Atatürk Anıları - 6

_MedceziR_

«DirenTürkiye»
Kayıtlı Üye
15 Ekim 2010
16.931
12.190
TÜRKÇE EZAN
Hindistan'da iken Türkiye'de Türkçe ezan okunmasından yakman bir Hint Müslümanları grubuna:
— Siz, Allahın yalnız Arapça anladığını sanmak gibi bir günaha giriyorsunuz.
Atatürk, dine değil, yobazlığa ve körü körüne inanışa karşıdır. Bundan otuz yıl sonra İslâm dinini boş inançlardan kurtaran, asıl yüksek ruhunu yaşatmaya çalışan bir öncü olarak bütün Müslümanlardan saygı ve anlayış görecektir.

Rauf ORBAY
Kaynak: Türk Dili Dergisi - 1963


TARİH ZORLAMAYI SEVMEZ
Atatürk ne gösterişlerde, ne mevkilerde, ne rütbelerde içini doyurucu bir zevk bulamamıştır. O, fikir peşinde idi. Gerçek büyüklüğü daima fikirleri uğruna savaşmakta, her an, o andan önceki bütün şanlarını ve şereflerini fikirleri uğruna feda etmeyi göze almakta aramıştır.
Bir gün Ankara ve İstanbul şehirlerinden birine "Atatürk" adı verilmesi için bir kanun teklifi hazırlanmıştı. Atatürk tasarıyı okudu, arkadaşlarına:
— Bir adın tarihte kalması ve ağızlarda söylenmesi için, şehirlerin temellerine sığınmak şart değildir. Tarih zorlamayı sevmeyen nazlı bir peridir. Fikirleri tercih eder, demişti.

Falih Rıfkı ATAY
Kaynak: Falih Rıfkı Atay - Babamız Atatürk


NAPOLYON BENZETMESİ
General Tawsand 12 Haziran 1922 tarihinde Adana'ya geldi. Kendisine o vakit haber almada çalışan deniz yüzbaşılarından Cemil refakat subayı olarak atanmıştı. General bir gece Adana'da Bursa Oteli'nde kaldı. Ve ertesi günü özel trenle Konya'ya geçti. O günün akşamı saat 9'da Mustafa Kemal, Tawsand'la görüşmelere başladı. Tawsand görüşmeler esnasında kendince yaptığı bir benzerliği Mustafa Kemal'e bildirerek:
- "Siz Napolyon'a benziyorsunuz." dedi. Mustafa Kemal bu benzerliği geri çevirerek:
- "Napolyon arkasına bir sürü çeşitli milliyetteki insanı toplayarak macera aramaya çıktı. Ve bunun içindir ki, yarı yolda kaldı. Ben bir anadan bir babadan gelen kardeşlerimle kendi vatanını kurtarmak dâvası yolundayım. Ve başaracağım." karşılığını verdi.

Hasan Ali YÜCEL


BENİ YETİŞTİRDİĞİNİZE PİŞMAN MISINIZ?
İsmet İnönü Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra bir akşam Atatürk'ün sofrasında bulundu. Atatürk, sofrada kendi yanına oturttu. İsmet İnönü bir kâğıt parçası üzerine şöyle bir soru yazdı:
— Hâlâ bana dargın mısınız? Atatürk bu sorunun altına şöyle yazdı:
— Bugün de arkadaşımsın, kardeşimsin.
İsmet İnönü, Atatürk'e bu yazının altına imza koymasını rica etti. Atatürk imzaladı. İsmet İnönü bu imzalı kâğıdı cebine koydu. Sonra İsmet İnönü ikinci bir soru yazdı:
— Beni yetiştirdiğinizden dolayı pişman mısınız?
Atatürk bu soruyu okuyunca İsmet İnönü'ye bu yazısının altını imzalamasını istedi. İsmet İnönü imzaladı ve Atatürk de bu yazıyı aldı.
Atatürk ile ismet İnönü arasında o zaman geçen bu küçük olay, Cumhuriyet tarihinin karanlık kalmış olan bir köşesini aydınlatmaya yeter kanısındayım.

Asım US
Kaynak: Asım Us - Asım Us'un Hatıra Notları


ACI DUYUYORUM
Bize savaşlardan birini anlatıyordu:
- "Görüyorsunuz ya, dedi, birçok zaferler kazandım. Fakat bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek derin bir acı duyuyorum."

George BENNEB
Kaynak: Yabancı Gözüyle Cumhuriyet Türkiye'si, 1961


BAYRAĞI KALDIRINIZ!
Mustafa Kemal o sabah savaş meydanını geziyordu. Yerde parçalanmış bir bayrak, bir düşman bayrağı gördü. Bir an durdu, yanındakilere seslendi:
- "Bu bayrağı kaldırınız, yenilmiş bir düşman bayrağı, fakat o bir milleti, bir orduyu simgeliyor, yerde kalmaya layık değildir."

Ferit Celâl GÜVEN
Kaynak: Çığır Dergisi - 1945


ER'İN MENDİLİ
Bir akşam uzun süre didişen, uğraşan iki erden birinin yüzünü sildiği mendil gözüne ilişmişti. Bu işlemeli ve göz alıcı yağlığı isteyerek ere sordu:
- "Bunu nereden aldın?"
Bu ansızın sorulan soru karşısında şaşıran kahraman Türk çocuğu, sıkılarak karşılık verdi:
- "Yavuklum gönderdi, Atatürk!"
Büyük kayıplar karşısında bile ağladığı görülmeyen, acı duyguları içinde gizleyen Büyük Şef, bilmem neden, o anda sarsılmıştı; dolan mavi gözlerinden iri damlalı yaşlar dökülüyordu. Er'in demin yüzünden akan terleri sildiği bu mendille o da gözyaşlarını silmişti.

Prof. Naim Hazım ONAT


ADNAN MENDERES
Serbest Fırka'nın son günleriydi. Halk Fırkası mutemetlik saltanatına ilk darbe, Aydın'da vurulmuştu ve bu darbeyi vuranların başında, o zaman çok genç olan Adnan Bey (Adnan Menderes) bulunuyordu. O sırada Recep Bey, Vasıf Bey, Halid Bey ve daha birçok zevat sık sık Aydın'a geliyor, vaziyeti tetkik ediyor, temaslar yapıyor, rapor yazıyor, Ankara'ya gidip geliyorlardı. Velhasıl, bir telaştır gidiyordu. Bu gidiş gelişler arasında Gazi'ye; Adnan Bey'den bahsetmişler. Kendisini görmeyi arzu etmiş, görmüş.
Cevdet Kerim Bey'den naklen duyduk. Gazi, Adnan Bey'i gördükten sonra,
— Bu gençte çok iş var, demiş ve derhal milletvekili namzetleri listesine alınmasını emretmiş.

Niyazi Ahmet BANOĞLU


BÖYLE BİR AĞAÇ YETİŞTİRDİN Mİ?
Bahçe mimarı Mevlut Baysal anlatıyor:
"Çankaya Köşkü'nde, bahçesini yapıyordum. Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk. Çok ihtiyar ve geniş bir ağacın Atatürk'ün geçeceği yolu kapadığını gördük. Ağacın bir yanı dik bir sırt, diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu. Ata, havuz tarafındaki kısma yaslanarak karşı tarafa geçti. Derhal atıldım:
— Emrederseniz derhal keselim Paşam. Bir an yüzüme baktı, sonra:
— Yahu, dedi, sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin."

