KADININ CALISMASI Okuyun

dilara

Aktif Üye
Kayıtlı Üye
7 Kasım 2006
120
1
Kadın ve erkek, toplumu oluşturan iki temel unsurdur. Fizyolojik yapı olarak kadın erkeğe oranla oldukça zayıf ve güçsüzdür. Normal şartlar altında, ancak iki kadının kuvveti bir erkeğe denk olabilir. Duygusal yönden ise kadın daha yüklü erkek ise aksine çok katıdır.Bu Özellikler sebebiyle tarih boyunca -evrensel toplum özelliği olmayan Amazonlar dışında- kadın; umumiyetle ev bakımı, yemek, kocaya hizmet ve çocuk eğitimi görevlerini üstlenmiştir.Erkeğin görevleri ise kadına göre daha çok kuvvet ve katılık istemektedir. Belli başlıları arasında, evin yiyecek ve giyecek masraflarını karşılamak, dış tesirlere karşı aileyi ve aile yuvasını korumak, en önemlisi neslin devamı için kadına kocalık yapmaktır.İslâmiyet insan tabiatının gerektirdiği bu iş bölümünü kabul etmiş, düzenli yürümesi için bir takım müeyyideler koymuştur.

Avrupadaki teknik inkilabı müteakiben bu fıtrî özelliği kabul etmeyerek kadın erkek eşitliğini ileri sürüp her ikisinin de tüm işlerini aynı eşitlikle başarabileceğini öne sürenbir görüş siyasi iktidarlar tarafından kabul görmüş, hemen ardından da halifesini kaybeden islâm alemine sızmaya başlamıştır.Bu görüş evvela bir cemile olarak kadına seçim haklarını tanıyor, erkeklerle ilişki kurup dilediği oranda beraber olabileceğini müjdeleyerek nefsini tahrik ediyor ardından da oluşturduğu hür kadın anlayışının gölgesinde sinsice faaliyetlere girişerek kadını her sahaya itip emperyalist gayelerine alet ediyordu.

Halbuki kadının iş hayatına atılması gerek kadın, gerek erkek gerekse toplumun ekonomik ve ruhi istikran açısından -tehlikesi tüm boyutlarıyla ortada- korkunç bir intihardan farksızdır.İlk ele alacağımız konu, kadının fizyolojik zaaflarıdır. Bu zaaf dolayısıyla kadının çalışması hem vücudunda büyük tahribatlara yol açar hem de iş hayatını felce uğratabilir.İş sahalarının büyük bir bölümünü oluşturan ve kaba kuvvet gerektiren alanlarda kadının başarısı sıfırdır, istisnalar dışında hiç bir kadın kaba kuvvetle iş yapmaya muktedir olamaz. En kısa zamanda bedenî ve ruhî hastalıklara düşerek dünyaya, en azından sağlığına veda etmek zorunda kalır. Modernistler bu gereği, " O halde kadınlar da kendilerin uygun iş alanlarında çalışsınlar." sözüyle örtbas etmek isterler. Fakat bu sözü mukabil bir yandan geçinme imkanlarını daraltıp öte yandan da kadının her sahada çalışabileceği inancını topluma empoze ederek en yorucu iş sahalarına çekenler de yine onlardır.

Hakim idareci görüşün uyguladığı bu art niyetli politika sonucu sahipsiz kadınlar ve geçinemeyen ailelerin kadınları iş aramaya koyulurlar. Kendine uygun iş sahasında çalışma önerilmişse de, ikinci sınıf kadınlar kendilerine uygun işlerin çoktan genç ve güzel kadınlar tarafından işgal edilmiş olduğunu görürler. Böylece bedeni kuvvet gerektiren işler karşısında zorunlu seçmen durumuna düşerler. Açlık ve sefaleti tercih edemiyeceklerine göre tek seçenekleri yaşayabilmek için, sağlıklarını ve canlarını, dolaylı olarak da namuslarını piyasaya sürmektir.Diğer alanlarda da kadın, fizyolojik zaafları ve kadınlık hasletleri sebebiyle gerekli başarıyı gösteremez. Memurluk yaşamında da çoğu kez, içinde bulunduğu dairede nahoş olayların meydana gelmesine isteyerek veya istemeyerek meydan verir. Bu kişilerin niyetlerini ve kadının karekterini çok aşan bir problemdir. Her ne olursa olsun tabiat olarak erkeğin kadına karşı engellenemez bir meyli vardır.

