gençlik dönemi bağımlılıklar (çocuklarımızın geleceği için)

burbuk

Nirvana
Kayıtlı Üye
25 Nisan 2007
6.600
11.283
MADDE BAĞIMLILIĞI

GENÇLİK DÖNEMİ

Gençlik tanımı güç ve sınırları belirsiz bir çağdır. Milli Eğitim Bakanlığı’na göre gençlik “buluğ çağına erme sebebi ile biyo-psikolojik bakımdan çocukluğun sonu ile toplum hayatında sorumluluk alma dönemi olan, çocukluk ve genç yetişkinlik arasında kalan 12-24 yaşları arasında ki gruptur. UNESCO’ nun tanımına göre genç öğrenim yapan ve hayatını kazanmak için çalışmayan ve emri olmayan insandır.[1][1] Kısaca gençlik, erinlik ile başlayan kimliğin kazanılmasıyla sonlanan, çocuklukla yetişkinlik arasında bir dönemdir.[2][2] Gençlik erinliği kapsayan ve üst yaş sınırının daha geniş olduğu bir çağdır. Genç, okuyan veya tam bir meslek sahibi olmamış, evlenmemiş, anne ve babası ile beraber yaşayan ve anne ve babasının desteğinde yaşamını sürdüren bir birey olarak da tanımlanabilir.[3][3] Gençlik çağının ortak özellik ve sorunlarını şu bağlılıklar altında toplayabiliriz.

1. Fiziki Gelişme ve Buna Bağlı Sorunlar :

Yüzün görünüşünde görülen simetrik olmayan büyüme ve gelişmeler, vücudun çeşitli organlarındaki orantısız büyümelerden kaynaklanan beden kontrolündeki güçlükler, boyun, akranlarına göre uzun veya kısa olması, onlara göre zayıf ya da şişman olması genç için kaygı oluşturabilir.

2. Seksüel Gelişme ve Buna Bağlı Sorunlar :

Artan cinsel duyguların ve seksüel kaynaklı içgüdülerin baskısı altında bunalır. Kendi kendini tatminden suçluluk hissi ve huzursuzluk duyabilir. Dikkatini yoğun bir şekilde kendi bedenine yöneltmiştir. Üreme organlarının yapısı, çalışması ve seksüel gelişmenin seyri hakkında bilgilendirilmek ihtiyacındadır. Karşı cinsle ne şekilde, nasıl arkadaşlık kuracağı, neleri konuşacağı, gelecekte ne şekilde, nasıl bir yuva kuracağı gençliğin başındaki birçok genç için problemdir. Cinsel sapmalar ve cinsel hastalıklar konusunda duyarlıdır. Bu konularda bilgilendirilmek ister.

3. Duygu ve Heyecanlarda Görülen Gelişme ve Buna Bağlı Sorunlar:

Çocukluktan gençliğe doğru değişen yaşla, beden yapısı ve cinsi olgunlukla ve değişen çevre şartları ile gencin duygularında değişme olur. Duygu ve heyecanların değişme hızı çabuktur. Huzursuz ve kararsız olma duyguların düzensizliği, sürekli hayal kurma, çabuk heyecanlanma, bazı gençlerde utangaçlık ve dikkatli çekme korkusu bu dönemde ortak olarak görülen hususlardır.

4. Sosyal Gelişme ve Buna Bağlı Sorunlar :

Bir arkadaş grubuna katılmak ve onlar tarafından benimsenmek ister. Arkadaş grubu içinde yer almamak genç için huzursuzluk ve üzüntü kaynağıdır. Gelişen bedenine ve kendi cinsine uygun roller ve sosyal davranışlar geliştirmek ihtiyacındadır. Yeni sosyal ilişkilere girmekte ve yeni tanışmalarda tedirgindir. Yetişkinlerin olduğu, tanımadığı bir gruba girmek orada konuşmak zorunda olmak veya bir toplantıda yalnız kalmak gençler için kaygı ve üzüntü konusudur.

