Bir Kedinin Günlüğünden (2) :D

M e g

Geçici Olarak Hesap Pasiftir !
tek ayak cezası
Kayıtlı Üye
27 Kasım 2008
72.783
119.087
Zorunlu Birliktelik (2) - Erol Onur

Uzun zamandır benden haber alamayınca “şartlara uyum sağlayıp, kuyruğumu kıstırıp, magazin programları izlediğimi” düşündünüz değil mi?

Hayır öyle değil.
Bir önceki miyavlamamda “türümüzün onurlu geçmişini korumak için sokak kedileri şaaart” sloganını ile kendimi sokaklara atmıştım ki :

“Meğerse ben evde minderbaşı militanlığı yapıyormuşum. Sokakların belirli kanunları, yasaları, yönetmelikleri, bizleri koruyan kuralları falan var sanıyordum ben… Bu derde düşmeden önce… sokağa düşmeden önce….

Sokağa adımımı atmamla insan yavrularından oluşan bir bisiklet çetesinin hücumuna uğradım. Zafer naraları atarak üzerime sürüyorlardı iki tekerli canavarlarını. Kendimi bir bahçe duvarının üzerine zor attım. Tam kurtuldum zannederken, duvarın diğer yanında, “öğle yemeğim geldi” bakışlarıyla beni süzen bir “havhav” ile pati buruna geldim. Ama tabi bu canlıya “havhav” gibi sevimli bir lakap sekiz beden küçük gelirdi. “pati buruna” deyiminden de anlayamadığınız gibi, benim burnum onun patisi hizalarına anca geliyordu ve içinde bulunduğum duyguyu anlamanız için 4 Levent’e gidip Sabancı Kulelerine tam altından bakmanız gerekir. Evet, aynen, görkemli ve korkutucu…


Ana binayı taşıyan sütunların arasından (havhav’ın ön patileri) kendimi ileri atarak, dört sütunla çevrelenen avluya, sonra arka sütunların arasından geçerek (halk dilinde arka patiler), ve kuyruk engelini de aşarak diğer bahçe duvarına hamle yapmamı bir görselerdi direkt olarak Pentatlon Milli Takımına alırlardı beni... Mitolojik canavar kafasını öne eğip, ön patilerinin arasından arkaya doğru bakarken, aramızdaki uzaklık on metreyi aşmıştı. He hee… My name is Bond… Miyavs bond.

Diğer sokakta rahat ederim sanıyordum ki, bu düşüncemin boş bir hayal olduğunu anlamam çok kısa sürdü. Bu sefer dört tekerli canavarlarla karşı karşıyaydım. Patimi birkaç kez yola atmayı denediysem de, gürültüyle geçen canavarlar beni bu fikrimden vaz geçirdi hemen. Üstelik yaya geçidindeydim, üstelik yeşil yanıyordu… Dört tekerli canavarların kendi türdaşlarını da önemsemediğini görünce ve geri dönüp başka bir yol arayayım diye düşünürken annesinin elinden tutmuş bana doğru gelen minyatür insanı gördüm…
Avucunu açıp kapayarak bana doğru ilerlemeye çalışıyordu ki, sanırım diğer insanlar gibi baş, orta ve işaret parmaklarını birbirine sürünce bunu bir çağrı olarak algılayacağımızı düşünen o salaklık seviyesine ulaşamamıştı daha….
Çocuk : Anne bak minnoş.
Ben : Ulan gerilla olmak üzere yollara düşmüş bir kediye minnoş denir mi, insan yavrusu ?
Annesi : Gel oğlum, kuduz falandır elleme.
Ben : Ulan benim şu kısacık ömrümde yediğim iğneleri sen yeseydin belki kafan çalışırdı. Ben de kuduz tipi var mı len ? İğne yememiş bi kulağımızın arkası kaldı, kalkmış kuduz olabilir diyo. Al şu çocuğunu bi çektir git yaa…

Benim repliklerimi onlar duyamadılar tabi ve tıbbi bir dersten mahrum kaldılar. Annesi isteğim üzerine çocuğu elinden çeke çeke götürürken ve ben onları izlerken bir an boş bulundum ve o insanımsı yaratığın tekmesini karnıma yedim. Can havliyle salladığım patinin deri pantolonunda açtığı yırtmaç acımı ve hıncımı biraz dindirse de, çok acımıştı canım. Artık karşı kaldırıma geçmekten başka çare yoktu ve çevik bir şekilde atladım yola…
Ama dört tekerli canavarlar da çok çevikmiş…

Hani “hayatım bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden” derler ya… Doğruymuş. Babamın daha biz meme emerken bizleri bırakıp, komşu mahallenin kedisi “4 mevsim sarman” (ki aslında adı sadece Sarman’dı ama her mevsim martladığı için mahalle kedileri ona “4 mevsim sarman” adını takmışlardı) ile yaşamaya başlaması. Sonra annemin bizlere yalanmayı öğretmesi. Küçük ve sevimli bir kediyken insanların yemek vermeleri için (şimdi utanç duyuyorum ama çocukluk işte) yaptığım şirinlikler. Yan bahçedeki elma ağacına çıkıp tekrar inemediğim için mahallelinin seferber olup beni indirmesi. Mahallemiz kedilerinin deneyimlerinden yola çıkarak yaptığımız “on derste köpeklerden kurtulma teknikleri” toplantılarımız. Fahriye Abla’nın buzdolabında yemek ararken, kapının kapanması sonucu içerde kalarak atlattığım donma tehlikesi ki aslında soğuğa dayanabilsem karnımı üç günlük doyurabilecektim. Ne güzel buzdolabın vardı senin Fahriye Abla. Aaaah, ah…