Niyazi Ahmet BANOĞLU


HASTALIĞI
Doktor Asım:
— Atatürk’ü istasyonda gördüm, dedi. Doktor olarak durumunu beğenmedim. Arkadaşları da burnunun kanadığını söylediler. Ben kanamanın burnundan olduğa nü sanmıyorum; görünen duruma göre, bir karaciğer kanaması olması akla daha yakın. Eğer böyle ise, durum vahimdir, dedi.
Dünya başıma yıkıldı sandım. Geceyi güç geçirdim. Sabahleyin erkenden Çankaya'ya gittim.
Odaya girince bana gülümseyerek baktı ve:
— Hayrolsun, ne var? diye sordu.
— Hastalığınızı merak ediyorum, dedim. Yorulmanızda endişe ediyorum.. Bana iki yabancı uzman tavsiye ettiler. Çok yetkili kimselermiş. Eğer izin verirseniz, kendilerini Türkiye'ye davet etmek ve sizi görmelerini sağlamak istiyorum. Bunu ricaya gelmiştim.
Kaşlarını hafifçe çattı. Biraz düşündü. Böyle bir davetin politik tesirlerini hesapladığı belli idi:
— Ortalıkta, Hatay meselesi var. Hastalığım dışarıda duyulursa iyi olmaz... Bu noktayı değerlendirmek lazımdır. Sen Neşet Ömer'le konuş. Burada zaten Tıp Kongresi yapılıyor. Gelip bir muayene etsinler. Bakalım onlar ne diyecek? Sonra düşünürüz, dedi.

İsmet BOZDAĞ


DÜŞMANDAN KAÇILMAZ
Düşman 18 Mart Donanma Saldırısı'nda başarısızlığa uğraması üzerine, karadan zorlama yapmak üzere Boğaz dışındaki adalarda yığınak yapmaya koyulmuştu. 25 Nisan 1915'te tanyeri ağarırken Arıburnu ve Seddülbahir bölgesine ilk düşman birlikleri çıktı. Arıburnu'na çıkan kuvvet, gözetleme taburunu püskürterek sonradan Kemalyeri adı verilen yere kadar ilerledi.
Düşman çıkarmasını haber alan Mustafa Kemal, Conkbayırı yönünde yürüyen düşmana karşı ordudan emir almayı beklemeden kuvvetlerini harekete geçirdi. Birliklerine kendisi yol bularak Kocaçimen Tepesi'ne vardı. Askerlerine orada kısa bir dinlenme vererek, atla gidilemediği için, yanındakilerle yaya olarak Conkbayırı'na geldi. Orada cephaneleri bittiği için çekilen ve düşmanca kovalanan bir gözetleme bölüğüne rastladı. Devamını Mustafa Kemal anlatıyor:
— Niçin kaçıyorsunuz? dedim.
— Efendim düşman...
— Nerede düşman?
— İşte diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.
Gerçekten de düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış, serbestçe ilerliyordu.
Düşman bana askerlerimden daha yakın. Düşman bulunduğum yere gelse kuvvetlerim pek kötü duruma düşecek. O zaman, bir mantıkla mıdır, yoksa bir içgüdü ile mi, bilmiyorum, kaçan erlere:
— Düşmandan kaçılmaz dedim.
— Cephanemiz-kalmadı, dediler.
— Cephanemiz yoksa süngümüz var, dedim. Ve bağırarak,
— Süngü tak, dedim. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırı'na doğru ilerleyen piyade alayı ile Cebel Bataryası'nın erlerini marş marşla benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emir subayını geriye saldım. Erler yatınca, düşman da yere yattı. Kazandığımız an, bu andır.

Falih Rıfkı ATAY


ENVER PAŞA
Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesinden sonra, Enver Paşa Milli Savunma Bakanı olmuştu. Kendisi, İttihat ve Terakki Umumi Merkezi'nden de ayrılıyordu. Bu esnada Doktor Nazım, Enver Paşa'ya:
— Bu vaziyet böyle devam ederse sizi de belki vururlar. Bari şimdiden bir halef tayin et, dedi.
Enver Paşa cevap verdi:
— Mustafa Kemal.
Hâlbuki Enver Paşa ile Mustafa Kemal'in arası açıktı.

Niyazi Ahmet BANOĞLU


FEDAKARLIK
Mustafa Kemal Fevzi Paşa ile birlikte cepheye hareket etti. Karargâhını Ankara'nın seksen kilometre kadar güneybatısında, demiryolu üzerindeki Polatlı'da kurmuştu. Buraya varınca, atıyla, çevreye hâkim bir tepe olan Karadağ'a çıktı; attan inerek düşmanın izlemesi muhtemel olan hücum yönünü görmek istedi. Tekrar atına binerken Mustafa Kemal şiddetle yere düştü. Kaburga kemiklerinden biri kırılmıştı; bir an için, ciğerlerim sıkıştırarak, nefes almasına ve konuşmasına engel oldu. Yanındaki doktor, kendisini ciddi şekilde uyardı: - Devam ederseniz hayatınız tehlikeye girer.
Mustafa Kemal:
— Savaş bitsin, o zaman iyileşirim, diye yanıt verdi.
Tedavi için Ankara'ya döndü. Fakat yirmi dört saat sonra yine cephedeydi. Yarası ona acı veriyordu; güçlükle yürüyebiliyor, çok kez bir masaya dayanarak dinlenmek zorunda kalıyordu.

Lord KINROSS


FRANSA DOSTLUĞU
1933 yılında Ankara Erkek Lisesi'nde sınava giren çocuklardan biri sorulan bir soruya şöyle karşılık vermişti:
— Fransa ile olan geleneksel dostluğumuz...
Atatürk, derhal sözü keserek sormuştu:
— Hangi geleneksel dostluk, bu da nereden çıktı, kim söyledi bunu?
O zaman coğrafya öğretmeni ayağa kalkarak 'Ben söyledim Paşam' diye onun hiddetini azaltmaya çalışmıştı. Bana dönüp 'Sen söyle tarih hocası' deyince, hemen ayağa kalkarak cevap vermiştim.
— Paşam, ortada bir geleneksel dostluk yoktur. Yalnız ortak hareketlere Fransız yazarları geleneksel dostluk niteliğini vermişlerdir. Örneğin Kırım Savaşı'nda olduğu gibi...
— Aferin, bu gerçekten böyledir. Acınarak söylüyorum Türk'ün geleneksel dostu yoktur. Çıkarlar ortak olunca Avrupalılar buna hemen 'geleneksel dostluk' ismini vermişlerdir, demişti.

Kemal ARIBURNU


ÇOK GELMEZ Mİ?
Mustafa Kemal, Arıburnu Kumandanı'dır. İngilizler Anafartalar'a çıkmışlardı. Durum buhranlı ve çok tehlikeliydi. Mustafa Kemal, Başkumandan Yardımcısı Enver Paşa'ya doğrudan doğruya müracaata mecbur kalıyor. Kendisini tatmin eden bir cevap alamıyor. O sırada karargâhı Yalova'da bulunan Liman von Sanders Paşa, telefonla Mustafa Kemal'i arıyor. Konuşmaya yardımcı olan Genelkurmay Başkanı Kâzım Bey'dir. Liman von ders'in sorduğu soru şudur:
— Durumu nasıl görüyorsunuz, nasıl bir çare tasarlıyorsunuz?
— Durumu nasıl gördüğümüzü çoktan size iletmiştim. Çareye gelince: Bu dakikaya kadar çok müsait çareler vardı. Fakat bu dakikada bir tek çare kalmıştır...
Liman Von Sanders soruyor:
— O çare nedir? Cevap kesindir:
- Bütün kumanda ettiğiniz kuvvetleri emrime verin Çare budur!...
Cevap alaylıdır:
— Çok gelmez mi?
- Az gelir!...
Ve telefon kapanıyor.
Pek kısa bir süre sonra olaylar, Liman Von Sanders Paşa'yı, kumanda ettiği kuvvetleri Mustafa Kemal'in emri altına vermeye mecbur etmiştir.

Niyazi Ahmet BANOĞLU


HATAY
Hatay için Fransızlarla yapılan görüşmelerin bir bölümünde Atatürk, apansız bir kararla Güneye doğru epeyce gösterişli bir geziye çıkmıştı. Bundan bazı kişiler kuşkuya düşmüş, Türkiye'nin Fransa ile silahlı bir anlaşmazlığa sürüklenmesi olabilirliğinden söz etmeye başlamışlardı. Kendisine kuşkuları ve söylenenleri arz ettim; gülümsedi:
- Ne ilgisi var efendim, dedi. Bu benim şahsi meselemdir. Durumu Büyükelçiye ta başlangıçtan beri açıkça anlattım. Dünyanın bu durumunda, böyle bir meselenin Türkiye ile Fransa arasında bir anlaşmazlığa varacağı kesin olarak söz konusu değildir. Fakat ben, bunu da hesaba kattım ve kararımı vermiş bulunuyorum.
Eğer ufukta, bu yolda binde bir olasılık belirirse, Türkiye Cumhurbaşkanlığından ve hatta Büyük Millet Meclisi üyeliğinden çekileceğim ve bir fert olarak bana katılacak birkaç arkadaşla beraber Hatay'a gireceğim.
Oradakilerle el ele verip mücadeleye devam edeceğim.

