- 11 Temmuz 2008
- 7.771
- 210
- 163
Evrensel bir konu olan büyüme trajedisini işlemesinin ötesinde Ruhların kaçışını bu kadar çekici kılan nedir ?
Sütünü içmezsen büyüyemezsin. Büyümenin bedeli var. Üstelik iş süt içmekle bitmiyor. Çocukluktan yetişkinliğe geçerken göze alınması gereken kanlı bıçaklı, kavgalı döğüşlü, ağlamalı saklanmalı üç beş senelik, yaşamazsan olmaz bir süre var. Seçme şansı yok. Ben istemiyorum yetişkinliği, çocukluk iyiymiş, burada kalayım, çocukluğun masum beyaz yatağında zıp zıp zıplayayım demek yok. Vakit gelince birisi arkadan itiveriyor, yetişkin olup ayağa kalkana kadar langır lungur yuvarlanmak gerekiyor. Animelerin karşı konulamaz cazibesinin bu evrensel zorlu geçiş süreci ile ne ilgisi var diye sorarsanız, yanıt belli: Animelerin klasik temalarından biri çocukluktan yetişkinliğe geçiş süreci. Büyük şehirlerin, teknolojik dünyanın, kapitalist sistemin delice çalışan anne babaları ya boşanmış oluyor ya da mümkünse tek çocuk yapıyor. Bu yalnız çocuk, Japon da, Amerikalı da olsa Hintli ya da Türk de olsa Japon animasyonlarını seviyor, çok seviyor çünkü tema evrensel. Ruhların Kaçışı da (Sprited Away, 2001) Japon animasyon sinemasının önemli bir örneği olarak bu temayı, derinlikli bir anlatıyla, ince likli bir mizah duygusuyla ana ekseninde taşıyor. Chihiro, filmin baş kahramanı, on yaşında. Taşınıyorlar. Arabanın içinde arka koltukta mutsuzca yeni yetmeliğin malum huysuzluğu ile oturuyor. Birazdan Chihiro resmen çocukluktan yetişkinliğe geçiş sürecine girecek. Yalnız çocuk, yetişkinler dünyasına karşı! Film boyunca yalnız çocuk Chihiro, tüm yalnız çocuklar adına, Japonlar’a yakışır bir sabır gösterisiyle, isyan etmeden, tevekkülle, zorlukları birer birer göğüsleyecek. ışin ilginç yanı, bu malum çocukluktan yetişkinliğe geçiş trajedisini hikâyenin ana ekseninde taşıma fikri öyle etkili ki, Amerikan stüdyo animasyonlarından binbir şekilde farklı olan Japon animasyonları, Doğu kültürü ile kalpten ilgili olmayan Batı dünyasının altından girip üstünden çıkabiliyor.
Japon animasyonları yavaş, hareketler kesik kesik. Kamera uzun uzun durağan resimler üzerinde geziniyor. Oysa Amerikan animasyonlarında hızlı bir kurgu, devamlılığı olan hareketler var. Japon animasyonları televizyon için düşük bütçeyle üretiliyor. Söz konusu süreyi minimum hareketle geçirmek için kamera uzun uzun karakterlerin yüzüne, gözlerine odaklanıyor. Karakterler düşünüyor. Uzun, sessiz, sabırlı bekleyişler animelerin son derece stilize estetiğini oluşturuyor. Buna karşılık Disney stüdyosunun ‘live action’ sinemayı taklit etmesi sonucu Amerikan stüdyo animasyonu gerçek hayata, fizik kurallarına bağımlı bir kökenden yola çıkıyor. Hareketler gerçek hayattaki gibi süreklilik içeriyor, akıp gidiyor. Kimsenin beklemeye tahammülü yok. Zaten düşünecek bir şey yok. Her şey çarçabuk olup bitiyor. Japon animasyonları karakterlerin kocaman gözlerinde kamerayı sabitliyor. Karakterlerin gözlerinden akan yaşlar ardı arkasına yanaklarından süzülüveriyor. Animelerin kahramanları duygu patlamaları ile ağlaya ağlaya kameraya doğru koşuyor. Gözyaşları boncuk boncuk kopup iki yana