||Günler 25 saat olacak||

  • Konu Sahibi Konu Sahibi EU2
  • Başlangıç Tarihi Başlangıç Tarihi
E

EU2

Ziyaretçi
  • Konu Sahibi Konu Sahibi EU2
  • #1
Dünyanın kendi ekseni etrafında dönüşü yavaşlıyor. Bilim adamları hesapladı. Günler 24 değil 25 saat olacak.

Günler gittikçe uzuyor. Bahar geldi diye değil. Bilim adamları yer katmanlarını, astrolojik kayıtları, güneş ve ay tutulmalarıyla ilgili eski kayıtları inceleyerek hesapladı... Dünyanın kendi ekseni etrafında dönüşü yavaşladı. Bu yavaşlamanın Milattan Önce 700 yılında belirgin biçimde başladığı tespit edildi. Bunun başlıca sorumlusu Ay'ın çekim gücü gösteriliyor.

Zaman içinde bu çekim gücünün arttığını savunan bilim adamları, örneğin yeryüzünde dinozorların yaşadığı dönemde, yani yaklaşık 100 milyon yıl önce, dünyanın kendi ekseni etrafında dönüşünün daha hızlı olduğunu ve günlerin 23 saat olduğunu kanıtladılar.

GÜN 21 SAAT, BıR YIL 420 GÜNDÜ

Dahası, yeryüzünde sadece tek hücreli canlıların bulunduğu dönemde (yaklaşık 530 milyon yıl önce) ise bir günün yaklaşık 21 saat olduğu belirtildi. Bir yılın süresinin yani Dünya'nın güneşin etrafındaki turunu, aynı hızla tamamladığı anlaşıldı. Ancak günler yaklaşık 21 saatlik olduğundan, bir yıl 420 gündü.

Bilim adamları, Dünya'nın kendi ekseni etrafındaki dönüşünün yavaşlamasıyla günlerin artık 24 saati aştığını ve bunun yakın gelecekte 25 saate çıkacağını açıkladılar.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
  • Konu Sahibi Konu Sahibi EU2
  • #2
Sakız çiğnemek pek de yararlı bir uğraş olarak görülmez. Hatta kimilerine göre ciddiyeti bozar. Ancak ıngiltere de yapılan bir araştırma sakız çiğnemenin yararlarını ortaya çıkarttı. ılginç deney ve sonuçları.

ıngiltere de yapılan bir araştırmada, sakız çiğnemenin zekayı geliştirebileceği sonucu alındı.

Northumbria Üniversitesi ve Bilme-Kavrama Araştırma Birimi nin ortak araştırmasına göre, sakız çiğnemenin düşünme ve anımsama gibi idrakla ilgili işlevlerde olumlu etkileri belirlendi.

Üniversitenin Sinirbilimi bölümünden araştırmacı Andrew Scholey, araştırma sonuçlarını çok açık olarak değerlendirirken, sakız çiğnemenin hafızayı olumlu etkilediğini belirtti. Scholey, Sakız çiğneyen kişilerin hafıza testlerinde daha başarılı olduklarını ve daha çok kelime hatırladıklarını gördük dedi.

Sakızın naneli ya da mentollü olmasının bir fark yaratmadığını belirten Scholey, en önemli unsurun sürekli sakız çiğnemek olduğunu ifade etti. Andrew Scholey, araştırmaya katılan 75 kişinin, sakız çiğnemeyenler , gerçekten sakız çiğneyenler ve yalandan sakız çiğneyenler şeklinde gruplara ayrıldığını belirtti.

Araştırma sırasında deneklere resim, kelime ve telefon numarası hatırlatmaya yönelik sorular sorulduğunu kaydeden Scholey, Testlerden sonra gerçekten sakız çiğneyenlerin, sakız çiğnemeyenlere göre kalp atışları dakikada 3 kez, yalancı çiğneyenlere göre ise 1.5 kez hızlı attı. Kalp atışındaki artışın, idrakı artıracak derecede beyne oksijen ve glikoz dağıtımını yükseltmiş olabileceğini düşünüyoruz dedi.



