Bir yıldır hiçbir şey satın almamak

hotcouture

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
29 Mart 2009
4.240
794
Dünyanın dört bir tarafında, özellikle Amerika ve Avrupa'nın büyük şehirlerinde tüketme üzerine kurulu dünya düzenine kafa tutan örnekler görmeye alıştık artık. Çöp atmayan restoran, vejetaryen şehir, hava temizleyen kaldırım gibi aykırılığı ile gezegene yarar sağlayan örneklerle eskiye göre daha çok karşılaşıyoruz. Peki İstanbul'da, burnunuzun dibinde bir yıldır hiçbir şey satın almayan biri olduğunu söylesek tepkiniz ne olur?

Almadım isimli blog'un sahibi Selma Hekim, bir yıl önce başladığı hiçbir şey satın almama deneyimine başarı ile devam ediyor. Gıda ve ilaç gibi temel ihtiyaçlarının dışında son bir yıldır satın aldığı ürün sayısı beş. Cilt uzmanının aldırdığı bir cilt ürünü, sıcakla mücadele etmek için aldığı bir beyaz şal, bir kalıp sabun, telefon şarjı ve bir tane bileklik. Selma Hanım'la satın almama deneyimini ve bu deneyimin ona neler kattığını konuştuk.

6666(4).jpg


Deniz Aytekin:Biraz kendinizi ve Almadım macerasına atılmanızın arkasında ne gibi motivasyonlar olduğunu anlatır mısınız?


Selma Hekim: Ben aslında uzun yıllardır ekolojik hareketlerin kıyısında köşesinde dolanmış ama daha bir- iki yıl önce kendi hayatımızda ciddi değişiklikler yapmazsak yakında çok geç olacağını fark etmiş biriyim. 41yaşındayım, 22 yıldır İstanbul’da yaşıyorum. Boğaziçi Üniversitesinde çalışıyorum, aynı zamanda sanatçıyım.

Almama kararım aslında bir sürecin sonucu. Etrafımdaki binaların, AVM’lerin, reklamların, ürünlerin, eşyaların, trendlerin yarattığı korkunç fazlalıklar dünyası ve tüketerek bu dünyanın tuğlalarını bizim oluşturduğumuzun farkına varmam en önemli neden. Ben aldıkça 3. köprü, HES ler, alışveriş merkezleri yapılıyordu ve almaya devam ettikçe bunların yapılmasına itiraz etmem samimiyetsizleşiyordu. Ayrıca satın almak ihtiyaçtan çok bir tür kısa süreli psikolojik tatmin yaratıyordu ve sonrasında daha mutsuz hissediyordum. Sufizm, yoga gibi öğretilerle ilgilenmem ve onlardaki bir lokma bir hırka felsefesi de etkin oldu almamamda.

Bir yıl hiç bir şey almamak ise ani bir karadı ve kararımdan dönmemek için hemen bunu çevreme açıkladım. Takip ettiğim ekolojik oluşumlardan çok ilham aldığım ve çok şey öğrendiğim için de kendi deneyimimi paylaşmaya karar verdim ve bir blog ile facebook sayfası açtım. Bir yıl bir şey almayarak çok önemli bir şey yaptığımı ya da dünyayı kurtaracağımı düşünmüyorum ama bu bakış açısını yaymak önemli ta ki tüketmemenin takdir gördüğü bir çevre oluşturana kadar. En azından beni etrafımda bir yılda böyle bir anlayış yerleşti.

333(15).jpg


D.A.:Tüketim odaklı yaşayan ve yaşlanan günümüz toplumunda böyle bir girişimde bulunmak hem bireysel olarak cesaret istiyor hem de çevreden ilginç tepkiler almaya oldukça müsait. Arkadaşlarınız ve ailenizden ne gibi tepkiler alıyorsunuz?

