En sevdiğin şair ve şiiri nedir ?

Didem Madak'ın tüm şiirleri bir başka ama en sevdiğim Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım :KK36:


Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım
Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi
Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.
Karanlıkta oturuyorum. Işıkları yakmıyorum.
Çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor
Acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum.
Bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu.
Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum.
Bir yağsam pahalıya malolacağım.
Ben bir bodrum kat kızıyım bayım
Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum
Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum
Fakat korkuyorum. Birazdan da
Kırküç numara ayakkabılarınızla
Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız
Bu iyi olmaz bayım!

'Gün akşam oldu' diyorum
Ekmek kırıntıları atıyorum kuşlara
Cam kırıkları yiyorlar
Rüyamda; bir kase dolusu suyun içinde
Rengarenk yap-boz parçacıkları
Anlatmak istiyorum, dinlemiyorsunuz.
Hayır,sanırım sabahı bekleyemem
Bilmiyorum.
İnsanlar rüyalarım acilen anlatmalı.

Ondört yaşındaydı ruhum bayım
Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı.
Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz
Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri
Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar
O ara içimde çiçeklerden oluşmuş
bir silahsız kuvvet ablukaya alındı
Sinemalarda da 'organzm gıcırtıları' oynuyordu.
Kaçmaya çalıştım. Olmadı.
Bu nedenle, çiçekli şiiler yazmayı
Ruhum açısından faydalı buluyorum bayım.
Neyse işte
Ben her filmi hatırlarım
Sinemaların hiç bitmeyen gecesine sığındığım çok oldu.
'Sofı'nin tercihini' seyrederken çok ağlamıştım.
Öpüşen Guramilerle ilgili bir film yapsalar
Onu da mutlaka hatırlardım.
İnsan içinde çevrilen bir çıkrığın sesini unutur mu?
Hem sonra ben hatırlamaya alışkınım
Bir 'eşya toplayıcısıyım' bayım.

Büyük gemiler de yok artık bayım
Büyük yelkenler de
Büyük kağıtlar yakmak istiyor şimdi canım.
İşte az önce bir karabatak daldı suya
Bir süredir de kayıp
Dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya
Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım.
Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum.
Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen
Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?
Bir gül, bir güle derdi ki görse
Yalan söylüyorum
Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım.
 
KENT
Diyorsun ki, “bir başka ülkeye,
bir başka denize gitmek istiyorum;

bundan daha güzel bir başka kent vardır kuşkusuz.
Ama kötü yazgım peşimi bırakmaz ne yapsam,
ve kalbim şimdi burada gömülü bir ceset sanki.
Ruhum daha ne kadar katlanacak bu çoraklığa?
Hangi yana çevirsem yüzümü, ne yana baksam
Hayatımın kara yıkıntıları çıkıyor karşıma
Bunca yıllarımı heder ettiğim şu ülkede.”

Yeni bir ülke bulamazsın, arama sakın,
Bir başka deniz de bulamayacaksın.
Nereye gitsen bu kent senin ardından gelecek,
Aynı sokaklarda dolaşıp duracaksın yine,
ve yaşlanacaksın aynı, hep aynı mahallede,
hep aynı evlerde ağaracak saçların.
Ve dünyayı bir uçtan bir uca dolansan da
Dönüp bu kente geleceksin sonunda.

Yanılma sakın, bir başka gelecek umma,
ne seni bekleyen bir gemi var limanda
ne de beklediğin bir başka çıkar yol.
Nasıl tükettiysen ömrünü şurada, şu köşecikte,
Öyle kıydın demektir ona, tüm yeryüzünde.

Konstantinos Kavafis
 
KENT
Diyorsun ki, “bir başka ülkeye,
bir başka denize gitmek istiyorum;
bundan daha güzel bir başka kent vardır kuşkusuz.
Ama kötü yazgım peşimi bırakmaz ne yapsam,
ve kalbim şimdi burada gömülü bir ceset sanki.
Ruhum daha ne kadar katlanacak bu çoraklığa?
Hangi yana çevirsem yüzümü, ne yana baksam
Hayatımın kara yıkıntıları çıkıyor karşıma
Bunca yıllarımı heder ettiğim şu ülkede.”