 
Son düzenleyen: Moderatör:
  • Konu Sahibi Konu Sahibi EU2
  • #3
Böcekler ilham kaynağı
Gelecekte robotlar, hamam böceklerinin hareket tekniklerinden esinlenerek tasarlanacak.


12 Mart 2008 Çarşamba
ıngiltere’nin Cambridge Üniversitesi’nden bilim adamlarının yaptığı araştırmaya göre, yer çekimi kanununa meydan okuyan, ayaklarının tabanındaki iki küçük yastık sayesinde duvarlarda kolayca yürüyebilen hamam böceklerinin bu tekniği sayesinde robotlar da artık aynı şekilde duvar ve engebeli yerlere tırmanabilir ve kolayca buradan inebilir.

Araştırmacılar Walter Federle ve Christofer Clemente, daha önce yapılan, 300 milyon yıldır dünyada var olan hamam böceklerinin sahip olduğu bu küçük yastıkların bir çeşit ince sıvı yağ tabakasıyla kaplı olduğunu gösteren araştırmalara dayanarak, yarının robotlarının hamam böceklerinden esinlenerek yapılabileceği sonucuna vardı.

Hamam böceklerindeki bir yastıkçığın "ayak parmağı" diğerinin "topuk" görevi gördüğünü belirten araştırmacılar, robotların artık "düz duvara tırmanıp buradan ustalıkla inebileceklerini" söyledi.

Günümüzdeki robotlar duvarlara tırmanabiliyor ancak tırmandıkları yerden inerken güçlük çekiyorlar.:1rolleyes: ınişte de başlarının yukarıya yönelmesi ve itmek için değil çekmek için tasarlanmış ayakları robotların inişini güç hale getiriyor.



 
Son düzenleyen: Moderatör:
  • Konu Sahibi Konu Sahibi EU2
  • #4
Çok ilginç bilgiler canım, her ne kadar zaman çabuk geçiyor gibi gelse de :))
Ayrıca söylemeden geçemeyeceğim:) Seçim propagandası gibi olmuş başlık:)) :roflol:
Teşekkürler canım tekrar.:)
 
  • Konu Sahibi Konu Sahibi EU2
  • #5
Amerika'da yapılan bir araştırma üniversite öğrencilerinin %17'sinin kendini jiletleme, yakma, oyma ya da diğer yollarla kendine zarar verme gibi davranışlar sergilediklerini ortaya koymuş. Bugüne değin kendi kendine zarar davranışı üzerine Amerika'da yapılan en büyük araştırma olduğu belirtilen araştırmaya Cornell ve Princeton üniversiteleri imza atmış. Bulguların yalnızca Amerika ile sınırlı kalmadığının altını çizen araştırmacılar, Kanada ve ıngiltere'de yürütülen çalışmaların da benzer sonuçlar verdiğine ve gençler arasında hızla artan kendine zarar verme davranışının ciddiyetine dikkat çekiyorlar.

Kendi kendine zarar verme, bilimsel bir terim olarak ortada intihara dair herhangi bir eğilim yokken kişinin kendi bedenini hırpalayıcı davranışlar sergilemesi olarak tanımlamıyor. Bu davranışların içine saç ya da deriyi çekme, yarma, kemikleri kırma, kendini ısırma girebiliyor.

Araştırmacılar günümüz gençliğinin geçmiş kuşaklara göre stres uyaranlarına daha açık olduklarını ve başa çıkma stratejilerinin zayıf olduğunu söylüyor.

Araştırmanın detaylarına gelecek olursak, kızların erkeklere göre kendine zarar verme davranışını daha çok gösterdikleri ve Asya kökenli katılımcıların böylesi davranışlarda daha az bulundukları bulunmuş. Bir de biseksüelliğin, kendine zarar verme davranışıyla ilişkili olduğu ortaya konmuş. Cinsel kimliğinin fazlaca sorgulayan gençler kendilerine daha çok zarar verme eğilimindeymişler. Gerek kız gerekse erkeklerde en sık görülen yöntemin ise yaralı bölgeyi kaşıma / kazıma, kesme ve delme olduğu açığa çıkarılmış.

