Faruk Nafiz Çamlıbel Şiirleri

roxett

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
12 Temmuz 2006
2.280
60
46
18 Mayıs 1898 yılında İstanbul'da doğdu. 8 Kasım 1973'te Akdeniz'de seyreden Samsun gemisinde yaşamını yitirdi. Türk şiirinde "hecenin 5 şairi" diye bilinen şairlerden biridir. Bir süre Tıp Fakültesi'nde öğrenim gördü. Kayseri, İstanbul ve Ankara'da uzun yıllar öğretmenlik yaptı. İstanbul'dan milletvekili seçildi (1946-1950). 27 Mayıs 1960'tan sonra bir süre Yassıada'da tutuklu kaldı.
ESERLERİ:

Şarkın Sultanları (1918)
Gönülden Gönüle (1919)
Dinle Neyden (1919)
Çoban Çeşmesi (1926)
Suda Halkalar (1928)
Bir Ömür Böyle Geçti (1933)
Elimle Seçtiklerim (1934)
Akarsu (1937)
Tatlı Sert (Mizah Şiirleri, 1938)
Akıncı Türküleri (1938)
Heyecan ve Sükûn (1959)
Zindan Duvarları (1962)
Han Duvarları (1969)



Alçidan Heykel

Tanıştığım günden beri enginle

Bir taşın üstünde hayale daldım.

Bulacaksın koymuş gibi elinle,

Ben nerde doğmuşsam o yerde kaldım.



Kimi esti başucumdan yel gibi,

Kimi sızdı bir toprağa sel gibi...

Yalnız ben, alçıdan bir heykel gibi

Sonsuzluğu dinlemekten tat aldım.



Ses topladım, renk topladım derinden,

Geniş his ve hayal bahçelerinden...

Fakat artık en görünmez yerinden,

Yaralanmış bir kap gibi boşaldım.
 
Ali

Namluya dayanır yola dalarsın
Duruşun bakışın yaman be Ali
Boşuna tetiği ne kurcalarsın
Var daha ateşe zaman be Ali

yıllanmış bir çınar pusuluk yerin
Neredeyse gelecek beklediklerin
Var iki atımlık canı kederin
Desene işleri duman be Ali
O'nu sen büyütte söğüt boyunca
Kendini ellere versin o gonca
Sözüne kanmadın bunu duyunca
Gönlündü gözünü yuman be Ali


Geldiler beklenen çiftler ormana
Duruyor iki genç ne hoş yanyana
Bir kurşun kadına bir de çobana
Çınlasın yıllarca orman be Ali
Görünce uzanmış yar kucağına
Boynunu dolamış zülfü bağına
Kurşunu kahpeye atacağına
Kendine çevirdin aman be Ali
 
Allahaismarladik

Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,
Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git...
Bir yarın göçtüğünü,çöktüğünü bir dağın
Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!

Yavrusunun yoluna dalan bir dul bakışı
Andırıyor ışıksız evinde pencereler.
Biraz yeşermek için beklesin artık kışı
Çağlayansız yamaçlar,suyu dinmiş dereler.

Bir sarı yaprak gibi düştü gönlüm yoluna,
Buğulu gözlerimden geçmediğin gün olmaz:
Benim kadar titremez hiç bir yiğit oğluna,
Hiç bir ana kızına bu kadar düşkün olmaz.

Bin fersahtan duyarım kimle gülüştüğünü,
Alnından öz kardeşim öpse ben irkilirim.
Değil yalnız ardına kimlerin düştüğünü,
Kimlerin rüyasına girdiğini bilirim.

Gözlerimi gün gibi kamaştıran yüzünü
Daha candan görürüm senden uzaklaşınca.
Sararırsın dönüşte görünce öksüzünü:
Bir gelinlik kız olur aşkım senin yaşınca.

Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,
Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git.
Bir yarın göçtüğünü,çöktüğünü bir dağın
Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!
 
Ardinda

Yaktı yanardağ gibi can yurdunu son bakış,
Ve gönlüm koşmaz oldu maceralar ardında.
Önünde dün beyazlar giyinirken karakış
Bugün sensiz kalan yaz kara bağlar ardında.

