Gelecekten veya bizim için “gayb” olan herhangi bir meseleden haber verme işini cinler vasıtasıyla yürütme tarzının ilk örneklerinin yahudilerde görüldüğünü biliyoruz. Müfessirlerin rivayet ettiğine göre şeytanlar gök kapılarına kadar çıkar, orada meleklerin, dünyadaki ölüm, kayıp vb. hususlardaki konuşmalarına kulak verir, ezberledikleri sözleri yeryüzündeki kâhinlere aktarırlardı. Kâhinler de (kehânet, falcılık gibi isimler altında) bunları insanlara haber verir, insanlar da gerçekten o haberlerin vaki olduğunu görürdü. Şeytanlar, kâhinler nezdinde belli bir itimat ve güven sağlayınca, bir süre sonra yalan söylemeye, doğru habere yalan karıştırmaya başladılar. Öyle ki, bir doğru sözün yanına yetmiş yalan söz koyup kâhinlere söylüyorlardı.
Cinler Neyi Bilir?
Kur’an’da cinlerin ağzından şöyle dedikleri haber verilir:
“Doğrusu biz (cinler) göğü yokladık; fakat onu, kuvvetli (ve şiddetli) bekçilerle ve alev huzmeleriyle doldurulmuş bulduk. Oysa biz (daha önce) onun bazı kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler (bulup) oturuyorduk. Fakat şimdi kim dinlemek istese, kendisini gözetle(yip izle)yen bir alev huzmesi buluyor. Bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murad edildi, yoksa Rabbleri onlara bir hayır mı diledi.” (Cin, 8-10)
Gaybı bilmezler
Bu ayet açık bir şekilde gösteriyor ki, cinler gaybı bilen varlıklar değildir. Onlar bir zaman göğün belli yerlerinde meleklerin yeryüzünde olup biten hadiselerle ilgili konuşmalarını dinleme imkanı bulmuşlardır. Ancak daha sonra bu imkan onların elinden alınmıştır.
Bu durum başka ayetlerde de şöyle ifade buyurulur:
“Doğrusu biz dünya göğünü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Ve onu inatçı her şeytandan koruduk. Onlar Mele-i Âlâ’yı dinleyemezler. Her taraftan kovulup atılırlar, uzaklaştırılırlar. Onlara ardı arkası kesilmez bir azap vardır. Ancak (meleklerin konuşmalarından) bir sözü kapan olursa, onu da delip geçen alevli yıldızlar takip eder.” (Sâffat, 6-10)
Bilgi hırsızlığı ve ateş topu
Ancak, Cin Suresi’nden yukarıda aktardığımız ayetlerde de açıkça haber verildiği gibi, Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in peygamberliği ve Kur’an’ın nüzulü ile birlikte cinlerin bu imkanı da kalmamıştır. Artık onlardan her kim bir kulak hırsızlığı yapmak için göğün kapılarına yaklaşacak olsa, delip geçici bir alev topu tarafından takip ve helâk edilir.
İbn Abbas r.a.’ın haber verdiğine göre, Efendimiz s.a.v. bir gece ashabıyla oturmuş sohbet ediyordu. O sırada bir yıldız kaydı ve aydınlık saçtı. Efendimiz s.a.v. böyle bir olay cahiliye döneminde vuku bulduğunda ne dediklerini orada bulunanlara sordu. Onlar bu durumu, büyük bir kimsenin doğumuna veya ölümüne işaret saydıklarını söylediler. Efendimiz s.a.v. şöyle buyurdu:
“Yıldız, ne bir kimsenin ölümü, ne de doğumu için kayar. Ancak Rabbimiz Tebareke ve Tealâ bir konuda hüküm verince, Arş’ı taşıyan melekler tesbih ederler. Sonra onların altında bulunan gök ehli tesbih eder. Nihayet bu tesbih bizim dünyamıza kadar ulaşır. Sonra Arş’ı taşıyan meleklerin altında bulunan gök ehli, haberin ne olduğunu soruşturarak Arş’ı taşıyan meleklere, ‘Rabbimiz ne buyurdu?’ derler. Onlar da bu hükmü kendilerine haber verirler. Her gök ehli diğer (daha aşağıdaki) gök ehline durumu bildirir. Nihayet haber dünya göğünde bulunanlara kadar ulaşır. Cinler bu haberi kulak hırsızlığı yaparak çalarlar da, bunun üzerine kovalanırlar. Onların bu şekilde getirdikleri haber haktır. Ancak kendileri değişiklik yapıp artırma-eksiltmede bulunurlar.” (Müslim, Ahmed b. Hanbel)
Kehaneti Tasdik Etmek
Falcıların her sözünün yalan/yanlış olmadığı, söyledikleri sözlerin ve verdikleri haberlerin bir kısmının gerçek çıktığı tecrübe ile sabit iken, acaba dinimizin bizi onların söylediklerini tasdik etmekten men etmesinin hikmeti ne olabilir?
Hz. Aişe r.anha validemiz şöyle diyor:
“Bazı kimseler Rasulullah s.a.v. Efendimiz’e gelerek kâhinler hakkında soru sordular. Rasulullah s.a.v.:
- Onlar hiçbir şey değildir, buyurdu.
Soruyu soranlar:
- Ey Allah’ın Rasulü! Onlar bazen bize bir şey söylüyor ve söyledikleri doğru çıkıyor, deyince şöyle buyurdu:
- O söz (kâhinin) cinden (öğrendiklerinden)dir. Cin onu (gökten) kapar da, tavuğun gıdaklaması gibi dostunun (kâhinin) kulağına gıdaklar. Bu suretle ona yüz yalandan daha fazlasını karıştırırlar.” (Müslim)
Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Yukarıda, Efendimiz s.a.v.’in bi’setiyle birlikte cinlerin gök kapılarından dinledikleri haberleri yeryüzündeki dostlarına (kâhinlere) aktarma imkanından mahrum kılındıkları belirtilmişti.
Oysa bu rivayette kâhinlerin bazı şeyleri gerçek olarak söyleyebilecekleri zikredilmektedir. Burada bir çelişki yok mudur?
Biraz şeytan işi, biraz maharet
Bu sorunun cevabını ulema çeşitli şekillerde vermiştir ki, bunları üç madde halinde toparlayabiliriz:
1. Efendimiz s.a.v.’in bi’setinden sonra gök kapılarını dinlemek cinler için eskisi kadar kolay olmadığından, cinlerden birisi ender de olsa orada konuşulanlardan kırık-dökük bazı şeyler kapabilir. Ancak hemen kendisini izleyen alev huzmesi sebebiyle, zaten tamamını dinleyemediği sözü, bir diğer cine, bir o kadar daha eksik aktarır. Allah bilir, kâhinin kulağına –Efendimiz s.a.v.’in tabiriyle– “tavuk gıdaklaması” gibi aktarılan şey işte bu bölük-pörçük sözdür. Ki, aşağıdaki maddelerde zikredeceğimiz hususlar da işin içine katılınca, kâhinin söylediği bazen gerçeğe isabet edebilir.
2. Cinin kâhine haber verdiği husus, insanların genellikle bilgi sahibi olamadığı veya hadisenin yakınında olanlar bilebilirken, uzağındakilere gizli kalan hususlardan olabilir. Çalıntı bir eşyanın yerinin söylenmesi bu türdendir.
3. Hüner sahibi kâhinler genellikle keskin zekâlı, bilgi ve tecrübe sahibi kimseler olduklarından, bazen kendilerine getirilen problemler konusunda zan, tahmin veya akıl yürütme yoluyla da doğruya isabet edebilirler. (İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 10/217)