Yeni bir ülke bulamazsın, arama sakın,
Bir başka deniz de bulamayacaksın.
Nereye gitsen bu kent senin ardından gelecek,
Aynı sokaklarda dolaşıp duracaksın yine,
ve yaşlanacaksın aynı, hep aynı mahallede,
hep aynı evlerde ağaracak saçların.
Ve dünyayı bir uçtan bir uca dolansan da
Dönüp bu kente geleceksin sonunda.

Yanılma sakın, bir başka gelecek umma,
ne seni bekleyen bir gemi var limanda
ne de beklediğin bir başka çıkar yol.
Nasıl tükettiysen ömrünü şurada, şu köşecikte,
Öyle kıydın demektir ona, tüm yeryüzünde.

Konstantinos Kavafis
Ayni siir, ama Cevat Capan cevirisi bana daha guzel gelir nedense:
Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim', dedin
'bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-bir ceset gibi- gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.'

Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de
 
Ayni siir, ama Cevat Capan cevirisi bana daha guzel gelir nedense:
Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim', dedin
'bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-bir ceset gibi- gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.'

Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de

Günaydın..
Evet, haklısın bu çeviri daha güzel ve daha çok insanın ruhuna hitap ediyor. Karşıma çıkan ilk çeviriyi paylaştım korkarım. Demek ki daha seçici olmak gerekiyormuş, teşekkürler..
 
. Bir şiirseverin atlamaması gerektiği bir şair ve şiiri bence bu şiir..
BİR YILIN SON GÜNLERİ
bir yıl daha bitiyor
İşte bu kadar duru,bu kadar yalın
bu kadar el değmemiş
sıradan bir gerçeği daha
kolları bağlı hayatımızın
bir şiire nasıl dahil edilir bir yılın son günleri
her sonda her başlangıçta ve her defasında
alır gibi bir başkasını karşımıza
perdeler çekip,ışıklar söndürüp
oturup yatağın içine bir başımıza
sorgulamak kendimizi
öğrenmek ikizin anadilini,ikinci belleğimizi
öğrenmek kendimizle hesaplaşmanın buzul ilişkilerini
bu aynaların dehlizlerinde gezinirken görürüz
karanlık günlerimizin kenar süslerini

biterken bir yılın son günleri
biliyoruz takvimler belirlemez değişimin mevsimlerini
gençlik ikindilerini

kargınmış bir çocuktuk büyüdüğümüzden beri

II.
bir yıl daha bitiyor
düşlerim,tasarılarım,yarım kalmış onca şey
her yıl biraz daha kısalıyor öncekinden
bana mı öyle geliyor
yoksa daha mı hızlı ilerliyor zaman
insan yaşlanırken?

III.
kırdım mı incittim mi birilerin
kimleri kazandım,yitirdiklerim kimler?
kendimi yineledim mi yazdıklarımda?
yeniden düşünmeliyim
dostluklarımı,ilişkilerimi
dağınık yatağım,mutsuz yatağım
çoğalttın mı eksiklerimi
gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı
yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
borçlarımı ödedim mi?
doğru seçtim mi soruların fiillerini?
tırnaklarım kesilmiş,dişlerim fırçalanmış,saçlarım taranmış,
giysilerim ütülü,odam düzenli mi?
ödünç aldığım kitapları geri verdim mi?
geri verdim mi aldıklarımı:
aşkları,dostlukları,sevgileri,güvenleri,bağları
kitaplara,sayfalara,satırlara borcumu ödedim mi?
yokladım mı duygularımı
hala sevebiliyor muyum insanları?
ovmalı gümüşlerimi,bakırlarımı,cila geçmeli ahşaplarıma
ovmalı umutları
saklı tutumalı gelecek inancını,yarınları,eksik etmemeli ağzımızdan
hançer kıvamındaki karamizah tadını
şimdi oturup uzun bir hasretlik mektubu yazmalıyım Yavuz'a
sonra köşe başından bir demet çiçek alıp öyle başlamalıyım akşama
yeni bir yıla
ama nedense her şeyin tadı dağılıyor ağzımda
bir sap çiçek mi taşısam yoksa ağzımın kıyısında
aydınlık rengi vursun diye gözlerimdeki buluta...
-Murathan MUNGAN-
 
