Zamanında bu siteden çok faydalandım ve 2 ay önce Psikolog İzzet Güllüyü keşfettim onu izlemeye başladım ve ilaçları kendim bıraktım o dönem bir yorum yazmıştım İzzet beyin videosuna sizlerlere paylaşmak istedim belki birileri bir yerler de aynı sorunları yaşıyordur..
Bende yaşadıklarımı sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü gördüm ki benim gibi bu süreci yaşayan o kadar çok insan varmış ki.
Hayatımda her şey yolundayken, hiçbir sorunum yokken bir akşam, keyifli bir ortamda, durduk yere baş dönmesi, göz kararması yaşadım. Birden sıcak bastı. O an sanki sauna içindeydim. Anlayamadım ne olduğunu. Olduğum mekânda hemen lavaboya gittim, soğuk suyla ellerimi yıkadım. Ama ne gariptir ki suyun soğukluğunu bile hissedemiyordum.
O an ne yaşadığımı kavrayamadım. Paniklemedim de, çünkü o güne kadar “panik” kelimesinin benim hayatımda bir yeri yoktu. Ta ki aileden biri tansiyonumu ölçene kadar. Ve o da “Tansiyonun baya yüksek” deyince işte o gün başladı benim tüm panik sürecim.
Limonlu su içmeler, başımı soğuk suyla yıkamalar, türlü türlü yöntemler derken bir şekilde tansiyonumu düşürdük. Ama o histen kurtulamadım. O gün bugündür ne zaman o kötü his gelse elim tansiyon aletine gider oldu. Sonra bir serüven başladı. Doktor doktor gezme dönemi. “Bu tansiyonun sebebi ne?” diye. Sonuç? Kocaman bir hiç. Tüm testler normal. Ama ben ikna olmuyorum. Olmak istemiyorum.
Bir ayda tam 27 doktora gittim. Ve inanın kimseye de inanmıyordum. İçimden hep “Bir şey var ama kimse bulamıyor” diyordum. Süreç boyunca boğazım düğümlendi, bayılacak gibi oldum, çarpıntılar yaşadım. Tansiyonum tavan yaptı. Acillere gitmekten nefret eder hale geldim.
O kadar doktor, o kadar testten sonra son durak: Psikiyatri. Bana üç farklı ilaç başlandı. Biri çarpıntı için, biri uyku için, diğeri anksiyete için. Bir süre kullandım. Sonra ikisi kesildi, sadece anksiyete ilacıyla devam ettim.
Bir gün çantamda tansiyon aletiyle dolaşırken kendi kendime dedim ki: “Ben ne yapıyorum?” Sonra karar verdim. Aleti çantamdan çıkardım. Ne kadar kötü hissedersem hissedeyim tansiyonumu ölçmemeye başladım.
Bir süre sonra gerçekten daha iyi hissetmeye başladım. O his gelse bile artık kendimi kontrol edebiliyordum. En azından acillik olmuyordum. Ama inanın bu süreçte kalp krizinin bütün belirtilerini yaşadım. Ve her seferinde “Tamam, öncekiler anksiyeteydi ama bu kesin gerçek” dedim. Çünkü:
Çenem uyuşuyor, göğüs ortasında baskı, çarpıntı, tansiyon yüksek, boğazım düğümleniyor, yutkunmakta zorlanıyorum, nefes alamıyor gibi hissediyorum.
Yani kalp krizine dair ne belirti varsa hepsini, tek tek, birebir yaşadım. Ama hiçbirinde kalp krizi geçirmedim.
Evet, belki o ilaçlar bir dönem beni rahatlattı, anı yönetmemi kolaylaştırdı. Ama keşke İzzet Hoca’nın videolarına daha önce denk gelseydim. Her branşı gezip psikiyatriye girmeden kendim savaşsaydım bununla. Çünkü ilaçlar bir tarafı onarıyor gibi yaparken başka taraflarda yeni takıntılar yaratıyor. Bu benim fikrim tabii.
Anksiyete ilacının en yüksek dozuna bile çıktım. Ama ne oldu? Bir süre sonra her şey yine başa döndü. Aynı hisler, aynı tepkiler, aynı senaryolar, hep yeniden.
O kadar rahat biriydim ki. Doktora bile gitmezdim. Hep “Geçer ya, ne olabilir ki en fazla?” diyen biriydim. Ama bir baş ağrımdan bile neler çıkarıp onlarca doktor gezmeye başladım.
Her yolu denedim:
Nefes egzersizleri,
İlaç,
Terapi,
Diyet,
Sağlıklı yaşam,
Sabah erken kalkıp spor yapmak.
Bir süre işe yaradı ama ben içten içe bu panik atağı hep görmezden geldim. Kaçtım ondan. Çünkü durduk yere gelmesi beni çileden çıkarıyordu. Mutluyken, sorunsuzken, hiçbir şey yokken yine gelip günümü mahvediyordu.
Artık en sevdiğim gece mekanlarına bile gidemez oldum. “Ya orada da olursa? Ya alkol içmişken atak gelirse, sakinleştirici ilaç içemezsem, ölürsem?” Bu saçma sapan düşünceler hayatımın her anını zehir etti.