Araştırmacılar sürekli olarak kendine zarar verme davranışı sergileyen gençlere dair bir takım tespitlerde de bulunuyor:

• Diğer yaşıtlarına göre intihar girişiminde bulunmuş olma yüzdeleri 6 kat daha fazla,
• 3.5 kat daha fazla duygu istismarı rapor ediyorlar,
• Geçmişlerinde psikolojik bir sıkıntı dönemi geçirmiş olma olasılıkları 3 kat daha fazla,
• ıki kat daha fazla yeme bozukluğu sergiliyorlar.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
  • Konu Sahibi Konu Sahibi EU2
  • #6
Eğlenceli ve komik buluşları görmek için tıklayın
 
Son düzenleyen: Moderatör:
  • Konu Sahibi Konu Sahibi EU2
  • #7
Günümüzde seri üretim halinde piyasaya sürülen çikolata ürünlerinin tümü yüksek oranlarda şeker içeriyor. Bizi çikolataya karşı bağımlı kılan en önemli etmen de işte bu "tatlı"lık.

Yoksa siz de mi bir tatlı seversiniz?
Yakın zamanlarda New Yor Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma kimi insanların tatlı yemeye karşı niçin daha eğilimli olduğu sorusunun yanıtını genlerde bulmuş. Çalışmayı fareler üzerinden yürüten ekip, bulunan gen dizilimlerinin benzerlerini insan genomunda da saptamış.


Evrim ne diyor?
Evrimsel kuramcılar, tatlı şeyleri tanıyabilme ve onlara yanıt verebilme yetisini atalarımızdan miras aldığımızı düşünüyor. Tatlı gıdaların bol enerjili ve besleyici özellikleri olduğunu da göz önünde bulunduracak olursak, tarih öncesi çağlarda insanların zehirli, acı bitkilerdense meyve toplama eğilimi geliştirmiş olmaları anlam kazanıyor. Ancak yine de atalardan gelen bu tercihlerin günümüz süpermarket kültüründe ne derece etkili olduğu tartışılır!

Endorfin hormonunun salgısı tetiklenirse.
l Çikolata, tıpkı diğer şekerli yiyeceklerin de yaptığı gibi vücuttaki endorfin hormonunun salgısını tetikliyor. Bu hormonsa, haz ve mutluluk hisleriyle ilişkili. Ancak bu tatlı tadın yanı sıra çikolata henüz kimi etkileri saptanamamış 300 farklı kimyasal barındırıyor. Yani bağımlılık, bu bilinmeyen kimyasallardan da kaynaklanıyor olabilir.

Çikolata ve Hamilelik
Bayanlar özellikle de adet öncesi dönemlerde ve hamilelikte sık sık çikolataya aşererler. Uzmanlar bunun nedenini, söz konusu zaman dilimlerinde vücutta oluşabilecek magnezyum ve demir eksikliğine bağlıyor. Çikolata ise bu eksikliğe çözüm olabiliyor.

Çikolata ve Uyarıcılar
Çikolatada bulunan ve Merkezi Sinir Sistemi'ni uyaran kafein, kişinin dikkatinde yükselme sağlayabiliyor. Diğer bir uyarıcı olan theobromin ise akciğer çevresindeki istemsiz kasları yatıştırıyor. Bu maddeler, çikolatanın niçin bağımlılık yaptığına dair en favori seçenekler.


Çikolata niçin iyi hissettiriyor?
Çikolatanın içerdiği kimyasallar beynimizin nörotransmitter trafiğini etkiliyor:
Nörotransmitterler: Beynimizin kimyasal mesajcıları da diyebiliriz. Farklı sinir hücreleri arasında elektrik sinyallerini taşıyorlar. Bu sinyallerse deneyimlediğimiz his ve duygularda değişim yaratıyor.

Çikolatanın içerdiği iki güçlü kimyasal ve etkileri:
Tryptofan: Beynin, seratonin isimli nörotransmitteri yapmak için kullandığı kimyasal. Yüksek miktarlarda seratoninse mutluluk hissini tetikliyor.
Phenylethylamine: "Çikolata amfetamini" adıyla da anılan bu kimyasal, kişide uyarılmışlık, çekim ve baş dönmesi hissi uyandırıyor. Beyindeki zevk merkezini tetikliyor.