5. Kişilik Gelişimi ve Buna Bağlı Torunlar :

Kendi hakkındaki kararları verebilecek şekilde davranmak, bağımsız olabilmek ister. Bağımsız davranışları engellenirse huzursuz olur. Anne – Baba ve diğer yetişkinlerle kendi aralarında davranış, tutum ve tavırlarda ve dünya görüşlerinde ortaya çıkan anlaşmazlık, iki kuşak arasında çatışmaya sebep olur. Uygun bir dini, ahlaki değerler sistemini benimsemek ihtiyacındadır. Birbirleri ile çelişkili olan ve tutarlı olmayan değer hükümlerini uzlaştırmak veya kendine uygun olanları seçmek ister

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN ÖZELLİKLERİ ve SORUNLARI

Üniversite gençliği, yaş, cinsiyet, yetiştiği öğrenim kurumları ve çevre özellikleri açısından gençlik içinde bir alt sınıfı oluşturur. Üniversite gençliği gençlik döneminin sıkıntılarını daha çok yaşayan kesimdir. 17-24 yaşlarını kapsayan bu dönemde gençlerin belirgin özellikleri arasında duygusal, coşkulu, taşkın, çabuk kırılan ve kolay bozulan ilişkiler, kolay etkilenme, kişiliğin sınırlarını aşma, toplum içinde ilgi çekme, sivrilme ve toplumda yetişkin rolü olma çabaları bulunmaktadır. Üniversite öğrencisi olmak, üniversite yaşamı genelde ülkemizde ve diğer ülkelerde kaygı ve stresi üretecek bir ortam niteliğini taşımaktadır. Üniversite genci ne yetişkindir, ne de çocuktur. Çocukluktan yetişkinliğe geçme döneminin sıkıntılarını taşımaktadır. Sosyal olgunluğa erişmenin iki önemli boyutu olan bağımsızlık ve cinsel kimliğe uygun olan davranışları kazanmak zorundadır. Bağımsızlık yanında diğer önemli husus üniversite öğrencilerinin cinsel kimliklerini kazanmalarıdır. Üniversite öğrencilerinin önemli bir sorunu da kendi benliğine ilişkin kimliğini kazanmasıdır. Bireyin kimliğini bulma süreci hemen hemen her gencin yaşadığı bir mücadeledir.

Üniversite öğrencileri değişme en açık grubu oluşturmaktadır. Genç bu değişikliklere sürekli uyum çabasındadır. Gençliğin sorunlarının kaynağı toplumsal yapıdan ileri gelmektedir. Üniversite gençliği kendi akranları içinden seçilmiş ve belli bir yeterlilik düzeyinde kendini kanıtlamış bireylerden oluşmaktadır. Bu gençliğin sorunlarına ruh sağlığı açısından sağlanabilecek herhangi bir yardım ya da olanak onları daha olgunlaştırabileceği gibi zihinsel gelişmelerine de daha fazla işlerlik kazandıracaktır.

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN GENEL SORUNLARI

Yapılan bir grup araştırmada bir evren olarak üniversite öğrencilerinin karşılaştıkları sorunları bazı problem alanları içinde vermişlerdir. Çoğunluk problem tarama envanterleri ile yapılan bu araştırmalarda üniversite öğrencilerinin karşılaştıkları problem alanları (1) Gelecek (2) İş bulma ve ekonomik hayat (3) Üniversite yaşamı (4) Sosyal ve boş zamanı değerlendirme (5) Sağlık (6) Öğretim ve öğretim yöntemleri (7) İnsanlarla ilişki kurma (8) Aile (9) Karşı cins ilişkileri (10) Din ve ahlak ile ilgili problemler şeklinde gruplanmıştır. Üniversite öğrencilerinin sorunları konusunda yapılan bir başka araştırmada Özdemir (1985) öğrencilerin en çok vurguladıkları problemin okul ve başarı ile ilgili olduğu, bunu, gelecek, aile ile kız-erkek arkadaşlığı sorunlarının izlediği, kızların üniversitede problem çeşidi ve problem sayısı itibariye erkeklerden daha çok sorunları olduğunu belirtmiştir.

ÖĞRENCİLERİN PSİKOLOJİK SORUNLARI :

Özgüven ve arkadaşlarının (1988), Yurtkur’da kalan üniversite öğrencileri üzerinde yaptığı araştırmada, psikolojik sıkıntılar şu şekilde sıralanmaktadır. Gerilim %74, Aşırı kaygı %68, Uykusuzluk %66, Duygusal kararsızlık %61, Sürekli hayal kurma %56, Arışı heyecan ve alınganlık %54, Çevre koşullarına uyum sağlayamama %49, İnsanlardan kaçma içine kapanma %48, İnsanlarla iyi ilişki kuramama %46, Sebebi belirsiz korku %42, olarak sıralanmıştır. Öğrencilerin psikolojik sıkıntı ve sorunlarının hafifletilmesinde başvurdukları yollar arasında, kişi olarak kendim çözüm arıyorum. %73, arkadaşlarıma açılıyorum %72 ile en başta gelen yöntemler olarak belirtilmiştir. Bu cevapları sırayla aileyle konuşma %28, oda arkadaşlarıyla paylaşma %27, ağlayarak sakinleşme %21, problem sürüncemede bırakma %20, konuyla ilgili bir uzmana başvurma %12 cevapları takip etmektedir.

