bu döneme ait sikkeler bulunmuştur.

7 - Bizans Dönemi (395-1071)

Bizans döneminde Makissos, daha sonra da Justinianapolis adıyla anılan Kırşehir'i aynı yüzyılda yaşayan tarihçi Prokopios'un bildirdiğine göre; Justinianus Kırşehir'i yeniden imar ederek kent durumuna getirmiştir. Mazaka'da (Kayseri) ekonomik hayatın daha canlı olması nedeniyle Kırşehir halkı buraya göç etmiştir. M.S. 605 yılında İran Sa*sani Devleti, Kırşehir'i istila etmiştir. 626'ya kadar bölge Sasani ve Bizans akınlarıyla sarsılmıştır. 647'de Emevi devletinin Şam Valisi Muaviye Kayseri ve Kırşehir dolaylarını işgal etmiştir.

Kırşehir merkezine bağlı Taburoğlu Köyü yakınlarındaki Üçayak Kilisesi, Kaman Temirli'deki kilise, Mucur Aksaklı ve Aflak köylerindeki Kaya kiliseleri, Derefakılı kilisele*ri, Mucur Manastır ve Keşiş Sarayı, Bizans dönemine ait mimari kalıntılardır. Kırşehir ci*varında da Bizans dönemine ait kandiller, takılar, sırlı mavi ve sarı renkli seramik eşya*lara rastlanmıştır.

8 - Anadolu Selçuklu Dönemi (1071-1308)

1071 'de Bizans'ı yenilgiye uğratarak Anadolu'yu Türk yurdu haline getiren Türk orduları, Anadolu içlerine kadar yayılarak Anadolu Selçuklu Devleti'ni kurdular. 1075'de Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Kırşehir'i topraklarına katmıştır. Anadolu'ya ve Kırşehir'e gelen Oğuz boyları, yerleştikleri yerlere genellikle kendi boy, oba ve yer adları ile kişi ad*larını da vermişlerdir. Bugün Kırşehir içinde kasaba ve köy adı olarak Oğuz boylarından "Çepni, Bayındır, Buğduz (Büğdüz), Kargın, Yazır, Kınık, Avşar" boylarının adları ile oba, oymak ve diğer Türkçe adlar yaşatılmaktadır.

Haçlı seferleri sırasında Orta Anadolu toprakları elden çıkmıştır. Danişmentliler 1120'de Kırşehir'i kendilerine bağlamışlar ve o dönemde Kırşehir "Gülşehir" olarak ad*landırılmıştır. 1174'de Kılıçaslan, Kırşehir'i yeniden Selçuklu Devleti'ne bağlamıştır. II. Kılıçaslan 1186'da Türk geleneğine uyarak devletin topraklarını on bir oğlu arasında paylaştırınca Kırşehir, Muhiddin Mesud'a düşmüştür. Kardeşi Rukneddin Aslan Konya'yı ele geçirdikten sonra Ankara ve Kırşehir'i de kendine bağlamıştır (1203). 1220'de Ala*addin Keykubat Mengücekler'in Kemah koluna son vermiş, Mengücek boylarından Mu*zaffer Muhammed'e Şebinkarahisar'ı kan dökmeden teslim ettiği için Kırşehir'i tımar olarak vermiştir. Kırşehir bu dönemde imar edilmiş ve bir kültür kenti haline getirilmiştir.

Moğol istilası döneminde Kırşehir, Moğol ordularının yaylak ve kışlağı durumunda idi. Kırşehir Muzaffer Muhammed'e verildikten sonraki dönemde Baba ishak çevresinde toplanan Türkmen boylarının silahlanması üzerine Selçuklu Sultanı II. Gıyasettin Key*hüsrev 60.000 kişilik bir orduyu yardıma çağırmıştır. Selçuklu ordusu Türkmenleri ve ba*şında bulunan Baba İshak'ı Kırşehir'in Malya ovasında yenilgiye uğratmıştır (1240).

1243 Kösedağ savaşından sonra Moğollar Anadolu'yu kesin bir şekilde hakimiyet*Ieri altına aldılar Sultan II. Keyhüsrev, Şemseddin İsvahhani'yi Moğol sultanı Batuhan'a elçi göndermiş, anlaşma yapılmasını sağladığı için o Kırşehir ita amirliği ile subaşılığına getirilmiştir. IV. Kılıçaslan zamanında Caca oğlu Nureddin, 1262'de Kırşehir' suba*şısı olmuştur. İl onun zamınında çok gelişmiş, bayındır bir il haline gelmiştir. Caca oğlu Nureddin Bey güvenlik ve barışa önem vermiştir. İlde Cacabey Medresesi ve külliyesini kurmuştur. Memluk Sultanı Baybars 1277'de Anadolu'ya gelerek Elbistan'da Moğolları yenilgiye uğratmış, Selçuklu ordusunun bir bölümü bu savaş sırasında Memluklular'a katılmıştır. Cacabey de, kardeşi ile Mısır Memluk Sultanı Baybars'a esir düşmüştür. Baybars, esirleri serbest bırakınca Cacabey Kırşehir'e dönmüştür.

Cacabey, Türk halkını koruması, yüksek bir ahlaka sahip olması özü-sözü pek bi*ri olması dolayısıyla Anadolu'da çok sevilmiştir. Öz Türkçe konuşup Türk kültürünün ve eserlerinin Kırşehir ve Anadolu'ya yayılmasına öncülük etmiştir. Cacabey XIII.yy.da Anadolu'da yaşamış olan diğer Türk büyüklerinden Hacı Bektaşi Veli, Mevlana Celalettini Rumi ile de görüşmüş, hatta onların övgülerine bile mazhar olmuştur.