Ve İzzet Hoca’nın videolarıyla dün tanıştım. Kendime o kadar kızdım ki ve bir o kadar da üzüldüm. Çünkü hiçbir doktor bu kadar içten anlatmadı bu süreci. Hep “Doz arttıralım”, “Bir sonraki kontrolde bakalım” dediler. Ve her görüşmede doz hep daha da arttı.
Sonunda ilacı kestirdiler. Başka ilaca başladım ve şimdi lanet kesilme belirtileriyle uğraşıyorum:
Baş ağrısı,
Baş dönmesi,
Mide bulantısı.
Ama biliyorum, bunlar geçecek. Ve inşallah bu ilacı da bırakıp kendimi bu çukurdan çıkaracağım.
Bu süreçte maneviyatım çok güçlendi. İnancım arttı. Daha önce dua etmeyen, şükretmeyi bile bilmeyen ben şimdi Allah’a her an yaklaşıyorum. Bu süreç bana inanç kazandırdı. Bu yönüyle iyi ki yaşamışım diyorum. Çünkü belki de başıma gelmese hayatı hep böyle, boş boş, şükürsüz yaşayacaktım.
Evet, bakış açım değişti. Hem de kökten. Ve inanıyorum, çok daha iyi olacağım.
Keşke bu ilaçlar bu kadar kolay yazılmasa. En basit anksiyete atağında doktorlar ilacı çözüm gibi göstermese. Ve keşke ilk başta bana anlatılsaydı bu sürecin gerçek yüzü.
Ben ilacı eski rahat halime dönmek için kabul ettim ama şimdi biliyorum ki ilaç sadece geçici bir rahatlama. Asıl çözüm benim içimde, bizim içimizde.
Bugün bile bu kesilme belirtileriyle mücadele ederken baş dönmesi, çarpıntı yaşarken izzet hocanın videosunu izledim ve video bitiminde iyiydim.
O yüzden kendime bir kez daha söyledim:
“Demek ki benim bilinçaltım, benim korkularım ve en çok da kendimi hasta sanmam beni bu hale getiriyor.”
Arkadaşlar, bırakalım duygularımızı sonuna kadar yaşayalım. Ağlayalım, gülelim, üzülelim, heyecanlanalım. Ölümden kim kaçabilmiş ki? Biz mi kaçacağız? Herkesin sonu belli. O yüzden o gün gelene kadar tadını çıkaralım. İlaçların esiri olmayalım.
Çünkü bu ilaçlar inanın daha beter ediyor. Ve eminim ki bundan 10-15 sene sonra bu ilaçların nelere yol açtığını hepimiz göreceğiz.
Son sözüm: Çözüm ilaçta değil, çözüm bizde.
Bende yaşadıklarımı sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü gördüm ki benim gibi bu süreci yaşayan o kadar çok insan varmış ki.
Hayatımda her şey yolundayken, hiçbir sorunum yokken bir akşam, keyifli bir ortamda, durduk yere baş dönmesi, göz kararması yaşadım. Birden sıcak bastı. O an sanki sauna içindeydim. Anlayamadım ne olduğunu. Olduğum mekânda hemen lavaboya gittim, soğuk suyla ellerimi yıkadım. Ama ne gariptir ki suyun soğukluğunu bile hissedemiyordum.
O an ne yaşadığımı kavrayamadım. Paniklemedim de, çünkü o güne kadar “panik” kelimesinin benim hayatımda bir yeri yoktu. Ta ki aileden biri tansiyonumu ölçene kadar. Ve o da “Tansiyonun baya yüksek” deyince işte o gün başladı benim tüm panik sürecim.
Limonlu su içmeler, başımı soğuk suyla yıkamalar, türlü türlü yöntemler derken bir şekilde tansiyonumu düşürdük. Ama o histen kurtulamadım. O gün bugündür ne zaman o kötü his gelse elim tansiyon aletine gider oldu. Sonra bir serüven başladı. Doktor doktor gezme dönemi. “Bu tansiyonun sebebi ne?” diye. Sonuç? Kocaman bir hiç. Tüm testler normal. Ama ben ikna olmuyorum. Olmak istemiyorum.
Bir ayda tam 27 doktora gittim. Ve inanın kimseye de inanmıyordum. İçimden hep “Bir şey var ama kimse bulamıyor” diyordum. Süreç boyunca boğazım düğümlendi, bayılacak gibi oldum, çarpıntılar yaşadım. Tansiyonum tavan yaptı. Acillere gitmekten nefret eder hale geldim.
O kadar doktor, o kadar testten sonra son durak: Psikiyatri. Bana üç farklı ilaç başlandı. Biri çarpıntı için, biri uyku için, diğeri anksiyete için. Bir süre kullandım. Sonra ikisi kesildi, sadece anksiyete ilacıyla devam ettim.
Bir gün çantamda tansiyon aletiyle dolaşırken kendi kendime dedim ki: “Ben ne yapıyorum?” Sonra karar verdim. Aleti çantamdan çıkardım. Ne kadar kötü hissedersem hissedeyim tansiyonumu ölçmemeye başladım.