MADDE BAĞIMLILIĞI

Bağımlılık sözcük anlamıyla birey ve nesne(si) arasında bireyin seçimi ile kurulmuş aynilik ve süreklilik özelliği taşıyan boyutlu bir ilişkidir. Bu ilişkinin tanımı içinde, bireyin seçimi ile başlamış olmasına rağmen bireyin özerkliğini süreç içinde ortadan kaldıran bir yön vardır. Bağımlılığın gelişmesiyle birlikte yitmeye başlayan özerklik, bireyin daha öncesinde dağarcığında bulunmayan yeni (!) tür tutum ve davranışlar edinmesine yol açar. Bu da bireyin gerek kendi içi ortamına gerekse onu kuşatan dış dünyaya uyumunu olumsuz etkilemek suretiyle değişik sorunların doğmasına neden olmaktadır.[5][5]

Madde bağımlılığı ilaç niteliğine sahip bir maddenin santral sinir sistemi (sss)’ni etkilemesinden kaynaklanan, maddenin keyif verici etkilerini doyumsamak veya yokluğundan kaynaklanabilecek huzursuzluktan sakınmak için, maddeyi devamlı veya periyodik olarak olma arzusu ve bununla birlikte davranışsal reaksiyonlarla kendini gösteren bir durum olarak tanımlanabilir. Madde bağımlılığı dendiği vakit anlaşılması gereken, insanın duygu, düşünce ve davranışı üzerine doğrudan etkili, özgüllü olan bir süreçten bahsediliyor olmasıdır.[6][6]

Basın yayın organlarında ve bazı kitaplarda sıklıkla “uyuşturucu bağımlılığı”ndan söz edilmektedir. Bu ifade eksiktir ve bağımlılık yapıcı maddelerin tümünün uyuşturucu özellikte olduğu izlenimini vermektedir. Oysa amfetamin ve kokain gibi bazı bağımlılık yapan maddeler uyarıcı etkilere sahiptir. İster uyarıcı, ister uyuşturucu olsun bağımlılık yapıcı maddelerin vücttaki temel etki yeri sss’dir. Beyin sss’nde önemli işleve sahip bir organdır. Beynin anatomik özellikleri iyice belirlenmiş olmasına rağmen, yapısında yer alan nörokimyasal sistemlerin bir çoğunun görevi henüz tam olarak açıklanamamıştır.

MADDE BAĞIMLILIĞININ NEDENLERİ

1. İlacın Farmakolojik ve Fizyolojik Özellikleri :

Madde alındıktan sonra bedenin yoğun bir haz duygusuyla kasılması, neşe, tatlı bir gevşeme, umursamazlık, canlılık, güçlülük gibi durumların varlığı hissetmesi ve bu maddeler alınmadığı zaman ortaya çıkan yoksunluk belirtilerin sakınmak için madde alınmaya devam edilmektedir.

Maddenin bağımlılığın gelişimi ile ilgili vücudumuzda yaptığı fizyolojik etkisi şöyle açıklanabilir:

Beyin birçok sinir ağının birbirleri ve beynin çeşitli bölgeleri ile iletişim kurduğu karmaşık bir santral gibidir. Beyindeki sinirlerde çeşitli kimyasal maddeler sentezlenir ve salgılanır. Bunlar belli miktarda salgılandıktan sonra beyin dokusu üzerinde yer alan ve reseptör adı verilen alıcılara bağlanarak düşünme, bellek, uyku, yeme-içme davranışı, hareketlerin kontrolü ve çeşitli duyguların oluşması gibi birçok önemli işlere katkıda bulunur. Sinir uçlarından salgılanan bu nörükimyasal maddelerin çeşitli beyin bölgelerindeki miktarları normal bir insanda belli bir denge içindedir. Bu dengenin herhangi bir nedenle bozulması, ciddi düşünce ve davranış bozukluklarına neden olabilir. Yizofren, depresyon, Porkinson sendromu ve Alzheimer hastalığı bunlardan bazılarıdır. Beyinde sentezlenip salgılanan bu nörokimyasal maddeler ve bu nörokimyasal maddelerin bağlandığı reseptör sistemlerinin madde bağımlılığının gelişimi ve yoksunluk sendromunun bazı belirtilerinde rolü olduğnu gösteren veriler elde edilmiştir.[7][7]