Nureddin Cacabey'in 1272'de Kırşehir'de kurmuş olduğu Cacabey Medresesi onun adını ebedileştirmiştir. Bu medrese aynı zamanda bir rasathane idi. Batı Türkis*tan'da Uluğ Bey'in rasathanesine ise Selçuklular zamanında Kırşehir Cacabey rasatha*nesi de o derece önemli idi. Bugün cami olarak kullanılan bu medresenin dış köşelerin*de sütunlar, uzay araçlarına benzetilmektedir. Cacabey medresesinde eğitim tamamen Türkçe idi. Türk dilinin Fars kültürü içinde erime tehlikesi altında bulunduğu sırada Cacabey, bir kurtarıcı olarak Türklüğ'ü ayakta tutmuştur. Bu sebeple Ahi Evran, Aşıkpaşa, Hacı Bektaşi Veli, Ahmet Gülşehri gibi alim ve şairler eserlerini öz Türkçe yazmışlardır. Bu nedenle Türk tarihinde Cacabey'in önemi büyüktür. Cacabey, Rum tekfurları ile yaptığı bir çarpışmada şehit düşmüştür (1301). Türbesi Cacabey Medresesi yanındadır.


Selçukluların başına II. Mesut'un geçtiği dönemde İlhanlı komutanı Baycu Noyan, Anadolu'da bağımsız davranıyordu. Malya ovasında 300.000 kişilik bir ordu Baycu No*yan'ı yenilgiye uğratmıştır. Bundan sonra Kırşehir ve çevresi yakılıp, yıkılmıştır. Ülke dörde ayrılmış; Kırşehir ve yöresi Şerafettin Osman'a bırakılmıştır. Yöre halkı bu dö*nemde vergilerin ağırlığından bunalmıştır. 1317'de İlhanlı hükümdarının kardeşi Timur*taş Anadolu'da düzeni sağlamış ve 1322'de bağımsızlığını ilan etmiştir. Timurtaş, Anadolu karışınca Memlükler'e sığınmıştır.
 
9 . Beylikler Dönemi
Kırşehir 1365'de Eretna Beyliği'nin hakimiyetine girmiştir. 1381 'de Kırşehir yöre*sinde yaşayan Tatar boylarından Samağarlılar, Türkmenler'in otlaklarına saldırdıklarını iddia edince, Kadı Burhanettin, Emir Pir Ali ile Seyidi Hüssam komutasında bir ordu gön*dererek Türkmenler'i cezalandırmıştır. 1389'da Mürüvvet Bey, Kırşehir'i ele geçirerek Kadı Burhanettin'e vermiştir. 1389'a gelindiğinde Yıldırım Beyazıd, kendisine karşı itti*fak kuran Kadı Burhanettin ile Candaroğlu Süleyman Paşa üzerine yürümüştür. Kadı Burhanettin savaşmak istemediğinden Kırşehir yöresine çekilmiştir. Kırşehir Valisi Adil Şah'ın teklifiyle kentin surlarını onartmıştır.

Timur'un 1394'de Anadolu'ya geldiği sırada, onu destekleyen Karamanoğulları Kırşehir'e saldırarak, şehri yağmalamışlardır. 1396'da Timur'un geri dönmesi üzerine Kadı Burhanettin, Karamanoğulları'nın üzerine yürüyerek onları cezalandırmıştır. Kadı Burhanettin öldürülünce Kırşehir halkı şehri Yıldırım Beyazıd'a vermiştir. Bu sıralarda Beyazıd'a sığınan Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf, kendisini Timur'a teslim edilece*ğinden endişe edince Kırşehir ve çevresini yağmalamıştır. Timur 1402'de Ankara sava*şında Yıldırım'ı yenmesi üzerine Kırşehir, Karamanoğullarına verilmiştir.

Anadolu'da Fetret Devri (1402-1413) yaşanırken Karamanoğlu Mehmet Bey, Çelebi Mehmet'ten yardım istemiştir. Şimdiki Çayağzı kasabasında Cemele kalesinde görüşmüşlerdir. Karamanoğulları ve Dulkadiroğulları'nın saldırısına uğrayan, yağma edi*len ve zamanla eski canlılığını yitiren Kırşehir, II. Murat döneminde (1402-1451) Osmanlılar'a kesin olarak bağlanmıştır.

10 - Osmanlı Dönemi
Anadolu'da Osmanlı egemenliğinin kesin olarak kurulmasından yani Fatih Sultan Mehmet'in Anadolu Türk birliğini sağlamasından sonra Kırşehir'de Celali isyanları dışında XIX.yy.ın sonlarına kadar kayda değer önemli olaylar görülmez,

Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda Ahiliğin büyük rolü olmuş, düzenli ordunun yani Yeniçeri Ocağı'nın kuruluşu sırasında Hacı Bektaş Veli'nin etkileri görülmüştür. Yeniçeriler Hacı Bektaş'ı "Pir" olarak kabul etmişlerdir. Katip Çelebi Seyahatnamesinde; Kırşehir için, havası güzel bir sahrada kurulduğunu, üzerinde bir kalesi olduğunu yazmaktadır.

1527'de Hacı Bektaşi Veli'nin torunlarından Kalender Çelebi Ankara-Kayseri yöresinde ayaklanmıştır. Bu ayaklanma büyüyünce Kanuni Sultan Süleyman, Sadrazam İbrahim Paşa komutasında bir orduyu 1528'de Kırşehir yöresine yollamıştır.

1560'lı yıllara gelindiğinde Anadolu'da yoğun bir kargaşa daha yaşanmıştır. Halkı zorla soyan Hakibe Sührap adlı eşkıyaları cezalandırmak için Kanuni Kırşehir beyi Memiş Bey'e emir vermiştir. Fakat durum, yani halktan zorla vergi toplandığı Kırşehir kadısının İstanbul’a gönderdiği mektuplardan anlaşılmaktadır. 1580'de Kırşehir'de bazı medrese öğrencilerinin ayaklandığı görülmüştür. Bu öğrencileri cezalandırmak için Çıkartılan ferman, bazılarının işine gelmiş, bunları fırsat bilen bir kısım görevliler halka zul*metmeye başlamıştır. 1584'de bu ayaklanmayı bastırmak için gönderilen Mısır valisi Şehzade Mehmet'in adamları bir çete oluşturarak Kırşehir'deki köyleri basmıştır ve suçsuz insanları öldürerek mal ve paralarına el koymuşlardır.