Hasan Rıza SOYAK


BAĞIMSIZ MİLLETVEKİLİ
Henüz ilk seçimde bir vatandaş Eskişehir'de tek parti listesine isyan etti, Bağımsız Milletvekili çıktı. Bu vatandaşın adı Emin Sazak'tır. Tedhişçiler bu isyanı cezalandırmak için olanca tahriklerde bulundular, fakat muvaffak olamadılar. Atatürk'ün tek parti listesine ikinci isyan Trakya'nın bir çevresinde olmuştu: Bir Halk Partili, Bağımsız Milletvekili olarak Meclis'e geldi.
Tedhiş meraklıları yeniden harekete geçtiler. Onu herkese ibret verecek gibi cezalandırılmalı idi. Bu sırada şöyle bir konuşma olmuştu: Milletvekili'ni tanıyanlardan biri Atatürk'e:
— Bu zat için iyi bir adamdır, derler. Ben de öyle tanıyorum dedi. Atatürk şu cevabı verdi:
— İyi adam olmasa halk bize karşı tutar mıydı? Onu kaybetmeye değil, kazanmaya bakınız.

Falih Rıfkı ATAY


MUSSOLINI
İnönü İtalya'ya resmi bir ziyaret yapacağı vakit, Atatürk,
— Sen Türkiye'nin Başvekili'sin. Mussolini de resmen İtalya'nın Başvekili'dir. Arada hiçbir fark tanımayacaksınız, demişti.
Yolda idik. İlk verilen programda Mussolini istasyona gelmiyordu. İnönü Roma'da yerleşince karşılıklı ziyaretler yapılacaktı. Türk Heyeti eğer program değişmezse yarı yoldan memlekete dönüleceğini İtalyan protokolcülerine haber verdi. Trende bir telaştır gitti. Roma'ya vardığımız zaman İtalyan Başvekili Mussolini, sırtında jaketayı ve başında silindir şapkası ile Türkiye Başvekili'ni bekliyordu.

Falih Rıfkı ATAY


İŞ BANKASI'NIN KURULMASI
Atatürk'e bir gün yabancı sermayeli bankaların milli konularda kredi verme zorlukları naklediliyor. O da bir milli banka kurulmasına karar veriyor. Bu iş için bir adam düşünüyor, yakınlarından birisini çağırıyor:
— Ben bu kuracağım bankanın başına getirmek için İktisat Vekili Celal Bey'i düşünüyorum. Acaba kendisi ne der? diyor. Muhatabı:
— Efendim, Celal Bey siz ne emrederseniz gözünü kırpmadan yapacak kadar size bağlıdır, cevabını veriyor. Atatürk:
— Benim onun ahlakına çok itimadım vardır. Fakat sen hiç benden bahsetmeden bir nabız yokla diyor. Bu zat Celal Bey'i buluyor. O vakit İktisat Vekilliği gibi bir vazifeyi bırakıp yeni kurulacak ve üç beş odalı bir binada işe başlayacak bir bankaya müdür olmak biraz tuhaf görünse bile, Celal Bey muhatabına:
— Ben onun emrinde bir neferim, nerede emrederse orada vazife görürüm, cevabını veriyor.
Aradan bir zaman geçiyor. Atatürk, Celal Bey'i çağırıyor ve bu sefer ona doğrudan doğruya konuyu açıyor. Celal Bey yine her ne emrederse yapacağını tekrarlıyor. Bu sefer Atatürk:
— Ama Vekilliği terk etmek lazım gelecek, diyor. Atatürk bu sefer daha ileri gidiyor:
— Mebusluğu da bırakman lazım gelecek.
— Bırakırım, Paşam...
O vakit Atatürk, Celal Bey'in omzunu tutuyor:
— Haydi işe başla, göreceksin muvaffak olacaksın,- diyor ve şu sözleri ilave ediyor:
— Bu iş için lazım gelen bütün kaliteler sende vardır. Ben senin namusuna ve ahlakına kayıtsız itimat ederim."

Münir Hayri EGELİ
 
MUSSOLINI
İnönü İtalya'ya resmi bir ziyaret yapacağı vakit, Atatürk,
— Sen Türkiye'nin Başvekili'sin. Mussolini de resmen İtalya'nın Başvekili'dir. Arada hiçbir fark tanımayacaksınız, demişti.
Yolda idik. İlk verilen programda Mussolini istasyona gelmiyordu. İnönü Roma'da yerleşince karşılıklı ziyaretler yapılacaktı. Türk Heyeti eğer program değişmezse yarı yoldan memlekete dönüleceğini İtalyan protokolcülerine haber verdi. Trende bir telaştır gitti. Roma'ya vardığımız zaman İtalyan Başvekili Mussolini, sırtında jaketayı ve başında silindir şapkası ile Türkiye Başvekili'ni bekliyordu.

Falih Rıfkı ATAY

Bu iyiymiş gerçekten...
 
