- Konu Sahibi guldenasya
- #1
AYDINLANMA !...
Tolga ÇELEBİ
Tüm insanlık ailesi, yaratıldığı günden beri bir aydınlanma sürecinden geçmektedir. Bunun hızı; bazı dönemlerde artmış, savaşın yıkımın yoğun olarak yaşandığı bazı dönemlerde ise yavaşlamıştır. Aslında aydınlanmak büyük ölçüde değişmek anlamını da taşır. Ama, değişmek, sadece insana özgü bir şey de değildir. Örneğin bir bitkinin çiçek açması onun aydınlanması olabilir. Ya da bir karbon molekülünün milyonlarca yılda kömür olmaktan çıkarak elmas haline gelmesi bu cansız madde için büyük bir değişimdir.
İnsan; uyanık olduğunda her yaşam biçiminin içindeki ruhsal özü görebilir ve kendisi kadar sevebilir. Ama insanların çoğu sadece dış biçimi görür ve içsel özün farkında olmaz. Hem kendi ruhsal özünün farkında olmaz hem de çevresindekilerin. İnsan; kendini fizyolojik ve biyolojik bakış açısı ile tanımlar. Bu yüzden evrene hep eksik bakıyoruz. Tasavvuf ile uğraşan ve insanoğlunun ruhsal tanımını yapmaya çalışan bazı insanlar, “Yaratılanı severiz, Yaratan’dan ötürü” diyerek, her varlığın içsel özünü de kavramaya ve sevmeye çalışmışlardır. Örneğin bir lotus çiçeği, Budizm’in en önemli sembollerindendir. Beyaz güvercin, Hıristiyanlık inancında Kutsal Ruh’u temsil eder. Hilal İslam dininde Allah’ı temsil eder. Bizim sadece çiçek, güvercin ya da ay olarak değerlendirdiğimiz varlıklar, özünde büyük anlamlar ifade etmektedir. Ruh ve içsellik olmadıktan sonra beden, topraktan başka bir şey değildir. Topraktan yaratılan bu bedenin güzel bir insan olmasını temin eden ve ona kıymet kazandıran sır, ondaki candır, ruhtur. Aynı şekilde bütün güzellikler de içinde böyle bir can varsa büyük bir değer ifade ederler. Şayet yoksa, hepsi de değersizdir. Bu can samimiyettir, sevgidir, içselliğin taşıdığı anlamdır.
“Hiç şüphesiz: İnsan son derece zeki bir yaratık. Ama bu zekası, aynı zamanda delilikle gölgelenmiş durumdadır. Bilim ve teknoloji, insan zihninin bozukluğunun gezegen, diğer yaşam biçimleri ve insanın kendisi üzerindeki yıkıcı etkisini daha da arttırdı. İşte bu yüzden, insan oğlunun kolektif deliliği en iyi yirminci yüzyıl tarihine bakılarak görülmektedir. 1. dünya savaşı, 1914 yılında çıktı. Korku, aç gözlülük ve güç hırsıyla ateşlenen yıkıcı ve zalim savaşlar insanlık tarihinin sıradan olayları arasına girdi. 1914 yılında eki insan beyni, içten patlamalı motorları üretmekle kalmadı, ayı zamanda, bombaları, makineli tüfekleri, denizaltıları, zehirli gazları icat etti. İşte size deliliğin hizmetindeki zeka! Bu savaşta on milyon insan öldü. İnsanoğlunun deliliği hiç bu kadar yıkıcı, hiç bu kadar belirgin olmamıştı. Yirminci yüzyılın sonlarında, savaşlardan, kitle imha silahlarından, iç savaşlardan, soykırım yüzünden ölenlerin sayısı yüz milyondan fazlaydı.” Eckhart Tolle – Var Olmanın Gücü
Bu gün televizyonu açıp ana haber bültenini izlediğimizde, bu deliliğin henüz ortadan kalkmadığını, hatta yirmi birinci yüzyılın başlarında daha da hızlanarak devam ettiğini söyleyebiliriz. Her şeyden önce, insanlar gezegendeki diğer yaşam biçimlerine hatta gezegenin kendisine inanılmaz derecede şiddet uyguluyor. Anlamsızca doğaya zehirli gazlar salıyor, ormanları yok ediyor, akarsuları kirletiyor. Açgözlülüğün etkisiyle, kontrolsüz bir şekilde kendi sonunu getirecek davranışlar sergiliyor. Kendi evimizi nasıl yıkıp mahvetmiyorsak, bizimde evimizin de, ailemizin de içinde bulunduğu bu gezegeni mahvedemeyiz. Çünkü insan hayatı ve insan bilinci, gezegenin yaşamıyla bağlantılıdır. İçimizdeki, korku, şiddet eğilimi, aç gözlülük sayesinde; HEP DAHA FAZLASINI isteyerek kendimizi tatmin etmeye çalışıyoruz. Belki bu kadar acımasız ve açgözlü olmak yerine hayata Mevlana gözüyle bakmak lazım: “Okyanus ne kadar büyük olursa olsun, insan yalnızca kabı kadar su alabilir.” Mevlana.