Batılılar toplumun olgunlaşmasıyla bu gibi problemlerin tamamıyla ortadan kalkacağını söyleyerek bizi avutmaya çalışırlar. Fakat onların bizi böylece avutmalarına rağmen kendi olgunlaşmış toplumlarında (!) hâlâ en yüksek derecedeki bakanlarının bile sekreterleriyle olan ilişkileri sonucu doğan skandallar sona ermemiştir. Yine pek yakın bir zamanda Avrupalı büyük memurların sekreterlerini cariyeleri gibi kullandıklarından yakınan da kendi üst derecedeki yekililerinden birisidir. Bu sekreter kızcağızlar, görevlerine olan sadakatlerini patronlarının çocuklannı karınlarında taşımakla ispatlamaktadırlar. Evlerinde kocalarına maaşla birlikte bir bakan, bir patron çocuğu takdim etmektedirler.Bu aile yapısına, toplum yapısına olduğu gibi kadın kişiliğine de vurulan korkunç bir darbedir. Kadına iş sahalarının açılması ona iyilik olmamış bilakis onu sorumsuz kullanılan orta malı durumuna getirmiştir.

Sözlerim belki çalışan bacılarımızı üzebilir ama bütün bunlar bize modern yaşantının yollarını gösteren medeni Avrupalıların hayatlarında hergün cereyan eden olağan şeylerdir. Aynı durum eskiden kalma ata ahlakının tüm engellemelerine rağmen toplumumuzda da süratle çoğalmaktadır.Görüldüğü gibi kadının çalışmasında, normal sınırlar içinde bir çalışma olayı değil, kadının kadınlığının sömürülüşü sözkonusudur. Bu kadınlık açısından hakikaten üzülmeye değer bir acıdır.Öte yandan kadının çalışması iş hayatındaki dengeyi alt üst eder.Toplumdaki iş kapasitesi daima belli bir oranda sabittir. Bu da umumiyetle erkek sayısına eşittir. Bu sahaya kadınlar da el atınca işe giren kadın sayısınca erkek açıkta kalır. İşe giren kadınlar umumiyetle aileye ek gelir sağlama sevdasındadırlar. Erkeklerin yüzde yüze varan bir çoğunluğu ise geçimi için çalışmak zorundadır.

Görüldüğü gibi kadına çalışma kapısı açıldığında, bir zümreye daha geniş imkânlar sağlama uğrunda diğer bir zümre açlığa itilmektedir.Tehlikenin en büyüğü bundan sonra başlar. Aç veya işsiz kalan bir kişinin yapacağı tek şey anarşidir.Nitekim yaşadığımız dönemde bu uygulamanın ibret verici bir sonucu olarak, anarşi tüm baskılara rağmen her on yılda bir patlak vermekten geri kalmamaktadır.Terörizm ve anarşinin kökleri, anarşistleri yakalayıp hapse atmakla veya öldürmekle kurutulamaz. Bu, sıtmayı gidermek için sivrisinekleri öldürmeye başlatmak gibi mantıksızca bir iştir.Sıtmayı önlemek için nasıl ki bataklığı kurutmak gerekiyorsa, anarşiyi önlemek ve toplumsal huzuru sağlayabilmek için en etkin maddi reçete, erkeklere iş bulmak, insanların ceplerini ve boş vakitlerini doldurmaktır. Manevi olarak ise ruhi ve fikri boşluklarını doldurup onları tatmin etmektir.

"Toplumun çekirdeği ailedir." sloganı, modernistlerin bilimsel çalışmalarından çıkarttıklarını övüne övüne anlattıkları cafcaflı bir laftır. Evet, onların daha yeni anlayabildikleri ve İslâm'ın ondört asırdır söylediği gibi toplumun temeli ailedir. Aile fertleri huzurlu ve yapısı tutarlı olursa toplumda huzurlu ve tutarlı olur. Ailenin esası karı- koca ve çocuklardır.