Siyah kanatlarını batıya açtı kuşlar,
Benden sana haberdir bu çığlıklı uçuşlar.
Dereler ardın sıra akmağa koyulmuşlar,
Arıyor batan güneş seni dağlar ardında.

Gezdirir rüzgar gibi üstünde yamaçların,
Boynuma çifte zincir çift örgülü şaçların.
Ateşimden yanarken dalları ağaçların,
Gözlerimin sel gibi yaşı çağlar ardında.
 
Bağ Bozumu

Kuytu ormanları, tenhâ bağları
Geziyor mevsimin yorgun rüzgârı.
İnce dallar kırık, yapraklar sarı,
Geçmiş bu yoldan da, belli sonbahar.

Duyulur bir ayak sesi gizlice
Hâlî bahçelerden rüzgâr esince:
Geçen bir yolcu mu, yoksa her gece
Yollarda beklenen bir kadın mı var?
-------------------------------------
Beşikten Mezara Kadar

Seni istakbal için önce gelmek cihana,
Ve başkasınan almak sonra geliş müjdeni.
Bir nefes dinlemeden yıllarca koşmak sana,
Aramak her tarafta... Bulmamak asla seni.

Suda, rüzgarda,kuşta senin sedanı duyup
Seni beyaz çiçekli dallar içinde sanmak.
Vuslatın rüyasını görmek üzre uyuyup
Hasretin azabına ermek için uyanmak.

Başka bir şekle koymak her gün güzel yüzünü,
Boyamak gözlerini bir siyah, bir maviye.
Tek seni hayal için süzerek batan günü,
Gece mahtaba dalmak, sen de dalmışsın diye.

Seni anlatmak üzre yazıp her gün bir gazel
Geçirmek ömrü yalnız sana dair eserle.
Saçlarını çözerek hulya dizinde, tel tel,
Bugün güllerle örmek, yarın menekşelerle...


Tesadüf ümidinin bittiği müşiş anda
Dudağa kanla çizmek yeniden tebessümü:
Seni istikbal için artık öbür cihanda,
Dosta el sallar gibi, davet etmek ölümü.
 
Bizim Memleket

İçimden tanırım ben o illeri
Onlar ki zahirde viran olurlar
Ardıçlı dağları çamlı belleri
Aşanlar Şirin'e hayran olurlar

Dökülür köpüklü sular yarından
Baharlar yaratır kışın karında
İçenler sihirli pınarlarında
Şöyle bir silkinir ceylan olurlar

Başı boş kırlara salar tayını
Elinden düşürmez okla yayını
Aklına getirmez zafer payını
Memleket yolunda kurban olurlar
--------------------------------
Cennet Ve Cehennem

Bu akşam bilmediğim bir âlem içindeyim,
Ya rüyada bir seyyah, ya semavi Çin'deyim,
Bir orman yangınıyle kızardı karşı dağlar,
Taraf taraf tutuştu meş'aleler, çırağlar,
Bir renge girdi eşya günün altın tasında,
Bu kızıl kâinatın gezerken ortasında.
Birden alev alıyor düşünceler, duygular,
Ateştir burda hattâ ateşe düşman sular...
Burda her göz ateştir, her gönül ateşperest,
Ateş vermiş çizdiği esere bir çiredest!

Duyuyorum bu akşam, din gibi, sevda gibi,
Ne duyarsa içinden bir Mecûsi rahibi:
Andırıyor hisarlar birer tütsü kabını,
Leylekler ezberliyor Zerdüşt'ün kitabını,
Benziyor bir mermere alnını koyan dere
Bu ateş mabedinde bir ateşten ejdere.

Parlıyor bir damla kan çamların sorgucunda
Birer kâğıt fenerdir meyveler dal ucunda,
Gördüm, sihirbaz gibi geçtiğini üç kızın
Bu ateş âleminin içinden yanmaksızın! ...
Sandım, ömrüm bitecek, bitmeyecek bu yanma!
 
çoban çeşmesi

Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlıyan bağlar,
Ne söyler su dağa çoban çeşmesi.