Atatürkün Küçüklük Anıları


atatrkncesaretliliiylel.jpg


Mustafa’nın kız kardeşi Makbule rahatsızlandığı için çiftlikte kalmıştı. Bugün Mustafa tek başına bakla tarlasında bekçilik yapacaktı. Şu karga kovalama işinin pek bir zorluğu kalmamıştı. Bakla tarlasına gelmeye başladığı ilk günlerde kargalar Mustafa’nın ne derece zorlu bir rakip olduğunu anlamışlar ve onun uyguladığı yöntemi müthiş bir mücadele örneği göstermelerine karşın boşa çıkaramamışlar, çekilip gitmişlerdi. Mustafa sabah erkenden bakla tarlasına gelince tarlanın tam ortasında bulunan kulübenin önüne bir sandalye çıkarıp oturdu. Aradan yarım saat geçmeden canı sıkılmaya başladı. Böyle boş oturmak O’na göre değildi. O, bir şeylerle meşgul olsun, bir işe yarasın, faydalı olsun isterdi. Dayısının bakla tarlasında bekçilik yapmakla bir işe yarıyordu, faydalı oluyordu, fakat bunlar yeterli miydi? Hayır, yeterli değildi. Ne yapabilirdi? Kulübede birkaç tane ders kitabı vardı. Kitap en iyi arkadaştı. Okurdun, öğrenirdin, fikirlerin gelişirdi. Mustafa bir kitap alıp okumaya başladı. Böylesi çok daha iyiydi, hem artık canı da sıkılmıyordu. Aradan iki saat geçmişti. Mustafa ilerdeki tarlaların arasındaki patika yoldan yaşlı bir adamın geldiğini gördü. Yaşlı adamın yanında bir kuzu vardı. Onun gelip tarlanın kenarındaki bir ağacın altına oturmasını fırsat bilen Mustafa yerinden kalktı, kitabı kulübeye bıraktı ve yaşlı adamın yanına gitti. Mustafa söze şöyle bir giriş yaptı: “ Merhaba dede, nereye böyle? “ Yaşlı adam: “ Yolcuyum ben evlat, kasabaya oğlumun yanına gidiyorum. Bu kuzuyu toruna hediye olarak götürüyorum. Geçen ay köye gelmişlerdi, bir hafta kaldılar. Torun kuzu diye tutturmuştu. Ben de, şimdi çok küçükler, biraz büyüsünler bir tane sana getiririm dediydim. Alsın kuzuyu besleyip büyütsün. Dünyada en önemli şey sevgidir. Sevgisiz kalmış bir insan kuru bir ağaca benzer. Zamanında onun kalbine sevgi tohumu ekilmemiştir, sevmek öğretilmemiştir. Bir bilinmezlik içinde bocalar durur. Yüzyıllardır süregelen anlamsız kargaşayı sevgi yoksunu insanlar çıkardılar. Toplumları birbirine düşman ettiler. Sonuçta bunun acısını insanlık çekti. İnsanlara sevgiyle yaklaşmalı, onların kalplerine sevgi tohumu ekmeliyiz. Sevmek çok güzel bir duygudur ve insanı hayata bağlar. Sevelim, sevilelim, hayatın tadına varalım. “ Yaşlı adam konuşurken Mustafa oturmuş ve anlattıklarını ilgiyle dinlemişti. Şimdi söz hakkı Mustafa’nındı: “ Dede, bazı insanlar nedense vatanlarını sevmiyorlar. Ben vatanımı çok seviyorum ve bu vatanın evladı olduğum için gurur duyuyorum. Şimdi vatanlarını sevmeyenler vatanını sevmeyi nasıl öğrenecek ve ben vatan sevgimi nasıl geliştirebilirim. Tavsiyelerin neler olacak? “ Mustafa’ nın coşku dolu konuşması yaşlı adamı şaşırtmıştı. On yaşlarındaki bir çocuğun bu derece bilgili ve kültürlü olması, düşüncesini korkusuzca söyleyebilmesi, öğrendiklerini yeterli bulmaması, yeni bir şeyler daha öğrenmek için soru sorması akıl alır gibi değildi. Hani bu yaşlardaki kaç çocuğun aklına gelirdi vatan sevgisi? Yaşlı adam düşüncelerinden sıyrılınca, gülümseyerek: “ Evlat, adını demedin bana, neydi adın? “ deyince Mustafa: “ Dede, benim adım Mustafa “ dedi. Bunun üzerine yaşlı adam: “ Sana tavsiyem Büyük Vatan Şairi Namık Kemal olacak. Namık Kemal, türlü engellemelere karşın vatanını çok sevdiğini haykırmaktan çekinmedi. Bu uğurda çok acı çekti, fakat hiçbir acı O’nu vatanına hizmetten alıkoyamadı. “ Mustafa: “ Bundan sonra Namık Kemal’in şiirlerini daha bir önem vererek okuyacağıma söz veriyorum. Dede, mutluluk nedir sence? Ben mutlu olmak insandan insana değişebilir diyorum “ dedi. Yaşlı adamın mutluluk hakkında söyledikleri şunlar oldu: “ Mutluluk yaşamsal bir gerçektir yani yaşamda mutluluk vardır ve her insanın mutluluğu ayrıdır. Hakkın olan mutluluğu başkalarının mutluluğuna gölge düşürmeden istemek sana kalmıştır. Mutlu olmak için büyük şeyler istemek gerekmez. İnsan isterse bir kelebeğin uçuşunu görüp mutlu olabilir. Herneyse Mustafa yavaş yavaş kalkayım. Hava kararmadan kasabaya varmalıyım. Anlattıklarımın sana bir parça faydası olduysa ne mutlu bana. İyi günler dilerim. “ Mustafa: “ Ne demek dede, hem de çok faydası oldu. Ben de sana iyi günler dilerim. Yolun açık olsun “ dedi. Mustafa yaşlı adam gittikten sonra kulübeye döndü ve sandalyesine oturarak konuşulanları düşünmeye başladı.Silahla oynarken tabanca patladıMakbule Hanım Ağabeyi Atatürk'ün bir insan olarak çeşitli yönlerini de içtenlikle anlatır. Ağabeyinin çocukluk yıllarına dair pek çok anekdotu dile getirir. Makbule Hanım ağabeyinin çocukluk yıllarında her çeşit oyuncağa, özellikle de silaha düşkün olduğunu belirterek, daha o yıllarda askerliğe sempati duyduğunu dile getirir. Ne varki Atatürk'ün silahla oynaması az kalsın bir felakete yolaçacaktır. Atatürk, elindeki eski bir silahı temizlemesine yardım etmesi için kızkardeşini yanına çağırır. İşte o anı Makbule Hanım şöyle anlatır: "Karşısına geçtm. O elindeki lüveri temzilemeye başladı. Ne yaptı nasıl etti, bilmiyorum. Birden korkınç bir ses duydum. Annem korku ve heyecan içinde: 'Eyvah ! Kardeşini öldürdün Mustafa' dedi. Ben ise 'Ağabeyim öldü' diye ağlıyordum. Tabancanın dumanı kalkınca baktık ki ikimiz de sağız". Fareden çok korkardıAğabeyi Mustafa Kemal'in köy türkülerini dilinden düşürmediğini, sanata ve sanatçılara karşı büyük saygı duyduğunu ifade eden Makbule Hanım'ın anlattığına göre çocuk Mustafa Kemal en çok fareden korkarmış. Anne Makbule hanım ise küçük Mustafa Kemal'i "Sen asker olacaksın! Asker korkar mı hiç?" diyerek teskin edermiş.
 
Gerekirse bir er gibi cepheye katılmaya karar vermiştim"

1914 yılı Kasım ayında Mustafa Kemal Başkomutanlık Vekaleti’ne müracaat ederek cephede aktif bir göreve getirilmek istediğini bildirmiş ancak kendisine "Sizi Sofya Ateşemiliterliğinizi daha önemli bir görev olarak görüyoruz" cevabı almıştır.

Bu sefer Aralık ayında Sofya’dan Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya bir mektup yazarak cephede aktif görev alma isteğini tekrar eder: “Vatanın müdafaasına ait faal vazifelerden daha mühim ve yüce bir vazife olamaz. Arkadaşlarım muharebe cephelerinde, ateş hatlarında bulunurken ben Sofya’da ateşemiliterlik yapamam! Eğer birinci sınıf subay olmak liyakatinden mahrumsam, kanaatiniz bu ise, lütfen açık söyleyiniz.”

Mustafa Kemal Falih Rıfkı Atay'a o günlerdeki ruh halini şöyle anlatacaktır: “O günlerde neler çektiğimi anlatamam. Gerekirse bir er gibi herhangi bir cepheye katılmaya karar vermiştim. Onun için Sofya’daki evimin eşyalarını, Fethi Beyi arkadaşımla anlaşarak elçiliğe taşıttım. Hemen hareket edebilmek üzere küçük bir bavul hazırladım. Artık evi de bırakmak üzere iken, ‘İsmail Hakkı’ imzalı bir telgraf aldım. İmzanın üstünde, ‘Harbiye Nazır Vekili’ yazılı idi. ‘On dokuzuncu Tümen Komutanlığı’na tayin buyruldunuz. Hemen İstanbul’a hareket ediniz’ Ben bu telgrafı aldığım vakit Başkumandan Vekili Enver Paşa, Sarıkamış Savaşı’nı yapıyordu…”
 
Varolmayan Tümen

20 Ocak 1915 tarihinde Mustafa Kemal, Esat Paşa komutasındaki 3. Kolordu'ya bağlı Tekirdağ'da kurulacak 19 Tümen Komutanlığı'na atandı. O günleri şöyle ifade ediyor:

"Enver Paşa ile karşı karşıya bulunuyorduk. Enver, biraz zayıflamış, rengi solmuş bir halde idi. Söze ben başladım: ‘Biraz yoruldun’ dedim. ‘Yok, o kadar değil’ dedi. ‘Ne oldu?’ ‘Çarpıştık, o kadar!’, ‘Şimdiki durum nedir’, ‘Çok iyidir!’ dedi. Kendisini üzmek istemedim. Konuşmayı görevim üzerine çevirdim. ‘Teşekkür ederim, beni numarası on dokuzuncu olan tümene kumandan tayin etmişsiniz. Bu tümen nerededir?’ ‘Ha, evet… Belki bunun için Erkan-ı Harbiye ile görüşseniz daha iyi bilgi edinirsiniz’. Enver’i çok yorgun ve kafası işlerinde görüyordum. Sözü uzatmadım. ‘Peki o halde fazla rahatsız etmeyeyim’ dedim. Başkumandanlık Erkan-ı Harbiye’sine gittim. Gerekenlere kendimi şöyle tanıtıyordum: ‘On dokuzuncu Tümen Kumandanı Mustafa Kemal…’ Hepsi şaşıyordu! Böyle bir tümenin var olduğundan haberi olana rastlamadım. Sonunda bir akıllı dedi ki: ‘Belki böyle bir tümen Liman von Sanders’in ordusunda bulunmaktadır. Bir defa onu görseniz…’ Von Sanders’in kurmay başkanı Kazım Bey’in bürosuna giderek durumu anlattım. Kazım Bey: ‘Bizim dislokasyonumuzda böyle bir tümen yoktur. Fakat olabilir ki, Gelibolu’da üçüncü kolordu yapmakta olduğunu bildiğimiz bazı yeni teşkilat arasında yeni bir tümen kurmayı tasarlamıştır. Bir defa oraya kadar gitseniz' daha sonra Kazım Bey, ‘Bununla berber hareketimizden önce sizi kumandan paşaya tanıtayım’ dedi."
5509144c474d22cc29bea801.jpg

