Son kullanma tarihi geçmiş, bayatlamış bir tarayıcı kullanıyorsanız. Mercedes kullanmak yerine tosbaya binmek gibi... Websiteleri düzgün görüntüleyemiyorsanız eh, bi zahmet tarayıcınızı güncelleyiniz. Modern Web standartlarını karşılayan bir tarayıcı alternatifine göz atın.
ABD'li sinema oyuncusu. Norton Boston, Massachusetts'de doğdu ve Columbia'da (Maryland) büyüdü. 1991 yılında, astronomi bölümünde başladığı Yale Üniversitesi’nden tarih konusunda ihtisas yaparak mezun oldu. Çocukluk yıllarında birkaç tiyatro oyununda rol alan oyuncu, üniversitenin yapımı olan birçok tiyatro oyununda da görev aldı. İlk olarak 1996 yapımı psikolojik drama filmi olan 'Primal Fear'da Richard Gere'le birlikte rol aldı. Buradaki başarısı ile Altın Küre Ödülü'ne layık görüldü. Kariyerinde birçok filmde yer aldı.
Kendine çok güvenen, başarılı avukat Martin Vail (Richard Gere), bir psikoposun öldürüldüğü cinayet davasında yargılanan ve cinayet bölgesinden kaçarken yakalanan Aaron'u (Edward Norton) savunmaya karar verir. Medyanın da ilgi odağı bu davadadır. Dava aynı zamanda bir takım yolsuzlukları da ortaya çıkarabilecektir ve davanın savcılığını da Martin'in eski kız arkadaşı yapmaktadır. Martin'in bu davayı kazanması hukuk çevrelerince imkansız gibi görülmektedir. Dava görgü tanıklarının odada üçüncü bir kişi olduğu yönündeki çelişkili ifadelerinden dolayı daha da karmaşık bir hal alır. Hukuk sistemini sorgulayan 'adalet' 'suçlu' 'masum' kavramlarının gerçekliğini araştıran Edward Norton'a bu filmdeki performansından dolayı birçok filmin kapısını açacak olan 'ılk Korku' sinema tarihinin en iyi filmlerinden biridir.
Film, Woody Allen’ın yazıp yönettiği bir dönem oldukça popüler olan müzikallere göndermeler yapan bir komedi. Açık fikirli avukat Bob (Alan Alda), her şeye burnunu sokan karısı, karısının eski kocası, üvey kızı, oğlu, babası, Alman hizmetçisi ve hatta eski karı ve kocaların da içinde bulunduğu alışılmışın dışında kocaman bir ailenin hikayesi... Çekimleri New York, Paris ve Venedik’te yapılan 1930’lara özgü müzikal dili ile hayat dersleri veren bir Allen klasiği.
Striptiz klübü sahibi Larry Flynt ve karısı Althea, Hustler adında pornografik bir dergi tasarlıyorlar. Dergi piyasaya çıkınca toplumdaki bazı tabular kendisini gösteriyor. Dergi hem çok satıyor hem de çok nefret edilen bir olay haline geliyor. Flynt çifti milyonlarca dolar kazanıyor ama bir yanda da pek çok terbiyeli Amerikalı düşmanlar ediniyorlar. Bir süre sonra bu düşmanlık Flynt`leri mahkeme salonlarına taşıyor. Flynt`leri büyük bir mücadele beklliyordur ve bunun da bazı bedelleri olacaktır. Hustler dergisinin kurucusu olan Larry Flynt`in gerçek hikayesini Çekoslovakya doğumlu Milos Forman yönetiyor. Gerçek Larry Flynt ise ironik bir şekilde filmdeki bir yargıçı canlandırıyor.
Film, New York'un yeraltı poker dünyasında başlar. Mike Mc Dermott (Matt Damon) çok usta bir poker oyuncusuyken yeni bir hayata başlar. Hukuk eğitimi almaktadır. Mike'a göre bu yeni bahis başarıya giden yasal bir yol olmakla beraber kumar masalarının heyacanından yoksundur. En iyi arkadaşı Worm (Edward Norton) hapisten çıkar çıkmaz eski poker ekibini tekrar biraraya getirmek amacıyla Mike'ı arar. Bunun bir nedeni ise hapse girmeden önce yaptığı büyük bir kumar borcudur. Mike fazla dayanamaz ve Worm ile bir ikili oluştururlar. Tefeci (John Malkovich) ve diğer kumarbazların gözleri Mike ve Worm'un üzerindedir. Bu arada Mike yeni bir ateşin cazibesine kapılmışken (Famke Janssen), kız arkadaşı tüm gayretiyle Mike'ı yeniden doğru yola sokmaya çalışmaktadır. Mike, bu entrikalarla dolu girdaptan kurtulup eski hayatına geri dönebilecek midir?