'Göynünü Şirin'in aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca,
O hızla dagları Ferhat yarınca
Başlamış akmağa çoban çeşmesi...'

O zaman başından aşkındı derdi,
Mermeri oyardı, taşı delerdi.
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.
Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.

Vefasız Aslı'ya yol gösteren bu,
Kerem'in sazına cevap veren bu,
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu...
Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.

Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,
Ateşten kızaran bir gül ararda,
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,

Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,
Tarihe karıştı eski sevdalar.
Beyhude seslenir, beyhude çağlar,
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi...
----------------------------------------
Dağlar

Yaslanır bir buluttan bir buluta başınız,
Gövdeniz Tanrım gibi gökte yaşardı,dağlar!
Engin kanatlı kuşlar olmasa yoldaşınız
Tepenizden bir güneş,bir ay aşardı,dağlar!

Kalbini göstermese göğsünün yırtığından,
Yol mu bulurdu Kerem kurduğunuz yığından?
Cihangirler hızını göklerden aldığından
Üstünüzden sel gibi ufka taşardı,dağlar!

Siz,ki yalnız kahraman geldi mi geç derdiniz,
Yalnız ulu canlara karşı baş eğerdiniz,
Nasıl oldu o soysuz kıza geçit verdiniz,
O taş yürek bu işi nasıl başardı,dağlar?...
------------------------------------------

Davet

Seni ben bekliyorum göğsüm açık, bağrım açık;
Hançer ol göğsüme saplan, ecel ol karşıma çık.
Çalmamış madem ki bir gece felekten gönlüm;
Gelecek bari elinden gelsin dilerim ölüm.
Toprağın rengi kanımdan kızarırken yer yer;
Uzanıp sapsarı, son busemi koymazsam eğer;
Obenim kalbimi göğsümden ayırmış çeliğe.
gezsin ismim yedi kat gökte kahpe diye.
Beni mahfetmeden alemde obiğane duruş;
Bana sal yalvarırım pençeni, ey yırtıcı kuş.
İşte ben bekliyorum göğsüm açık, bağrım açık;
Hançer ol göğsüme saplan, ecel ol karşıma çık
 
Eriyen Adam

Gözlerim gözlerinde dinlenirken eriyor,
Eriyor yaklaşırken dudağına dudağım.
Zerrelerim çözülmüş gibi sesler veriyor,
Ben sıcak bir denize inen buzdan bir dağım.

Yanında damla damla bittiğimi duyarım,
Yoklarım yerinde mi yüzüm,alnım,saçlarım?
Bir göğüs geçirerek derim ki: 'Yine varım,
Fakat bir rüya gibi şimdi kaybolacağım'

Bir gün,için içimde neyim varsa alacak,
Varlığım bir su olup kabından boşalacak,
Benden nişan olarak kucağında kalacak
Boş bir yığın: Elbisem, gömleğim, boyunbağım
--------------------------------------------
Firari

Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin
Sana kafir dediler, diş biledim Hak'ka bile
Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin
Kahpelendin de garez bağladım ahlaka bile.

Sana çirkin demedim ben, kafir demedim
Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin
Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim
Bu firar aklına nereden, ne zaman esti senin.

Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine
Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek.
Sen bir ahu gibi dağdan dağa kaçsan da yine
Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek
-----------------------------------------------

Gençlik

Anlattı erenler: Bir bahar değil,
Aşıkın ömründe bin bahar varmış.
Hicranla ağaran bu saçlar değil,
Savgisiz kalan kalb ihtiyarlarmış...

Sorardım sırrını hiç düşünmeden:
Bu fani gönlümün sevinci neden?'
Beni günden güne meğer genç eden
Daima değişen maceralarmış!

Gönlümde kovalar eskiden beri
Sarışın kumralı, kumral esmeri.
Dolmadan boşalmaz birinin yeri.
Gönlümde, anladım, her dem baharmış
-------------------------------------
Gizli Bakişlar

Bir bakışki açıyor gönül muammasını,
İki sevdalı kalbin en gizli yarasını,
Bir bakış ki kudreti hiç bir lisan da yoktur,
Bir bakış ki bazen şifa, bazen zehirli oktur.