S.H.:Sanırım herkes az çok bu alışveriş çılgınlığının farkında ve kendilerini de bunun bir parçası olarak görüyorlar ki ilk başlarda kararımı paylaştığım herkes çok olumlu tepkiler verip keşke biz de yapabilsek dedi. Bunu diyen insanlar bizim jenerasyon ve daha genç kuşaklar, bir üst jenerasyon içinse alışveriş yapmamak o kadar şaşılası bir şey değil çünkü zaten bizim tüketim alışkanlıklarımıza sahip değiller. Eskiden çok az eşya varmış ve her biri çok değerliymiş o nedenle zaten onların kullanıp atıp yenisini alma alışkanlıkları yok. Ailemden en büyük kınamayı kardeşimin düğünü için yeni kıyafetler almadığım için yaşayacağımı sanıyordum ama tam tersi beni çok desteklediler. Blogumu takip eden hiç tanımadığım insanlardan da bu deneyimden etkilendiklerine ve kendilerinin de artık daha az alışveriş yapacaklarına dair çok güzel yorumlar aldım.

D.A.:Satın almadıkça satın alma isteğinizin de azaldığını söylüyorsunuz. Billboard'larda, sokaklarda ve online/offline medyadaki reklam ve tüketim bombardımanı hiçbir şey satın almadan geçirdiğiniz bir yılın ardından size ne ifade ediyor.

S.H.:Benim almama kararımı tetikleyen zaten biraz da bu reklamlar, bir şeyi ihtiyaç gibi gösteren, onu alırsanız daha güzel daha mutlu olacağınızı vadeden yalanlarla dolu görsel kirlilik. Bunlar bana ne kadar yapay bir hayatın içinde olduğumuzu gösteriyor sadece.

D.A.:Günlük hayat koşuşturmacasında sürekli bir şeyler satın alarak var olan kentli bireylerin gözden kaçırdıkları en temel şey sizce ne?

S.H.: Alınan hiç birşeyin içinizdeki boşluğu doldurmayacağı. O boşluk ne kadar büyükse o kadar çok almak istiyorsunuz ama satın aldığınızda o sizi sadece birkaç saat mutlu ediyor tekrar boşlukla başbaşa kalıyorsunuz. İnsanı mutlu eden şey mal değil, deneyim biriktirmek; iç huzuruyla yaşamın tadına vararak yaşamak. Ayrıca şunu da gözlerinden kaçırıyorlar, bu dünyanın kaynakları sonsuz değil ve bizim tüketimimizin bedelini gelecek nesiller ödeyecek.

D.A.:Avrupa ve Amerika'da satın almama, çöp çıkarmadan yaşama, atıklardan beslenme gibi yöntemler uygulayan bireyleri duyuyoruz ama Türkiye'de bu örnekler pek karşımıza çıkmıyor. İstanbul'da bir şey satın almadan yaşarken spesifik olarak yaşadığınız zorluklar var mı? Türkiye'nin Avrupa ve Amerika'ya göre yeşil ve ekolojik yaşam biçimine kapalı olması sizin önünüze de engeller çıkardı mı?

S.H.: Hayır hiçbir zorluk yaşamadım, samimi olarak bu işe kalkışan kimse de sorun yaşamaz. Evet burada ekolojik bilinç daha az ama bizim de geleneksel bazı alışkanlıklarımız var. Her mahallede ayakkabı tamircisi, terzi var, hâlâ sütçüler var. Paketli ürün istemiyorsak pazarlar, ekolojik pazarlar, aktarlar var; süpermarkete bağlı değiliz. Ayrıca paylaşmayı seven bir topluluğuz. Paylaşım ekonomisi Gezi'den sonra yaygınlaştı, her yerde takaslar düzenleniyor, kimse düzenlemese de on on beş kişi bir araya gelip düzenlenebilir, biz yaptık arkadaşlarla. Bizim aslında daha büyük avantajlarımız var ama bunun değerini bilen insan az. Daha çok eşyaya sahip olmak, işlenmiş gıda tüketmek, hazır olanı, plastik olanı almak, hijyen manyağı olmak yeni neslin kendini daha üst sınıf görmesine neden oluyor herhalde.

555(1).png


D.A.:Bir yıl öncesine kadar düzenli olarak satın alıp kullandığınız fakat aslında alınmasına hiç gerek olmayan, hiçbir işe yaramayan üç şey sayabilir misiniz?