Bir süre sonra gerçekten daha iyi hissetmeye başladım. O his gelse bile artık kendimi kontrol edebiliyordum. En azından acillik olmuyordum. Ama inanın bu süreçte kalp krizinin bütün belirtilerini yaşadım. Ve her seferinde “Tamam, öncekiler anksiyeteydi ama bu kesin gerçek” dedim. Çünkü:
Çenem uyuşuyor, göğüs ortasında baskı, çarpıntı, tansiyon yüksek, boğazım düğümleniyor, yutkunmakta zorlanıyorum, nefes alamıyor gibi hissediyorum.
Yani kalp krizine dair ne belirti varsa hepsini, tek tek, birebir yaşadım. Ama hiçbirinde kalp krizi geçirmedim.
Evet, belki o ilaçlar bir dönem beni rahatlattı, anı yönetmemi kolaylaştırdı. Ama keşke İzzet Hoca’nın videolarına daha önce denk gelseydim. Her branşı gezip psikiyatriye girmeden kendim savaşsaydım bununla. Çünkü ilaçlar bir tarafı onarıyor gibi yaparken başka taraflarda yeni takıntılar yaratıyor. Bu benim fikrim tabii.
Anksiyete ilacının en yüksek dozuna bile çıktım. Ama ne oldu? Bir süre sonra her şey yine başa döndü. Aynı hisler, aynı tepkiler, aynı senaryolar, hep yeniden.
O kadar rahat biriydim ki. Doktora bile gitmezdim. Hep “Geçer ya, ne olabilir ki en fazla?” diyen biriydim. Ama bir baş ağrımdan bile neler çıkarıp onlarca doktor gezmeye başladım.
Her yolu denedim:
Nefes egzersizleri,
İlaç,
Terapi,
Diyet,
Sağlıklı yaşam,
Sabah erken kalkıp spor yapmak.
Bir süre işe yaradı ama ben içten içe bu panik atağı hep görmezden geldim. Kaçtım ondan. Çünkü durduk yere gelmesi beni çileden çıkarıyordu. Mutluyken, sorunsuzken, hiçbir şey yokken yine gelip günümü mahvediyordu.
Artık en sevdiğim gece mekanlarına bile gidemez oldum. “Ya orada da olursa? Ya alkol içmişken atak gelirse, sakinleştirici ilaç içemezsem, ölürsem?” Bu saçma sapan düşünceler hayatımın her anını zehir etti.
Ve İzzet Hoca’nın videolarıyla dün tanıştım. Kendime o kadar kızdım ki ve bir o kadar da üzüldüm. Çünkü hiçbir doktor bu kadar içten anlatmadı bu süreci. Hep “Doz arttıralım”, “Bir sonraki kontrolde bakalım” dediler. Ve her görüşmede doz hep daha da arttı.
Sonunda ilacı kestirdiler. Başka ilaca başladım ve şimdi lanet kesilme belirtileriyle uğraşıyorum:
Baş ağrısı,
Baş dönmesi,
Mide bulantısı.
Ama biliyorum, bunlar geçecek. Ve inşallah bu ilacı da bırakıp kendimi bu çukurdan çıkaracağım.
Bu süreçte maneviyatım çok güçlendi. İnancım arttı. Daha önce dua etmeyen, şükretmeyi bile bilmeyen ben şimdi Allah’a her an yaklaşıyorum. Bu süreç bana inanç kazandırdı. Bu yönüyle iyi ki yaşamışım diyorum. Çünkü belki de başıma gelmese hayatı hep böyle, boş boş, şükürsüz yaşayacaktım.
Evet, bakış açım değişti. Hem de kökten. Ve inanıyorum, çok daha iyi olacağım.
Keşke bu ilaçlar bu kadar kolay yazılmasa. En basit anksiyete atağında doktorlar ilacı çözüm gibi göstermese. Ve keşke ilk başta bana anlatılsaydı bu sürecin gerçek yüzü.
Ben ilacı eski rahat halime dönmek için kabul ettim ama şimdi biliyorum ki ilaç sadece geçici bir rahatlama. Asıl çözüm benim içimde, bizim içimizde.
Bugün bile bu kesilme belirtileriyle mücadele ederken baş dönmesi, çarpıntı yaşarken izzet hocanın videosunu izledim ve video bitiminde iyiydim.
O yüzden kendime bir kez daha söyledim:
“Demek ki benim bilinçaltım, benim korkularım ve en çok da kendimi hasta sanmam beni bu hale getiriyor.”
Arkadaşlar, bırakalım duygularımızı sonuna kadar yaşayalım. Ağlayalım, gülelim, üzülelim, heyecanlanalım. Ölümden kim kaçabilmiş ki? Biz mi kaçacağız? Herkesin sonu belli. O yüzden o gün gelene kadar tadını çıkaralım. İlaçların esiri olmayalım.
Çünkü bu ilaçlar inanın daha beter ediyor. Ve eminim ki bundan 10-15 sene sonra bu ilaçların nelere yol açtığını hepimiz göreceğiz.
Son sözüm: Çözüm ilaçta değil, çözüm bizde.