Bir bakış, bir aşığa neler anlatır,
Bir bakış, bir aşığı saatlerce ağlatır
Bir bakış, bir aşığı aşkından emin eder,
seven insanlar daima gözleriyle yemin eder.
------------------------------------------
Gönül

Bağından her güzel bir gül seçerdi,
Bundan mı sarardın soldun, ey gönül?
Kadınlar geçerdi,kızlar geçerdi,
Bir zaman aşk için yoldun, ey gönül!

Dünyaya baksan da gülümser gibi
Uzuyor hayatın bir keder gibi,
Ellerde dolaşan kadehler gibi
Yıllarca boşaldın, doldun, ey gönül!

Çare yok,matemin çok derinse de,
Hasretin tükenmez yaşın dinse de.
Gençliği hoş geçti,eğlendinse de
Sanmam ki bahtiyar oldun, ey gönül!
--------------------------------------
Görmeden Taptiğim Put

Nasıl gönül taparsa Tanrı'ya, görmeksizin,
Var adını bilmeden bağlandığım bir peri...
Bir beyaz dalga gibi hep o engin denizin
Üstünde gezmedeyim doğduğum günden beri.

Ne ben yedim ihtiras peteğinin balından,
Ne o tattı arzunun buğulu kevserini,
Ne kırda kestiğimiz taze incir dalından
Kaval yapıp çağırdık gönül türkülerini...

Gördü mü efsaneler buna benzer haile?
Leyla böyle sevilmiş, böyle sevmiş mi Mecnun?
Yavrusuna tapınan analık aşkı bile
Şehvete benzer biraz yanında bu duygunun.

O bir gülüdür, yetişmiş kalbin altın tasına,
Ve bir bülbül ki yalnız şi're vermiş sesini:
Ne sular genç yüzünü nakşetmiş aynasında,
Ne güneş yere sermiş boynunun gölgesini!
 
Hamd U Sena


Ne var ki mevcûd ise âlemde, güzel, doğru, iyi;
Arayan fikri, bulan râhu, seven sevgiliyi
Bize bahşetmiş olan Hazret-i Rahmân'a şükür.

O büyük Rabb'e şükürler ki, ayak bastığımız
Yeri halketti barınsın diyerek varlığımız;
Ve yer üstünde hayâlin cereyânınca uzun,

O büyük Rab ki, ışıklar yakıyor göklerde,
Lûtfunun feyzini, görsün diye insan yerde;
En büyük nîmete hamd, en küçük ihsâna şükür.

O büyük Rab ki, ufuklar boyu nîmetlerini,
Hüsn ü an, reng ü füsun, aşk ü cünûn mahşerini
Gayrı kâfi görerek sevdiği biz kullarına

Şimdiden vâdediyor başka bir âlem yarına;
Mâ-i Tesnîm'e şükür, Ravza-i Rıdvân'a şükür.

O ki, sedâsına yandıkça bütün mahlûkat,
Arş-ı Alâ'da Ezel kasrına çıkmış yedi kat,
Geriyor hüsn-i ilâhîsine atlas perde...
En güzel vuslatı tattırmak için mahşerde
Bize, gündüz gece, zehrettiği hicrâna şükür.
 
Han Duvarlari


Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı

bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya
lk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Ellerim takılırken rüzgarların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına,
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık
Bu ıslakla uzayan, dönen kıvrılan yollar.
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince,
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine
Yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir koy var, ne bir evin hayali
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine,
Bir sarsıntı... uyandım uzun suren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu;
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmis vatanın dört bucağı
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı,
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor,
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Heryüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı,
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı
Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
*On yıldır ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben*
Altında da bir tarih. Sekiz mart otuz yedi..
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk
Soğuk bir mart sabahı...Buz tutuyor her soluk
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri
Bulutların ardında gün yanmadan sönuyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar
Biz bu sonsuz yollarda varıyoz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu
Burada son fırtına son dalı kırıyordu
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı *İste Araplıbeli*
Tanrı yardımcı olsun gayri yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.
Bizden evvel buraya inen uç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor
Kimi haydut kimi kurt masalı anlatıyor
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri
Çicekliyor duvarı ocağın akisleri
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor
*Gönlümü çekse de yarin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgarın önüne katılmışım ben*
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık
Bir han yorgun argın tatlı bir uykudaydık
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım.
Başucumda gördüğüm su satırlarla yandım
*Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Şatılmış'ım ben*
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında
Korkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazında
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı
Bahtına lanet olsun aşmadıysan bu dağı
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna
Post verenler yabanın hayduduna kurduna
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu
Hancı dedim bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi
Hana sağ indi ölü çıktı geçende
Yaşaran gözlerimde her sey artık değişti
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han raslasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar
Dönmeyen yolculara ağlayan yaşlı yollar
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları..
 