2. Kişilik Özellikleri :

Kişilik, hem biyolojik, hem sosyal faktörler tarafından belirlenmektedir. Bugüne kadar ilaç bağımlılığı için özel bir kişilik tipi gösterilmiş değildir. Normal psikolojik durum içindeki şahıslardan, ruh sağlığı bozulmuş hastalara kadar bütün insanlarda madde bağımlılığı gelişebilir. Ancakgenelolarak, madde bağımlısı olanlar, iç gerilimleri fazla ve hayatları kendileri için tatmin edici olmayan şahıslardır. Sevgi, güven, saygı ve kendini gerçekleştirme ihtiyaçlarına doyum bulamayanlar, uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri kullanırlar ve bu sayede doyuma ulaştıklarını, çok güçlü olduklarını hissederler. Bu nedenle bu maddeleri tekrar alarak bağımlı hale gelebilirler.

Ayrıca maddenin vücutta yıkım hızı ve ilaca duyarlılık gibi konuları kontrol eden genetik özelliklerin var olduğu yapılan araştırmalarda ortaya konmuştur.[8][8]

3. Sosyal çevre, etkileşimler ve arkadaşlık ilişkileri :

Kişinin sosyal çevresi arkadaş grubu madde arayışı ve kullanımında, davranışın devam ettirilmesinde şartlandırıcı faktör olmaktadır. Kişi ancak madde alabilirse arkadaş grubuna girebilir. Böyle bir grubun kendi özgü davranış standartları vardır.

Gençler, ergenlik döneminde; bu dönemin en belirgin özelliği olan “kimlikarayışı ve bunalım” sürecini değişik derecelerde geçirmekte ve aynı zamanda da gelecek endişesi taşımaktadırlar. Genç insanlar, yine bu dönem için doğal bir ruh hali olarak kabul edilen “otoriteye başkaldırı” psikolojisi kapsamında toplumsal değerlerin dışına çıkmak, yanlış alışkanlıklar kazanmak eğilimi göstermektedirler. Buna aileden gelen olumsuz etkiler de eklenirse genç bilinçsiz bir şekilde çevresel etkilere çok açık ve dayanıksız bir hale gelebilmektedir.

Ailesinden ve okuldan göremediği ilgi ve yakınlığı arkadaş gruplarında arayan genç, bu grupların eğilimleriyle bütünleşmektedir. Böyle bir ortam genci, kendisini ayrı tutamayacağı tutumve davranışlara, kötü alışkanlıklara itebilir. Okul dışından işsiz ve amaçsız kişilerin de bağımlısı haline getirebilmektedir. Gençler, eğlence ve karşı cinse yakınlaşma yeri olarak gördükleri, kafe, bar, pastahane ve disko gibi yerlerde uyuşturucu satan kişilerin hedefi haline gelebilmektedir.

Bağımlılık yapma özelliğine sahip olan maddelerin ortak özellikleri şöyle sıralanabilir.[9][9]

Keyif Vericilik: Yeme içme ve cinsel etkinlikler gibi yaşamsal ihtiyaçların giderilmesine yönelik davranışlarda olduğu gibi, bağımlılık yapan maddeler de keyif verici özelliğe sahiptir. Madde keyif verici etkileri “ödüllendirme” terimi ile ifade edilebilir. Keyif vericilik, maddenin kendini tercih ettirici, koşullandırıcı ve pozitif pekiştirici etkilerine en önemli katkıyı sağlar.

İlaç Arayışı Davranışı: Bağımlılık yapıcı maddelerin tümünde belli bir süre kullanımından sonra ilaç arayışı davranışı gelişir. Bu durum, kullanılan maddeyi şiddetle arzulama ve onu elde etmediği sürece kendini kötü hissetme ile kendini gösterir. İlaç arayışı davranışına temel teşkil eden özlemin şiddeti ve oluşma süreci maddenin tipine, kullanılış süresine ve kullanılış yoluna bağlı olarak değişir.