Aile kurmanın ve bir kadınla hayatı birleştirmenin şehevî arzuları tatminden öte cihanşumul bir ehemmiyeti vardır. Bu da yarınları yaşayacak olan yeni neslin dünyaya getirilmesi, eğitilmesi ve yetiştirilmesidir. Çocuğun dünyaya gelmesinde kadın ve erkek eşit rol oynarlar. Çocuk dünyaya geldikten sonra ise erkeğe onun ihtiyaçlarını karşılamak, kadına da eğitmek ve büyütmek vazifeleri düşer. Çalışan kadın ise bir çok yönlerden bu görevi yerine getiremez.

Evvela onu en temel besin maddesi olan ana sütünden mahrum bırakır. Ana sütü, yeri hiçbir besin maddesi tarafından doldurulamayacak mühim bir gıdadır. Yeni doğan bir çocuğu ana sütünden mahrum bırakmak kadar büyük bir hata düşünülemez. Böyle bir çocuğun bedenî ve ruhî yapısında yeri doldurulamaz boşluklar belirir.İkinci olarak onun eğitim ve terbiyesiyle de meşgul olamaz. Tabi olarak hizmetçilere veya kreşlere teslim etmek zorunda kalacaktır. Çocuk, amacı sadece para kazanmak ve geçimini sağlamak için bu işi seçen ve çocuğa bir eşyadan öte hiç bir değer vermeyen bakıcıların elinde bedenen ve ruhan hırpalanacaktır.

Anne sevgisinden ve himayesinden yoksun çocuklar umumiyetle pısırıklaşır, köleleşir ve insani birçok duygularını; haysiyet, ciddiyet, namus gibi hasletlerini kaybederler.Bu bakımın aile bütçesinde oluşturduğu hasar ise hiç de küçümsenmiyecek kadar büyüktür. Çoğu kez, akşama kadar çalışmak zorunda kalan kadın ay sonunda kazandığı paranın büyük bir kısmını bakıcıya yatırmak zorunda kalır.

Üçüncü ve en mühim mahzur, çocuğun ana şefkatinden mahrum kalmasıdır. Çocuğunu akşam uyuduktan sonra, sabah da uyanmadan önce görür. Bazen uyanıkken görse bile bu görüşmeleri ihtiyaçların en yoğun olduğu saatlara rastlayacağı için birbirleriyle ilgilenmeleri mümkün olmaz. Kadın, çocuğunun gün boyu neler yaptığından habersizdir. Çocuk ise anneye, kendisinin dünyaya gelmesine vesile olan bir canlıdan öte herhangi bir yakınlık duymaz.Bunun sonucu toplumda sevgi ve acıma duygularından yoksun taş yürekli, zalim ruhlu, korkunç insan tipleri çoğalır. Bir de toplumun kaderi bu taş yürekli insanların eline geçerse artık o toplumdan bir hayır beklemek imkansızdır.Bu hayırdan faziletleri kasdetmiyoruz. Yalnızca klasik hakların verilmesini, insanların apaçık zulme uğratılmamasını anlatmak istiyoruz. Kadın çalıştığında ailede erkek kadın arasında da bir anarşi meydana gelir.

Kadın da kocası gibi akşama kadar çalışmıştır. Akşamleyin yemek yapılmasında, çamaşır ve diğer işlerde, kocasından eşit olarak yardımcı olmasını istemeye hakkı vardır. Bu ihtiyaç bazan ağır basar ve her ikisi de yemek yemeden yatmayı, kirli elbiselerle işe gitmeyi veya her elbise kirlenişinde kuru temizleyiciye koşmayı yahut da elbiselerini yenilemeyi isterler. Bu ise hem ruhi hem de ekonomik yönden bir yıkımdır.Toplumda iş bölümünün oluşması, insanların kiminin imalatçı, kiminin satıcı kiminin hizmet verici olmasının sebebi de bu ruhi ve ekonomik anarşiyi önlemek içindir. Kadının da iş hayatına atılmasıyla ailedeki iş bölümü tamamen ortadan kalkar ve insanlık ilkel çağlarda olduğu gibi yalnız başına kalmak ve kendi kendine yetebilmek zorunda bırakılır. Bu ilkel bir kafa yapısının ürünüdür. Kadının çalışmasını cafcaflı laflarla bir zorunluluk gibi göstermeye çalışan modernistler aslında kafaları asırların gerisinde kalmış taş devri insanlarından pek farklı bir düşünceye sahip değillerdir.