 
Son düzenleyen: Moderatör:
  • Konu Sahibi Konu Sahibi EU2
  • #8
ınsomni: Uyku uyuyamama sorunu olarak belirtilen insomni toplumda görülme yüzdesi en yüksek uyku problemi.
* Yeterli ve kaliteli uykunun alınamaması durumunda ortaya çıkıyor.
* Tedavi edilmediğinde depresyon ya da uyuşturucu madde bağımlılığına bile yol açabiliyor.
* Hastalar gündüz uyku uyuma ihtiyacı duymuyor.
* Çeşitli metabolik olayları kontrol eden ve strese karşı vücudu koruyan ACTH ve kortisol hormonları insomnik kişilerde daha fazla salgılanıyor.

ışte uzmanlardan insomni sorunu olanlara öneriler.
1.)Yatakta fazla vakit geçirmekten kaçının. Eğer ki uyanıksanız, yataktan kalkın. Yatağın beyninizde insomni ve kaygıyla eşleştirilmesini engelleyin.
2.) Uyumak için kendinizi zorlamayın. Yatağa uykunuz geldiğinde gidin ve uykunuz kaçarsa tekrar kalkın.
3.) Yatağınızın yanında tik tak'larını duyduğunuz, ses çıkaran bir saat bulundurmayın.
4.) Gece çok fazla fiziksel aktivite gerektirecek işler yapmaktan kaçının. Bu, uykuyu engelleyen otonom sinir sisteminizi harekete geçirecektir.
5.) Gece uyumadan önce kahve, çikolata ya da alkol gibi uyarıcı etkisi bulunan maddeler almamaya dikkat edin. Kafein sizi uyanık tutarken, alkolse gece yarısı uyanma problemi yaşamanıza neden olacaktır.
6.) Kendinize düzenli bir uyku programı yapın. Eğer ki insomni problemiyle karşı karşıya iseniz normal insanlardan daha programlı bir uyku düzeniniz olmalı.
7.) Akşam yemeklerini hafif geçiştirmeye çalışın. Eğer gece uyanırsanız, bir şeyler atıştırmaktan kaçının.
8.) Eğer ki insomnikseniz gündüz uykularından kaçının.

 
Son düzenleyen: Moderatör:
  • Konu Sahibi Konu Sahibi EU2
  • #9
Depresyon Tedavisi

Depresyon tedavisinde psikoterapinin de ilaç tedavisinin de eşit derecede etkili olduğunu biliyor muydunuz? ılaç tedavisi daha kısa sürede sonuç verip psikoterapi daha uzun bir süreç gerektirse de bilimsel çalışmalardaki istatistiklere göre hastalığın tekrarlama olasılığı psikoterapide daha düşük.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
  • Konu Sahibi Konu Sahibi EU2
  • #10


Günlük hayat sırasında stres uyandıran pek çok olayla karşı karşıya geliyoruz. Stresle başa çıkma, kendi kaynaklarımızı aşan bu içsel ve dışsal taleplerin üstesinden gelebilmemiz olarak tanımlanıyor. Davranışsal, duygusal ve motivasyonel yanıtlarımızın tümüyse bizim stresle başa çıkma yollarımızı oluşturuyor. Bilimsel yaklaşımda iki farklı "başa çıkma stratejisi"nden bahsediliyor. ılki, " problem odaklı başa çıkma ". Bu stratejide insanlar stres kaynağını dolaysız, fiziksel davranım ya da gerçekçi sorun çözme aktiviteleriyle yenmeye çalışıyorlar. Tehdit edici unsuru yok etme ya da zayıflatma, kaçma ya da gelecekteki stresi önleme bu stratejideki yanıtlardan yalnızca birkaçı. " Duygu odaklı başa çıkma " stratejisinde ise stres kaynağı değiştirilmiyor ancak kişi bu stres varlığında kendisini daha yi hissettirecek aktivitelere yöneliyor. Örneğin, kaygıya karşı ilaç kullanma, rahatlama egzersizleri, psikoterapi bu stratejinin içinde yer alan yöntemler. Uzmanlar, stresle etkili bir şekilde başa çıkabilmek için kişisel kaynakların algılanan sorunla eşleşebilmesi gerektiğini vurguluyor. Bu yüzden de kişi deneyim yoluyla ne kadar çok yöntem geliştirirse, stresle başa çıkabilme başarısı da o denli artıyor.