Tolerans Gelişimi: Kullanım süresi içinde, bağımlılık yapıcı maddelerin çoğuna, derecesi kullanılan maddeye göre değişen ölçüde tolerans gelişir. Tolerans gelişimi, kısaca bir önceki dozda görülen etkinin sonraki aynı dozda aynı şiddetle görülememesi ve etki görebilmek için, dozun artırılması olarak tanımlanabilir. Tolerans gelişiminin derecesi morfin gibi bazı ilaçlarda normal dozun 125 misline kadar çıkabilir. Aynı farmakolojik gruptaki maddelerden birine karşı tolerans gelişmişse, bu grubun diğer üyelerine karşı da tolerans gelişimi söz konusudur. Buna “çapraz tolerans” denir. Çapraz tolerans, ilaç grupları arasında da olabilir; örneğin alkol, barbitüratlar ve benzodiozepinler gibi sedatif ve hipnotiklerden birine karşı tolerans gelişmişse, diğerlerine karşı da tolerans gelişimi söz konusudur.

Yoksunluk Sendromu Gelişimi: Fiziksel bağımlılık oluşturma dereceleri ve kulanım süresi ile artan şiddette ve kullanılan maddelerin ani olarak kesilmesine bağlı olarak yoksunluk sendromu ortaya çıkar. Yoksunluk sendromunun şiddeti; kullanım süresi ve gelişen fiziksel bağımlılığın derecesine göre öldürücü olabilir.

Yoksunluk sendromu, bağımlı için ızdırap verici ve istenmeyen bir durumdur. Yoksunluk sendromuna girmeme isteği madde kullanımının sürdürülmesine katkı sağlar.

İkincil Hastalıkların Otaya Çıkması : Bağımlılık yapıcı maddelerin kronik olarak tüketilmesi zamanla kullanan kişiye, maddenin niteliğine, kullanılan doza ve maddenin alınış yoluna göre değişen nitelik, şiddet ve sürede ciddi fiziksel ve ruhsal hastalıkların gelişimine neden olur. AIDS, ciddi karaciğer ve böbrek hastalıkları, kalıcı beyin hasarları, ciddi psikozlar ve kanser gibi hastalıkların sıklığı bağımlılar arasında anlamlı derecede daha yüksek bulunmuştur.

Yasak ve toplumsal Tepki: Alkol ve sigara dışında kalan maddelerin kullanımı ve pazarlanması kanunlarla yasaklanmıştır. Yasal kabul edebileceğimiz alkol ve sigaraya karşı da önemli toplumsal tepkiler söz konusudur. OSM-III-R’ye göre (1986) aşağıdaki durumlardan üçünün birlikte görülmesi psikoaktif madde bağımlılığı tanısının konulması için yeterlidir.[10][10]

1- Maddenin kişinin amaçlamış olduğundan daha yüksek dozlarda ya da daha uzun süreden beri alınmakta olması.

2- Maddeyi almak için yoğun bir istek duymak, ya da maddeyi almamayı veya azaltmayı bir ya da birden fazla kez denemek ve başaramamak.

3- Maddeyi elde edebilmek (hırsızlık), kullanmak (zincirlere sigara içmek) ya da etkilerinden kurtulabilmek için uzun zaman harcamak.

4- Maddenin yarattığı zehirlenme veya yoksunluk belirtilerinin , çalışma yaşamındaki, okuldaki, ya da evdeki sorumlulukların sürdürülmekte olduğu sırada veya fiziksel tehlikelere neden olabileceği durumlarda da yaşanması.

5- Madde kullanımı sonucu, işle ilgili, toplumsal ya da hoş vakit geçirmeye yönelik etkinliklerin azaltılması ya da bunlardan vazgeçilmesi.

6- Madde kullanımının, bazı toplumsal, psikolojik ya da bedensel sorunların artığı ya da doğrudan neden olduğunun bilinmesine rağmen sürdürülmesi.

7- Maddeye bedensel toleransın artması ve sürekli aynı miktarda alındığında giderek daha az etkili olması. İstenilen etkiyi sağlayabilmek amacıyla alınan miktarın giderek artırılması.


MADDE BAĞIMLILIĞI İLE MÜCEDELE STRATEJİSİNDE TEMEL YAKLAŞIMLAR
1. Birinci derece koruma: Madde kullanımına başlamanın engellenmesidir.