Derek Vinyard, babası zenciler tarafından öldürülen bir Neo-Nazi'dir. Bir gün arabasını soymaya çalışan üç zenciyi acımasızca öldürür ve tutuklanarak hapise gönderilir. Derek, hapiste kaldığı sürede ırkçı düşüncelerini sorgulamaya başlar ve iyilikle kötülüğün her ırkın içinde varolduğunu farkeder. Kardeşi Danny de ırkçı fikirler taşımaktadır ve yaşadıklarından ders alan Derek, hapisten çıkınca Danny'ye doğru yolu göstermeye çalışacaktır.
Oregon Üniversitesinde yüksek lisansını yapan Chuck Palanhiuk'un uzak olmayan bir gelecekte geçen ve kafası karışık genç bir erkeği konu alan romanından yola çıkılarak çekilen Fight Club'da filmi anlatan, ünlü bir otomobil firmasında iyi bir işe sahiptir. Tek düze yaşamı kronik uykusuzluk sorunuyla çekilmez bir hale gelmiştir. Ailesi ve yakın bir arkadaşı olmayan Jack doktorunun tavsiyesi üzerine kanserli hastaların terapi grubuna katılır. Bu toplantılar esnasında Marla'yla tanışır o da genç adam gibi hasta olmadığı halde grubun toplantılarına katılmaktadır. Jack'in ve Marla'nın çabaları tüketici kültürünün anlamsızlığına karşı bir duruştur adeta kariyer sahibi ama yanlız insanların bir tepkisi. Jack'ın jenerasyonu ölü bir jenerasyondur. Bir yolculuk sonrası evinin yanmış olduğunu gördüğünde arayabileceği tek kişinin yolculuk sırasında tanıştığı sabun satıcısı Tyler Durden olmasıda adeta bunun bir kanıtıdır. ıçilen birkaç biranın ardından park yerinde Tyler, kahramanımızı kendine vurması için kışırtacaktır. Aralarında başlayan bu kavga Jack'in hayatını değiştirecektir. Bir süre sonra Jack Tyler'ın yanına taşınır. Tyler'ın liderliğinde bir dövüş kulübünün kuruluşuyla bu kulübde sayıları elliyi aşmamak kaydıyla genç erkekler birbirleriyle dövüşmeye başlayacaklardır. Kısa sürede popüler hale gelen kulüp ve Tyler Durden hızlı bir şekilde bu ölü jenerasyonun mesihi haline gelir.
Çocukluk dönemlerinden beri birbirlerinin en yakın dostları olan Jake Schram ve Brian Kilkenny Finn, New York'un Yukarı Batı Yakası'nda yaşayan bekar, başarılı, yakışıklı ve kendilerine güvenen iki genç adamdır. Fakat ikisinin çocukluk arkadaşı Anna Reilly'nin şehre dönüp, güzel ve çekici bir şirket yöneticisi olarak hayatlarına yeniden girince aralarında büyük bir sarsıntı yaratacaktır. Brian'ın bir katolik papaz, Jake'in ise bir haham oluşu, aralarındaki elektriklenmeleri, sıradışı ve karmaşık bir aşk üçgenine dönüştürecektir.
Nick Wells (Robert De Niro), suç dünyasından emekli olmaya hazırdır. Kız arkadaşı Diane (Angela Bassett) ile birlikte sakin ve huzurlu bir yaşama başlar ve tek tutkusu olan jazz üzerinde yoğunlaşır. Ancak iş ortağı ve arkadaşı Max'in (Marlon Brando) bambaşka planları vardır. Bunları uygulamaya koymak için genç, saldırgan ve yetenekli bir hırsız olan Jack (Edward Norton) ile işbirliği yapar. ılk büyük 'işini' başarıyla yapmak isteyen Jack'in de Nick gibi tecrübeli bir iş arkadaşına ihtiyacı vardır.