HAYAT

Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle
Dağ,taş deme,arkadaş,gün batmadan ilerle!

Yara açsın kayalar ayaklarında,varsın,
Varsın omuz başların kamçılardan kızarsın,
Bu ağrılar duyurmaz sana yalnızlığını.
Kızıl dudaklarından bırakma ıslığını,
Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle
Dağ,taş deme,arkadaş,gün batmadan ilerle!
Sırtında bir tüy gibi taşı taştan yükünü,
Görmesinler belinin,sakın,büküldüğünü...
Başında şakladıkça,atlıların kırbacı
Anla ki her gün sana hız veriyor bir acı!
Yara açsın kayalar ayaklarında varsın,
Varsın,omuz başların kamçılardan kızarsın,
Hayda,sarıl yollara...Ardına bakma,hayda!
Sen yük altında haykır,yatsın eller sarayda.
İnce bir iz bırakır yere sızdıkça kanlar,
Seni bulur izinden ıslığını duyanlar
Bu ağrılar duyurmaz sana yalnızlığını,
Kızıl dudaklarından bırakma ıslığını,
Fırtına,yağmur,soğuk...Ne varsa üstüne çek
Bu çetin yolculuğun sonunda,gün gelecek,
Sırma saçlar saracak her kan akan yerini,
Gül dudaklar öpecek o kırbaç izlerini...

Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle
Dağ,aş deme,arkadaş,gün batmadan ilerle!

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
 
INANCINI KAYBETMIS ZÜMRELERE SESLENIS

Gövdeler,varsa gönüllerden alır cevherini
Yürek olmassa bilekler çekemez hançerini..
Kahramansız yaşamak kahrına mahkumdurlar
Kaybeden zümreler Allahını,Peygamberini...

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
 
KIR TÜRKÜSÜ

Yayılır karanlık sisler engine,
Korkarım,bakamam sana ben yine.
Yıllarca dalardım solgun rengine
Güneşten nur uman gözler yanmasa!

Vadide bir hazin nağme ürperdi;
Bu ıssız dağların sen misin derdi
Üstünde yabani güller biterdi
Dereler,tepeler seni anmasa...

Çoşarak ruhunun bütün hevesi
Yükseldi uzaktan bir çoban sesi.
Bence bir,kırların ye'si,neşesi,
Kolların boynuma halkalanmasa!

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
 
KISKANÇ

Sakın bir söz söyleme...Yüzüme bakma sakın!
Sesini duyan olur,sana göz koyan olur.
Düşmanımdır seni kim bulursa cana yakın,
Anan bile okşarsa benim bağrım kan olur.

Dilerim Tanrı'dan ki,sana açık kucaklar
Bir daha kapanmadan kara toprakla dolsun,
Kan tükürsün adını candan anan dudaklar,
Sana benim gözümle bakan gözler kör olsun!

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
 
KIS BAHCELERİ

Dinmiş denizin şarkısı, rüzgar uyumakta,
Rıhtım boyu sonsuz bir üzüntüyle karaltı
Körfez düşünür, Kanlıca mahzundur uzakta,
Mazi gibi sislenmiş Emirgan Çınaraltı.

Can verdi kışın sunduğu taslarla zehirden
Her gonca kızıl bir gül açarken yolumuzda,
Üstündeki son dallar ağarmış diye birden
Pas tuttu nihayet suların rengi havuzda.