 
Son düzenleyen: Moderatör:
  • Konu Sahibi Konu Sahibi EU2
  • #11



Genlerin karakter üzerine etkileri konusunda konuşabilmek için öncelikle "karakter" kavramını hangi çerçeveye oturttuğumuza göz atmamız gerekiyor. Kimi araştırmacılar, karakteri üç ana başlık altında topluyorlar: zekâsal yetiler, kişilik ve sosyal tutumlar. Zekâsal yetiler konusunda yapılan araştırmalar öyle gösteriyor ki, genetiğin fiziksel büyüklüğüyle de ilgili olarak beyinsel kapasite üzerindeki etkisi tartışılmaz. Çünkü beynin fiziksel büyüklüğü sinir ağlarının sayısını, bununla ilgili olaraksa depo edilebilecek bilgi potansiyelini etkiliyor. Kişilik ve genin ilişkisi ile ilgili olarak ise mevcut bilimsel veri görece daha yoruma açık ancak yine de pek çok çalışmayla desteklenmeye devam ediyor. Ve son olarak sosyal tutumlar. Bu konuyla ilgili olarak yapılan çalışmaların henüz yeni olduğunu görüyoruz. Ancak yine de genlerin, sosyal tutumlarımızda da parmağı olduğunu var sayabiliriz.
Konuyla ilgili çalışmalar yürüten bilim insanları, karmaşık duygusal durumlarımızı belirleyebilen tek bir genden bahsetmenin olanaksız olduğunda hemfikir. Ancak özellikle de psikolojik hastalıkların temelinde yatan bir takım genetik özellikleri ortaya çıkarmaya yönelik araştırmalar sürüyor. Örneğin, serotonin taşıyıcı geni (5-HTT), beyne mesaj iletiminde görevli serotonin kimyasalının vücudumuzdaki dağılımından sorumlu. Bireylerin korku tepkileri ve nevrotiklik seviyeleriyle bu genlerindeki çeşitlilik arasında bir ilişki olduğu düşünülüyor. Yine de altını tekrar çizmekte fayda var: Kişiliğimizin karakterleri üzerine etkide bulunan genler öylesi çeşitli ve birbirleriyle etkileşimleri karmaşık ki, kilit bir gen bularak kişiliği çözebilmek ütopik görünüyor. Üstelik çalışmalar sırasında göz önünde bulundurulması gereken bir nokta daha var: çevresel genetik. Çevremizle olan ilişkilerimiz ve bu ilişkiler sonucu edindiğimiz deneyimlerin ya da altında kaldığımız etkilerin genleri ne yönde etkilediği de önem kazanıyor. Çünkü hiç kuşku yok ki karakter, genetik ve çevresel koşulların etkileşimli etkisiyle oluşuyor. Tam olarak bir yüzde verebilmek ise çok zor. Çünkü bir kişilik karakteri üzerinde genetiğin mi, yoksa çevrenin mi daha etkili olduğu hangi karakterden bahsettiğimize göre de değişebiliyor.