1604-1605'de Hızır isimli bir eşkıya 500-600 kişilik bir güç ile Niğde ve Kırşehir sancaklarını istila edip, yağmalamıştır. Onun öldürülmesinden sonra yerine geçen Bıyık Ali'de, Kuyucu Murat Paşa'nın Celali isyanlarını bastırmak için çıktığı sefere kadar, böl*gede zulüm ve baskısını sürdürmüştür. Yine ünlü Celalilerden Tavıl Ahmet Paşa'nın kar*deşi olan Meymun, çevresine topladığı 7.000 kişi kadar bir kuvvetle Kırşehir ve çevre*sini talan etmiştir. Kuyucu Ahmet Paşa, Meymun ve adamlarını yenilgiye uğratarak öldürmüştür (1607).

Devlet otoritesinin zamanla zayıflaması "ayanları" ortaya çıkarmıştır. Ayanlar Kır*şehir ve dolaylarında da etkili olmuştur. Bunlardan Çapanoğulları Kırşehir'de de etkili olmuştur. Devlet ise, ülke düzeninin sağlanması ve asker toplanmasında ayanlardan yar*dım istemek zorunda kalmıştır. 1797 sonunda Vidin ayanı Paspanoğlu Osman ayaklanınca, devlet Çapanoğlu Süleyman Bey'den yardım istemiştir. O da Kırşehir ve yöresin*den asker toplamıştır. 1799'da Fransızları Mısır'dan çıkarmak için yapılan hazırlıklar sırasında Çapanoğlu Süleyman Bey'in 1866'da başlayan Osmanlı-Rus savaşına asker göndermesine karşılık, II. Mahmut, Süleyman Bey'e 1808'de Şarkikarahisar sancağı, 1810'da Kayseri sancağı mütesellimliğini, 1811 'de Kırşehir sancağı mütesellimliğini ver*miştir.

Kırşehir XIX.yy. ortalarında önemini yitirmiş ticaret yolları üstünde küçük bir durak yeri haline gelmiştir. Bu sıralarda nüfusu yaklaşık 3500 kadardır. Yüzyılın sonlarına doğ*ru Ankara iline bağlı sancak merkezi halindeki şehrin nüfusu 8.462 olarak gösterilmek*tedir. Kırşehir kazası merkez kazadır. 185 köy Kırşehir'e bağlıdır. Bu dönemde Kırşe*hir'de 4 medrese, 1 idadi, 1 rüştiye, 2 iptidaiye, mahalle ve köylerde 25 sıbyan mektebi ve 1 Ermeni mektebi vardır. 1603 ev, 10 han, 600 dükkan, 6 kahve, 25 cami, 19 mescit, 1 kilise, 1 kışla 1 depo, 1 cephanelik bulunmaktadır. İdadi mektebi 1889'da yapılarak eğitime açılmış, 1903'de bir tadilat gördüğü belirtilmektedir.


Osmanlının ilk dönemlerinde Kırşehir, Karaman eyaletine bağlı bir sancak duru*mundadır. 1867'de sancak haline gelmiştir. 1902'de Ankara'ya bağlı bir sancak olan Kır*şehir'e Avanos, Keskin ve Çiçekdağı ilçelerinin bağlı olduğu görülmektedir.

Kırşehir 1874'de büyük bir kıtlıkla karşılaşmıştır. 15 Mayıs 1874'de İstanbul’da ya*yınlanan Basiret Gazetesi, Kırşehir'den gönderilen mektuplara dayanarak; köylünün,kıtlıktan ölmüş hayvan, ağaç kabuğu ve ayrık otu yemek zorunda kaldığını yazmaktadır.

11 - Yakın Tarih Döneminde Kırşehir

Kırşehir 1921 'de bağımsız mutasarrıflık haline gelmiştir. Cumhuriyet döneminde il merkezi olmuştur. 1924'te Kırşehir'e; Avanos, Çiçekdağı, Hacıbektaş ve Mucur bağlan*mıştır. 1944'de Kaman da ilçe haline gelince, Kırşehir'in ilçe sayısı beş olmuştur.

20 Temmuz 1954 tarih ve 6429 sayılı kanun, Nevşehir'i il, Kırşehir'i de ona bağlı bir ilçe haline getirmiştir. Çiçekdağı Yozgat'a, Kaman Ankara'ya, Hacıbektaş, Avanos ve Mucur ise Nevşehir'e bağlanmıştır. 1 Temmuz 1957'de çıkarılan 7001 sayılı kanunla Kırşehir yeniden il olmuştur. Bu yeni düzenlemede Kırşehir'e Çiçekdağı, Kaman ve Mu*cur bağlanmıştır. Hacıbektaş ve Avanos ise Nevşehir'e dahil edilmiştir. Akpınar (1987), Akçakent (1990), Boztepe (1990) yılında Kırşehir'in yeni ilçeleri olmuştur. Halen Kırşe*hir'e bağlı yedi ilçe vardır.

MUSTAFA KEMAL PAŞA VE TEMSİL HEYETİ’NİN KIRŞEHİR’E

GELİŞİ VE FAALİYETLERİ

1 - Mustafa Kemal Paşa'nın Kırşehir'e Gelişi Öncesinde Kırşehir ve Yöresinde Durum


Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra ülkenin genelinde olduğu gibi Kırşehir yöresinde de halkın, genel bir karamsarlığa düştüğü, böylesine ağır şartlar taşıyan ant*laşmanın gelecekte daha büyük tehlikeleri beraberinde getireceğini düşündüğü ve bu nedenle gittikçe yaklaşan kötü günleri göğüsleyebilmek için bir takım çareler, çıkış yol*ları aradığı görülmektedir. Kırşehir halkı, dernek ve cemiyet çalışmalarını hızlandırarak, Milli Mücadele ve hazırlık çalışmalarına başlamış, böyle bir ortamda, İstanbul Hüküme*ti'nin teslimiyetçi anlayışına karşı çıktığı gibi, çevresinde ortaya çıkan isyancılara karşıda gereken tepkiyi göstermiştir.

Kırşehir halkı, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olan M. Kemal Paşa'yı, Samsun'a çıkışından itibaren, Milli Mücadele yolunda yapmış olduğu tüm faaliyetlerini, her türlü haberleşme ve ulaşım araç-gereçlerinin son derece kısıtlı olduğu bir dönemde, bütün çalışmalarını olabildiğince yakından takip ediyordu. Nitekim Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti'nin Kırşehir'e gelişleri sırasında Kırşehir halkının, göstermiş olduğu sı*cak ilgi ve bağlılıktan, ülkenin içinde bulunduğu durumu bilinçli olarak kavramış olduk*larını anlayabiliyoruz.

Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti'nin Sivas Kongresi'nden (04-11 Eylül 1919) sonra Ankara'ya varmak için izlenecek yolun planlanması, Sivas'ta Hüsrev Bey (Berlin Elçisi) tarafından önceden yapılmıştı. Bu planda öngörülen konaklama yerleri, yalnız yolculuk gereği uğranılması zorunlu olan yerler olmayıp, Mustafa Kemal Paşa'nın Milli Mücadele'nin gerçekleşmesinde düşündüğü bir planın gereği idi. Ankara yolculuğu için Hüsrev Bey tarafından hazırlanan genel program Mustafa Kemal Paşa'ya sunuldu*ğunda, Mucur'dan Hacıbektaş'a gitmenin de mecburi olduğunu, ancak Mucur'a varınca*ya kadar bu durumun gizli tutulması gerektiğini bildirmiştir.

Zira Hacıbektaş’ta Mustafa Kemal Paşa için çok önemli bir kişi oturuyordu ve İstanbul’a da dirsek çevirmiş bulunuyordu. Ankara Kalesi'nin yanı başında, kendiliğinden meydana gelen bu güç, elbette görülmeye, ilgilenilmeye değerdi. Şüphesiz ki, bu plan yapılırken askeri ve siyasi ortam da dikkate alınmıştır. Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti'nin Ankara yolu üzerinde bulunmayan Hacıbektaş'a yönelmesi, Mustafa Kemal Paşa'nın siyasi ve askeri planının bir gereğidir. Kayseri'den sonra doğrudan Hacıbek*taş'a gitmeyip Mucur'a kadar geldikten sonra tekrar dönmeleri ise, o tarihlerde doğru*dan Hacıbektaş'a giden otomobillerin geçebileceği bir yolun bulunmamasındandır.


Bilindiği gibi, Sivas-Ankara yolunun izlenmesi bir rastlantı değildir. Çünkü M. Kemal Paşa, hayatı boyunca yapacağı işleri hep önceden planlamış ve amaca ulaşmak için ne gerekiyorsa yapmıştır. Nitekim, bu yolu seçerken de şu hususları göz önünde tut*muş olması muhtemeldir. Birincisi; Sivas-Ankara yolu, Anadolu'nun ortasında ve merke*zi konumdadır. Milli Mücadele için ihtiyaç duyulabilecek kaynağı düzenli olarak üretme*ye uygun olan bu yolun işgal edilme ihtimali de coğrafi açıdan çok zordur. ikinci olarak; bu bölgedeki yerleşik birimlerinde kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve dernekler çok etkin bir şekilde çalışmaktadırlar.

Yukarıdaki görüşleri doğrular biçimde Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, bu bölgedeki mil*li faaliyetler için şunları belirtmektedir: "Kayseri ve Kırşehir gibi Orta Anadolu'nun önem*li şehirleri ile civarlarındaki milli teşkilatların durumunu yerinde incelemek üzere uğra*mış, Kayseri ve Kırşehir yörelerindeki gerek teşkilatlardaki gelişmeleri ve gerekse milli heyecanı memnuniyetle görmüştüm." Türk devlet geleneğinin bir gereği olarak bu yöre halkının benliğine yerleşmiş olan padişah ve halifeye bağlılık ve sevgiyi, İstanbul Hükü*meti, Ankara Valiliği aracılığı ile kendi yararları için kullanmaya çalışmışsa da, yöre hal*kının kuvvetli önsezisi ve çok yüksek bir milli bilince sahip olması sayesinde başarıya ulaşamamıştır. İstanbul Hükümeti tarafından 16.09.1335 (1919) tarihinde Konya'da bu*lunan 12. Kolordu Komutanlığı'na gönderilen yazıda; Mucur Kaymakamı ve Kırşehir Mutasarrıfı'nın Hacıbektaş'a gelerek: "...Çelebi Efendi ile tekkesinin babalarını teslih için iğfalat ve teşfikatta bulunmuşlar ise de nail-i emel olamayarak avdet ettikleri..."nin belir*tilmesi, İstanbul Hükümeti'nin bu bölgede açık bir şekilde çalışma yaptığını, ancak ba*şarılı olamadığını göstermektedir.


Böylece Ali Fuat Paşa da, bu bölgede İstanbul Hükümeti'nin faaliyetlerinin oldu*ğunu şu sözleri ile doğrulamaktadır: "Birkaç ay evvel Ankara Valisi Muhittin Paşa'nın bu*rada çevirmek istediği entrikalar tamamen boşa çıkmış, Kırşehir halkı milli davaya sa*dakatini ispat etmiştir."


Özetle, Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti üyelerine 21-26 Aralık 1919 tarih*leri arasında, Kırşehir'de geçirdikleri beş gün boyunca gösterilen ilgi ve destek, Kırşehir halkının Milli Mücadele konusundaki olumlu yaklaşımını ve duyarlılığını açıkça ortaya koymaktadır.


2 - Milli Mücadele Öncesinde Kırşehir ve ilçelerinde Kurulan Milli Dernek ve Cemiyetler


Milli Mücadele yıllarında Kırşehir'de kurulan dernek ve cemiyetlerde aktif olarak çalışan Lütfi Müfit Bey, daha önce Mustafa Kemal Paşa ile Şam'da bulunmuş ve Mustafa Kemal Paşa'nın, II.Abdülhamit’in baskıcı yönetimine karşı burada kurduğu "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti"ni desteklemiştir.

Lütfi Müfit Bey Şam'da, M. Kemal Paşa ile son derece samimi ilişkiler içinde bu*lunmuş ve samimiyetlerini, birlikte çektirdikleri bir resim ile ebedileştirmişlerdir. Bu sami*miyet uzun yıllar devam etmiş ve soyadı kanununun kabulünden sonra Lüfti Müfit Bey'e "Özdeş" soyadı M. Kemal Paşa tarafından bizzat verilmiştir.