Yeniden merhaba diyeceğim güneşe
Gövdemde akan nehirlere
Bulutlar gibi uzayıp giden düşünceme
Benimle birlikte kuru mevsimlerden gecen
Bahçemdeki ağaçların hüzünlü büyümesine
Gecenin kokusunu hediye eden kargalara
Yaşlılık biçimim olan ve aynada yaşayan anneme
Tekrarlanan şehvetimle döllenen yeryüzüne
Yeniden merhaba diyeceğim
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Saçlarımla: Yeraltı kokularının devamı
Gözlerimle: Karanlık tecrübesiyle
Duvarların ötesinden kopardım dallarımla,
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Ve aşkla dolu avluda bekleyen kıza
Yeniden merhaba diyeceğim. Füruğ FERRUHZAD
 
Nerden mi anlıyorum yaşlandığımı
Kadınlar gittikçe daha güzel
Güneş daha hızlı adımlıyor gökyüzünü
Sular daha soğuk rüzgâr daha serin
Eskiden her konuda konuşurdum istekle
Bir geniş gülümsemeyle dinliyorum şimdi
Büyük yapılar ışıklı çarşılar bitti
Ara sokaklara salaş kahvelere gidiyorum
Kurtulmak için çırpındığım çocukluğu
Yeniden öğreniyorum çocuklardan şaşarak
Bütün sesler çın çın bir yalnızlık oluyor
İçimden geçenleri söyledim sanıyorum
Birisi bir şarkı söylemesin kederle
Tenimde bir titreme kirpiklerimde buğu
Kısa söz basit eşya kedi sevgisi
Aktıkça ağaran bir suyum zamanın ırmağında
Nerden mi anlıyorum yaşlandığımı
Kadınlar daha güzel kadınlar daha uzak...
ŞÜKRÜ ERBAŞ.
 
Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
Ağaçlar bükmesinler n'olursun boyunlarını
Neden akşam oluyorum tren kalkınca
Kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
Mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
Öyle çok acımasız ki, öyle birdenbire ki
Az önceki çiçekler nasıl da diken diken
Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç.

O sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik, bitti
O elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
Artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
Günler devlet alacağı, yıllar bir kadehçik buzlu rakı
Oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
Kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
Nerde şimdi, nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç...

Hasan Hüseyin Korkmazgil
 
"Düşmezse düşmesin yakamızdan ölüm,
Bizim üstümüze güneş doğacak gülüm.
Gülüşüne bir kurşun sıksa da ölüm,
Unutma ki umuda kurşun işlemez gülüm"
NAZIM HİKMET
 
"...
Verdiğin bütün acılara dayanıyorsam;
seni özlediğim içindir.
Beklemenin korkunç zehri öldürmüyorsa beni;
seni özlediğim içindir.
Yaşıyorsam;
içimde umut varsa,
yine seni özlediğim içindir.
Seni bunca özlemesem;
bunca sevemezdim ki! ”
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN-AYRILIK DİYE BİRŞEY YOK.
 
BİR ADIN KALMALI
bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet

sen say ki
ben hiç ağlamadım
hiç ateşe tutmadım yüreğimi
geceleri, koynuma almadım ihaneti
ve say ki
bütün şiirler gözlerini
bütün şarkılar saçlarını söylemedi
hele nihavent
hele buselik hiç geçmedi fikrimden
ve hiç gitmedi
bir topak kan gibi adın
içimin nehirlerinden
evet yangın
evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
evet kaybetmenin o zehirli buğusu
evet nisyan
evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
bu sevda biraz nadan
biraz da hıçkırık tadı
pencere önü menekşelerinde her akşam

dağlar sonra oynadı yerinden
ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
sen say ki
yerin dibine geçti
geçmeyesi sevdam
ve ben seni sevdiğim zaman
bu şehre yağmurlar yağdı
yani ben seni sevdiğim zaman
ayrılık kurşun kadar ağır
gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
yine de bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
beni affet
Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç
AHMET HAMDİ TANPINAR
 
Ümit Yaşar Oğuzcan
İki kişiye bir dünya
Özellikle Mehmet Yıldırım seslendirmesiyle dinlemenizi tavsiye ederim.
 