savruluyor. Animelerin gözü yaşlı karakterleri kendi kendilerine konuşuyorlar. ıç seslerini, dolayısıyla iç dünyalarını anlatıcı ses olarak duyuyoruz. Anime kahramanları duygularını, acılarını endişelerini, aman ağlarsam haykırırsam ‘cool’luğumu kaybederim endişesi taşımadan açık ediyorlar. Bu gelenek animelerin kökeninin yaslandığı mangalarda da aynı. Oysa Amerikan stüdyo animasyonunun ve çizgi romanlarının kahramanları ‘cool’. Aşırı duygusallığa yer yok. Amerikan çizgi roman geleneğinde süper kahraman janrı var. Eh, Süpermen’i gözünde yaşlarla, öyle mi yapsaydım böyle mi, çok seviyorum ama o beni sevmiyor derken düşünemiyoruz. Televizyon için yapılmış düşük bütçeli Hanna Barbera animasyonlarında dahi karakterlerin kendi kendisiyle hesaplaşması, kendi kendileriyle konuşması durumu yok. Uzun uzun dış diyaloglarla konuşuyorlar. Mümkün mertebe iç dünyalarını açık etmeden.
Hal böyleyken, Japon animasyonları ile Amerikan animasyonları taban tabana zıtken, Ruhların Kaçışı gibi bir Japon animasyon filmi dünya ve ABD gişelerini alt üst ediyor. Ruhların Kaçışı, Disney dağıtımcılığında Amerikan piyasasına girse de, dahası film, Disney’in klasik, Disneyland üzerinde patlayan havai fişekler logosuyla açılsa da Miyazaki animasyon ortamını Disney stüdyosundan çok farklı bir şekilde, ortamın olanaklarını zorlayarak kullanıyor. Ruhların Kaçışı filminin karakterleri şekilden şekile giriyor. Film boyunca Haku (baş kahraman Chihiro’nun potansiyel sevgilisi, çocukluktan yetişkinliğe geçişin dominosu) insan kılığından ejderhaya, Chihiro’nun annesi ve babası domuza, sevimsiz koca bebek küçücük bir fareye, Büyücü Yubaba kargaya, pislik yığını olarak banyo evine gelen akışkan yaratık nehir perisine dönüşüyor. Dönüşüm (transformasyon) manga ve animelerin sıkça kullandığı anlatım araçlarından birisi. Ayrıca animasyon/çizgi ortamının güçlerini açığa çıkaran bir kullanım. Çünkü ‘live action’ sinema, kamera önü gerçekliğine dayanıyor. Kameranın önünde gerçekten nesnenin ya da karakterin durması gerekiyor. Dolayısıyla ‘live action’ sinema gerçeklikle göbekten bağlı. Gerçek hayatta trasformasyonlar çok yavaş, göze görünmez düzeyde gerçekleştiği için transformasyon animasyon/çizgi ortamının anlatım araçlarından biri sayılıyor. Evet, gerçek hayatta sevimli, mini minnacık, toparlacık bir bebek; yaşlı, beyaz saçlı, buruşuk yüzlü, kambur bir ihtiyara dönüşüyor ama, bu dönüşüm neredeyse yetmiş yıl alıyor ve haliyle göze görünmüyor. Oysa animasyon ortamı bu dönüşümü birkaç saniye içinde tüm aşamalarını göstererek hızla gerçekleştirebiliyor. Disney animasyonları animasyon ortamını ‘live action’ sinemayı taklit etmek adına kullandığı için transformasyonlardan kaçınıyor. Çünkü transformasyonlar seyirciye ortamın animasyon olduğunu hatırlatabilir. Oysa Ruhların Kaçışı’nda transformasyonlara ağırlık verildiği gibi karakterler üstüne üstlük şeffaflaşabiliyor. Bu da animasyon ortamının güçlerinden birisi. Gerçek hayatta, katı nesnelerin arkasında duranları görmeye imkân yok. Çünkü gerçek hayat fizik kuralları ile çevrili. Dolayısıyla Disney animasyonlarında karakterlerin şeffaflaşması durumuda yok.