Milli Mücadele'ye hazırlık döneminde Kırşehir'deki etkili kişiler arasında öğretmenlerin de önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Mucur'da M. Kemal Paşa'nın karşılan*ması sırasında ailesi ile birlikte törene katılan öğretmen Servet Fikret Hanım, Ömer Ay*dın (Geç) Bey, Öğretmen Cevat Hakkı Tarım Bey, Habip Arıöz ve Tayyip Bey gibi öğret*menler milli birlik ve beraberliğin oluşmasında önemli roller oynayan seçkin kişiler ola*rak görülmektedirler. Nitekim bu yurtsever kişiler, Kırşehir'deki dernek ve cemiyetlerin çalışmalarında da aktif görevler üstlenmişlerdir.
 
a) Kırşehir Gençler Derneği

30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması hükümleri gereğince terhis edilen asker ve subaylar yörelerine dönmüşler, fakat Milli Mücadele'yi bırakmaya*rak işgal bölgelerinde başlayan Kuva-i Milliye hareketine katılmışlardır. Kırşehir gibi he*nüz işgalin söz konusu olmadığı yerlerdeki gençler ise, milli egemenlik ve bağımsızlık gibi duyguların etkisi ile sosyal ve siyasal çalışmalar yapmak istemişlerdir. işte, terhis edilerek Kırşehir'e dönen ve yenilgiyi asla kabullenmeyen Kırşehirli gençler, 1918 yılı Şubat ayında on kişilik bir heyetle "Kırşehir Gençler Derneği" adıyla bir dernek kurarak derhal çalışmaya başlamışlardır. Birinci Dünya Harbi sonrasında Kırşehir'de böyle bir derneğin kurulması ve hemen çalışmalara başlaması, Mustafa Kemal Paşa'nın Kırşe*hir'e gelişlerinde, dernek binasını ziyaretleri sırasında, dernek yöneticilerinin Mustafa Kemal Paşa tarafından övgüye değer görülerek takdir edilmelerine neden olmuştur. Ni*tekim Mustafa Kemal Paşa bu takdirlerini, dernek hatıra defterini kendi el yazılarıyla im*zalayarak belgelemiştir.



Kırşehir Gençler Derneği'nin yöneticileri ise, Reis Garipoğlu Reşat (Özdeş), Ge*nel Sekreter Mustafa Hilmi (Nural), Muhasip Üye Mehmet Fevzi (Saçak), Üye Cevat Hakkı Tarım, Üye Mehmet Tayyip (İhtiyaroğlu), orman memuru Katıcıoğlu Ahmet Bey, vergi dairesi veznedarı M. Sıtkı (Doğu) Bey ve daha dört kişiden meydana geliyordu. Bu dernek; İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesinden (15 Mayıs 1919) itibaren baş*layan saldırı ve diğer siyasi gelişmeler konusundaki haberleri, telgraf ve gazeteleri der*nek binasına asıyor, halkı bilgilendirerek aydınlatmaya çalışıyordu. Dernek üyeleri, ge*rek kendi aralarında, gerekse halka karşı düşüncelerini şöyle ifade ediyorlardı: "Bastı*ğın toprak senindir, ona sahip ol. Bu toprak, bütün Anadolu ve Rumeli'deki toprakları*mızdır. Düşmana boyun eğmek yok, istiklal uğruna ölmek var". Dernek, ülkenin genel durumu hakkında halkın haber almak için sık sık uğradığı bir merkez haline gelmişti. Bu dernek, Kırşehir halkı üzerinde milli duyguların gelişmesinde, vatan ve bağımsızlık ko*nusunda ve Mustafa Kemal Paşa'ya gösterdikleri bağlılıkla, Kırşehir halkının Milli Müca*dele'ye destek olmasında önemli bir rol oynamıştır.

b) Kırşehir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti



Kırşehir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Müftü Halil (Gürbüz) Bey başkanlığında ku*rulmuştur. Reis Halil (Gürbüz) Bey başkanlığındaki bu cemiyet, ilk önce çalışmalarını Medrese binasında yürütmeye başlamış, daha sonra Kale'deki idadi (Lise) binasında sürdürmüştür. Bu cemiyetin şube reisi Haydar Bey olup, cemiyet, Ömer Aydın (Genç), Mehmet Ağa, Nurullah Efendi, Hacı Nuri Efendi, Molla Mustafa (Akça) , Hacı Hidayet Efendi gibi üyelerden oluşuyordu. Cemiyet, Kırşehir ve yöresinde milli mücadeleye tam destek vermiş ve kendi bölgesinde son derece etkili bir çalışma yürütmüştür. Cemiyet üyeleri, Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti'nin Kırşehir'e gelişleri sırasında her türlü çalışmayı yaparak, Milli Mücadele önderliğinin o günün şartlarına göre en uygun şekil*de ağırlanmasını sağlamışlardır. Buna ek olarak, Kurtuluş Savaşı sırasında ihtiyaç du*yulan malzeme ve teçhizatın toplanmasını, devlet düzeninin olmadığı bir ortamda sivil ve askeri işlerin başarıyla yürütülmesini sağlamıştır. Ayrıca, İstanbul Hükümeti yanlısı olarak görev yapan Ankara Valisi Muhittin Paşa'nın Kırşehir'e müdahale etmesini önle*mişler ve halkın milli mücadele bilincini sürekli olarak canlı tutmuşlardır.



c) Mucur Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

Mucur Kaymakamı A. Cevat (Akın) Bey'in başkanlığında kurulmuş bir cemiyettir.Bu cemiyet Kaymakam Cevat Bey'in başkanlığında, Belediye Reisi Derviş (Dündar) Ağa, Ağa'nın Mustafa (Aksoy Efendi, Hacı Fakı'nın Nari (Sarıoğlu) Efendi, Köse Va*izi'nin Ahmet (Canatan) Efendi, Hacı Şakir'in Süleyman Efendi tarafından kurulmuştur. Bu cemiyet ilk iş olarak, İstanbul’da bulunan Damat Ferit Paşa Hükümeti'ni tanımadık*larını bildiren bir telgrafı, Ahmet Canatan imzasıyla Bab-ı Ali'ye göndermiştir. Cemiyet üyeleri köylere kadar giderek, cemiyetin şubelerini açmaya ve ülkenin içinde bulunduğu durumu anlatmaya çalışmışlar, Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti'ne içtenlikle des*tek vermişlerdir. Mucur Kaymakamı ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi A. Cevat Bey'e bu tür çalışmalarından dolayı, önce Mucur'da ve daha sonra da görev yaptığı Sungur*lu'da "Fahri Hemşehrilik" verilerek onurlandırılmıştır. Ayrıca kendisine, Kurtuluş Savaşı’ndaki üstün gayret ve çalışmalarından dolayı "Kırmızı Şeritli İstiklâl Madalyası" veril*diği de ifade edilmektedir.