Masa Da Masaymış Ha
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.

Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.
 

Yaşamaya Dair

Yaşamak şakaya gelmez,
Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
Bir sincap gibi meselâ,
Yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
Yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
Yani, o derecede, öylesine ki,
Meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
Yahut kocaman gözlüklerin,
Beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
İnsanlar için ölebileceksin,
Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
Hem de en güzel, en gerçek şeyin
Yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
Yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
Yaşamak, yani ağır bastığından.

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
Yani, beyaz masadan,
Bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
Biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
Hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
Yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğin son ajans haberlerini

Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
Diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
Yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
Fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
Belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki, hapisteyiz,
Yaşımız da elliye yakın,
Daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
İnsanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla
Yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
Hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak…

Bu dünya soğuyacak,
Yıldızların arasında bir yıldız,
Hem de en ufacıklarından,
Mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
Yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
Hattâ bir buz yığını
Yahut ölü bir bulut gibi de değil,
Boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
Zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
Duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
“Yaşadım” diyebilmen için…
Nazım Hikmet
 
İskelede Bir Çırak
Ne diyeyim allahım
ben sana biraz platoniğimdir biliyorsun
Ben bu şüpheyi sırtıma yük edindim, öyle yürüdüm,
gocunmam da yükümden sen beni bilirsin.
Ama bunlar çok iştahlı allahım ve görüyorsun nasıl da dünyevi.
Bunlarmış senin kulların öyle diyorlar biz de kürenin üveyi.
Öyle mi?
Oysa bilirsin allahım ben en çok yeryüzünü,
ve başımı yatırınca toprağa, gökteki yıldızları da,
işte böyle bilirsin çok güzel yapmıştın bu yeryüzünü.
Aynı bizim köydeki gibi.
Allahım bunlar tokileri seviyor, betonları, hızlı trenleri.
Oysa ne acelemiz var, ben ki bunca agnostiğim yine de biliyorum ordaysan nasılsa geleceğiz yanına geri.

Diyor ki, yasalar getirdim, gıcır gıcır, delik deşikti eskisi
Diyor ki, yasaklar getirdim ama senin iyiliğine canımın içi
Diyor ki, üç beş ağacı kesmişim, indir bindir bütün yaz boyu,
keseriz tabii bund ne var diyor,
İnsan önce bir minnet duyar.
Oysa allahım toprağa bassın ayaklarımız fena mı olur,
istiyoruz ki sokağımızda bir ağaç gölgesi.

Diyor ki, boynuzlu köprü yaptırdım gelip geçmeye
haliçin ortasına bak nası' seksi.
Allahım sen bunlara akıl fikir ver diyeceğim ama vardır senin bir bildiğin illaki.

Allahım işte görüyorsun bunları, eyübün sabrı nedir,
rızanın fazladan şeftalisi ne?
Bilmiyor. Bilmiyor nedendir zeynebin yakarısı.
Ben ki sana bunca platoniğim ama canıma yetti artık
Valla biz mi düşeceğiz hep iskelelerden?
Başlarına yık şunların bu metropolleri.

Birhan Keskin
 

Üvercinka Şiiri - Cemal Süreya​

Günün Şiiri
Tarih:


Cemal Süreya

Üvercinka​


Cemal Süreya
Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
Lâleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil
Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Birlikte mısralar düşürüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalanalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
Afrika hariç değil
Cemal Süreya
 
GÜZELLİĞİN ON PAR'ETMEZ


Güzelliğin on par'etmez
Şu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa

Tâbirin sığmaz kaleme
Derdin dermandır yâreme
İsmin yayılmaz âleme
Âşıklarda meşk olmasa

Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikir başka başk'olmasa

Güzel yüzün görülmezdi
Bu şak bende dirilmezdi
Güle kıymet verilmezdi
Âşık ve maşuk olmasa

Senden aldım bu feryâdı
Bu imiş dünyanın tadı
Anılmazdı Veysel adı
O sana âşık olmasa


 
En sevdiğim şair hep değişiyor ama şu sıralar en sevdiğim şiir Ahmet Erhan'dan

Çözemediğim bir şeyler var hayatımda
Sualtı gibi derinlerde sessizce bekleyen
Dirensem, daha ne kadar direnebilirim artık
Nereye kadar gidebilirim, gitsem?