Yerlerde gezen hatıralar var korulukta
Yapraklar, atılmış nice mektuplara eştir.
Mehtaba çalan sapsarı benziyle ufukta,
Binlerce dalın verdiği tek meyva güneştir.

İçlenme tabiattaki yekpare kederden,
Yas tutma dağılmış diye kuşlarla çiçekler
Onlar dönecektir yine gittikleri yerden,
Onlarla giden günlerimiz dönmeyecektir.

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
 
KIZIMA

Vücut,akan bir sudur,
Adem,bir umman,kızım.
Hayatın aslı budur,
Gayrısı yalan,kızım.

Madem ki bir ırmaksın,
Çağlayıp akacaksın,
Niçin derdiyle yaksın,
Seni bu devran,kızım.

Gönlünü sal sevince,
Düşünme fazla ince.
Oku,vakti gelince,
Bahtına meydan,kızım.

Ömründe dört fasıl var,
Üçü kış,biri bahar.
Çalış ki görmesin kar
Sendeki nisan,kızım.

Gül mateme uzaktan,
Ne çıkar ağlamaktan?
Sen ayrılma şafaktan,
Geceler zindan,kızım.

Neş'eli ol,neş'eli,
Varsın desinler deli!
Eğlenmeli,gülmeli
Her gün,her zaman,kızım.

Gençlik tutulmaz elle,
Geçirme boş emelle.
Sen bunu böyle belle,
Güzel kızım,can kızım.

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
 
KOSMA

Kirpiğine sürme çek
Kına yak parmağına
Bu yıl yaşın girecek
Kız, gelinlik çağına.

Anlatıyor duruşum
Ben sana vurulmuşum
Ko, düşsün gönül kuşum
Saçlarının ağına.

Yaş olsam gözden akmam
Göz olsam gayre bakmam
Vatanımsın, bırakmam
Ellerin kucağına...

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
 
MELEK UL MEVT

Hangi ceylan seni kesmiş de çocukken memeden,
Hangi kaplan sana süt vermiş öz annen yerine
Üç yüz evlik köyü takmış saçının tellerine,
Sürüyorsun bu mezarlıkta için titremeden...

Seyre çık,sevdiğim,akşamları kurbanlarını
Yarıyor kalbini herkes sana göstermek için.
Ah,o taş kalbine bir gün heyecan vermek için
Yedi köy halkı sebil etti bu yıl kanlarını...

Bir çiçek rikkati sinmiş de ipekten tenine,
Sonra göğsünde çelikten mi dövülmüş bu yürek
Sen köyün derdine bigane yaşarken,gülerek
Gömüyor can veren evladını yüzlerce nine...

Bir ölüm meltemi halinde eserken nefesin
Ömrü bir dal gibi aşıklarının,sallanıyor
İhtiyarlar yanıyor,körpe çocuklar yanıyor
Sen köyün sıtmalı bağrında cehennem mi,nesin...

Hangi ceylan seni kesmiş de çocukken memeden
Hangi kaplan sana süt vermiş öz annen yerine
Üç yüz evlik köyü takmış saçının tellerine
Sürüyorsun bu mezarlıkta için titremeden...

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
 
Che .!.:
KOSMA

Kirpiğine sürme çek
Kına yak parmağına
Bu yıl yaşın girecek
Kız, gelinlik çağına.

Anlatıyor duruşum
Ben sana vurulmuşum
Ko, düşsün gönül kuşum
Saçlarının ağına.

Yaş olsam gözden akmam
Göz olsam gayre bakmam
Vatanımsın, bırakmam
Ellerin kucağına...

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL


ne duygulu bir şiir sevmek ve sevilmek güzel bir duygu allah kimseyi sevgisiz bırakmasın
 
NAZ

Gönlümün yok niyeti
Açılmak için sana.
Çektiğim eziyeti
Yüzümden anlasana!

Ben,ki her damla derdim
Deniz olsun dilerdim,
İpi elimle verdim
Benliğimi alsana.

Kan doldurup tasımı,
Sildim gönül pasımı,
Taşa açtım yasımı,
Söylemedim insana!

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
 
X