2. İkinci ve Üçüncü Derece Koruma: Madde kullanımının bağımlılık düzeyine gelmesinin önlenmesi, bağımlıya tedavi ve rehabilitasyon hizmetleridir. Ancak tedavinin çok pahalı, zor ve şansının az olduğu unutulmamalıdır.

Mücadele, birinci derece koruma ağırlıklı olmalıdır. Çünkü madde kullanımını engelleme, tedavi ve rehabilitasyondan daha kolay ve ucuzdur. Birinci derece korumada geleneksel yaklaşım olan “yasal önlemler ve polisiye yaklaşımların madde arzının kısıtlanması” önemini zamanla kaybetmektedir. Güncelleşen yaklaşım ise “eğitim yoluyla madde bağımlılığının önlenmesi”dir.

Bağımlılık yapan maddelerin, karlılığı çok yüksektir. Bu durum üretim ve pazarlama zinciri’ni kuran ve sürdürenlerin, büyük riskleri göz almalarına ve piyasada yer bulabilmek amacıyla her türlü yola başvurabilmelerine yol açmaktadır.

Madde Bağımlılığına Eğitimle Önlenmesi

Madde bağımlılığına başlamayı önlemede en etkin yolun, eğitim olduğu açıktır. Eğitimde her kesim, kişi ve kuruluşlar, ilgili meslek örgütleri, hizmet kulüpleri, gönüllü kuruluşlar ortak bir strateji planını uygulama koymalıdırlar.

1- Öğrencilere eğitimin verilmesinde öğretmen ve anne – baba temeldir. Bu amaca yönelik sektörlerarası işbirliğiyle tanıtıcı ve eğitici seminerler, paneller, konferanslar düzenlenmelidir.

2- Eğitimde, madde bağımlılığı konusu işlenirken sadece uyuşturucu ile sınırlı kalınmamalı, sigara ve alkolün de madde bağımlılığı kapsamında anlatımı sağlanmalıdır.

3- Eğitimde, tüm sağlık personeli etkin olarak yer almalıdır.

4- Eğitici, eğitimine büyük özen gösterilmeli, bu eğitimde mutlaka uzman düzeyinde kişiler görev almalıdır.

5- Eğitim programları, yerel koşullara uygun olmalıdır.

6- Eğitim programları, öğretmenlere öğrencilere çalışan gençlere ve risk gruplarına ayrı ortamlarda verilmelidir.

7- Eğitim doğrudan risk altındaki topluma yönelik olmanın yanısıra, toplumla iç içe yaşayan ve onu etkileyebilme şansı bulunan gruplara da seslenmelidir (muhtar, imam, öğretmen, doktor).

8- Eğitim sürekli olmalıdır. Ancak eğitim sırasında “merak uyandırmak”tan kaçınmak gereklidir.

9- Göze ve kulağa etkin bir şekilde hitap edebilen eğitim materyali üretilmelidir (afiş, broşür, poster, video, film, slayt).

10- Eğitim basın ve yayın kuruluşlarının etkileme gücü unutulmamalı, bu güç mutlaka etkin olarak kullanılmalıdır.

11- Öğrenci, öğretmen ve anne-baba zincirinin kırılmadan devamını sağlamak amacıyla sık sık görüşme imkanının yaratılması sağlanmalıdır.

12- Uyuşturucu kullanmayan ancak sorunları nedeniyle potansiyel uyuşturucu kullanabilecek durumda olan öğrenciler tespit edilerek, bunların mutlaka PDR birimlerine veya bir psikiyatri uzmanına ulaştırılmaları sağlanmalıdır. Buna imkan yoksa, aileler bu durumdan haberdar edilmelidir.

13- Gençlere, okul ve aile içinde sorumluluklar verilmeli, çeşitli etkinliklerde temsil edilmeleri ve bazı kararların alınmasında katılımları sağlanarak onların kişilik yapılarının gelişmesine yardım edilmelidir.

14- Yönetici – öğretmen ve ana-babaların sadece madde bağımlılığı konusunda değil, çocuk ve gençlerin ruhsal özellikleri, ruh sağlığının önemi ve nasıl ele alınması gerektiği konusunda da bilgilendirilmeleri sağlanmalıdır. Ruh sağlığı bozuk öğrencilerin tedavisi ve rehabilitasyonunun hemen yapılmasına özen göstermelidir.
 
X