S.H.: Nasıl bir tüketim alışkanlığınız olduğuna bağlı, kullanan için her renge göre deterjan, her uzva göre krem var. Ben zaten çok fazla kozmetik ürün kullanan biri değildim arada bir heveslenip alırdım, biraz kullanıp kenara koyardım. Tamamen bıraktığım ürünler yumuşatıcı, deodorant ve saç kremi. Özellikle yumuşatıcı dünyanın en saçma ürünüymüş, onu yerine elma sirkesi kullanıyorum. Bir de genel olarak her şeyin fazlası gereksiz tabii ki.

D.A.: Satın almama deneyimi mutlaka yaşam alışkanlıklarınızı da etkilemiştir. Bu deneyimi yaşarken daha az çöp üretmeye çalışan bir insana da dönüştüğünüzü görüyoruz. Başka ne gibi konularda gözünüz açıldı ve alışkanlıklarınız değişti bu süreçte?

S.H.: Evet atıklara dikkat ediyorum. Bu iki uçlu bir şey hem doğadan alıyorsunuz hem de ona atığınızı bırakıyorsunuz. Artık ikinci el almaya yerel, ekolojik ya da doğal ürünler kullanmaya çalışacağım. Şimdiki hedefim ise az eşyayla sade yaşamak.

D.A.: 1 yılı başarıyla geride bıraktınız. Bu yıl satın alma konusundaki planlarınız nasıl? Bir yıllık deneyimin ardından bu serüvene nasıl devam etmeyi düşünüyorsunuz? Bu hayat boyu sürecek bir deneyime evrilecek mi? Evrilecekse nasıl olacak? Ekleyip çıkaracağınız kurallar neler olacak?

S.H.: Geçtiğimiz bir yıl içinde ihtiyaçlarımı dahi satın almamıştım, bundan sonra daha öncesine dönüp eskisi gibi alışveriş yapmam imkansız. Belki sadece ihtiyacım olan şeyleri alabilirim ama hep bir farkındalığı korumak gerekiyor, yoksa ihtiyaç denen göreceli birşey. Bir de sadece alışveriş yapmamaya takılıp kalmamak lazım; doğayla, bütün türlerle ve diğer insanlarla ilişkilerde eşitliliğe dayanan daha bütünsel bir bakış açısı geliştirmeli.

D.A.: Ürün satın almama kararınız beslenme alışkanlıklarınızı nasıl etkiledi? Paketli gıdadan uzak durmayı başarabiliyor musunuz? Gıda alışverişlerinizde nelere dikkat ediyorsunuz? Kazandığınız yeni alışkanlıklar var mı?

S.H.: Et yemeyi bıraktım. Bisküvi cips, hazır çorba, pastörize süt- yoğurt, margarin, hazır sos vs gibi işlenmiş gıdaları tüketmiyorum. Evde daha çok yemek yapıyorum.

D.A.: Ütopik de olsa hayalinizdeki ideal yaşamı iki cümleyle anlatabilir misiniz?

S.H.: Sadece tüketim alışkanlıklarıyla böyle bir yaşam kurgulamak biraz eksik kalabilir zira kapitalizmin hüküm sürdüğü bir dünyada iki cümleyle anlatılmayacak kadar karışık dinamikler var. Kendi küçük yaşamım için daha sade, doğal ve samimi bir yaşam diyebilirim.




---Alıntıdır....
 
Almama nedenlerini şöyle açıklıyor;



Kendimi bazen alışveriş yaparak mutlu olan bir insan olarak görüyorum; fakat sadece alırken ve ondan sonraki birkaç saat içinde, sonrasında pişmanlık geliyor. Evim alıp da kullanmadığım şeyler dolu ( dolu derken kendime göre dolu). Bunun sebebinin mülkiyet arzusu olduğunu düşünüyorum, mülkiyet edinmek ise ölümlü olmakla başa çıkmanın yolu sanırım.