Mucur'da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nden başka, İzmir’in işgali üzerine Mu*cur'dan çekilen bir protesto telgrafında, "Mucur Cemiyet-i İslamiye Milli Heyeti" adıyla bir başka cemiyetten bahsedilmekte ise de, böyle bir cemiyetin varlığına dair başkaca bir kaynağa rastlanamamıştır.

ATATÜRK'ÜN KIRŞEHİR GENÇLER DERNEĞİNDEKİ SÖYLEVİ (*)



(24.XII.1919) (**) (Sivas'tan Ankara'ya ilk gelişinde)



Milletimiz teşkilat fikrini henüz zihnine sokmamıştır. Ekseriya bunu hükümete terkeder. Bu, milletimizin öteden beri itiyat ettiği bir ahlaktır. Fakat, zaman, hadisat ve tecarüb gösterdi ki, bizatihi milletin mütehassıs ve mütelekkir olması lazım. Her ne şekil ve vasıfta olursa olsun ahara terk etmemek lazımdır, ederse bugünkü netice hasıl olur.



Nazarımızı tarihe çevirecek olursak, millet derecei hakimiyetinden aşağı doğru in*meğe başlamıştır. Fakat, düşününüz! Milletimizin her ferdi mütefekkir ve mütehassıs bir tarzda yetiştirilmiş olsaydı muhakkak bu hale gelmeyecekti. Memleketi ve milletin idare*sini deruhte etmiş olanlar, içtihadatında hata etmiş olur, fakat bütün bu hataların netice-i müellimesinden millet mutazarrır olmuştur.



Mütarekeyi müteakip milletimiz, teessüfle söylenir, mukadderatının müsamahaka*rı bir halde bulunuyor, mevcudiyetimizi imhaya hahişker olan düşmanlar, acı darbeler in*diriyor, milletimiz parçalanmaya namzet bulunuyordu. Şayanı teşekkürdür ki, bazı ahval, haizi kıymet olan milletimizi teyakkuz ve intibaha getirdi. Yer yer efradı milletimiz yekdi*ğerini aramaya, bulmaya başladı. Bunun neticesi olarak teşkilat meydana geldi. Devle*timizin istiklalini mahvetmeye çalışan ecanip, milletimizden böyle bir ruhu tecelli edece*ği ne intizar etmiyorlardı. Burada yaşayan insanları hissiz mahlukattan ibaret zannediyorlardı. "Böyle bir milletin hakkı bekası olamaz" kararlarını ittihazda bir millet mevcudiyeti nazar-ı dikkate alınmadı, milletimizin hadisat ve derebat neticesi olarak yer yer taazzuv etmesine ehemmiyet vermemişlerdir. Bu ehemmiyet verilmeyen parçaların müda*faa etmek istedikleri ve verdikleri karar ve bütün milletin kabul ettiği nokta-i esası; Kuvayı milliyenin amil, iradesi milliyenin hakim olmasıdır.



Ve bu teşkilatın ruhu budur. Bu maksatla teşkilatı teşmile başladığı zaman, eca*nip nazarı dikkatini Türkiye'ye çevirmeğe başladı, mahiyeti asliyesine inanamadı; muh*telif memurlar, heyetler gönderdiler; bizde bir hissi hayat keşif ve onu yakından temas ile tetkike başladılar ve binaenaleyh anladılar ki, miskin bir millet değildir, altı yüz sene ve daha evvelden beri hakimiyetini ispat etmiş, efendilik yapmış bir millet, onların tasav*vur ettiği gibi esir bir millet değildir. Binaenaleyh ecanip tamamen kani olmalıdır ki: Tür*kiye ve Türkiye'de yaşayan Millet, başlı başına bütün cihan milletleri içinde müessir bir mevcudiyete maliktir, bu izole edilemez. Elhamdülillah devletimiz ve milletimizin istiklali mevzuu bahs olmaktan çok uzaklaşmıştır. İstiklalimize her suretle hürmet edilmesi ta*hakkuk etmiştir. Bu bizim için kafi değildir, bu maksat ve gayemizi temin edemez, maddeten takarrütünü görmek mecburiyetindeyiz, tamamen mutmain olmak atideki küşayış ve temeddünü bihakkın temin edebilmek için vatan sahıla olarak görüşmeliyiz.

_______________

(*) Bu Konuşma A. Ü. Türk inkılap Tarihi Enstitüsü tarafından Resmi Belge Olarak Kabul edilmiştir.

(**) Bu Konuşma Kırşehir Gazetesi'nin 30.08.1936 tarihli nüshasında yayınlanmıştır.





Müstakil yaşamak için feyizli vatanın teminine muhtacız. Çizdiğimiz bir hudud vardır, bu hududu ecanibin elinde bırakmayacağız, emniyetimiz pek kavidir.



Bu teşkilat henüz bir şekilden ibarettir, bugün yarın buna bir şekli hendesi gibi ba*kamayız, buna ruh verebilmek için de her ferdi milletimizin dimağını inkişaf ettirmek,heyeti umumiyenin mukadderatına vuku bulacak taarruz ve tecavüzden kendilerini muhafaza edebilmek için teşkilata müttehiden tevessül etmek lazımdır.