FBI'dan erkenden emekli olan Will Graham (Edward Norton), patronu tarafından bir seri cinayet vakasını çözmesi için yeniden göreve çağrılır. Will, önce görevi kabul etmek istemese de, kurbanların fotoğraflarını görünce fikrini değiştirir. Kurbanlarının vücudunda kendine has bir diş izi bırakan ve gerçek adı Francis Dollarhyde olan bu katil, Kızıl Ejder adını kullanmaktadır. Kısa bir araştırmadan sonra, Graham katilin yeni kurbanının Reba adlı genç bir kadın olacağını öngörür ve onu durdurabilmek için bizzat kendi elleriyle hapse tıktığı, eski düşmanı Dr. Hannibal Lecter'den (Anthony Hopkins) yardım ister.
Gözden düşerek kovulan çocuk şovları sunucusu Randolph Smiley, kendisini sokakta bulurken; onun yerine geçen Sheldon Mopes, kibirli mor gergedan Smoochy karakteri olarak yeni hit şovu ile birden başarıya tırmanır. Ancak, Sheldon’ın çalıştığı insanlar ve onlar için çalıştığını bilmediği bazı insanların bu işte sadece para için olduklarını anlayınca işler kötüleşmeye başlar. Aynı zamanda Randolph, sadece Smoochy’i öldürme ve lüks yaşantısına geri dönme fikirleri üzerinde yoğunlaşarak yavaş yavaş delirmektedir.
Montgomery Brogan (Edward Norton), uzun yıllar uyuşturucu satıcısı olarak hayatını devam ettirmiş ve her şeye sahipken, günün birinde polisin ani baskını sonucunda evinde yüklü miktarda uyuşturucu ile yakalanır ve 7 yıl hapise mahküm edilir.. Hapise girmeden önceki 24 saatini, en yakın dostları ve sevgilisiyle geçirmek istemektedir. Ama aklında bir çok soru işareti bulunmaktadır, kendisini ihbar eden kimdi? Hapiste ki ilk günü nasıl geçecek? Başına neler gelecek?
Korku ve nefretin birbirine karıştığı son gün ve beklenmedik olaylar...
Azılı bir suçlu olan Charlie Croker'ın önderliğinde bir suçlu çetesi, detaylı bir hazırlık sürecinden sonra, Los Angeles'ın tarihindeki en kötü trafik sıkışıklığına sebep olurlar. Böylece, yapacakları mücevher hırsızlığı için zaman kazanacaklardır. Planları, soygunu gerçekleştirdikten sonra, yaya kaldırımlarında sürebilecek kadar küçük olan Mini Cooper'larını kullanarak, trafik açılmadan önce kaçabilmektir.
Ailesini ve inancını kaybeden acılı bir baba... Dini savaş uzak ve kutsal topraklarda devam etmekte onu ve kaderini ise büyük bir drama doğru yönlendirmektedir. Kaderi oğlu Balian’ın büyük bir şövalye olmasını sağlayacaktır. Ibelin’li Godfrey Doğu’da savaştığı Haçlı Seferlerinden vatanı Fransa’ya dönmüştür. Balian’ın babası olduğu ortaya çıkınca, Godfrey gerçek şövalyeliğin ne olduğu hakkında oğlunu yetiştirecek ve onu kıtalararası destansı bir yolculuğa çıkaracaktır.
Kudüs’te o günlerde 2. ve 3. Haçlı Seferleri arasında kırılgan ve her an sonlanabilecek bir ateşkes ilan edilmiştir. Kudüs Kralı IV Baldwin barışa ve halkına bağlılık yemini etmiştir. Ibelin’in ölmeden önce kılıcını ve yeminini teslim ettiği oğlu tıpkı babası gibi Kudüs’ü her tür kötülükten korumak için yola çıkmıştır.
Ölüme çok yaklaştıkları bir deniz kazasına rağmen güçlükle ulaştıkları Kutsal Şehir’de Balian kılıç maharetleri sayesinde kendine kısa sürede bir ün yapar ve bu arada Kral’ın kızkardeşi güzel Sybilla'nın saygı ve hayranlığını da kazanır. Ancak Balian kendine düşman da kazanmıştır... Özellikle Sybilla’nın kocası, Tapınak Şövalyeleri'nin küstah lideri Guy de Lusignan’ın ve kralın danışmanı Tiberias’ın düşmanlığını. Balian kılıcını alır ve tarihe adım atar.