Kan Grubu ve Karakter
Kan gruplarının karaktere bir etkisinin olabileceğine dair söylenceler 1920 ve 30'ların Japonya'sında, o dönemlerde çıkan bir takım ırkçı söylemlere tepki olarak doğuyor. Bu ırkçı söylemler, kan gruplarındaki istatistiksel dağılımından yola çıkarak farklı toplumların evrim basamağında farklı bir basamaklarda yer aldığını iddia ediyor. Ancak bugün, yapılan bilimsel çalışmalar, bu söylenceyi destekler nitelikte değil. Yani kan gruplarıyla bireylerin karakterleri arasında herhangi bir ilişki bulunmuyor. Psikologlar, yaygın inanışa göre karakteriyle o karakterle bağdaştırılan kişilik özellikleri uyuşan kişilerin bu durumunu "kendi kendini doğrulayan bir kehanet" olarak yorumluyor. Daha açık bir şekilde, çevresi tarafından bir takım beklentiler geliştirilen kişi, bu beklentileri içselleştirerek bir süre sonra benzer şekilde davranmaya başlıyor.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
  • Konu Sahibi Konu Sahibi EU2
  • #12
Beyindeki sinir hücrelerinin kendilerini yenileyebilme yetisinden yoksun olduklarını gösteren çalışmaların öncüsü 1960'larda yaptığı çalışmalarla ismini duyuran bir sinir bilimci: Dr. Pasko Rakic. Nitekim felç ya da diğer beyin zedelenmelerinde hastaların kaybettikleri konuşma ve yürüme gibi yetileri daha sonradan tekrar edinememeleri de bu bulguları destekler nitelikte. Ancak başlangıcı 1965 yılında sıçanlar üzerinde yapılan deneylere dayanan ve son yıllarda hız kazanan bir takım çalışmalar, beyindeki bazı bölgelerde sinir hücrelerinin yenilenebildiğini gösteriyor. Özellikle de belleksel işlevleri olan hippokampüs bölgesi ile makaklar üzerinde çalışılan üst düzey bilişsel işlemlerden sorumlu ve evrimsel gelişimde son sırada yer alan düşünme, koklama ve duyma ile ilişkili korteks bölgelerinin kök hücreler sayesinde sinirsel yönden yenilenebildikleri bulgular arasında. Ancak bilim insanları, bu çalışma sonuçlarının Alzheimer ya da Parkinson gibi sinir hücreleri kaybı içeren bir takım hastalıkların tedavisinde kullanılabilmesi için klinik ve uygulamaya yönelik daha çok çalışma yapılması gerektiğini söylüyorlar.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
  • Konu Sahibi Konu Sahibi EU2
  • #13
Araştırmalar öyle gösteriyor ki, doğuştan görme duyusu olmayan birinin rüyalarında görsel figürler yer almıyor. Bu kişilerin rüyaları görsel nesneler yerine yürüme duyusu, ya da mutlu olma hissi gibi günlük hayatta deneyimledikleri duygu ve duyulardan oluşuyor. Uzmanlar rüyalarda görsel figürler görebilmek için öncelikle bu deneyimi yaşamış olmak gerektiğini vurguluyor.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
  • Konu Sahibi Konu Sahibi EU2
  • #14


Sol elini kullanan kişilerin daha zeki olduklarına dair bugüne değin pek çok şey yazılıp çizildi. Bilim dünyasındaki tartışmalarda konuyla ilgili iki güçlü varsayımdan ilki "bilişsel kalabalık kuramı". Biliyoruz ki beynin sol yarım küresi dil ve sözel becerilerde baskınken, sağ yarım küresi daha çok matematiksel ve uzamsal (mekânsal) becerilerde söz sahibi. Sol el hareketlerini beynin sağ küresinin, sağ el hareketlerini ise sol küresinin yönettiğini düşünecek olursak bilişsel kalabalık kuramı solakların uzamsal ve matematiksel becerilerde daha düşük performans göstermelerini öngörüyor. Çünkü bu yetenekleri kontrol eden sağ yarım küre aynı zamanda sol el hareketlerinin de yönetildiği merkez. Yani etkinliği ikiye bölünmüş oluyor. Oysa sağ elini kullananların el hareketlerini sol yarım küre yönetiyor ve sağ yarım kürenin özelleştiği matematiksel yeteneklerde daha başarılı oluyorlar. ıkinci varsayımsa her iki elini de kullanabilenlerin matematiksel becerilerinin daha yüksek olduğunu, çünkü matematiğin sol (dilsel) ve sağ (mekânsal) yarım küreler arasındaki etkileşimi gerektirdiğini söylüyor. Her iki eli kullanabilme becerisininse genelde solaklarda olduğuna dikkat çekerek, solakların matematiksel becerilerinin daha güçlü olduğunu savunuyor. Araştırmaların çoğu ikinci kuramı, yani solakların matematiksel becerilerde daha başarılı olduklarını desteklemekte. Ancak yine de konu hakkında ortaya atılan her bulgu daha fazla araştırmaya gereksinim duyulduğunu vurgulamaya devam ediyor.