Halbuki kadın evinde dursa, dinç kalarak ev işlerini görse kocasının hizmetini, çocuklarının bakımını ve eğitimini yapsa ruhi bütünlüğünü korumuş, hem sıhhatim muhafaza etmiş, hem kocasını memnun ve mutlu etmiş, hem de çocuklarını ideal bir şekilde büyütüp eğitmiş olacaktır.Bütün bu mutlu sahneler basit bir heves ve tutarsız bir sebeple yıkılmaktadır. Kadının hür olması, toplum içine çıkabilmesi ve para kazanabilmesi.

Halbuki o, hür olacağına iş sahalarına hapsedilmekte toplum içine dilediğim gibi çıkacağım derken en mühim değerlerini kendini kadın yapan özelliklerini harcamakta, para kazanmaya çalışırken kazandığı paradan daha fazlasını sokağa çıkmasıyla zaruri olan uydurma masraflara ve evindeki çocukları için tuttuğu hizmetçilere ödemektedir.

Tekrar tekrar söylüyoruz, kadının iş hayatına sürülmesinin sebebi ne onu hür yapmak ne de kocasının ekonomik sultasından kurtarmaktır. Bir işin yegane sebebi vardır. O da emperyalistlerin kadını daha rahat sömürebilme ve vücudundan sınırsızca yararlanabilme arzulan!Bunun böyle olduğunu büyük küçük bütün işverenler de bilir. Fakat, hiç birisi kendilerin cömertçe vücudunu sunan genç memurelerinden, sekreterlerinden daha açıkçası cariyelerinden vazgeçmek istemezler.

Bunların içinde gayrı müslimler olduğu gibi müslüman olduğunu söylemekten bir an bile geri durmayan sapıklar da vardır. Halbuki kadının, daha doğrusu geçim sıkıntısı çeken ailelerin daha değişik yollarla yan gelir sağlamaları daima mümkündür.Ülkemiz büyük oranda tarım ve hayvancılık Ülkesidir. Kapısının önünde küçük bir bahçesinde küçük de olsa bir inek besleyen, küçük de olsa bir bahçe eken kadın ailesinin tüm ihtiyaçlarını karşılayabilir.

Yine evin içinde çeşitli el sanatlarıyla meşgul olan, halı dokuyan, kilim ören, elişi yapan, elbise diken kadınlar vardır. Bunlar örnek alınabilir.Yine çeşitli iş sahalarında işçinin işyerine gelmeden yapabileceği bir çok işler vardır. Ki bu basit işler çoğu kez işin büyük bir bölümünü teşkil ederler. Bu işlerin evlerde yapılması hem kadını evinden ayırmadan geçindirmesi, hem bu işlerin atelyelerden çekilmesiyle iş sahalarının genişlemesi hem de kirasız bir yere sevkedilmesi sebebiyle çok yönlü bir fayda sağlar.

Elinden iş gelen ve hakikaten sadece geçinmek için çalışmayı isteyen, şehevi artniyetleri olmayan bir kadın evinde hiç bir zaman boş kalmaz. Mutlaka gelir getirecek bir takım işler bulur. Evin maddi şıkırtılarını giderdiği gibi fazladan maddi refah sağlar.

Sanayi kentlerinde (İstanbul, Ankara, izmir) ve bazı el sanatlarının ileri gittiği Ege illerinde ve hayvancılığın yaygın olduğu güney ve doğu Anadolu bölgelerinde bir çok evin atelye gibi çalıştığı görülür. Evlerde, kadının çocukların ve misafirlerin harıl harıl birşeyleri monte ettikleri, kesip biçtikleri görülür. Veya evlerde sütlerin kaynatıldığı, yayıkların yayıldığı, yağ ve peynir yapıldığı görülür.