Buna benzer kedisel olaylar film şeridi halinde gözlerimin önünden geçerken fren sesi kesildi ama ben de yerden kesildim. Can havli ile, önce dört ayağımı, sonra yarı yoldan itibaren üç ayağımı kullanarak beni emanet bıraktıkları eve nasıl geldim hatırlamıyorum. O panikle başta anlayamamıştım ama arka patilerimden biri anarşizmi seçmişti ve beynimden gelen komutları uygulamıyordu.
Geçici anne arka patimin bağımsız biçimde ve kendi kafasına göre hareket ettiğini hemen gördü ve…

Nefret ettiğim taşıma kaplarının içindeydim yine, sapın ucunda da taşıyıcı anne… yani geçici anne… Panik içinde ilk gördüğümüz “pet hospital”e girdik. İyi ki İngilizce biliyormuş yoksa nereden bilirdik oranın hayvan hastanesi olduğunu. Sanırım Amerikalılar ve İngilizler yaşıyordu bu bölgede !

Girer girmez tabelada bir yanlışlık olduğunu hissetmiştik taşıyıcı-geçici annemle ben…. “Pet hospital” yerine “Pet kuaför” daha yakışacaktı sanki tabelalarına… Manikür, pedikür, ağda, güzellik hizmetleri, kaş alma, tüy yolma üniteleri… Buraya getirilen/getirilecek hayvanların yaralanma ve travma ihtimali sıfır olarak kabul edilmiş sanırım. Beni görünce gözlerinde beliren “yanlışlıkla kapıdan girmiş acınası yaratık” bakışını anlayabilmeniz için, işçi tulumlarıyla, kir pas içinde ve buram buram lağım kokarak Laila’ya girmeniz gerekir ki ne dediğimi tam algılayabilesiniz.

Taşıyıcı-geçici annem ve ben onlara aynı bakışları püskürterek, yani acıyan bakışlar fırlatarak güzellik merkezinden çıktık ve başka bir veteriner hekim aramak üzere yollara düştük. Oradaki görüntü acımı da unutturmuştu… Demek böyle hayatlar da vardı, bu orman kanunlarının geçerli olduğu ülkenin, paranın gücüyle girilebilen nezih mekanlarında… Hem zaten böyle mutluluk ortamlarında ağrı kesiciye gerek de yoktur, extasy satıyorlardır olsa olsa… Sahipleri mutlu olsun diye süs bitkisi haline getirilen doğanın en muhteşem canlıları… Evcil hayvanlar kulübü.Yaşam kalitesindeki adaletsizlikleri, gelir dağılımı uçurumlarını gidermek için devrim yapmak gerekiyordu. Ama öncelikle de iyi bir veteriner bulmak gerekiyordu.

Taşıyıcı-geçici anne beni taksiye attığı gibi kendi veterinerine götürdü ki evdeki kedimsi şeyin hekiminden, çok da verimli bir çalışma beklemiyordum açıkçası… Tüylerimi tarayıp, boynuma bir fiyonk takıp eve gönderecekti belki de ama belki de bir ağrı kesici yapabilirdi, o kadar da zor olmamalıydı bir iğne yapmak…

Masanın üzerinde bir iğnenin yapıldığını hatırlıyorum ama o ana kadar çok uslu olduğumu da itiraf etmem gerek… “Sokakların kedisi” yerini “süt dökmüş kedi” psikolojisine bırakmıştı. Sokakların çok tehlikeli olduğunu gördükten sonra yeni bir durum stratejisi geliştirmek, cat-won-do, jui-cat-su gibi savunma sporlarını öğrenmek ve birkaç “Karate Cat” filmi izlemek gerekiyordu. Yoksa dokuz can falan yetmezdi bu sokaklara. Evcilleşmeyi reddederek doğada yaşam sürmeyi seçen kuzenlerim Aslan Kazım, Leopar Hamdi ve Çita Lütfiye bile baş edemezdi burada hüküm süren orman kanunları ile… Ama sanırım onların yaşamı buradakinden daha kolaydı… Kaplanettin Abi’yi de görmüyom son zamanlarda hiç bir belgeselde, başına bi iş mi geldi nedir, diye düşünürken iğnenin etkisiyle uyuyakalmışım…

Gözümü tekrar açtığımda, sol arka patim alçıya alınmıştı… Acılı anlar yerini alçılı zamanlara bırakmıştı…
“Evin kedisi kompozisyonu” içinde gezinen tüylü kokoş, tepeme dikilmiş, korkuyla oramı buramı kokluyor, bu yarı alçı-yarı kedi yaratığa –yani ben- ufak beyninde bir yer açmaya çalışıyordu.
Sıcaktı, televizyonda petek dinçöz, tepemde onun kedi modeli ve zorunlu birlikteliğin bitmesine 14 gün vardı…
Çaresiz ve bitkin uykuya daldım…

-2. bölümün sonu-

alıntıdır..
 
''Ulan benim şu kısacık ömrümde yediğim iğneleri sen yeseydin belki kafan çalışırdı. Ben de kuduz tipi var mı len ? İğne yememiş bi kulağımızın arkası kaldı, kalkmış kuduz olabilir diyo. Al şu çocuğunu bi çektir git yaa…'' kısmına çok güldüm. paylaşım için sağolll. demekki ne yapıyomuşuz pisiler evden kaçmıyomuşuz:):KK34:
 
X