Vahdeti vatana ait fikirlerimiz kısa oluyor, diğer vatandaşımıza vuku bulacak za*rardan müteessir oluyoruz. Bütün millet bir vücut gibi bir hale getirilmelidir. Her millette olduğu gibi bizde de bir işe müteşebbisler başlar, en son ferde ve yukarıya doğru şirayet ettirilir. Az zamanda matlup vechile istikameti hakiye ye sevk edebilmek için münev*verler daha çok vazife dardır. Münevverlerin vazifeleri gayet büyüktür. Hiç bir millet yok*tur ki, ahlak esasatına istinat etmeden tefeyyüz etsin. Münevverlerimiz vatan ve millet fikirlerini vermekle beraber rakip milletlere karşı muhafazai mevcudiyeti için lazım olan hususatı temin ederlerse vazifelerini daha vasi surette ifa etmiş olurlar."
 
AHİ EVRAN ve AHİLİK KÜLTÜRÜ

Anadolu’da Ahilik esnaf teşkilatının kurucusu olan büyük alim. İsmi Mahmud bin Ahmed el- Hoyi, künyesi Ebül-Hakayık lakabı Nasuriddin ünvanı Nimetullah’tır.

Doğum ve ölüm tarihleri kesin bilinmemektedir. Batı Azarbeycan tarafından bulunan Hoy kasabasında doğmuştur. Ahilik teşkilatının kurucusu olan bu büyük zat zamanın en büyük Alimlerinden Fahreddin-i Razi hazletlerinin derslerine devam ederek çeşitli ilim dallarından zahiri ilimleri öğrenmiş, diğer taraftan da Ahmet Yesevi hazretlerinin talebelerinden tasavvuf ve gönül ilmini almıştır. Kısa sürede manevi olgunluklar ve yüksek derecelere ulaşmış, tevsir, hadis fikıh, kalem ve tıp ilimlerinde derin bir alim ve büyük bir veli olmuştur.

İnsanlara kardeşlik ve beraberliği aşılamak için hocası Evhadüddin ile birlikte Anadolu’ya gelmiş, burada hocasının kızı Fatıma Bacı ile evlenmiş ve Anadolu şehirlerini birer birer dolaşmıştır. Bu arada yaklaşan Moğol istilasına karşı da Anadolu halkının metanetinin arttırılmasını ve teşkilatlandırılması için bütün gücüyle çalışmıştır. Hocasının vefat etmesi üzerine yerine geçmiş ve Kayseri’ye yerleşmiştir. Burada debbağık ( Dericilik) yaparak kendi elinin emeği ile geçimini temin etmiş ve halkı irsad etmeye devam etmiştir. Kendisine sorulduğu zaman Debbağlık sanatların en kutsalıdır. Çünkü sabır ve tahammül gerektirir demiştir.

Ahi Evran daha çok esnaf ve sanatkarlar tarafından sevilmiştir. Burada hareketle hemen şehir ve kasabalarda kardeşlik manasına gelen Ahilik Teşkilatını kurmuş ve kısa zamanda Anadolu’nun büyük bir bölümünde toplanıp sohbet edebilecekleri, birbirlerinin ilimlerinden istifade edebilecekleri dergahlar yaptırmıştır.

Bugünkü manada Esnaf teşkilatı diyebileceğimiz bu kuruluş esnafı bir çatı altında toplamış ve örgütlenmesini sağlamıştır. Bu arada Moğol istilasına karşı halkı uyarmaya ve istiladan kaçanlara yardım etmeye bütün gücüyle destek vermiştir.

Onun bu kadar başarılı oluşundan ve çevresinin genişlemesinden rahatsız olanlar Anadolu Selçuklu Devleti’ne karşı yapılan bir olaya adını karıştırarak hapse girmesine neden olmuşlardır. Hapiste kaldığı beş yıl süre içinde Moğollar Kayseri’yi de istila ederek bir çok kişiyi şehit etmişler ve hanımı Fatıma Bacı’yı da esir almışlardır.

Bu hadiseden sonra Ahiler Anadolu’nun her yanında Moğollara karşı amansız bir mücadele vermişlerdir.

Ahi Evran hapisten çıktıktan sonra Kayseri’ye gitmiş , orada da Kırşehir ( Gülşehir)’e gelerek hayatının sonuna kadar burada kalmıştır. Burada Ahilik Teşkilatını köklendirip geliştirmiştir. Sanat, ticaret ve mesleğin olgun kişilik, Ahlak ve doğruluğun içiçe geçmiş bir alaşımı olan Ahiliği büyük kitlelere benimsetmiştir. Anadolu Türküne alın teri ile geçinme, başı dik, kendine güvenli ve minnetsiz yaşama yeteneği kazandırmış, bu ruhu onlara aşılamıştır. Kısa sürede etrafında fek çok insan toplanmıştır.

Ahi Evran-ı Veli’nin 93 yaşında Kırşehir’de vefat ettiği bilinmektedir.

Daha sonraları bir kısım ahiler Osmanlı Beyliği’nin emrine koşmuşlar ve üç kıta’a da altı asır at oynatacak olan Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunda önemli rol almışlardır. Mesela bir Ahi Olan Şelh Edebali kızını Osman Bey’le evlendirmiş ve onlara Ahilik yolunu öğretmiştir.

osmanlı Devleti’nin kuruluşunda olduğu kadar yayılıp genişlemesinde de ahilerin çok büyük rolleri olmuştur. Hatta Osmanlı Ordusuna yetecek kadar ayakkabı, kılıç ve kalkan imal ettikleri gibi İmparatorluğun en sıkışık dönemlerinde İran’a olan borçlarını Ahi kooperatifi vasıtasıyla ödemişlerdir.

Türk esnafının teşkilatlanması yönünde büyük hizmetler yapan Ahi Evran-ı Veli bütün bu hizmetlerinin yanında bir çok eser de yazmıştır. Araştırmacılar ona ait yirmibir eser tespit etmişlerdir. İşte onlardan bazıları:

Metali’ün-iman

Tebsrat’ül-Mübtedi ve Tezkiret’ül-Müntehi,

Et-Teveccüh’ül-Etemm,

Menacih’i Seyfi,

Medh-Fakr ve Zamm-i Dünya.