İşte bu kadınlar da çalışırlar ve para kazanırlar. Fakat evlerinden çıkmazlar, ahlaklarını ve namuslarını feda etmezler. Çocuklarını sefil bırakmazlar, kocalarını ihmal etmezler. Esasında bizim toplumumuzda kadınların illa da erkeklerin arasına karışarak çalışmasını zorunlu kılan bir şey yoktur. Kadınımızın evinde yapacağı işler sayılamayacak kadar çoktur.Kadınımızı iş sahalarına çeken emperyalistler yine de ona kolay kolay elindeki bu parayı yeme veya hayırlı bir işe harcama imkanı vermezler. Topluma yaydıkları eve sokağa çıkan bir kadın için adeta vazgeçilmez olarak empoze ettikleri süs, makyaj ve sükseli giyim kuşam alışkanlıklarıyla onu büyük bir harcama içine sokarlar.

Sonuçta öyle bir an gelir ki kadının aldığı para daha eve gelmeden tükenir. Bu durumda kadın biraz daha para kazanabilmek için bazı şeylerini feda etmek zorunda kalır. Hem iş arkadaşlarını tatmin eden hem de ailesini razı edebilenler toplum içinde yaşar giderler. Ama bunu beceremeyen ve arkadaşları arasındaki avcıların eline düşenleri bir çoğu hayat kadını olarak umumhanelere sürüklenirler. Umumhane patronlarının en mühim kaynaklarından birisi de çalışan fakat süs eşyalarına para yetiştiremiyen genç kız ve kadınlardır.Bunlar tümüyle iğrenç manzaralardır.Toplumumuzu batıya adapte etmeye başladığımız yirminci yüzyıl başından itibaren üzerimize yığılan bela bulutlarıdır. Bu bölümü bitirirken son olarak müslüman kardeşlerimize şunları söylemek isteriz:

İslâm'ın bir takım prensipleri vadır ki bunları öğrendiğimizde bu problem kendiliğinden halledilir. Yine müslümanlar kendilerini bu prensiplerin sınırlarına uydurmak zorundadırlar.Birinci olarak İslâm, zina yollarından biri olan kadın erkek beraberliğini katiyyetle yasaklar. Şayet kadının çalışması zorunluysa erkeklerin bulunmadığı bir yerde çalışabilir. Bir müslüman kadınının erkekler arasında hele hele İslâmi giyimden tavizler vererek çalışması bütünüyle islâm'a aykırıdır.

İkinci olarak, islâm, ailede erkeği kadının ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlü tutmuştur. Kadının para kazanma hususunda herhangi bir sorumluluğu yoktur. Evlenme akdi yapılırken erkeğin onu kabullenmesi bir nevi onun bütün maddi giderlerini karşılamaya razı olduğu anlamına gelir. Kadının kocasının getirdiği parayla yaşamını sürdürmesi onun için bir zillet veya alçalış değil Öz malı derecesindeki hakkını almasıdır. Şayet erkek hanımının maddi ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa kadına ayrılma hakkı doğar. Yok eğer iki taraf da ailenin devamını istiyorlarsa onların geçimini üstlenmek, en azından erkeğe bir iş sahası bulmak devletin görevidir. Zaten devlet İslâm'ın kendisine has vergi toplama ve dağıtma usulünü uyguladığı zaman İslâm toplumunda hiç bir ailenin aç kalması mümkün değildir.

İslâm anlayışına göre kadının vazifesi ailenin mali giderlerini karşılamak değil, ev kadını, kocasının hanımı ve çocuklarının anası olmasıdır. Diğer vazifeler ikinci derecededir. Kadın ailesini muhafaza etmekle toplumun temel taşını sağlam tutmuş olacak, kocasını mutlu etmekle toplum huzuruna direkt olarak tesir edecek, çocuğunu düzenli bir şekilde yetiştirip eğittiğinde istikbal için hayırlı temeller atmış olacaktır. Bu büyük vazifelerin ve sonuçta kazanılan faydaların yanında toplum içinde iş hayatına atılması sonucu elde edeceği faydalar oldukça cüce kalırlar.Bir müslüman hatta aklı selim normal bir insan bile tercih esnasında terüddüt etmeden doğru olanı tanıyabilecektir.
 