Mustafa Kemal'in Limon Von Sanders ile ilk görüşmesi pek iyi geçmez. Ancak artık Tümen Komutanı olarak görev başındadır. 2 Şubat 1915 tarihinde Mustafa Kemal Tekirdağ'a geçer, 19. Tümen'i kurma çalışmalarına başlar. 25 Şubat 1915 tarihinde 19. Tümen ve Maydos (Eceabat) Bölge Komutanlığı'na getirilir. 23 Mart 1915 tarihinde Maydos Bölge Komutanlığı genişletilerek "Müstahkem Mevki Rumeli Bölgesi Komutanlığı" adını alır, komutanlığına da Albay Halil Sami bey getirilir. Atatürk'ün komuta ettiği 19. Tümen ise 3. Kolordu Komutanlığı emrine verilir.
 
Son düzenleme:
19 Şubat 1915 ile 18 Mart 1915 tarihleri deniz muharebeleri ile geçti. 18 Mart tarihinde İttilaf Kuvvetleri son derece kapsamlı ve güçlü bir saldırı gerçekleştirmiş olsa da somut bir kazanç elde edemedi. Deniz muharebesinin kilitlenmesi ve müttefik kuvvetlerin verdiği kayıplar, Müttefik Kuvvetlerini keskin bir kara harekatı yapmaya zorladı. 25 Nisan 1915 günü İngiliz, Fransız ve Anzak birliklerinden oluşan işgal kuvvetleri Seddülbahir, Kumkale ve Arıburnu bölgelerinden çıkarma yapmaya başladılar. Seddülbahir'de kıyı topçusunun başarısı ve karşı taarruz ile durdurulan işgal kuvvetleri, Kumkale'de atıl kalmış, Arıburnu ise tam manasıyla cehennemi yaşamıştır.

Çıkarma başladığında Yarbay Mustafa Kemal Çanakkale Bigalı köyü doğusundaki Değirmenlik Mevkii'nde bulunan karargahındaydı. Çıkarmayı haber aldığı anda durum değerlendirmesi yaptıktan sonra Gelibolu'daki 3. Kolordu Komutanlığı'na düşmanın konumunu ve aldığı inisiyatifi bildiren bir rapor gönderdi. 57'inci Alayı alarak yolsuz, sarp ve derin derelerle kesilen arazide intikal ederek, saat 09.40'ta Kocaçimen mevkisine vardı. Burada 57. Alay dinlenmeye bırakılmış, Atatürk Conkbayırı'na geçmiştir. Orada cephaneleri bittiği için çekilen ve düşmanca kovalanan bir gözetleme bölüğüne rastlar. Devamını Mustafa Kemal anlatıyor:
550919429871ed1c169bb5c0.jpg

"- Nerede düşman?

- İşte diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.

Gerçekten de düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış, serbestçe ilerliyordu.

Düşman bana askerlerimden daha yakın. Düşman bulunduğum yere gelse kuvvetlerim pek kötü duruma düşecek. O zaman, bir mantıkla mıdır, yoksa bir içgüdü ile mi, bilmiyorum, kaçan erlere:

- Düşmandan kaçılmaz dedim.

- Cephanemiz kalmadı, dediler.

- Cephanemiz yoksa süngümüz var, dedim. Ve bağırarak,

- Süngü tak, dedim. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırı'na doğru ilerleyen piyade alayı ile Cebel Bataryası'nın erlerini marş marşla benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emir subayını geriye saldım. Erler yatınca, düşman da yere yattı. Kazandığımız an, bu andır."
 
Tarihte bazı kritik anlar vardır bir muharebenin kaderini belirler, o muharebe de savaşın kaderini tümden değiştirir. Mustafa Kemal'in emriyle kaçmakta olan Türk askerleri mevzi alınca karşı taraf da mevzi alarak duraklar. O duraklama sayesinde 57. Alay Öncü Bölüğü Conkbayırı'na yerleşir. Artık savaşın seyri değişmiştir. Kolordu Komutanı Esat Paşa'nın izniyle, 27. Alay’dan geri kalan birlikleri de emrine alan Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, karşı saldırıya geçmek üzere 57.Alay'a şu emri verir :

“ Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir.”

25 Nisan 1915 günü, Karaya çıkan Anzaklar sekiz taburdan fazladır. Hemen süngü taktırarak düşmana saldırı emri veren Atatürk harekatı Conkbayırı’ndan yönetmiş; sağdaki ve soldaki birliklerle bağlantı kurmaya çalışmıştır. Atatürk anılarında Conkbayırı’ndaki o mücadeleyi “Herkes öldürmek ve ölmek için düşmana atılmıştı.” sözleriyle ifade eder. Conkbayırı sırtlarında yaşanan boğaz boğaza çatışma sonunda 57. Alay’ın neredeyse tamamı şehit olmuş, ama düşman çıkarması da sonuçsuz kalmıştır. Vakit ikindiye yaklaşırken, ilk çıkarma kademesi olan tümenin sahile çıkışı da tamamlanmıştır. Ne var ki, 27. Alayın birlikleri ve 57. Alayın yaptığı karşı saldırı ve süngü hücumları sonucu Anzaklar çok sayıda kayıp vermiş, sahile çekilmiş, kritik ve endişeli anlar yaşamaktadır. Gene de gün batarken, Anzak Kolordusu’nun sahile çıkan Tümeni, Arıburnu’nun sarp yamaç ve tepelerinde yerleşme olanağı bulur. Bu tarihten başlayarak harekat, 1915’in Ağustos ayına kadar dört ay boyunca, Conkbayırı- Kocaçimentepe-Kabatepe bölgelerinde, tarafların karşılıklı saldırı ve özellikle gece yapılan süngü hücumlarıyla, yakın boğuşmalar şeklinde ve çok kanlı çarpışmalarla geçecektir.
55091b3e32a0ad6d45368671.jpg

Çanakkale Savaşı uzmanı İsmet Görgülü, “On yıllık Harbin Kadrosu” adlı eserinde, Atatürk’ün 25 Nisan 1915 savaşlarındaki başarısını şöyle anlatmıştır: “Saat 09:30’da Ordu yedeği olan 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, inisiyatifini kullanarak Kocaçimen bölgesine getirdiği 57. Alay ile, düşmanın kuzey yanından taarruz etti. Düşman ilerlemesi durduruldu. Yarbay Mustafa Kemal, düşmana taarruz etmek için Ordu Komutanından gerekli izni almayı bekleseydi, düşman muharebenin ilk saatlerinde, bölgenin en hakim tepeleri olan Conkbayırı ve Kocaçimen’i ele geçirecek ve Boğaz yolunu açmış olacak, Seddülbahir’i de savunan Türk kuvvetlerini de kuzeyden kuşatmış olacaktı. Aynı zamanda düşmanın çıkarma yaptığı Arıburnu ve Seddülbahir bölgelerine, muharebenin ilk gününde müdahale edebilecek mesafede Türk birliği bulunmadığından (M. Kemal’in tümeni hariç) Mustafa Kemal’in bu tarihi müdahalesi olmasaydı Çanakkale Muharebeleri, 25 Nisan günü kaybedilebilirdi.
 