Alıntıdır...
Sütünü içmezsen büyüyemezsin. Büyümenin bedeli var. Üstelik iş süt içmekle bitmiyor. Çocukluktan yetişkinliğe geçerken göze alınması gereken kanlı bıçaklı, kavgalı döğüşlü, ağlamalı saklanmalı üç beş senelik, yaşamazsan olmaz bir süre var. Seçme şansı yok. Ben istemiyorum yetişkinliği, çocukluk iyiymiş, burada kalayım, çocukluğun masum beyaz yatağında zıp zıp zıplayayım demek yok. Vakit gelince birisi arkadan itiveriyor, yetişkin olup ayağa kalkana kadar langır lungur yuvarlanmak gerekiyor. Animelerin karşı konulamaz cazibesinin bu evrensel zorlu geçiş süreci ile ne ilgisi var diye sorarsanız, yanıt belli: Animelerin klasik temalarından biri çocukluktan yetişkinliğe geçiş süreci. Büyük şehirlerin, teknolojik dünyanın, kapitalist sistemin delice çalışan anne babaları ya boşanmış oluyor ya da mümkünse tek çocuk yapıyor. Bu yalnız çocuk, Japon da, Amerikalı da olsa Hintli ya da Türk de olsa Japon animasyonlarını seviyor, çok seviyor çünkü tema evrensel. Ruhların Kaçışı da (Sprited Away, 2001) Japon animasyon sinemasının önemli bir örneği olarak bu temayı, derinlikli bir anlatıyla, ince likli bir mizah duygusuyla ana ekseninde taşıyor. Chihiro, filmin baş kahramanı, on yaşında. Taşınıyorlar. Arabanın içinde arka koltukta mutsuzca yeni yetmeliğin malum huysuzluğu ile oturuyor. Birazdan Chihiro resmen çocukluktan yetişkinliğe geçiş sürecine girecek. Yalnız çocuk, yetişkinler dünyasına karşı! Film boyunca yalnız çocuk Chihiro, tüm yalnız çocuklar adına, Japonlar’a yakışır bir sabır gösterisiyle, isyan etmeden, tevekkülle, zorlukları birer birer göğüsleyecek. ışin ilginç yanı, bu malum çocukluktan yetişkinliğe geçiş trajedisini hikâyenin ana ekseninde taşıma fikri öyle etkili ki, Amerikan stüdyo animasyonlarından binbir şekilde farklı olan Japon animasyonları, Doğu kültürü ile kalpten ilgili olmayan Batı dünyasının altından girip üstünden çıkabiliyor.
Japon animasyonları yavaş, hareketler kesik kesik. Kamera uzun uzun durağan resimler üzerinde geziniyor. Oysa Amerikan animasyonlarında hızlı bir kurgu, devamlılığı olan hareketler var. Japon animasyonları televizyon için düşük bütçeyle üretiliyor. Söz konusu süreyi minimum hareketle geçirmek için kamera uzun uzun karakterlerin yüzüne, gözlerine odaklanıyor. Karakterler düşünüyor. Uzun, sessiz, sabırlı bekleyişler animelerin son derece stilize estetiğini oluşturuyor. Buna karşılık Disney stüdyosunun ‘live action’ sinemayı taklit etmesi sonucu Amerikan stüdyo animasyonu gerçek hayata, fizik kurallarına bağımlı bir kökenden yola çıkıyor. Hareketler gerçek hayattaki gibi süreklilik içeriyor, akıp gidiyor. Kimsenin beklemeye tahammülü yok. Zaten düşünecek bir şey yok. Her şey çarçabuk olup bitiyor. Japon animasyonları karakterlerin kocaman gözlerinde kamerayı sabitliyor. Karakterlerin gözlerinden akan yaşlar ardı arkasına yanaklarından süzülüveriyor. Animelerin kahramanları duygu patlamaları ile ağlaya ağlaya kameraya doğru koşuyor. Gözyaşları boncuk boncuk kopup iki yana savruluyor. Animelerin gözü yaşlı karakterleri kendi kendilerine konuşuyorlar. ıç seslerini, dolayısıyla iç dünyalarını anlatıcı ses olarak duyuyoruz. Anime kahramanları duygularını, acılarını endişelerini, aman ağlarsam haykırırsam ‘cool’luğumu kaybederim endişesi taşımadan açık ediyorlar. Bu gelenek animelerin kökeninin yaslandığı mangalarda da aynı. Oysa Amerikan stüdyo animasyonunun ve çizgi romanlarının kahramanları ‘cool’. Aşırı duygusallığa yer yok. Amerikan çizgi roman geleneğinde süper kahraman janrı var. Eh, Süpermen’i gözünde yaşlarla, öyle mi yapsaydım böyle mi, çok seviyorum ama o beni sevmiyor derken düşünemiyoruz. Televizyon için yapılmış düşük bütçeli Hanna Barbera animasyonlarında dahi karakterlerin kendi kendisiyle hesaplaşması, kendi kendileriyle konuşması durumu yok. Uzun uzun dış diyaloglarla konuşuyorlar. Mümkün mertebe iç dünyalarını açık etmeden.