iyi yazmışsın güzel yazmışsın da bu anlattıkların günümüz toplumunda biraz zor.
ayrıca her çalışan patronunun metresi olacak diye de birşey yok mesela ben mali müşavirim ve iş hayatında saygın bir yerim var.Sizin anlattıklarınız istisnai durumlar..

hem ben istanbulda yaşıyorum.evliyim ve bir çocuğum var eşim kamuda memur .istanbul gibi bir yerde kiradayız.kendi evimiz yok.memur maaşıyla nasıl geçinebiliriz.erkek evini geçindirmeye mecbur demişsiniz evlenmekle bunu kabul ediyor demişsiniz.ben onun bu durumunu bilerek evlendim.illa ki zengin bir kocam olsun diye bekleseydim...

evde çalışsın..bu da çok kolay bişey değil..

günümüz toplumunda kadınların çalışmasının en büyük sebebi ekonomik durumlar..istemezmiyim çocuğumu kendim büyüteyim..ama biraz olaya objektif bakmak lazım.
 
iyi yazmışsın güzel yazmışsın da bu anlattıkların günümüz toplumunda biraz zor.
ayrıca her çalışan patronunun metresi olacak diye de birşey yok mesela ben mali müşavirim ve iş hayatında saygın bir yerim var.Sizin anlattıklarınız istisnai durumlar..

hem ben istanbulda yaşıyorum.evliyim ve bir çocuğum var eşim kamuda memur .istanbul gibi bir yerde kiradayız.kendi evimiz yok.memur maaşıyla nasıl geçinebiliriz.erkek evini geçindirmeye mecbur demişsiniz evlenmekle bunu kabul ediyor demişsiniz.ben onun bu durumunu bilerek evlendim.illa ki zengin bir kocam olsun diye bekleseydim...

evde çalışsın..bu da çok kolay bişey değil..

günümüz toplumunda kadınların çalışmasının en büyük sebebi ekonomik durumlar..istemezmiyim çocuğumu kendim büyüteyim..ama biraz olaya objektif bakmak lazım.

düşüncelerine katılıyorum a.s.
 
selam arkadaslar ben okudum ve hosuma gitti paylasmak istedim ve kisiel algilamaya bence gerek yok zaten herkez nerde oldugunu biliyordur gönderme ima gibi algilanmasin konular lütfen kim olursa olsun,berde olursa olsun ama bilgimiz olsun sizler sansli ve akilli hareket ediyorsunuzdur mutlaka ama herkes sizler kadar sansli olamayabilir tam okuduysaniz zaten kisiel yorum yapmazsiniz bence bu genel bir paylasim.
 
paylaşım için teşekkürler ama ben kadınların çalışmasından yanayım özellikle kendileri için öz güvenlerini kazanmaları ve çocuklarına örnek olmak için kocasının eline bakmamak için akşam ne pişiriyim diye düşündüğünde bir dolaba bir kocasının bıraktığı ekmek parasına bakmaması için, genel kültürünü arttırıp çocuklarınada güven ve kültür aşılaması ve çocuklarının geleceği için çalışmalı kadın islamıda her şeye katıp insanları dinden soğutuyorlar islam çok yüce bir din ve herşeyin güzelini içerisinde bulunduruyor olaylara islam veya başka dinler açısından değilde evren koşullar açısından bakmak en güzeli islam evrenseldir unutmayalım
 
Bir kadın-erkek karşılaştırması

İşyerinde hem kadınların hem de erkeklerin tamamen aynı davrandığı, ama farklı yorumlanan ne kadar çok şey olduğunu hiç düşündünüz mü?