26 Nisan, "En kritik gün"

İttifak Kuvvetleri saldırılarına 26 Nisan günü de devam etmişlerdir. Ortada ciddi bir sorun vardır. Arıburnu bölgesindeki Türk kuvvetleri İngilizlerden sayıca azdır, takviye imkanları düşüktür, askerler yorgun, aç ve uykusuzdur. Muharebenin bütün dehşeti askerlerin üstündedir. Atatürk bu şartlar altında mücadele ederken daha sonra o günleri şöyle tanımlayacaktır "Diyebilirim ki benim için en kritik durum 26 Nisan günü idi." 26 Nisan tarihinde Conkbayır’na yapılan taarruzu Atatürk, daha sonra Kemalyeri diye adlandırılacak yerden yönetir, Kanlısırt-Kırmızısırt hattında düşmana ağır kayıplar verdirerek, kıyıya çekilmeye zorlar. Müttefik güçlerin 26 Nisan sabahı yaptıkları saldırıda 57. Alay’ın geri kalan askerleri de ya “şehit” ya da “sağır” olmuşlardı. 19. Tümen Komutanı Atatürk, 26 Nisan akşamı verdiği emirde, “Bütün birliklerin bulundukları kıtaları tahkim etmelerini, muharebe hazırlıklarını tamamlamalarını, Kocadere köyünden tümen cephane dağıtım yerinden gerekli ikmalin erkenden yapılmasını, erlerin sıcak ve kuvvetli yemekle doyurulmasını…” talep eder.

Başarılarından dolayı 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa, 27 Nisan 1915’te, Atatürk’e, bir kutlama telgrafı çeker: “Başarınızı kutlarım. Raporlarınızı Başkomutanlık Vekaleti Yüksek Makamına arz ediyorum… Emrinize verilen 33. Alay’la birlikte düşmanı denize dökünüz. Donanmamız bizi ateşle destekleyecektir. Tanrı’nın yardımı bizimledir.”
55091e4361cde1ef1cafa1b5.jpg

Esat Paşa, 30 Nisan 1915’te bir kere daha Atatürk’e kutlama telgrafı çekmiştir: “Geceli gündüzlü devam eden harbi, başarı ile yöneterek her an bir başka surette belirmekte olan fedakar hizmetlerinizin devamını bekler, sizi yürekten kutlarım."

Mustafa Kemal 30 Nisan 1915’te Gümüş İmtiyaz Madalyasına layik görülür bunu Altın ve Gümüş Liyakat Madalyaları izler
 
1 Mayıs 1915’te, Atatürk’ün komutasındaki 19. Tümen, Arıburnu cephesinde düşmana taarruz etmiş, istenen sonuç alınamayınca, Atatürk, 2 Mayıs’ta taarruzu durdurmuştur. Atatürk, muharebe sonunda, yayınladığı emirde şöyle demektedir: “Bizimle beraber burada muharebe eden bütün askerler kesinlikle bilmelidirler ki bize verilen namus görevini tam olarak yerine getirmek için bir adım geri gitmek yoktur. Düşmanı denize dökmedikçe yorgunluk belirtisi göstermeyeceklerine şüphem yoktur.”

Ancak iki tarafın askerleri de hayatları boyunca karşılaşmadıkları bir dehşetin içindedir. Türk askerlerinin kumanyası azdır, İngiliz askerleri sıcaktan bunalmakta, kan kokusu cepheyi sarmaktadır. Ölüm her yerdedir. 9 Mayıs 1915’te Arıburnu cephesinin sağ yanından taarruza geçen düşman, Atatürk’ün 19. Tümeni’ne bağlı birliklerce durdurulur ve geri püskürtülür, 10 Mayıs'ta Atatürk’ün Arıburnu muharebelerini yönettiği tepeye 3. Kolordu Komutanlığı’nın günlük emriyle- “Kemalyeri” adı verilir, 11 Mayıs 1915’te öğleden sonra Başkomutan Vekili Enver Paşa, 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa’yla birlikte Kemalyeri’ndeki Arıburnu karargahına gelerek cephe hakkında Atatürk’le görüşür. 14 Mayıs 1915'te İngilizler Bombasırtı'nı ele geçirmek için saldırır. O günü Atatürk şöyle anlatıyor:
55091ff032a0ad6d45368750.jpg

"Biz kişisel kahramanlıklarla uğraşmıyoruz. Yalnız size, Bombasırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe sekiz, on metre, yani ölüm muhakkak… Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulamamacasına düşüyor, ikinci siperdekiler onların yerine geliyor, fakat ne kadar imrenilecek bir soğuk kanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz?.. Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini de biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılmak yok… Okuma bilenler Kuran’ı Kerim okuyor ve Cennet’e gitmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şahadet çekerek yürüyorlar. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayret ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur."
 
17 Mayıs 1915’te Atatürk, Arıburnu Kuvvetleri Komutanlığı’ndan ayrılarak 19. Tümen Komutanlığı’ndaki görevine döner. Ayrıca 19. Tümen, Kuzey Grubu Komutanlığı’na bağlanır. Atatürk, Arıburnu Komutanlığı’ndan ayrılırken emrindeki birliklere yazdığı veda yazısında: “23 gün sevk ve idare etmek mutluluğu kazandığım siz demir kitlenin, Tanrı’ya sığınarak yaptığı hücum iledir ki düşmanın 20.000’i aşan kuvveti Arıburnu’nda yok edildi. Yirmi üç günlük ateşli ve kanlı ortak çabalarımız anısının samimi ve temiz duyguyla korunacağından eminim.” demiştir. 25 Nisan’dan 17 Mayıs’a kadar geçen sürede Arıburnu’ndaki bütün kuvvetleri 19. Tümen Komutanı Yarbay Atatürk komuta etmiştir. Şimdi ise komutanlık Esat Paşa’ya devredilmiştir. Atatürk, karargahını Kemalyeri’nden Conkbayırı yakınlarındaki bir noktaya kaydırır.
5509227c4b0bb5bf25c8944e.jpg

17 Mayıs 1915’te Atatürk’e, Arıburnu muharebelerindeki başarısından dolayı padişah adına “Muharebe Altın Liyakat Madalyası” verilir. 23 Mayıs 1915’te, gösterdiği başarılardan dolayı Atatürk’e, Alman İmparatoru tarafından “Demir Haç” nişanı tevdi edilir. 30 Mayıs 1915’te, Çanakkale Ağıldere’de İngilizlerle şiddetli çarpışmalarda, Atatürk’ün komuta ettiği kuvvetler zafer elde eder. 1 Haziran 1915’te Atatürk albaylığa yükselir. Bu nedenle Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Enver Paşa, Atatürk’e “tebrik telgrafı” çeker, mesaj şöyledir: “Yeni rütbenizi tebrik ederim. Bu terfi, görmekte olduğunuzu büyük ve fedakarane hizmetlerinize karşılık bir mükafat değil, ancak memlekete daha mühim ve ordumuza daha kıymetli hizmetler görebilecek mevkilere erişmek için geçilmesi gereken bir basamaktır."
 
4 - 5 Haziran 1915’te İngilizlerin gece Arıburnu cephesindeki siperlere saldırmaları üzerine başlayan mücadeleyi, sabaha karşı Düztepe’deki karargahından Tümen cephesine gelen Atatürk yönetir. 19.Tümen birlikleri, işgal edilen siperleri düşmandan geri alır. 29 Haziran 1915’te, Başkomutan Vekili Enver Paşa, Şehzade Ömer Faruk Efendi ve İstanbul Milletvekili Hüseyin Cahit Yalçın, Gelibolu’da 5. Ordu Karargahı’nı ve Kemalyeri’ni ziyaret ettikten sonra Düztepe’de 19. Tümen Karargahı’nda Atatürk ile buluşur. 16 Temmuz 1915’te gazeteci, yazar ve şairlerden oluşan bir heyet Gelibolu’ya gelerek 5. Ordu ve 3. Kolordu karargahlarını gezer. Heyet, Cesarettepesi’ne giden yolun düşman kontrolünde olmasından dolayı Atatürk’ü ziyaret edemez, fakat telefonla konuşarak başarılar diler. 20 Temmuz 1915 tarihinde Mustafa Kemal arkadaşı Madame Corinne'e yazdığı mektupta şöyle diyecektir:

"Burada hayat o kadar sakin değil. Gece gündüz, her gün çeşitli toplardan atılan şarapneller ve diğer mermiler başlarımızın üstünde patlamaktan hal kalmıyor. Kurşunlar vızıldıyor ve bomba gürültüleri toplarınkine karışıyor. Gerçekten bir cehennem hayatı yaşıyoruz.