Ahilik, köylere, kasabalara kadar yayılan en küçük teşkilatından en büyüğüne kadar milli birlik ve beraberliği, karşılıklı saygı ve sevgiyi, sosyal dayanışma ve yardımı temel alan ilkeler sayan el birliği, gönül birliği ve kardeşlik havası içinde din ve ahlak kurallarına sıkı sıkıya bağlı, köklü, sağlam, düzenli ve milli bir toplum kurmayı amaç bilen tarikat niteliğinde bir kuruluştur. Bu kuruluşa “ Fütüvvet” adı da veriliyordu. Kendine özgü töreleri ve zaviye adıyla tanınan dernekleri vardı. Üyeleri daha çok meslek sahibi esnaftan kişilerdi. Küçük sanatların gelişip yayılmasında, sanat erbabının geleneksel kurallara göre yetiştirilmesinde, ekonomik hayatın düzenlenmesinde büyük faydaları görülmüştür.

Fütüvvet ve Ahilik’in tarihi eski olmakla birlikte, Anadolu’da onun kurulması ya da teşkilatlanmasında Ahi Evran’ın öncülük ettiği söyleniyor ve Ahi Evran bu örgütün piri sayılıyordu.

Ahilik, sanat, ticaret ve mesleğin olgun kişilik,ahlak ve doğruluğun iç içe girmiş bir karışımıdır. Ahi diye anılan kişi kesin olarak bir sanat, ticaret ya da meslek sahibidir. O, bununla beraber olgun, ahlaklı, merhametli, iyilik sever ve her işinde, her davranışında dürüst ve güvenilir bir kişidir.

Ahi kelimesi Arapça’dan Türkçe’ye “ kardeş- birader” anlamı ile geçmiş ve Türkçe’de geniş kapsamlı bir kavram haline gelmesinin yanında “ cömert-yiğit” anlamlarını da kazanmıştır. Gerçekten de Ahilik’te cömertlik çok önemli ilkelerdendir.

Ahilik; kahramanlık ve dini nitelikler içeren Fütüvvetnamelerin yanında 1000’e yakın düzenleyici kurala sahiptir. Bu kurallar sadece insanın dış dünyasını değil, iç dünyasını da düzenleyecek niteliktedir.

Bu çerçeve içindeki düsturlar ise şöyledir:

ELİNİ, SOFRANI, KAPINI AÇIK TUT.

GÖZÜNÜ, DİLİNİ, BELİNİ BAĞLI TUT.

Ahilik, tasavvufi inançlar içinde hırsızlık ve haramdan uzak durmayı, namuslu olmayı, sır saklamayı, kötü söz söylememeyi telkin eden ahlaki prensipleri yaymış; iyi, doğru ve güzele dönük, kardeşçe yaşama ilkeleriyle Osmanlı Devletinin Sosyal ve Ekonomi düzeninde ilk esnaf teşkilatını kurmuş ve devletin yardımcısı olmuştur. Ahilikte kalfalığa geçişi sembolize ede8n “ Şed Kuşatma” vardır.

Ahi, birkaç iş ve sanatla değil, yeteneğine en uygun olan tek bir iş veya sanatla uğraşandır. Ahi, doğru olmalı, emeğiyle hak ettiğinden daha fazlasını kazanma yoluna sapmamalıdır.

Ahi, işinin veya sanatının geleneksel pirlerinden, kendi ustasına kadar bütün büyüklere isten bağlanmalı sanatında ve davranışlarında onları örnek almalıdır. Ahi kazancını geçiminden arta kalanını, tümüyle yoksullara ve işsizlere yardımda kullanmalıdır.

Bütün Ahilere yönelen düsturların yanı sıra, Ahiliğin, kadınlar kolu olan Bacıyan-ı Rum ( Anadolu Bacıları) için; aşına, işine, eşine sahip ol düsturu ayrıca önem kazanmıştır.

Ahilik teşkilatının kurulaması ile şu sonuçlar doğmuştur:

1-Türklerin göçebe hayattan yerleşik hayata geçişini hızlandırmıştır.

2-Müslüman olmayan yerli halkın elindeki sanat ve ticaret hayatına Türklerin katılması ile , bu konularda canlılık başlamıştır.

3-Türk esnaf ve sanatkarları arasında sıkı işbirliği ve karşılıklı yardımlaşma duygusu gelişmiş ve iyi ahlak kuralları halk arasında yayılmıştır.

Ahilik, kendi kural ve kurumları ile III. Ahmet ( 1703-1730) dönemine dek sürmüştür. 1727 yılında “ Gedik” denen bir sistem uygulanmaya başlanmıştır. Bu tür esnaflık ve sanatkarlık 1867 yılına kadar devam etmiştir. Kırım Harbinden sonra I. Abdülmecid’in ( 1839-1861) 1856’da yayınladığı “ Islahat Fermanı” ile Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün uyruklarının her türlü sanat, ticaret ve meslekleri serbestçe yapabilmeleri kabul edilince 1860 yılında bütün “ Gedik Beratları” iptal edilerek Ahi teşkilatı da sona ermiştir.

ŞED TÖRENİ
Şed, görünüşte bir esnaf merasimidir. Anlatmak istediği mana hayatımızı kuşatan ihtiyaç maddelerinin mamul hale getirilişinde, kalite ve standart da muvaffak olunduğunu, kalite ve standart ölçülerine göre iş yapabilecek bir sanatkarın yetiştiğinin ilanıdır.

Şed eğitilip yetiştirilen çırakların ustalık icazetini aldıkları törende bellerine bağlanan pamuktan veya yünden yapılmış peştemale verilen addır. Beşe bükülüp üçe katlanan şed hurma yaprağından örülme tepsi içinde üçe katlanmış seccade ile birlikte törenin başı Ahi Baba’ya sunulur.



Çarup çekme (süpürme), hediye verme, nasihat etme, el öpme törenlerinden sonra hazırlanan şed, usta adayının beline bağlanır mesleğinde kullanacağı aletlerden bazılarıyla sanat sırları verilir.
 
[514235]
ataturkdm1.jpg
[/QUOTE]

;514239]
termecaddesidh6.jpg
[/QUOTkırşehirimiz güzel ya anavatanım güzel yurdum ozanlar diyarı şirin kırşehir:1hug:
 
UYARI!!!!begendikleriniz icin rep ve tesekkur butonlarini kullanalim bölümümüze resim ve bilgi harici paylasimlar yapmayalim lutfen
 
X