Eski çağlarda, kabileler arasında süren acımasız savaşlar, bu gün ülkeler arasında, toprak, su ya da ideolojik baskılar nedeniyle binlerce yıl geçmesine rağmen aynen devam ediyor. İnsanlar bazı ideolojik sebeplerle kendini ‘haklı’, diğerlerini ise ‘haksız’ çıkartabiliyor. Diğer insanları haksız gördüğü içinde onları düşman ilan ederek öldürme hakkını kendine verebiliyor.
Bu durumdan kurtulmak için, kolektif olarak, insanlık ailesinin her bir ferdinin ‘daha iyi bir insan’ olmak için çalışması gereklidir. Ama daha iyi ve ahlaklı bir insan olmak, ciddi bir bilinç değişikliği gerektirir. Ben iyi insan olacağım diyerek iyi olmayız. Ama içimizdeki iyiliği bulup keşfederek iyi bir insan olabiliriz. Sonuç olarak iyi biri insan olmak için, yine içsel dünyamıza yönelmemiz gereklidir. Kendimizi keşfetmemiz, içimizdeki iyiliğe ulaşmamız gereklidir. Değişmek ve aydınlanmak ancak kendimizi tanıyarak, içimize dönerek ve ‘BEN’i keşfederek gerçekleşir.
Tolga ÇELEBİ
Tüm insanlık ailesi, yaratıldığı günden beri bir aydınlanma sürecinden geçmektedir. Bunun hızı; bazı dönemlerde artmış, savaşın yıkımın yoğun olarak yaşandığı bazı dönemlerde ise yavaşlamıştır. Aslında aydınlanmak büyük ölçüde değişmek anlamını da taşır. Ama, değişmek, sadece insana özgü bir şey de değildir. Örneğin bir bitkinin çiçek açması onun aydınlanması olabilir. Ya da bir karbon molekülünün milyonlarca yılda kömür olmaktan çıkarak elmas haline gelmesi bu cansız madde için büyük bir değişimdir.
İnsan; uyanık olduğunda her yaşam biçiminin içindeki ruhsal özü görebilir ve kendisi kadar sevebilir. Ama insanların çoğu sadece dış biçimi görür ve içsel özün farkında olmaz. Hem kendi ruhsal özünün farkında olmaz hem de çevresindekilerin. İnsan; kendini fizyolojik ve biyolojik bakış açısı ile tanımlar. Bu yüzden evrene hep eksik bakıyoruz. Tasavvuf ile uğraşan ve insanoğlunun ruhsal tanımını yapmaya çalışan bazı insanlar, “Yaratılanı severiz, Yaratan’dan ötürü” diyerek, her varlığın içsel özünü de kavramaya ve sevmeye çalışmışlardır. Örneğin bir lotus çiçeği, Budizm’in en önemli sembollerindendir. Beyaz güvercin, Hıristiyanlık inancında Kutsal Ruh’u temsil eder. Hilal İslam dininde Allah’ı temsil eder. Bizim sadece çiçek, güvercin ya da ay olarak değerlendirdiğimiz varlıklar, özünde büyük anlamlar ifade etmektedir. Ruh ve içsellik olmadıktan sonra beden, topraktan başka bir şey değildir. Topraktan yaratılan bu bedenin güzel bir insan olmasını temin eden ve ona kıymet kazandıran sır, ondaki candır, ruhtur. Aynı şekilde bütün güzellikler de içinde böyle bir can varsa büyük bir değer ifade ederler. Şayet yoksa, hepsi de değersizdir. Bu can samimiyettir, sevgidir, içselliğin taşıdığı anlamdır.