Bu hafta PERYÖN’ün kongresinde de sık sık kadın-erkek karşılaştırmaları yapıldı. İş-yaşam dengesinde de, ayırımcılık konularında da gündeme geldi doğal olarak. Aslında, işyerlerinde kadın ile erkeği karşılaştırmaktan hiç hoşlanmam. Birçok alanda bir tarafın özellikle de ezildiğini pek düşünmüyorum doğrusu. Bazen kadın, kendi cinsinden daha çok kötülük görüyor…

İş yaşamında kadın-erkek eşitsizliğinden bahsederken, eşitsizliğin tersine döndüğü, kadınların öne çıktığı durumları da düşünmek gerek. Daha kolay izin alabilmek, 'askerlik yapmış olma' şartından bağımsız iş arayabilmek, daha 'prezantabl' oldukları zannedildiği için daha çabuk iş bulabilmek gibi saymaya başlayabileceğim avantajları da var. Ama işyerinde, performans bir yana, insanca davranışların, tepkilerin kadın ve erkek için farklı yorumlanmasına kızıyorum. Belki de ayırımcılığı bir de bu detayda konuşmalıyız.

İNSANCA TEPKİLER, FARKLI YORUMLAR

Ben sık sık ağlarım. Aslında ağlanacak olaylar da değil karşılaştıklarım ama kendimi alamıyorum işte. Ne kadar engellemeye çalışsam da en azından sulanıveriyor gözlerim. Film seyrederken ağlıyorum. Annem ya da babamla konuşurken sık sık duygulanıyorum. Kızımın karnı ağrısa, o ağlarken ben de ağlıyorum. En fenası da işyerinde olması: Çok sevdiğim yöneticim toplantıda şirketten ayrılacağını anons eder, ağlarım. Bir konuda tartışırken sinirlenir, ağlarım. Alkışlarlar, ödül verirler yine ağlarım. mülakat yaparken bile bazen gözlerim dolar. Sonra da zorunlu açıklamayı yaparım: “Önemli değil, benim gözlerim hep yaşlanır böyle. Kontrol edemiyorum.” Sonra yine kendime çok kızarım.

Kadınların ağlaması onların zayıflıklarının bir işareti olarak tanımlanır. Duygu sömürüsü yapmakla bile suçlanırlar. Ama bir erkeğin işyerinde ağlaması ise ilginçtir. Beklenmeyen bir olay olduğu için neredeyse 'özel'dir. Sempati uyandırır. Ağlıyorlarsa, mutlaka çok önemli bir nedeni vardır.

Erkeklerin bağırması da normal karşılanır. Hatta bazen küfredebilirler. Ama bağıran kadın 'cadı'dır. Kontrolünü kaybetmiştir ya da 'kadın olduğu için' bağırır zaten. Belki de 'aylık durumu' yüzündendir. "Kadınların çalıştığı ofiste, havada hormonlar uçuşur" veya “Kadınla çalışmak zor” derler.

Kavgacı bir erkek mücadelecidir, kadınsa hırslı. Böyle bir durumda erkek işinin takipçisidir, kadın ne zaman duracağını bilemez. Erkeğe 'dayanıklı' derler, kadına 'zor'.

Açıkça yorumlarını paylaşan kadın dırdırcı, erkek açıksözlü ve cesurdur. Konuşmayan erkek 'nerede konuşacağını bilen ağır adam'dır, kadınsa ketum.

Kadınların hep bakımlı olması gerekir. Saçı, makyajı, kıyafet tam olmalıdır. Erkeklerse çirkin olabilirler. Onlar zaman zaman uyumsuz giyinebilir. Kopuk düğmeyle dolaşabilir. Çoraplarının rengi bile zaman zaman tutmayabilir. Ayakkabısı çantasına uymayabilir. Hatta şişman erkek çok rahat kabul edilebilir.

Kadın anne adayıysa potansiyel işgücü kaybıdır. Erkek baba olacaksa değeri artar; artık düzgün bir 'aile yaşamı' olacaktır.

Kadın, her zaman kibar davranmak zorundadır; görgü kurallarına dikkat etmelidir; hangi çatalı kullanacağını hep bilmelidir.

Kadın, hızla yükseliyorsa, bunun ilişkileri yüzünden değil, sadece ve sadece performansı yüzünden kaynaklandığını kanıtlamak, defalarca anlatmak, göstermek zorundadır.