Çok şükür, askerlerim pek cesur ve düşmandan daha mukavemetlidir. Bundan başka hususi inançları çok defa onları ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini kolaylaştırıyor. Filhakika onlara göre iki semavi netice mümkün. Ya gazi ya da şehit olmak. Bu sonuncusu nedir bilir misiniz? Dosdoğru cennete gitmek."
5509269f34af6d104630f8af.jpg
 
Mustafa Kemal, Envar Paşa, Limon Von Sanders ve Kolordu Komutanı Esat Paşa ile görüş ayrılığı içindedir. Haziran ayında bir çok defalar düşman kuvvetlerinin Arıburnu'nun kuzeyinden çıkartma yapacaklarını ifade etmiş, buraya yönelik alınmasını önerdiği önlemleri de bildirmiştir. Bu önerileri dikkate alınmaz. Arıburnu cephesinin bir komuta altında, Arıburnu ile Anafartalar arasının başka bir komuta altında ve Kabatepe bölgesinin de bir başka komuta altında yeniden organize edilmesini istemesine rağmen bu bölgeye ancak bir tabur yollanır. Hatta Kuzey Grubu Komutanı ile Kurmay Başkanı bizzat Mustafa Kemal'in Düztepe'deki komuta yerine gelerek arazi üzerinde konuyu tartışmış, "kendisini bu saplantıdan kurtarmaya" gayret etmiştir. Esat Paşa ise Mustafa Kemal ile yaptığı bir sohbette "Düşman nereden gelecek" diye doğrudan sormuş, Mustafa Kemal mevkiyi gösterince de gülerek "Merak etme beyefendi gelemez" diye karşılık vermiştir.

İttifak Kuvvetleri Komutanı Hamilton belli ki aynı fikirde değildir. Tam da Atatürk'ün tahmin ettiği bölgeden bir saldırı planlamaktadır. 6 Ağustos 1915 tarihinde Yeni Zelandalılar Sazlıdere ile Ağıldere arasından Conkbayırı'na doğru ilerlemeye başlarlar. Mustafa Kemal durumu şöyle değerlendirir:

"6 Ağustos’tan itibaren düşman taarruzları, iki ay önce sorumluluk sahiplerine boşu boşuna açıklamaya çalıştığım şekilde gelişmeye başladığı zaman onların neler hissettiğini bilmeyi çok isterdim. Olaylar, onların kendilerini bekleyen şeylere karşı zihnen hazırlıksız olmak suretiyle, milleti çok büyük tehlikelerle karşı karşıya bıraktığını göstermiştir."

55092874413bdc2c47b82bad.jpg
 
6-8 Ağustos 1915’te İngilizlerin Arıburnu cephesine ve Conkbayırı’na saldırmaları üzerine çok kanlı çarpışmalar olur. Atatürk, 7 Ağustos 1915’te saat 05:05’te, Kuzey Gurubu Komutanlığı’na yazdığı raporda: “Düşman gece yarısından başlayarak topçusuyla şiddetli ateş altına aldığı 18. ve 27. Alay cephelerine, saat 04:30’da hücum etmişse de Tanrı’nın yardımıyla ağır kayıplar verdirilerek hücum sonuçsuz bırakılmıştır” demektedir.

8 Ağustos 1915’te, Conkbayırı İngilizlerin eline geçer. 8 Ağustos sabahı saat 04:00’te solda bulunan Avustralya piyadesi Azmakdere’den Abdurrahmanbayırı’na doğru sağa çark ederek Kocaçimentepesi’ne saldırır. Saldırı sırasında 14. 64 ve 25. Türk Alaylarının askerleri birbirine karışır, 9. Tümen Komutanı yaralanır ve 16. Kolordu Komutanı da cepheye gelip düzenleme yapmaz. Bu karışıklık içinde Atatürk, emrindeki 10. Alayı Conkbayırı’na koşturur. Bu sırada telefonla orduların içinde bulunduğu karışıklığı Kuzey Grubu Komutanlığı’na bildirmiştir. Conkbayırı’ndaki durum o kadar kritik bir hal alır ki Fahrettin Altay Paşa derhal Esat Paşa'yı arayarak Conkbayırı bölgesine kudretli bir komutanın atanması gerektiğini, bu kişinin de Mustafa Kemal olduğunu ifade eder.

Atatürk, saat 19:00’da Kuzey Grubu Komutanı Esat Paşa’ya, Conkbayırı bölgesindeki kritik durumu anlatarak 5. Ordu Komutanı Liman von Sanders’i ikaz etmesini ister. Conkbayırı’ndaki durumun iyice kötüleşmesi üzerine, Mustafa Kemal doğrudan Liman Von Sanders ile görüşür. Görüşme şöyle cereyan eder:

"-Vaziyeti nasıl görüyorsunuz, nasıl bir önlem düşünüyorsunuz?”

-“Vaziyeti nasıl gördüğünüzü çoktan size ulaştırmıştım. Önleme gelince; bu dakikaya kadar çok uygun tedbirler vardı. Fakat bu dakikada sonra bir tek tedbir kalmıştır.”

Liman von Sanders Paşa sorar:

-“O tedbir nedir?

-“Bütün kumanda ettiğiniz kuvvetleri emrime veriniz. Tedbir budur.”

-“Çok gelmez mi?”

Mustafa Kemal'in cevabı kesindir.

"Az gelir!"
55092a575a3e46342f0a4408.jpg

Telefon kapanır."

Atatürk gece saat 21:45’te Mareşal Liman von Sanders’in emriyle Anafartalar Grubu Komutanlığı’na getirilir. Atatürk, o gece saat 01:30’da Anafartalar Grubu Komutanlığı karargahı’nın bulunduğu Çamlıtekke’ye giderek grubun komutasını eline alır ve 9 Ağustos günü sabahın ilk ışıklarıyla taarruz emri verir.
 
9 Ağustos 1915’te Atatürk’ün komutasındaki kuvvetler Anafartalar bölgesinde düşmana saldırır. 9 Ağustos günü hem Conkbayırı Muharebeleri devam eder hem de Birinci Anafartalar Muharebesi yapılır. Atatürk, 7. ve 12. Tümenlerin sabaha karşı başlayan taarruzunu, Anafartalar bölgesindeki bir tepeden başından sonuna kadar yönetir. Düşman bozguna uğrayarak kaçar.

10 Ağustos 1915’te, Atatürk, İngilizlerin 8 Ağustos’ta ele geçirdiği Conkbayırı’na taarruz eder. Atatürk, “Taarruzun Conkbayırı’ndan yapılmasını gerekli buluyordum. Bu taarruza çok fazla önem verdiğim için ve benden önce çeşitli kumandanların burada yaptıkları tearuzlarla sonuç alamadıklarını bildiğim için iş bu yeni taarruzu bizzat başında bulunarak kendim idare etmeye karar verdim.” demiştir.

Atatürk, sabah saat 04:30’da baskın şeklinde bir taarruza karar verir. Taarruzda kullanacağı kuvvet, 8. Tümene bağlı 23, 24. ve 47. Alaylardır. Atatürk, anılarında Conkbayırı taarruzu’nun başlamasını şöyle anlatır:

Gün doğmak üzereydi. Çadırımın önüne çıktım. Hücum edecek askeri görüyordum. Oradan hücumun yapılmasını bekleyecektim. Gecenin karanlık perdesi tamamen kalkmıştı. Artık hücum anıydı. Saatime baktım. Dört buçuğa geliyordu. Birkaç dakika sonra ortalık tamamen ağaracak ve düşman askerlerimizi görebilecekti. Düşmanın piyade, mitralyöz ateşi başlarsa ve kara ve deniz toplarının mermileri bu sıkı düzende duran askerlerimiz üzerinde bir defa patlarsa hücumun imkansızlığından şüphe etmiyordum.Hemen ileri koştum. Tümen kumandanına rastladım. O da ve her ikimizin refakatimizde bulunanlar beraber olduğu halde hücum safının önüne geçtik. Gayet kısa ve seri bir teftiş yaptım. Önünden geçerek yüksek sesle askerlere selam verdim ve dedim ki: ‘Askerler! Karşımızdaki düşmanı mağlup edeceğimize hiç şüphe yoktur. Fakat siz acele etmeyin. Evvela ben ileri gideyim. Siz, ben kırbacımla işret verdiğim zaman hep birden atılırsınız.’ Kumandan ve subaylara da işaretimle askerlerin dikkatini çekmelerini emrettim Ondan sonra hücum safının önünde bir yere kadar gidildi ve oradan kırbacımı havaya kaldırarak hücum işaretini verdim. Bütün askerler, subaylar, artık her şeyi unutmuşlar, bakışlarını, kalplerini, verilecek işarete yöneltmiş bulunuyorlardı. Süngüleri ve bir ayakları ileri uzatılmış askerlerimiz ve onların önünde tabancaları, kılıçları ellerinde subaylarımız kırbacımın aşağı inmesiyle demirden bir kitle halinde aslanca bir saldırıyla ileri atıldılar. Bir saniye sonra düşman siperleri içinde gökyüzüne yükselen bir sesten başka bir şey işitilmiyordu. Allah, Allah, Allah…Düşman silah kullanmaya vakit bulamadı. Boğaz boğaza kahramanca mücadele sonunda ilk hatta bulunan düşman tümüyle imha edildi”.

8.Tümen alaylarınca sadece süngü hücumuyla gerçekleşen bu taarruzda, 4 saat süren kanlı süngü muharebeleri sonunda Conkbayırı’nıın tamamı ele geçirilir. Düşmana çok büyük kayıplar verdirilen bu savaş sırasında General Boldwin ve Kurmay Başkanı ölür. Atatürk de göğsündeki saate isabet eden bir şarapnel parçasıyla yaralanır. Atatürk, Conkbayırı’nı geri aldıktan sonra öğleden sonra 8. Tümen’e veda ederek Anafartalar Grubu Karargahı’na döner. Resmi kayıtlara göre 5 gün süren Conkbayırı taarruzunda; Türk tarafı 20 bin, düşman tarafı ise 25 bin kayıp verir.
55092eef2d601086380d93c0.jpg

Conkbayırı taarruzu hakkında, Fahrettin Altay Paşa şu yorumu yapar: “Mustafa Kemal, 10 Ağustos’ta yalnız İstanbul’un değil, bütün bir memleketin işgalini önlemişti. Artık ümitleri kalmayan İngilizler, iki ay sonra Gelibolu Yarımadasını boşaltıp çekilip gitmeye mecbur kalıyorlardı."
 
15 Ağustos 1915’te, İngilizler, Kireçtepe yükseklerini denizden ve karadan dövdükten sonra 54. Tümenlerinden dört taburla saat 15:30’da Aslantepe’ye karşı saldırıya geçer. Burada Gelibolu Jandarma Taburu ile 127. Alay’dan küçük bir Türk kuvveti vardır. Tümen komutanın da çok geride olması nedeniyle geç haber alındığından Aslantepe’ye zamanında kuvvet gönderilemez ve Kanlıtepe düşer. Atatürk, Turşun köyüne gider. Buradan 5. ve 9. Tümenlerden kuvvet göndererek Kanlıtepe’yi geri alır ve büyük bir tehlikeyi önler. 16 Ağustos’ta İngilizler, Anafartalar cephesindeki Kireçtepe’ye taarruz eder, Atatürk, ateş hattında 5. Tümen Karargahı’nın bulunduğu 161 rakımlı tepeden savaşı yönetir.

Mustafa Kemal 20 Eylül tarihinde rahatsızlanır. 27 Eylül tarihinde Liman Von Sanders'e Anafartalar Grubu Komutanlığı'ndan istifa ettiğini bildirir. İstifası kabul edilmez. 31 Ekim'de Enver Paşa, 3 Kasım'da Ayan ve Mebusan Meclisi üyeleri Çanakkale’de Atatürk’ü ziyaret eder. Yukarıdaki fotoğrafta Atatürk üyelere cephe hakkında bilgi vermektedir. 7 Kasım 1915’te, İngiliz Savaş Kabinesi Çanakkale’yi boşaltma kararı alır. Zafer kazanılmıştır.

İngiliz General Aspinall Oglander yaptığı değerlendirmede şöyle diyecektir:
55092ed22d601086380d93bc.jpg

"Bir Tümen Komutanı’nın üç ayrı yerde tek başına giriştiği hareketlerle bir savaşın, hatta bir ulusun kaderini değiştirecek yücelikte bir zafer kazandığı tarihte pek nadirdir
 
Çanakkale Savaşları sonucunda Mustafa Kemal vatan sathında bir kahraman olarak karşılanır. Ruşen Eşref Ünaydın'ın 1918 yılında Yeni Mecmua’da yayımlanan "Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal’le Mülakat" başlıklı röportajı bunun tipik bir delilidir. "İstanbul’u kurtaran kahraman" unvanı verilen Mustafa Kemal’in ismi dilden dile dolaşır. Halkın gösterdiği bu ilgi Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından hazmedilemez. Bunun neticesi olarak sıkı bir sansür uygulanır ve Mustafa Kemal’in adının ve resminin gazetelerde yer alması yasaklanır. Hatta öyle ki Harbiye Nezareti’nin çıkarmış olduğu "Harp Mecmuası"nın kapağına "Çanakkale Kahramanı" olarak basılması kararlaştırılan resmi tam baskıya girileceği sırada gelen bir emir üzerine çıkartılarak yerine Enver Paşa'nın amcası Halil Paşa'nın resmi basılır.

Ancak ne sansür, ne iftiralar ne de ortaya atılan efsaneler gerçeği değiştirilemez. Çanakkale Savaşı kanla, terle, gözyaşı ile kazanılmış bir zaferdir. Bu savaşın sevk ve idaresinde Mustafa Kemal yeri doldurulamaz bir rol oynamış ve kahraman olmayı hak etmiştir. Komutan sıfatıyla kazandığı zaferler Çanakkale Kara Muharebelerinin kaderini tam üç kere değiştirmiş, nihayetinde İngilizleri stratejik bir açmaz içerisinde bırakmıştır.

Bugün ne yazık ki son derece ahlaksız bir şekilde bu büyük başarı yok sayılarak bir haksızlık yapılmaktadır. Elbette Mustafa Kemal'in fikirlerini beğenmeme, katılmama meşru bir haktır ama bunca dehşet, ıstırap ve mücadele ile elde edilmiş bir başarıyı tahrif etmek hakikate ve akla karşı da işlenmiş bir suçtur.

Yukarıdaki fotoğraf Liman Von Sanders ile Mustafa Kemal'i birlikte gösteriyor, hasılasını Liman Von Sanders'e bırakalım:

"1918 yılında Mustafa Kemal İstanbul'daki başkumandanlıktan şu mealde bir telgraf aldı: "Adana'da Mareşal Liman Von Sanders'ten Yıldırım Orduları Kumandanlığı'nı teslim almak üzere Adana'ya hareket ediniz."

Bu emir üzerine Mustafa Kemal; gece gündüz mesafe katederek otomobille Adana'ya geldi. Ve orada Liman Von Sanders'e mülaki oldu. Mustafa Kemal, Adana'ya muvasalat ettiği günün öğle yemeği sonuna kadar Mareşal Liman Von Sanders'e misafir kaldı.

Yemekten sonra Mareşalin bürosuna geçtiler. Von Sanders yüksek askerliğin bütün izzeti nefsiyle makamına oturdu. Ve karşısında yer almış olan Mustafa Kemal'e şu sözleri söyledi:
550931b7d8c9f96a38dcf0eb.jpg

" Çok bahtiyarım ki; bu mühim kuvvetin kumandasını sizin gibi; Arıburnu, ve Anafartalardan beri yakından tanıdığım bir yüksek Türk kumandanına bırakıyorum."

Mareşal bu sözleri söylerken ayağa kalktı. Gözleri yaşarmıştı."

Bütün dünyanın bildiğini, tamtamla, bağırtıyla, gümbürtüyle boğmaya çalışsan ne fayda. Anafartalar Kahramanı tarih kürsüsünde bellidir, bütün insanlık ailesi de öyle hatırlamaya devam edecek.
 
X