Hal böyleyken, Japon animasyonları ile Amerikan animasyonları taban tabana zıtken, Ruhların Kaçışı gibi bir Japon animasyon filmi dünya ve ABD gişelerini alt üst ediyor. Ruhların Kaçışı, Disney dağıtımcılığında Amerikan piyasasına girse de, dahası film, Disney’in klasik, Disneyland üzerinde patlayan havai fişekler logosuyla açılsa da Miyazaki animasyon ortamını Disney stüdyosundan çok farklı bir şekilde, ortamın olanaklarını zorlayarak kullanıyor. Ruhların Kaçışı filminin karakterleri şekilden şekile giriyor. Film boyunca Haku (baş kahraman Chihiro’nun potansiyel sevgilisi, çocukluktan yetişkinliğe geçişin dominosu) insan kılığından ejderhaya, Chihiro’nun annesi ve babası domuza, sevimsiz koca bebek küçücük bir fareye, Büyücü Yubaba kargaya, pislik yığını olarak banyo evine gelen akışkan yaratık nehir perisine dönüşüyor. Dönüşüm (transformasyon) manga ve animelerin sıkça kullandığı anlatım araçlarından birisi. Ayrıca animasyon/çizgi ortamının güçlerini açığa çıkaran bir kullanım. Çünkü ‘live action’ sinema, kamera önü gerçekliğine dayanıyor. Kameranın önünde gerçekten nesnenin ya da karakterin durması gerekiyor. Dolayısıyla ‘live action’ sinema gerçeklikle göbekten bağlı. Gerçek hayatta trasformasyonlar çok yavaş, göze görünmez düzeyde gerçekleştiği için transformasyon animasyon/çizgi ortamının anlatım araçlarından biri sayılıyor. Evet, gerçek hayatta sevimli, mini minnacık, toparlacık bir bebek; yaşlı, beyaz saçlı, buruşuk yüzlü, kambur bir ihtiyara dönüşüyor ama, bu dönüşüm neredeyse yetmiş yıl alıyor ve haliyle göze görünmüyor. Oysa animasyon ortamı bu dönüşümü birkaç saniye içinde tüm aşamalarını göstererek hızla gerçekleştirebiliyor. Disney animasyonları animasyon ortamını ‘live action’ sinemayı taklit etmek adına kullandığı için transformasyonlardan kaçınıyor. Çünkü transformasyonlar seyirciye ortamın animasyon olduğunu hatırlatabilir. Oysa Ruhların Kaçışı’nda transformasyonlara ağırlık verildiği gibi karakterler üstüne üstlük şeffaflaşabiliyor. Bu da animasyon ortamının güçlerinden birisi. Gerçek hayatta, katı nesnelerin arkasında duranları görmeye imkân yok. Çünkü gerçek hayat fizik kuralları ile çevrili. Dolayısıyla Disney animasyonlarında karakterlerin şeffaflaşması durumuda yok.
Alıntıdır...