PERFORMANSI İYİ OLAN KAZANSIN

Eşitlik zorla sağlanmaz. Kadınlar lehine de olsa ayrımcılık yapılmasına yani pozitif ayrımcılığa da pek yakın değilim galiba. Siyasette durum biraz farklı ama işyerinde kota ayrılmasını, “Yüzde bilmem kaç kadın çalışanımız var” raporlarını çok anlamlı bulmuyorum. Herkes kendi için uğraşsın, performansı iyi olan kazansın. Sadece erkek olduğu için, haksız yere koltuk kazananlar varsa da, onların cezasını da onu oraya getirenler ödesin.



Alıntı : İdil Türkmenoğlu (insankaynaklari.com)
 
büyük zatlar buyuruyor ki:
(Hanım, evde hizmetçi değil, sultandır. Hanımını üzmek akıllı insanın yapacağı iş değildir. Bir Müslüman hanımını nasıl üzer, akıl almıyor. Aklı olan karı koca, birbirini üzmez. Hayat arkadaşını üzmek, incitmek, ahmaklık alametidir. Zalim, huysuz kimsenin eşi, devamlı üzülerek sinirleri bozulur. Sinir hastası olur. Sinirler bozulunca, çeşitli hastalıklar hasıl olur. Hayat arkadaşı hasta olan bir eş, mahvolmuş, mutluluğu sona ermiş demektir. Eşinin hizmet ve yardımlarından mahrum kalmıştır. Ömrü, onun dertlerini dinlemekle, ona doktor aramakla, ona alışmamış olduğu hizmetleri yapmakla geçer. Bütün bu felaketlere, bitmeyen sıkıntılara kendi huysuzluğu sebep olmuştur. Dizlerini dövse de, ne yazık ki bu pişmanlığının faydası olmaz. O halde; eşine yapılacak huysuzluğun zararı kendine olur. Ona karşı, hep güler yüzlü, tatlı dilli olmaya çalışmalı! Bunu yapabilen, rahat ve huzur içinde yaşar, Allahü teâlânın rızasını da kazanır!)
ARKADASLAR ISTE ISLAMDA AKILLI ADAMIN YAPACAGI EVLILIK BÖYLE OLSA TABIKI KIMSE CALISMAK ISTEMEZ BENCE
 
Evlilik kadin ve aile bölümünde daha detayli anlatilmakta KADINLA IYI GECINMEK GEREK KONUSUNU OKUYUN BENIMDE paylasmak istedigim tabikide sizlerin belirttigi sartlarda suren evlilik türlerinde kadinin calismasindan yanayim kendimde calisan bir bayan olarak keske böyle asagida belirttigim gibi erkeklerin anlayisi olsaydi hicde calismak istemezdim .Ama o konuyu lütfen okuyun cok guzel erkeklerimize defalarca okutmamiz lazim
 
Şu halde kimin emaneti olduğunu düşünmeli, Allahr17;ın emanetine hıyanet etmemeli.

Erkek, hep kendini kusurlu görmeli, (Ben iyi olsaydım, o böyle olmazdı) diye düşünmeli. Eşinin iyiliğini, iffetini Allahü teâlânın büyük nimeti bilmeli. Onun huysuzluklarına iyilikle muamele etmeli, iyiliği çoğalıp, her işi seve seve yapınca, ona dua etmeli ve Allahü teâlâya şükretmeli. Çünkü, uygun bir kadın büyük bir nimettir. İyi davranmak, sadece hanımı üzmemek değil, onun verdiği sıkıntılara da katlanmak demektir. Yani bir erkek, ben iyi bir kocayım diyorsa, hanımından gelen sıkıntılara katlanması gerekir. Hadis-i şerifte, (Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Eyyüb aleyhisselam gibi mükafatlara kavuşur) buyuruldu. İyi Müslüman olmak için hanım ile iyi geçinmek şarttır. Allahü teâlâ, (Onlarla iyi, güzel geçinin!) buyuruyor. (Al-i İmran 19)

İyi geçinme, güzel geçinmek, ne demektir? İyi erkek, sadece eşine kötülük etmeyen değil, eşinden gelen sıkıntılara da katlanandır. Eğer bir erkek, eşinden gelen sıkıntılara katlanamıyorsa, iyi birisi olduğunu iddia edemez, buna hakkı da yoktur.
 
X