Aşık Olduğunuz Kişi Aslında Sandığınız Kişi Değilse Ne Yaparsınız? Tobe (Evan Rachel Wood), Los Angeles’ta yaşayan ve karizmatik kovboy Harlen Carruther (Edward Norton) ile karşılaşınca tüm dünyası alt üst olan güzel bir genç kızdır. Tobe, Harlan’ın çekiciliğinden ve romantik ruhundan çok etkilenir ve Harlan için Los Angeles’ın acımasız sokaklarında bulunamayacak, masumiyet ve saflığı temsil eden bir sembol haline gelir. Aralarındaki yaş farkı ve Tobe’un babasına rağmen , birbirlerine olan tutkuları karşı konulmaz bir hale gelir...
Marangoz bir ailenin oğlu olan Eisenheim (Edward Norton), aristokrat bir ailenin kızı Sophia'ya (Jessica Biel) aşık olur; ancak sosyal konumları nedeniyle ilişkilerinin yasaklanması sonucu Avusturya'yı terk ederek dünyayı keşfe çıkar. Eisenheim15 yıl sonra ünlü bir illüzyonist olarak isim yapmıştır; ülkesine döndüğünde eski sevgilisi Sophie Avusturya-Macaristan veliaht prensi Leopold (Rufus Sewell) ile nişanlanmak üzeredir.
Somerset Maugham’ın klasik romanı The Painted Veil’e dayanan film 1920’lerde genç bir ıngiliz çift arasında geçen bir aşk hikayesini konu alıyor: Üst sınıfa mensup bir kadın olan Kitty, orta sınıfa mensup bir doktor olan Walter’la yanlış nedenlerden ötürü evlenmiştir. Çift Şanghay’a gider ve genç kadın burada bir başkasıyla aşk yaşar. Walter karısının bu sadakatsizliğini öğrenince, intikam almak amacıyla, Çin’in ölümcül bir salgının kol gezdiği, ücra bir kasabasından gelen iş teklifini kabul eder ve karısını da beraberinde götürür. Yaptıkları bu yolculuk sayesinde ilişkileri bir anlam kazanır ve dünyanın bu en uzak ama en güzel köşelerinden birinde ortak bir amaç edinirler. Kitty, Londra’nın üst sınıfında yer alan genç bir bayan için uygun olan evlenme yaşına yaklaşmaktadır. Sosyeteye aşırı derecede önem veren annesi için Kitty’nin evlenmemesi hem çok yakışıksız hem de çok küçük düşürücü bir durum olacaktır. Ayrıcalıklı yaşam biçiminden sıkılmış olan Kitty, ciddi bir bakteriyolog olan Dr. Walter Fane’in yaptığı evlilik teklifini kabul eder. Genç çift Şanghay’a taşınır. Fane çifti, Çin’in popüler kültürünün, siyasi entrika ve ahlaksızlığının merkezi olma yolunda ilerleyen bu tuhaf şehirde, ıngiliz koloni topluluğuna dahil olurlar ve ıngiliz Elçi Yardımcısı Charles Townsend’le tanışırlar. Walter kendini işine ve yeni eşine adarken, Kitty kocasını Charlie’yle aldatır. Walter karısının sadakatsizliğini öğrenince, Çin’in ölümcül kolera salgınının hüküm sürdüğü ücra bir köşesinden gelen iş teklifini kabul eder ve umutsuzluk içindeki Kitty’yi de kendisiyle birlikte gitmeye zorlar. Mei-tan-fu köyüne gelişlerinden sonra, Fane çiftinin dış dünyadan kopuk, soğuk birliktelikleri devam eder. Bir süre sonra, Kitty, komşuları olan Komiser Yardımcısı Waddington’la arkadaş olunca, önceki yaşantısının duygusal tuzaklarından yavaş yavaş sıyrılır ve içinde bulunduğu çevrenin gerçekleriyle yüzleşmeye başlar. Fane çiftinin iki bireyine de yeni bir yaşam amacı sunan kolera salgınının ortasında, Kitty ve Walter bağışlamayı, anlayışı, ve hatta şefkati öğrenirken, bir yandan da birbirlerini yeniden keşfederler. Filmin başrollerini Naomi Watts, Edward Norton, Liev Schreiber ve Toby Jones paylaşıyor. Ron Nyswaner’ın kaleme aldığı filmi John Curran yönetiyor.