Aradığım nedir, o kentten bu kente?
Adressiz yaşamak da sıkar insanı gün gelir
Gider heyecanlar, istekler, gülümseyişler
Yüreğimdeki denizin suları birden çekilir.

Özleyip de vardığım her yerden, hemen kaçsam diyorum
Ne aradığımı biliyorum, ne bulduğumu
Bilmem neresinde yanıldım ben bu hayatın?
Yüreğimi kabartan o sevinç, şimdi sonsuz bir acı oldu.

Taşlar yığılmış önüne en güzel, en anlamlı duyguların
Uçsuz bucaksız bir tüneldeyim ve her yanım karanlık
Koluma giriyor bazı adamlar, bir şeyler söylüyorlar
Kalıplaşmış, sıkıntı verici, güdük.

Oysa acı diye bir şey var bu dünyada
Ölüm var -ki yüreğimde bu boşluğu yaratan birazda odur.

Yanıbaşımda ölüp gitti dostlarım, ben bakakaldım
Gözyaşlarının da bir yerlere gömüldüğü görülmüş müdür?

Çözemediğim bir şeyler var hayatımda
Sanki ilk benim duyduğum garip, anlatılmaz duygular
Sürse daha ne kadar sürer bu, bilmiyorum
Ölümü ve hayatı yanyana düşünmesini ne zaman öğrenir çocuklar?
 
ÖMÜR HANIMLA GÜZ KONUŞMALARI


...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını
yitiriyor usul usul.
İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde.
Yağmur ha yağdı ha yağacak. İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan.
Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı...
ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası.
Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür hanım?


Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize?
Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan,
iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan,
mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar?
Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu?
Bir güz düşünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,
böyle bir güzün hüznü hüzün müdür?
Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak,
bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir?
Yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir.
Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı
aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe,
alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman,
yaşamak nasıl yenilik
olur tükenmek değil de?


Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...
Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum.
Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?


Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın,
korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...
Olsun dönelim biz yine de. Bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.
Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere,
cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim.
Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım.
Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim.
Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın
binlerce engeli yığıldı önümüze.
Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde.
Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.

Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım.
Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık
yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp,
ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine.
Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki?
Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı,
her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama...
Değil mi yoksa?


Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,
özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı.
Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum.
Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim
çarşılar yeterdi avutmaya beni.
Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda;
televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye,
kendimi göstermeye, varolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...


Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine,
yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim.
Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni,
kederli dalgınlığımdan her döndüğümde...
Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların.
Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür hanım?


Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir,
beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum.
Geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük..
Yalnızım Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi
karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...
Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor.
Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?


Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki...
Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?
Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi?
Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten?
Sözü yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...
Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki?
Olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine,
her şey daha yalansız, daha içten olurdu.
Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...



Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler.
Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.
Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin.
Sessizlik sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir;
düş gücü, iç zenginliği verir insana.
Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları
ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. ,
Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...
Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de.


Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile;
bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur, insanın küçücük ömrünün karşısında.
İstemenin kuralı yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur;
istemek yaşamın kendiliğinden sonucudur,
ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz...


Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de.
En büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır,
acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...
Kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir;
ufuklarımızsa sisler içinde...
O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pencereye...
Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir
ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize.
Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla.


Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...
Sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için.
Ve bir gün ölümün balkonundan dökülür toprağa el içi kadar bir su.
Yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık..
.Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür;
bilmek bütün acıların anasıdır, de...


Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle.
Yıldım ömrümün kalıplarından. Beni duy ve anla.


Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine.
Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle.
Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından.
Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa?


Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla.
Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...
Belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu,
ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu.
Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki?


Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.
İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım-
benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına, ben geçtim...
Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,
ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek.
Beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile...
Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.


Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde.
Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum.
Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını.
İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru,
binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek.
Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?
 
X