Almayla ilgili psikolojik süreçlerin yanı sıra son yıllarda dünyadaki üretim ve tüketimin artışı, binaya, mala, reklama boğulmamızın da gözden kaçırılmayacak boyutta olması bu kararda etken. Alışveriş merkezleri, pazarlar, Tahtakale, Merter saçma sapan formlar alarak alıcılara sunulmuş yığınlarca plastik, kağıt, kumaş, metal, tahtayla dolu. 3 ay sonra gitsen onların yerine yenilerinin geldiğini görürsün. Bunların hepsi satılıyor mu, satılmayanlar nereye gidiyor, bunlar uzaydan mı geliyor? Bunlar üretilirken dünyada birçok şey tüketiliyor. Çin ürettikçe bütün dünya tüketiyoruz, etrafta flyerlar, poşetler, paket kağıtları, t-shirtler, plastik çatal bıçaklar uçuşuyor.

Bütün bunlarla mücadele etmek en azından dahil olmamak için bütüncül bir yaklaşım gerekiyor elbet. Ben henüz bu noktaya varabilmiş biri değilim ama yavaş yavaş kendimi açarak, birilerinden duyarak, düşünerek uyanabilirim sanıyorum. Ayrıca bir sürü sosyo- politik, bilimsel, ekolojik bilgi ve yaklaşım varsa da ben pek bilmiyorum o nedenle bunları yorumlayamayacağım, ancak copy-paste yapıp paylaşabilirim.

Bu yola baş koymadan önce belli süreçler geçirdim. Kullanmadığım kıyafetleri ihtiyacı olanlara vermek, çöpleri ayırmak, garagesale düzenleyip satmak, takas pazarı yapıp değiş tokuş yapmak gibi. Şimdi düşününce evimdeki mobilyaların çoğunu da birilerinden aldım ya da sokakta buldum. Fakat verdikçe almanın yolunun açıldığını da gördüm, eşyan azaldıkça yenilerini almayı hak görüyorsun. Sen aldıkça 3. köprü yapılıyor, HES ler yapılıyor, alışveriş merkezleri yapılıyor, almaya devam ettikçe bunların yapılmasına itiraz etmen samimiyetsizleşiyor. Bunun için almaman gerekiyor. Sahip oldukların azalınca hayatın çoğalıyor.


Umarım bu bir yıl boyunca başka farkındalıklar geliştirir, birkaç insana örnek olur ve satın almamayı bir yıla değil bütün hayatıma yayabilirim.
 
Hislerime tercüman :))

Bir yıl boyunca hiçbir şey almayan kadın“ın hikayesine rast gelmişsinizdir. Selma Hekim isimli bir kadın tüketim odaklı yaşamından bir seneliğine vazgeçme ve “hiçbir şey” almama kararı almış. Web bloguna aktardığı bu süreçte geçtiğimiz ay bir yılın sonuna gelmiş. Buradan da kimi internet sitelerine örnek alınası bir başarı hikayesi olarak parlatılacak malzeme çıkmış. Dolayısıyla son iki gündür hikaye herkesin dilindeydi.

Pek çok kişinin övgüler bezediği hikayeye denk geldiğimde ben de merak edip okudum tabi. Hikaye öyle sunuluyor ki ilk anda insan bahçesine domates patlıcan eken, ekmeğini kendi yapan biriyle karşılaşmayı bekliyor. O senaryoda bile ekmeği yapacak unu “almama”nın evinde değirmen yoksa nasıl mümkün olduğunu sorgulamamak elde değil. Fakat gelgelelim hikayenin detaylarına girdikçe gıdanın zaten “almama” kategorisinden sayılmadığını öğreniyoruz.