 
Son düzenleyen: Moderatör:
  • Konu Sahibi Konu Sahibi EU2
  • #15
Cep telefonu kullanıcılarının sevinci yarım kaldı. Türkçe karakter uygulaması başlıyor. Ancak iki harf devre dışı..
Cep telefonlarında Türkçe karakterli gönderilen mesajlara birden fazla ücret uygulaması Temmuz ayında sona eriyor.

Yeni ithal edilecek telefonlarda alfabede yer almayan Ç, ç, Ğ, ğ, ı, ı, Ş ve ş karakterleri destekleme özelliği aranacak.

Yeni uygulama ö ve ü harflerini kapsamıyor.

Telekomünikasyon Kurumu Başkanı Tayfun Acarer, bundan sonra üretilecek cep telefonlarında Türkçe karakterlerin uluslararası alfabe içinde değerlendirilerek sıradan karakterler olarak yer alacağını belirtti.

Temmuz ayından itibaren ithal edilecek cep telefonlarında Türkçe karakterlerin desteklenmesi özelliği aranacak.

Piyasadaki makinelerin modifiye edilmesinin pek kolay görülmediğini, bugün itibariyle sistemde kayıtlı cep telefonu sayısının 90 milyonu aştığını vurgulayan Acarer, “Mevcut makineler zaman içinde, en fazla 2-3 yılda zaten çok hızlı bir değişim yaşandığı için kendiliğinden ortadan kalkacak. Bu makinelerin kullanıldığı süreçte, bu makineler üzerinden Türkçe karakterler kullanılarak mesaj atıldığında operatörler bu özel karakterleri düzeltecek. Bu süreç en geç Temmuz’da fiilen başlayacak” diye konuştu.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
  • Konu Sahibi Konu Sahibi EU2
  • #16

BOSTON - DNA koduna göre ruh ikizini bulmaya yardımcı olan ScientificMatch.com, dün Boston’da “insan ilişkilerinde yeni bir çağ açma” iddiasıyla tanıtıldı. Henüz patentini bekleyen teknoloji, kokusunu seveceğiniz, birlikte sağlıklı çocuklar dünyaya getireceğiniz ve uyumlu bir cinsellik yaşayacağınız partneri bulma garantisi veriyor.

Bilimsel yoldan gerçek aşkı bulma projesi olan ScientificMatch.com, başvuran kişilerin bağışıklık sistemi genlerini inceleyerek uygun partnerin bulunacağını ve ikilinin tanıştırılacağını açıkladı.

Aşkın sırrının ten kokusunda saklı olduğunu iddia eden şirket yetkilileri, insanların kendi bağışıklık sistemlerinden daha farklı bağışıklık sistemleri olanlara aşık olduğunu, bu kişilerin daha seksi bulunduğunu söylüyor.

 
  • Konu Sahibi Konu Sahibi EU2
  • #17
canım verdiğin bilgiler için çok teşekkürler devamını bekliyorum:1rolleyes: birde günler 25 saat olursa benimde işime gelir sizlerle bir saat daha fazla olabilirima.s.:roflol:
 
  • Konu Sahibi Konu Sahibi EU2
  • #19
Sakızı cak cak ağzından düşürmeyen, otobüste bile çiğneyip, üstüne bir de patlatan kadınlar var sinir olurum. Şimdi bunlara ne demeli? Bu hatunlar zeki olacaksa ben almiiim.jeyyar
 
  • Konu Sahibi Konu Sahibi EU2
  • #20
çok ilginç bilgiler paylaşımın için saol günler 25 saat çıkması gerçekmi çok ilginç geldi bana
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…