“Hiç şüphesiz: İnsan son derece zeki bir yaratık. Ama bu zekası, aynı zamanda delilikle gölgelenmiş durumdadır. Bilim ve teknoloji, insan zihninin bozukluğunun gezegen, diğer yaşam biçimleri ve insanın kendisi üzerindeki yıkıcı etkisini daha da arttırdı. İşte bu yüzden, insan oğlunun kolektif deliliği en iyi yirminci yüzyıl tarihine bakılarak görülmektedir. 1. dünya savaşı, 1914 yılında çıktı. Korku, aç gözlülük ve güç hırsıyla ateşlenen yıkıcı ve zalim savaşlar insanlık tarihinin sıradan olayları arasına girdi. 1914 yılında eki insan beyni, içten patlamalı motorları üretmekle kalmadı, ayı zamanda, bombaları, makineli tüfekleri, denizaltıları, zehirli gazları icat etti. İşte size deliliğin hizmetindeki zeka! Bu savaşta on milyon insan öldü. İnsanoğlunun deliliği hiç bu kadar yıkıcı, hiç bu kadar belirgin olmamıştı. Yirminci yüzyılın sonlarında, savaşlardan, kitle imha silahlarından, iç savaşlardan, soykırım yüzünden ölenlerin sayısı yüz milyondan fazlaydı.” Eckhart Tolle – Var Olmanın Gücü
Bu gün televizyonu açıp ana haber bültenini izlediğimizde, bu deliliğin henüz ortadan kalkmadığını, hatta yirmi birinci yüzyılın başlarında daha da hızlanarak devam ettiğini söyleyebiliriz. Her şeyden önce, insanlar gezegendeki diğer yaşam biçimlerine hatta gezegenin kendisine inanılmaz derecede şiddet uyguluyor. Anlamsızca doğaya zehirli gazlar salıyor, ormanları yok ediyor, akarsuları kirletiyor. Açgözlülüğün etkisiyle, kontrolsüz bir şekilde kendi sonunu getirecek davranışlar sergiliyor. Kendi evimizi nasıl yıkıp mahvetmiyorsak, bizimde evimizin de, ailemizin de içinde bulunduğu bu gezegeni mahvedemeyiz. Çünkü insan hayatı ve insan bilinci, gezegenin yaşamıyla bağlantılıdır. İçimizdeki, korku, şiddet eğilimi, aç gözlülük sayesinde; HEP DAHA FAZLASINI isteyerek kendimizi tatmin etmeye çalışıyoruz. Belki bu kadar acımasız ve açgözlü olmak yerine hayata Mevlana gözüyle bakmak lazım: “Okyanus ne kadar büyük olursa olsun, insan yalnızca kabı kadar su alabilir.” Mevlana.
Eski çağlarda, kabileler arasında süren acımasız savaşlar, bu gün ülkeler arasında, toprak, su ya da ideolojik baskılar nedeniyle binlerce yıl geçmesine rağmen aynen devam ediyor. İnsanlar bazı ideolojik sebeplerle kendini ‘haklı’, diğerlerini ise ‘haksız’ çıkartabiliyor. Diğer insanları haksız gördüğü içinde onları düşman ilan ederek öldürme hakkını kendine verebiliyor.
Bu durumdan kurtulmak için, kolektif olarak, insanlık ailesinin her bir ferdinin ‘daha iyi bir insan’ olmak için çalışması gereklidir. Ama daha iyi ve ahlaklı bir insan olmak, ciddi bir bilinç değişikliği gerektirir. Ben iyi insan olacağım diyerek iyi olmayız. Ama içimizdeki iyiliği bulup keşfederek iyi bir insan olabiliriz. Sonuç olarak iyi biri insan olmak için, yine içsel dünyamıza yönelmemiz gereklidir. Kendimizi keşfetmemiz, içimizdeki iyiliğe ulaşmamız gereklidir. Değişmek ve aydınlanmak ancak kendimizi tanıyarak, içimize dönerek ve ‘BEN’i keşfederek gerçekleşir.