Gıda temel ihtiyaç olduğu için bu kısmı anlayıp detaylarına geçiyoruz. Gıda konusunda süpermarkete bağlı olmadığımızı, organik pazar gibi alternatiflerin mevcut olduğunu söylüyor Selma Hanım. Burada ister istemez insanın kaşları yükseliyor. Hayır, organik derken dalından zeytin toplamayı kastetmiyor elbette. Kimyasal kullanılmadan üretildiği iddia edilen, fabrikada ambalajlanma sürecinde çevreci görünsün diye plastikle değil kağıtla sarılmış (iyi ihtimalle), üretildiği yerden market “ekolojik” raflarına yüzlerce kilometre taşınmış, organik olmayan benzerlerinden birkaç kat pahalı ürünleri kastediyor. Orta sınıfların ilgisinin gitgide arttığı bu mecranın sağlıkla ilgili haklı kaygılardan doğmuş olduğunu teslim edebiliriz fakat bu durum, organik endüstrisinin ne kadar büyük ve gitgide büyüyen bir pazar olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Selma Hanım’ın “Ben aldıkça AVM’ler yapılıyordu” diye ifade ettiği mekanizma, daha pahalı olduğu halde ürünlerini aldığı organik pazarlar için de işliyor. Basitçe, organik ürün tüketmek, tüketmemek değil yalnızca tüketimin başka bir formu oluyor. İddia edilen almama eylemine ise hiç bir katkısı bulunmuyor.

Tüm bunlar hala temel ihtiyaç olan gıda ile ilgili olduğu için göz ardı ettik diyelim. Peki, bizden bu kadının bir yıl boyunca sabun, ped, tuvalet kağıdı, deterjan, internet paketi vs. almamış olmasına inanmamız mı bekleniyor? Ya da bu kısımlarda sadece sessizce geçiştiriliyor muyuz? Tüm bunları aldığını biliyorsak, tam olarak bir yıldır neyi almıyor? Anlaşılan o ki, tüketilemeyen/saklanamayan şeyleri: Kıyafet, ayakkabı, makyaj malzemeleri vs. Burada cinsiyet klişesinin kokusunu almayan yoktur herhalde. Milletçe sevinç içindeyiz, çünkü bir kadın ayakkabı satın almadan bir yıl yaşadı! Ve alkışlıyoruz, çünkü her kadın örnek almalı! Hikayeyi parlatan sitelerin hepsi her nasılsa, bu yaşam tarzının bir norm olduğundan emin. Fakat doğrusu okurlarının kendileri ile aynı fikirde olduğunu söyleyemeyiz:

Bu süreçte hiç para biriktirmemiş çünkü kredi kartı borcunu ancak ödeyebilmiş. Bir de bol bol gezmiş: Konya, Kars, İtalya, İran… Bütün iyi niyetimizle biletleri geçen sene almış olmasını, onu da kredi kartı kullanmamak için bizzat gişeye gidip yapmış olmasını diliyoruz tabi(!). İlerleyen kısımlarda az tüketme isteğini şöyle örneklendiriyor: “daha az taksiye binmek, yemekleri evde yemek”. İnsanın yüzünde gülümseme belirmemesi işten değil. Fakat bir de mahalle pazarlarını, terzileri, tamircileri hatırladığı kısım var ki, bir kahkaha patlatmadan edemiyor insan.

Doğrusu ben bu ablaya “Bravo!” demem, “Hoş geldin!” derim. Bir şeyi almadan bir kaç kere düşünen, akbiliyle metrobüse binen, yemeği her gün evinde yiyen, AVM’ye bedava tuvalet için giren, yılda iki yurt içi iki yurt dışı gezisi yapmayan, taksi durağının numarasını bilmeyen, mahallesindeki terziyi Almadım blogundan sonra fark etmemiş sıradan insanların dünyasına hoş geldin!

Kendi adıma almama eylemlerinin sisteme güçlü bir meydan okuma olabileceğine inancım yok. Yukarıda saydığım, temel ihtiyaç dediğimiz ve öyle ya da böyle aldığımız şeylerin zaten tüketim mekanizmasının gövdesi olmasından dolayı. Yine de; bireysel de olsa, katkısı ufacık da olsa canlı ve cansız doğayı sömüren bu sisteme karşı koymaya çalışan herkese saygım var. Fakat bu boş beleş, kameralara oynayan, “muhaliflik” diye pazarlanan hikayeye gelince: Teşekkürler, almayayım!


ALINTIDIR.
 
Arada bir insan kendini mutlu etmek için bir şeyler almalı bu kıyafet olur kitap olur... Tebrikler ona zoru başarmış.
 
X